SINIRLAR
Yaşamlarımızdaki herhangi bir sorumluluk ve sahiplenme yanılgısı, bir sınırlar sorunudur. Tıpkı ev sahiplerinin arazilerinin çevresine fiziksel mülkiyet çizgileri çekmeleri gibi, bizim de yaşamımızda neyin bizim sorumluluğumuzda olduğunu ve neyin olmadığını ayırt etmemize yardımcı olacak zihinsel, fiziksel, duygusal ve ruhsal sınırlar belirlememiz gerekir.
“'Sınırlar' demekle neyi kastediyorsunuz?” diye sordu baba. “Şöyle düşünün. O sanki sizin, kendi bahçesini hiç sulamayan bir komşunuz gibi. Ancak, siz sulama fiskiyenizi ne zaman çalıştırsanız, su onun bahçesine ulaşıyor. Sizin çimleriniz sararıp ölürken, Bili kendi yeşil çimlerine bakarak kendi kendine, ‘Benim bahçem iyi gidiyor’ diye düşünüyor. İşte oğlunuzun yaşamı böyle. Ders çalışmıyor, plan yapmıyor, işi yok, yine de iyi bir yerde yaşıyor, çok parası var, kendi görevini yerine getiren bir aile bireyinin sahip olduğu tüm haklara sahip. “Eğer mülkiyet sınırlarını biraz daha iyi tanımlarsanız, eğer sulama sistemini sadece kendi bahçenizi sulayacak şekilde ayarlarsanız ve o da kendi bahçesini sulamazsa, toz-toprak içinde yaşamak zorunda kalacak. Bir zaman sonra bundan hoşnut olmayabilir. “Şimdiki durumda, sorumsuz ve mutlu, siz de sorumlu ve mutsuzsunuz. Sınırların biraz açığa kavuşturulması yeterli olacak sanırım. Ve onun sorunlarını, bir tahta perde yardımıyla sizin bahçeden uzak tutmalısınız; onun bahçesinde, ait oldukları yerde kalmalılar”. “Bu biraz insafsızca değil mi, böyle birden bire yardımı kesmek?” diye sordu baba. “Şimdiye kadar, ona yardımcı olmanın faydası oldu mu?” diye sordum.
Sınırlar, bizi tanımlar. Neyin ben olduğunu ve neyin ben olmadığını tanımlar. Sınır bana, benim nerede bittiğimi ve bir başkasının nerede başladığını gösterir, böylelikle beni bir mülkiyet duygusuna yönlendirir.
Kısacası sınırlar, duvarlar değildir. Her toplumda, her üyenin kendi alanı ve mülkü bulunur. Önemli olan, mülkiyet çizgilerinin geçişlere izin verecek kadar geçirimli ve tehlikeyi uzak tutacak kadar da güçlü olmasıdır.
Hayır, yüzleştirici bir sözcüktür. İnsanlara sevgiyle, “Hayır, bu davranış uygun değil. Ben bunda yer alamam” demeyi öğrenmek gerekir. H ayır kelimesi aynı zamanda, suiistimale karşı sınırlamalar belirlerken de önemlidir.
Aynı zamanda, düşüncelerimizi diğerlerine iletmekte olduğumuzdan da emin olmalıyız. Pek çok kişi, diğerlerinin onların zihnini okuyabildiğini ve ne istediklerini bilmeleri gerektiğini düşünür. Bu, sınır bozukluğuna yol açar. Kendi düşüncelerimiz vardır ve eğer diğerlerinin bunları bilmesini istersek, bunları onlara söylememiz gerekir.
Bir çocuğun hayır deme yetisini bloke etmek, o çocuğu ömür boyu özürlü birisi haline getirmektir.
Yumuşak başlılar örneğin, sırf onlarla “iyi geçinmek için”, arkadaşları ile aynı restoranları ve sinema filmlerini beğenmekteymiş gibi davranırlar. Diğerleri ile farklı olan yönlerini en aza indirerek, kayığı sallamamaya çalışırlar. Yumuşak başlılar, bukalemundur. Bir süre sonra onları ortamlarından ayırt etmek olanaksızlaşır.
Yumuşak başlı pek çok kişi, tehlikeli veya suiistimalci bir ilişki içinde olduklarını çok geç fark eder. Ruhsal ve duygusal “radar”ları bozulmuştur; yüreklerini koruyacak yeteneklerini kaybetmişlerdir.
Manevi yaşamın zenginliğinden kaynaklanan yumuşak başlılığın, bu tarz yumuşak başlılıktan ayırt edilmesi gere kir. Manevi yaşamı zengin insanlar içerden dışarıya doğru şefkatlidir, dıştan şefkatli ve içten öfkeli değildir. Yumuşak başlılar pek çok sorumluluk üstlenir ve pek az sınır belirler; seçimleri böyle olduğundan değil, korktukları için.
Denetleyiciler, diğerlerinin sınırlamalarına saygı göstermez, kendi yaşamlarının sorumluluğunu alma yerine, başkalarının yaşamlarını denetlemeye kalkarlar.
Denetleyiciler, disiplinsiz kişilerdir. Dürtü veya arzularına gem vurma yetenekleri azdır. “Yaşamdan istediklerini almış” gibi görünseler de, aslında açlıklarının tutsaklarıdırlar. Onlar için tatmini ertelemek zordur. Bu nedenle diğerlerinden hayır yanıtı almaktan nefret ederler. Kendi sınırlarını görmeleri için sürekli başkalarınınkileri dinlemeyi öğrenmeleri gerekir.
Tepkisizler, iki gruba ayrılır: 1. Diğerlerinin gereksinimlerine karşı eleştirel bir bakışı olanlar (kendi gereksinimlerimize karşı duyduğumuz nefretimizin, diğerleri üzerine düşürülmesi). Bu kişiler, kendi içlerinde eksik olmaktan nefret eder. Sonuç olarak, diğerlerinin gereksinimlerini görmezlikten gelirler. 2. Diğerlerini dışlayacak kadar kendi arzu ve gereksinimleri içine dalmış olanlar (narsizmin bir şekli). Bu kendi içine dalmayı, başkalarını sevebilmek için kendi gereksinimlerine öncelik vermesi duygusu ile karıştırmayınız: Tarih boyunca bilge kişiler, “Sadece kişisel çıkarlarınız için etrafa bakmayınız, diğerlerinin çıkarlarını da göz önünde tutunuz” görüşünü dile getirmişlerdir. Bu görüş bizim, kendimizi sağlıklı ve güçlü tutarak diğerlerine yardım edebilir halde olmamızı, bunu yaparken de bir kriz yaşamamamızı ifade eder.
Bizim de en temel gereksinimimiz bağlantıda olmaktır. İlişkide olmak demek kendi dışımızda, bağlanabileceğimiz, güvenebileceğimiz ve destek vermek üzere yaklaşabileceğimiz diğer insanların var olması demektir.
îyi ana babalar, yatağın üzerinde zıplayan küçük çocuklarıyla birlikte eğlenir. Yetersiz ana babalar ya çocuklarının zıplamasına izin vermeyerek onların hevesini kırar, ya da hiç sınır belirlemeyerek onların ana babalarının portakal suyunu ya da kahvesini devirmesine müsamaha gösterir.
Eğer bize hayır diyen kişileri sever ve onlara saygı gösterirsek, onlar da bizim hayırlarımızı sevecek ve onlara saygı göstereceklerdir. Bağımsızlık, bağımsızlık getirir. Eğer bilgelik yolunda yürüyorsak, insanlara kendi seçimlerini yapmada özgürlük veririz.
Diğerlerinin özgürlüğünü kabullendiğimizde, bize karşı sınırlar belirledikleri zaman onlara öfkelenmeyiz, kendimizi suçlu hissetmeyiz veya onlardan sevgimizi esirgemeyiz. Diğerlerinin özgürlüğünü kabullendiğimizde, kendi özgürlüğümüz hususunda kendimizi daha iyi hissederiz.
Sonunda yorgunluk, yerini depresyona bıraktığında İreni görmeye geldi. Meseleyi sorduğumda Stan, “fazla sevecen” olduğunu söyledi. “Nasıl ‘fazla sevecen’ olabilirsin?” diye sordum. “Hiç böyle şey duymadım”. “Çok kolay”, dedi Stan. “İnsanlara, yapmam gerekenin çok üstünde şeyler yapıyorum. Bu da beni epeyce depresyona sokuyor”. “Neler yaptığını pek bilemiyorum” dedim, “ancak bunun sevgi olmadığı kesin. Gerçek sevgi insanları kutsanmış bir duruma yönlendirir ve onlara mutluluk getirir. Sevgi mutluluk getirir, depresyona sürüklemez. Eğer sevmek seni depresyona götürüyorsa, bu muhtemelen sevgi değildir”.
Stan yaşamının erken bir döneminde, isteklerini yerine getirmediğinde annesinin, sevgisini ondan çektiğini öğrenmişti. Sonuç olarak, Stan de gönülsüzce vermeyi öğrenmişti. Vermesindeki güdü sevgi değil, sevgiyi kaybetme korkusuydu.
Şu sahte eğilimler ve diğerleri, bizi sınırlar belirlemekten alıkoyar:
1. Sevgiyi kaybetme veya terk edilme korkusu. Evet diyen ve sonra evet dediği için rahatsız olan insanlar, birisinin sevgisini kaybetmekten korkarlar. Bu, mazlumluğun baskın eğilimidir. Sevgi görmek için verir, bunu alamayınca da kendilerini terk edilmiş hissederler.
2. Başkalarının öfkesinden korkmak. Eski yaralanmışlıklar ve zayıf sınırlar yüzünden bazı insanlar, hiç kimsenin kendilerine kızmasına tahammül edemez.
3- Yalnızlık korkusu. Bazı insanlar, sevgi “kazanacaklarını” ve yalnızlıklarının sona ereceğini düşünerek başkalarına boyun eğerler.
4. İçimizdeki “iyi insanı” kaybetme korkusu. Bizler sevmek için yaratıldık. Dolayısıyla, sevmediğimizde acı çekeriz. Pek çok kişi, “Seni seviyorum ve bunu yapmanı istemiyorum” diyemez. Bu tarz bir cümle onlar için anlam taşımaz. Onlar sevmenin, her zaman evet demek anlamına geldiğini düşünürler.
5. Suçluluk. Pek çok kişi için vermek, suçlulukla güdülendirilir. İçlerindeki suçluluğu yenebilmek ve kendileri hakkında iyi şeyler hissedebilmek için yeteri kadar iyilik yapmaya çalışırlar. Hayır dediklerinde, kendilerini kötü hissederler. Bu nedenle sürekli olarak, bir iyilik duygusu edinmeye çalışırlar.
6. Geri ödeme. Pek çok kişi, aldıkları şeylere eklenmiş bir de suçluluk mesajı bulur. Örneğin ana babaları şöyle şeyler söylemektedir, “Ben hiç senin kadar iyisine sahip olmadım”. “Tüm elde ettiklerin için utanç duymalısın”. Kendilerine verilenlerin tümünü ödemede kendilerini yükümlülük altında hissederler.
7. Onaylanma. Pek çok kişi kendisini hala çocukmuş ve ana babasının onayını beklermiş gibi hisseder. Bu nedenle de birisi onlardan bir şey istediğinde, onu yerine getirmeleri ve böylelikle bu sembolik ebeveyni “mutlu etmeleri” gerekir.
8. Diğerlerinin kayıplarıyla kendini gereğinden faz la özdeşleştirme. Pek çok kez insanlar, kendi düş kırıklıkları ve kayıplarıyla zamanında yeteri kadar ilgilenmemiştir; bu nedenle de bir başkasını hayırla yoksun bıraktıklarında, onun üzüntüsünü sonuna kadar “hissederler”. Birisini bu denli incitmeye tahammülleri olmadığından, boyun eğerler.
Sandy, Noel tatilinde eve giderek ailesiyle birlikte olmak yerine, arkadaşlarıyla kayağa gitmeyi tercih etti. Annesi üzülmüş, hayal kırıklığına uğramış ancak zarar görmemişti. Sandy’nin kararı üzüntü yaratmıştı, ancak annesinin duyduğu üzüntü, Sandy’nin kararını değiştirmesine yol açmamalıydı. Annesinin incinmiş duygularına karşı sevecen bir yanıt, "Ah, anne, ben de bir arada olmayacağımız için üzgünüm. Yazın gelmeyi iple çekiyorum” olabilir. Eğer Sandy’nin annesi onun seçim yapma özgürlüğüne saygı duyuyorsa, şöyle bir şey söyler: “Noel’de eve gelmemen beni çok üzdü, ancak umarım hepiniz çok iyi bir tatil geçirirsiniz”. Böylelikle kendi üzüntüsünü sahiplenmiş ve Sandy’nin zamanını arkadaşlarıyla geçirme seçimine saygı göstermiş olur
Ancak, kendi öfkemizi bir başkasıyla paylaşmazsak, içimize bir burukluk ve nefret çökebilir. İncinmişliğimiz hususunda birbirimize karşı dürüst olmalıyız. Unutmamalıyız: “Komşumuza yalansız konuşmalıyız, çünkü hepimiz aynı' vücuda aitiz”
Pek çoğumuz yıllarca pasif ve boyun eğen bir insan olduktan sonra, birden patlamaya hazır hale dönüşen kişiler tanır ve neler olup bittiğini merak ederiz. Bunun, görüştükleri danışman veya birlikte çalıştıkları firma yüzünden meydana gelmiş olabileceğini düşünür, suçu onlara yıkarız. Gerçekte, yıllarca baş eğen bu kişilerin, sonunda hapsedilmiş öfkeleri patlar.
Kıskanma, kendi kendisini besleyen bir çemberdir. Sınırlara sahip olmayan kişiler kendilerini boş ve tatmin olmamış hissederler. Bir başkasının tatmin olmuşluğuna bakar ve gıpta ederler. Bu zaman ve enerjinin, onların eksikliğini gidermek üzere sorumluluk alma ve bu konuda bir şeyler yapma yolunda harcanması gerekir. Tek çıkar yol, harekete geçmektir. Gıpta ettiklerimiz, yalnızca sahip olunanlar ve başarılar değildir. Doğanın bize bahşettiklerini geliştirmek yerine, bir başkasının karakterine ve kişiliğine de gıpta edebiliriz.
Pasiflik hiçbir zaman fayda getirmez. Doğa emeğimizin karşılığını verir, ancak asla bizim yapmamız gerekenleri bizim yerimize yapmaz. Böylesi, bizim sınırlarımızın ihlal edilmesi demek olur. O bizim, arayış içinde olarak ve yaşamın kapısını çalarak, etkin ve kendi haklarımızı savunan kişiler olmamızı ister.
Bir yavru kuş yumurtadan çıkmadan hemen önce onun yerine yumurtanın kabuğunu kırarsanız, kuşun öleceğini söylemişlerdi. Kuş, yumurtadan dış dünyaya kendi kuvvetiyle çıkmalıydı. Bu mücadeleci “çözüm” kuşu güçlendirmekte ve onun dış dünyada işlev görmesini sağlamaktaydı. Bu sorumluluktan arındırıldığında, ölüyordu. Bizlerde böyle yaratılmışız. Eğer biri bizi “yumurtadan çıkarırsa”, bizim yerimize işlerimizi yaparsa, sınırlarımızı ihlal ederse, ölürüz. Pasifçe geriye çekilmemeliyiz. Sınırlarımız yalnızca etkin ve mücadeleci olmamızla yaratılabilir, kendi vuruşlarımızla, arayışlarımızla ve taleplerimizle.
Bu korkular nedeniyle, gizli sınırlar edinmeye çalışırız. Sevdiğimiz birine dürüstçe hayır demek yerine, pasifçe ve sessizce kendimizi çekeriz. Karşımızdakine bizi incittiği için kendisine öfke duyduğumuzu söylemek yerine, gizlice kızgınlık duyarız. Çoğu kez, bir başkasının sorumsuzluğu ile gelen acıyı tek başımıza göğüsler, onların bu hareketinin bizi ve sevenleri nasıl etkilediğini kendilerine söylemeyiz; oysa bu, onların ruhu için yararlı olacak bir bilgidir.
Başka durumlarda, bir kadın, kocasıyla uyum İçindeymiş gibi davranarak, ondan duygu veya düşüncelerini yirmi yıl boyunca esirgeyerek sonra da birden bire bir boşanma davası açarak sınırlarını “ifade eder”. Veya ana babalar yıllar boyu, sınırlar belirlemeksizin, feragat ederek çocuklarını “sever” ve bu gösterdikleri sevgi için öfke duyarlar. Çocuklar sevildiklerini asla hissetmeden büyür, zira dürüstlükten yoksun bırakılmışlardır ve ana babaları da şaşkındır: “Bütün yaptıklarımıza-rağmen”. Bu anlatılan durumlarda ilişkiler, ifade edilmemiş sınırlar nedeniyle hasar görmüştür.
Korkularımız nedeniyle kendimize ait bazı yönleri karanlıkta saklarız. Sınırlarımız gün ışığında olduğunda, yani açıkça ifade edildiğinde, kişiliklerimiz ilk kez olarak bütünleşmeye başlar. “Görünür” olur ve ışık olur. Değişir. İyileşme her zaman güneş ışığında olur.
Hayır demekten korktuğumuz zamanlarda, evet’imizin içtenliği yoktur.
Bir bilge kişi, “Herkes senden iyi bahsediyorsa, sen gerçek değilsin” der. Eğer her dediğiniz herkesçe seviliyorsa pek muhtemeldir ki, siz gerçeği saptırmaktasınız.
Sınırlar belirlemek, gerçeği söylemekle ilintilidir. Yaşam, gerçeği sevenlerle sevmeyenleri ayırır. Öncelikle, sizin sınırlarınızı hoş karşılayan kişi vardır. Onları kabul eder. 1 Onları dinler. Der ki, “Senin farklı bir fikrin olduğuna sevindim. Bu beni daha iyi bir insan yapar”. Bu kişiye, bilge veya erdemli denir. İkinci tip insan, sınırlardan nefret eder. Farklı oluşunuzdan hiç haz etmez. Sizi, zenginliklerinizden vazgeçmeye manipüle etmeye çalışır. Önemli ilişkilerinizde, “litmus testi”ni uygulayınız. Bir hususta onlara hayır deyiniz. Ya artan bir yakınlığa kavuşacak veya aslında başlangıçta dahi pek az şey bulunduğunu öğreneceksiniz
Debbie’nin sınırları, onu soyutlanmış bir yaşama mahkum etmekte midir? Kesinlikle hayır. Eğer doğruyu söylemek birinin sizi terk etmesine yol açmaktaysa, zaten sevilmiyorsunuz demektir.
Uyarı: Sınırları olmayan ve bunları oluşturmaya başlayan bir eş, evliliği değiştirmeye başlar. Daha fazla fikir ayrılığı ortaya çıkmaya başlar. Değerler, programlar, para, çocuklar ve seks konularında daha çok çelişki belirir. Ancak çoğunlukla, sınırları denetim dışı olan eşin, onu güdüleyerek ve evlilikte daha fazla sorumluluk üstlenmesini sağlayacak acıyı tatmaya başlamasına yardımcı olur. Sınırların belirlenmesiyle pek çok evlilik daha da güçlenir, zira eş, ilişkiyi özlemeye başlar.
Sıklıkla, insanlar doğruyu söylemeye, sınırlar belirlemeye ve sorumluluk üstlenmeye başladığında, onları bir süre her yerde “öfkeli bir bulutun” izlediği, gizli bir şey değildir. Hassas ve alıngan olurlar ve kendilerini korkutan, patlamaya hazır bir bomba gibi olduklarını fark ederler. Arkadaşları “Sen benim bir zamanlar tanıdığım iyi, sevecen adam değilsin” türünde şeyler söylemeye başlarlar. Bu sözlerin yol açtığı suçluluk ve utanç duyguları, sınırlarını yeni yeni oluşturmaya başlamış birinin kafasını daha da karıştırabilir.
Öfke bize, sınırlarımızın ihlal edildiğini bildirir. Bir ülkenin savunmasında kullanılan radar sistemine pek benzer şekilde öfke duygusu bize, incinme veya denetlenme tehlikesi altında olduğumuzu bildirerek, bir “erken uyarı sistemi” görevi yapar.
Ancak Nathan’ı asıl şaşırtan, bu derde girdiği için kendine kızmakla kalmaması, yaşamı daha uygun şekilde ele almasını sağlayacak donanımı sağlamamış olan anne ve babasına karşı da öfke duymasıydı. İçinde büyüdüğü aileyi gerçekten çok sevdiği için Nathan, ana babasından ayrılma ve kendi sınırlamalarım belirleme teşebbüslerinin sürekli olarak ve sevecenlikle boşa çıkarıldığı zamanları hatırladığında, kendisini suçlu ve sadakatten uzaklaşmış hissediyordu. Annesi onun tartışmacılığı karşısında ağlardı. Babası Nathan’a, annesini üzmemesini söylerdi. Ve Nathan’ın sınırları işlevsiz ve olgunlaşmamış olarak kaldı. Bunun ona neye malolduğunu açıkça gördükçe, daha da çok öfke duymaya başladı. “Yaşamda kendi seçimlerimi yaptım”, dedi. “Ancak insanlara hayır demeyi öğrenmede bana yardımcı olsalardı, yaşam çok daha güzel olurdu”.
Nathan, ana babasına karşı ebediyen öfke duydu mu? Hayır ve sizin de bu duygu içinde olmanız gerekmez. Düşmanca duygular kendini gösterdiğinde, onları ilişkiye getirin. Onları itiraf edin. Eksikliklerimizi dile getirirsek, daha çabuk iyileşiriz. Sizi öfkeli halinizle seven kişiler, sizin özünüzü gerçekten seven dostlarınızdır. Bu, geçmiş kızgınlıkları çözümlemede ilk adımdır. İkinci adım, ruhunuzun incinmiş geçmişini yeniden inşa etmektir. İhlal edilmiş olabilecek “zenginlikleri” onarma sorumluluğunu üstlenin. Nathan’ın durumunda, kişisel özerklik ve güvenlik duygusu derinden yaralanmıştı. Birincil ilişkilerini geri kazanabilmek için uzun süre çalışması gerekti. Ancak kendisini iyileştirdikçe, daha az öfke duyar oldu.
“Kendini öfkeye kaptırma. Bir sınırlama belirle!”
Kendi yaşamımızda, ondan hayır yanıtı almaya tahammül edemediğimiz birisi olduğunda gerçekte, kendi yaşamımızın denetimini onun ellerine teslim etmişiz demektir. Tek yapmaları gereken, çekilme tehdidinde bulunmalarıdır; biz de dediklerine itaat ederiz.
Affetmek kadar sınırları belirginleştiren başka bir şey yoktur. Birisini bağışlamak; onu kancadan kurtarmak veya size olan bir borcunu iptal etmek demektir. Birisini bağışlamayı reddettiğinizde, hâlâ o kişiden bir şey istemektesinizdir ve eğer istediğiniz intikam dahi olsa, bu sizi ona sonsuza dek bağlı kılar.
Eğer bağışlamazsanız, sizi inciten birisinden, yalnızca yaptığı bir şeyi itiraf etmesi de olsa, vermek istemediği bir şeyi talep etmektesinizdir. Bu, onu size “bağlar” ve sınırları mahveder. İçinde yetiştiğiniz, işlevsellikten uzak aileyi bırakın gitsin. Onu serbest bırakırsanız, asıl siz özgür olacaksınız
Eğer kendinizi tepki verir durumda hissederseniz, geri çekilerek yeniden kendi denetiminizi ele alın ve aile bireylerince sizin yapmak veya söylemek istemediğiniz bir şey yapmanız veya söylemenize, ya da sizin ayrı kalmanıza halel getirecek bir durumun ortaya çıkmamasını sağlayın. Sınırlarınızı koruduğunuzda, en uygun seçeneği seçin. Yanıt vermek ve tepki vermek arasındaki fark, seçme özgürlüğüdür. Tepki verdiğinizde denetimi ellerinde bulunduran, onlardır. Yanıt verdiğinizde, sizsiniz.
İki uyumlunun birbirini etkilemesinin sonucu, ikisinin de gerçekten istediğini yapmamasıdır. Her biri diğerine doğruyu söylemekten o denli korkmaktadır ki, ikisi de asla söylemez.
Cathy çocukken, hayır dediğinde annesinin yüzünde beliren incinmiş ifadeden hoşlanmazdı. Sınırlar belirlemekle başkalarını incitmekten korkarak büyüdü. Cathy, arkadaşları ile çelişkiye düşmemek için her şeyi yapardı - özellikle de Sharon ile.
Kadının, aşırı eleştirel kocasına, onu azarlamaya devam edecek olursa, sorunu rasyonel biçimde tartışabilir hale gelene dek, bir başka odada oturacağını söylemesi gerekir. Veya, şöyle bir şey söyleyebilir, “Bu konuyu bundan sonra seninle yalnızken tartışmayacağım. Ancak bir danışmanın yanında tekrar görüşebilirim”. Veya, “Eğer yine bana bağırmaya başlarsan, Jane’lere gidip, geceyi orada geçiririm”. Müsrif kadının kocası da ya kredi kartlarını iptal etmeli, ya da bu borçların ödenmesi için onun bir iş daha bulması gerektiğini söylemelidir. Bu eşlerin tümünün, denetimden çıkmış eşlerinin bu hareketlerinin getireceği sonuçlarla yüz yüze kalmalarını sağlamaları gerekmektedir.
Bir başkasını değiştirmedeki temel yetersizliğimize baktık. Gerçekte dırdırcı bir eş, sorunu sürdürür. Birisini olduğu gibi kabul etmek, onun öyle olma seçimine saygı duymak ve sonra da ona uygun sonuçlar vermek, daha iyi bir yoldur. Bunu yaptığımızda, sahip olduğumuz gücü kullanır ve hiç kimsede bulunmayan bir gücü harcamaya çalışmamış oluruz.
Kelimeleriniz açık ve sevgi ile söylenmiş olmalıdır. Eşinizle doğrudan yüzleşin. Hayır deyin. Pasif direnişte bulunmayın. Surat asmayın, kendinizi geri çekmeyin. “Bu konuda kendimi rahat hissetmiyorum. İstemem. Yapmayacağım” gibi şeyler söyleyin.
Uzaklaşma gereksinimi duyduğunuzda, bunu eşinize söyleyin. Bazen beslenmek için mekana ihtiyaç duyarsınız; bazen de sınırlamalar belirlemek için. Her iki durumda da, eşiniz neden kendisinden uzak kalmak istediğinizi tahmin etmeye çalışmamalıdır. Açıkça iletişimde bulunun ki eşiniz cezalandırılmakta olduğunu sanmasın, ancak kendisinin denetimsiz davranışlarının sonuçlarıyla yüz yüze kaldığını anlasın.
Mesela semptom, birinin seks istememesi olabilir; sınır sorunu bu kişinin, ilişkinin başka alanlarında yeteri sıklıkta hayır dememesi ve üzerinde güç sahibi olduğu tek hususun bu olması olabilir. Veya kendisinin, cinsellik arenasında yeterli denetim sahibi olmadığını hissedebilir. Kendisini güçsüz hissedebilir; seçeneklerinin onurlandırılmadığını hissedebilir.
Affedin. Affetmemek, sınırları bulunmamaktır. Bağışlamayan kişiler, diğerlerinin onları denetlemesine izin verirler. Sizi inciten insanları eski bir borçtan azat etmek, onlar dan bir talepte bulunmaktan vazgeçmektir; bu sizi de serbest bırakır. Affetmek, geçmişteki pasif istekler yerine, şimdiki zamanda girişimci davranışa götürebilir.
Derin bir sevgi ilişkisi geliştirmede ve yaşamı öğrenmede pratiğe ihtiyacımız bulunur. Ve bu ruhsal ve duygusal büyümemiz için de aynen geçerlidir. Pratik yapmak, sınırları ve sorumluluğu öğrenmede önem taşır. Hatalar, öğretmenlerimizdir.
Disiplin ile cezalandırma arasındaki farkı anlayabilmemiz gerekir. Cezalandırma; yanlış yapılanı ödemedir. Yasal olarak, yasaları çiğnemenin bedelini ödemektir. Ancak cezalandırma, pratik yapabilmek için fazla yer bırakmaz. Eşsiz bir öğretmen değildir. Bedeli fazla yüksektir. Cezalandırma, hatalara fazla yer bırakmaz. Ancak disiplin, farklıdır. Disiplin, yanlışlar için bedel ödeme değildir. Yaşamın doğal yasasıdır: hareketlerimiz, sonuçlara yol açar.
Disiplin ve cezalandırmanın zamanla aralarında mevcut ilişkiler farklıdır. Cezalandırma; geriye bakar. Geçmişte yapılan hataların ödenmesi üzerinde yoğunlaşır. Ancak disiplin; ileriye bakar. Disiplinle aldığımız dersler, aynı yanlışları tekrarlamamamızda yardımcı olur: “Doğa bizleri iyiliğimiz için disipline eder, yaşamın kutsal lığına ortak olmamız için”.
Ancak on iki ile on dokuz yaş arası, çocuklar için zorlu bir sınav gibidir. Bu zor geçit sırasında, çocuklarımızın içine gerçekte ne tür bir karakterin inşa edilmiş olduğunu anlarız.
Hem ufak, hem de büyük suçlar için dayak yedim. O nedenle, daha büyük şeylere karışmaya başladım. Böylesi çok daha verimliymiş gibi görünüyordu”. Bir kez ölüm cezasına çarptırıldığınızda, iyi davranmakla fazla şey kazanamazsınız!
Eğer bir başkasının sorumluluklarını yükleniyor ve bundan hoşnutsuzluk duyuyorsanız, kendi duygularınızın sorumluluğunu üstlenmeli ve mutsuzluğunuzun sebebinin birlikte çalıştığınız kişinin değil, kendi kabahatiniz olduğu nu fark etmelisiniz.
Öğrenmek için, pratik yapmaya devam etmeliyiz. Araba kullanma, yüzme veya bir yabancı dil öğrenirken kullandığımız yöntem, daha doğru kişisel sınırlar edinmede kullandığımız yöntemin aynısıdır
Kişisel sınır sorunları bulunanların arkadaşları genelde şu iki hatadan birini yapar: (1) Eleştirel ve ebeveynvari olurlar. Kişi başarısızlığa uğradığında, “Ben sana söylemiştim” tutumu edinir veya, “şimdi, deneyiminden neler öğrendin?” gibi şeyler söylerler. Bu, kişinin sonuçlardan ders alması yerine ya arkadaşlıkları başka yerde aramasına (kimsenin iki ebeveynden fazlasına gereksinimi yoktur) veya sadece eleştiriden uzak durmasına yol açar. (2) Kurtarıcı haline gelirler. Kişiyi acı çekmekten kurtarma dürtülerine teslim olurlar. Eşleri içip sarhoş olduğunda, patronu arayarak onun hasta olduğunu söylerler. Yapmamaları gereken zamanlarda, daha fazla borç para verirler. Yemeğe başlamak yerine, geç kalanı tüm davetlilere bekletirler.
Öfkenin, bir şey yapmanız için başlama işareti olmasına izin vermeyin. Sınırları olmayanlar, başkalarının öfkesine otomatik olarak yanıt verir. Yardıma koşar, onay arar veya kendileri de öfkelenirler. Hareketsizlikte büyük güç yatar. Denetimsiz birinin yolunuzu değiştirmenizdeki başlama işareti olmasına izin vermeyin. Sadece onun öfke duymasına izin verin ve ne yapmanız gerektiğine kendiniz karar verin.
Sonuçları zorlayan fiziksel uzaklık ve diğer sınırlamaları kullanmaya hazırlıklı olun. Bir kadının yaşamı, “Bana bağırılmasına izin veremem. Bu konuda bana saldırmadan konuşabileceğine karar verene kadar, yan odada olacağım. Bunu yapabildiğin zaman, seninle konuşurum” diyebildiğini fark ettiğinde değişivermişti.
Uyarici mesajları ele almada birkaç ipucu:
1. Suçlayıcı Mesajları Tanıyın. Bazıları suçlayıcı mesajların ne kadar denetleyici olduğunu fark etmeden onları yutar. Ancak suçlayıcı mesajlar sizin gelişiminiz ve iyiliğiniz için verilmez. Manipüle etme ve denetleme için verilir.
2. Suçlayıcı mesaj, aslında öfkenin kılık değiştirmiş şeklidir. Suçluluk gönderenler, muhtemelen kendilerinin ne kadar denetleyici olduğunu belli edeceği için, size yaptıklarınızdan ötürü duydukları öfkeyi açıkça itiraf edemez. Onların duyguları üzerinde odaklanmak, onları sorumluluğa fazlaca yaklaştırmış olur.
3. Suçlayıcı mesaj, üzüntüyü ve incinmişlikleri gizler. Bu duyguları ifade etmek ve sahiplenmek yerine insanlar, dikkat merkezini size ve yaptıklarınıza kaydırırlar.
4. Suçlayıcılık sizin üzerinizde etkiliyse, bunun başkalarının değil, sizin sorununuz olduğunu bilin. Gerçek sorunun nerede olduğunu görün: içeride. O zaman dışarıyı doğru olarak, sevecenlikle ve sınırlamalarla ele alabileceksiniz. Kendinizi suçlu hissetmelerine “yol açtıkları” için başkalarına kabahat bulmaya devam ederseniz, onlar sizin üzerinizdeki güçlerini korur. Siz onlara, yaşamınızın denetimini vermektesiniz. Başkalarını suçlamaktan vazgeçin.
5- Açıklama ve maruzat bildirmeyin. Bunu sadece kabahat yapmış çocuklar yapar. Bu sadece onların mesajına hitap eder. Sîzinse, suçluluk gönderenlere bir açıklama borcunuz yoktur. Sadece seçiminizi söyleyin. Eğer onların, sizin kendinizi kötü hissetmenize yol açmalarına engel olmayı veya suçluluğunuzu ortadan kaldırmalarını isterseniz, onların suçlayıcılık tuzağına düşersiniz.
6. Haklarınıza sahip çıkın ve onların mesajlarını, onların duygularını yansıttığı şeklinde algılayın. “Galiba ben bunu seçtim diye kızdın”. “Galiba onu yapmayacağıma üzüldün". “Yapmaya karar verdiğim şey konusunda çok mutsuz olduğunu anlıyorum. Bu duyguların için üzgünüm”. “Bunun seni hayal kırıklığına uğrattığını fark ediyorum. Nasıl yardımcı olabilirim?” “Yapacak başka işim olduğunda, bu senin için zor oluyor, değil mi?”
Temel ilke şudur: İnsanların duyduğu üzüntüye hak verip, kendinizi onların yerine koyun; ancak bunun onların derdi olduğunu belli edin.
O sizden sorumluluğunuzda olmayan bir şey yapmanızı istediğinde hayır diyerek, her ne ise bunu yapmayı kabul etmeyin. Eğer hayır dediğiniz için size kızarsa, sınırlarınız konusunda katı olun' ve onun öfkesine hak verin. Siz de öfkelenmeyin. Öfkeye karşı öfkeyle savaşmak, onun oyununa kapılmak olur. Kendi duygusal, uzaklığımızı koruyarak, “Bu sizi sinirlendiriyorsa, üzgünüm. Ancak bu iş benim sorumluluğumda değil. Umarım hallolur” deyin.
Eğer tartışmayı sürdürürse, ona tartışmanın sizin için bittiğini söyleyin; başka bir konuda konuşmaya hazır olduğunda gelip sizi görebilir. Onun işini onun yerine neden yapamayacağınızı izah etme tuzağına düşmeyin. Onun, eğer yapabiliyorsanız, yapmanız gerektiği şeklindeki düşüncesine kayabilirsiniz; zaten o da bunun bir yolunu bulmaya çalışacaktır. Sorumluluğunuzda olmayan bir şeyi neden yapmadığınız konusunda hiç kimseye açıklama yapmak zorunda değilsiniz.
Eğer iş için haftada sadece belli bir süre harcamaya karar verirseniz, bu süreyi daha akıllıca kullanırsınız. Eğer zamanınızın sınırlaması olmadığını düşünürseniz, her şeye evet diyebilirsiniz. En iyiye evet deyin; hatta bazen iyiye hayır demek zorunda bile kalabilirsiniz.
Hem kronik olarak ve hem de çılgınlık nöbetleri nedeniyle aşırı yiyenler, dahili bir kişisel sınır sorunuyla yüzyüzedir. Aşırı yiyenler için yemek, sahte bir sınır işlevi görür. Yemeği, kilo alarak ve daha az çekici hale gelerek, yakınlaşmaktan uzak durmada kullanabilirler. Veya sahte bir yakınlık elde etmek için ona saldırabilirler.
Duygusal olarak incinmiş kişiler, çocukken ihmal veya istismar edilmiştir; acılarını aşırı yeme, fazla içme veya çok çalışma ile gizlerler.
Sınırlar oluşturmak ve yaşamınızı denetim altına almakla, bir riskle karşı karşıya kalmaktasınız. Çoğu kez sonuçlar ağır değildir; zira karşınızdaki kişi sizin ciddi olduğunuzu anlar anlamaz, değişmeye başlar. Sınırlamalar belirlemenin, onlar için yararlı bir şey olduğunu fark eder. Bir arkadaştan gelen azarlama, faydalı bir ilaç olup çıkar.
Karşılanmamış gereksinimlerimiz olduğunda, içimizdeki bu zedelenmişliklerin bir dökümünü yapmalı ve bu ihtiyaçları yaşamda karşılamaya başlamalı, böylelikle yetişkin yaşamının sınır mücadelelerini göğüsleyecek güce sahip olmamız gerekir.
Mücadele ederek veya pasif kalarak, otomatik pilota bağlanıp, sınırlarınızdan vazgeçmeyin. Yanıt gelene kadar kendinize zaman ve mekan tanıyın. Eğer fiziksel uzaklığa ihtiyacınız varsa, bunu sağlayın. Ancak sınırlarınızdan vazgeçmeyin.
Sınırlar oluşturmada bir başka güçlü dahili direnç, bilinmeyenden korkmaktır. Başkalarınca denetlenmek, güvenli bir hapishanedir. Tüm odaların yerini biliriz. Bir kadının dediği gibi, “Cehennemden çıkmak istemiyordum. Tüm sokak adlarını biliyordum!”
Değişim, korkutucudur. Eğer korku duyuyorsanız, muhtemelen doğru yolda - değişime ve büyümeye giden yolda - olduğunuzu bilmek sizi rahatlatabilir. Tanıdığım bir işadamı, eğer her gün bir konuda büyük korku duymazsa bunun, kendisini yeteri kadar zorlamamakta olduğu anlamına geldiğini söyler. İşinde çok başarılıdır.
Bağışlamak çok zordur. Birinin size “borçlu” olduğu bir şeyden vazgeçmek demektir. Bağışlamak geçmişten; sizi inciten ve istismar edenden kurtulmaktır.
Bağışlayıcılık ve istismara daha fazla açılmak, aynı şeyler değildir. Bağışlayıcılık, geçmişle ilgilidir. Uzlaşma ve sınırlar, gelecekle ilgilidir. Birisi tövbe edip yeniden güvenilirlikle davet edilene kadar sınırlamalar, benim mülkümü korur. Ve eğer günah işlerlerse, yine bağışlarım; defalarca. Ancak ben yeniden beni dürüstçe hüsrana uğratan insanlarla bir arada olmak isterim; sahtekarlıkla beni incittiklerini inkar edenle ve daha iyi olmaya hiç çaba göstermeyenle değil.
Bağışlayıcılık bana sınırlar verir; çünkü beni incitici kişiden kurtarır ve ancak o zaman ben de sorumlulukla ve akıllıca davranabilirim. Eğer onları bağışlamıyorsam, onlarla hâlâ tahripkar bir ilişki içinde olurum.
Size kendinizi “suçlu hissettirmeye” kimsenin gücü yetmez. Bir yanınız bu mesaja hak verir; zira bu sizin duygusal beyninizdeki ana babaya ait güçlü mesajlara dokunur. Ve bu da sizin sorununuzdur; sizin mülkünüz üzerindedir ve denetimini de sizin üstlenmeniz gerekir. Manipüle edilmenin sizin sorununuz olduğunu görürseniz, bu hususta uzmanlaşırsınız.
Dirençle karşılaşmak, yapmanız gerekeni yapmakta olduğunuzun iyi bir göstergesidir. Bu direnişler muhakkak gelecektir. Sizi temin ederim. Eğer gelmeseler, uzun zaman önce sınırlar oluşturmuş olurdunuz.
Randy, çelişki ve fikir ayrılığından büyük ölçüde uzak durmaya çalışan bir aileden gelmekteydi. Tartışmaların yerine uzlaşma getirilirdi. Randy otuzunu geçtikten sonra, uzun süreli bir yeme bozukluğu nedeniyle tedaviye gitmişti. Şaşırtıcı olan, terapistin perhiz ve egzersiz planları vermek yerine, ona yaşamındaki denetleyici kişilere karşı ne tarz tepkilerde bulunduğunu sorması oldu.
Öfkelenememek genellikle doğruyu söylemenin yol açtığı ayrılıktan korktuğumuzun bir göstergesidir. Birisin den hoşnut olmadığımızı beyan etmekle ilişkiye zarar vereceğimizden korkarız.
Bizler buluğ çağındaki birkaç etkin çocukla aynı kulübeyi paylaşma işi için eğitilirken, deneyimli bir profesyonel bize, “Çocuklarla işe başlamada iki yol vardır: birincisi, her şeye evet diyebilirsiniz. Sonra, onlara sınırlamalar getirmeye başladığınızda, size içerler ve başkaldırırlar. Ve ya, açık ve kesin sınırlamalarla işe başlayabilirsiniz. Onlar sizin tarzınıza alıştıktan sonra, biraz gevşetebilirsiniz. Sizi ebediyen severler” demişti.
Artık Walt’ın huysuzluklarından ve geri çekilmelerinden dolayı sorumluluk üstlenmeyecek bir eş vardı karşısında; “Eğer bana mutsuzluğunu anlatmayacaksan, ben de geri çekilirim. Bir-iki arkadaşımla beraber olacağım, konuşmak istersen bana nerede ulaşabileceğini biliyorsun” diyebilen biri. Buna uyum sağlamak zordu; çünkü Walt, Sherrie’nin, onunla konuşarak derdini anlattırmasına, her şeyi yoluna koymasına ve kusursuz olmadığı için özür dilemesine alışkındı.
Şimdi karşısında, duygusal uzak duruşuna karşılık, “Kendime en yakın gördüğüm kişi sensin. Seni seviyorum ve seni kalbimde de ilk sıraya koymak istiyorum. Ancak yakınlaşmak için zaman ayırmazsan, ben de o süreyi destek grupları ile, kilisede veya çocuklarla geçiririm. Oturma odasında, senin televizyon seyretmeni seyrederek değil. Bundan sonra kendi patlamış mısırım da mutfakta kendin hazırlaman gerekecek” diyen bir eş vardı.