kişisel gelişim kitaplarımdan notlar

inciitanesi

Popüler Üye
Pro Üye
29 Ocak 2017
4.257
8.038
1- Özşefkatli farkındalık
2- Hayatınızı yeniden keşfedin (nisan2024)
3- Pürdikkat (15mayıs24)
4- Dijital Yaşamla Başa çıkma (Mayıs24)
5- Kibar olma Gerçek ol (haziran 24)
6-Atomik alışkanlıklar (Ağustos24)
7-Sınırlar (eylül24)
8- Öfke Dansı (eylül24)
 
Son düzenleme:
ÖZ ŞEFKATLİ FARKINDALIK

Öz şefkat, farkındalığı ısıtarak karşılaştığımız zorluklara ve bu zorluklar karşısında kendimize hoşgörüyle yaklaşmamıza olanak veriyor.

Farkındalık: “Şu anda deneyimlediğim nedir?”

Öz şefkat: “Şu anda bunu deneyimlerken kendime nasıl destek olabilirim?”

1-ÖZŞEFKATİ KEŞFETMEK

1a-Kendinize İyi Davranmak


İlk olarak sana sıkıntı veren şeylere bilinçli farkındalık geliştir.

Acı işlerin gidişatı ile bizim olmasını istediğimiz gidişat arasındaki tezattan kaynaklanır. Hayatımızın farklı olmasını ne kadar çok istersek, kendimizi o kadar kötü hissederiz. Mutluluğumuzun derecesini isteklerimiz ile koşullarımız arasındaki mesafeye bakarak ölçebiliriz.

Hayatta yaşanan streslerin bağışıklık sistemimizdeki telomerleri kısalttığı saptanmıştır.

Hayatın iyi ve kötü olaylarına öyle ya da böyle uyum sağlarız. Araştırmalar piyango kazanan çoğu kişinin kazanamayanlardan daha mutlu olmadığı, belden aşağısı felçli kişilerin ise genellikle yürüyebilen kişiler kadar mutlu olabildiğini göstermektedir.

Çoğumuz mutluluğun birtakım dış koşullara bağlı olduğuna inanırız. O yüzden de ömrümüzü bir koşu bandının üzerinde geçirir ve onu sürekli keyif alacak ve acının uzağında kalacak şekilde düzenlemeye çalışırız.

Acıdan uzak durmanın bir sorunu vardır: o da bunu yapmanın mümkün olmaması ve üstelik de çabaladıkça durumun daha da kötüleşmesidir.

Acı ve hazla olan ilişkimizi değiştirmeliyiz. Bir adım geri atıp acımızı sakinlikle karşılamayı öğrenebilir ve hazzın doğal bir şekilde gelip gitmesine izin verebiliriz. Biz buna dinginlik diyoruz. Hazzı nasıl kucaklıyorsak acıyı da aynı şekilde kucaklamayı öğrenebilir ve her bir anımızı doya doya yaşayabiliriz. Buna da yaşama sevinci diyoruz.

Çiftlerin çoğu kişisel farklılıklarını çözümlememektedir ve evliliklerini sürdürmeyi başaran çiftler bir şekilde bunları kabul etmeyi öğrenmiş olanlardan oluşmaktadır.

Bizler çoğunlukla geçmiş için pişmanlıklar çekiyor ya da gelecek için tasalanıyoruz.

İşteki mutsuzluk kronik bel ağrısı habercisidir.

Bir şeye direnç gösterdiğinde, o şey bodrum katına iner ve ağırlık kaldırmaya başlar.

Olayları kabul etme ve onları olduğu gibi kabullenmeyi öğrenmeliyiz.

Istıraba merhem olan tek şey, başkalarına yardım etmektir.

1b-Bedeninize Kulak vermek

Farkındalık ne deneyimlediğinizi, onu deneyimlediğiniz sırada bilmektir.

Meditasyon, hayatımızla ilgili akıllıca kararlar vermemizi sağlar. Hatta bağışıklık sistemimizi güçlendirdiği kanıtlanmıştır. IL-6 seviyesini azaltarak stresin tetiklediği iltihabı azaltır. Grip aşısı sonrası üretilen antikor miktarını arttırır. Kortikal kalınlaşmayı arttırarak beyin zatı incelmesini telafi eder ve böylece yaşlanmayı geciktirir. Sakin bir ruh halindeyken kötü anılarımız bizi daha çok zorlar, meditasyon olaylar karşısında daha az acı çekmemizi sağlar.

Bilinçli nefes alıp vermek tüm egzersizlerin en kolayı ve farkındalık teknikleri içinde en yaygın olanıdır. Asıl zor olan şey, koşuşturmalı hayatlarımız içinde bunu yapmayı hatırlamaktır.

Yavaşlamak da farkındalığı kolaylaştırır. Yemeğinizi daha yavaş yerse4niz, ne yediğinizin daha çok farkına varır ve bedeninize karnınızın doyduğunu size haber vermesi için şans tanımış olursunuz.

Bel ağrısı, uykusuzluk, ilişkisel çekişmeler, topluluk önünde konuşma tedirginliği : bedenin tepkileri

1c-Zor duygularla baş etmek

Algı-kaçınma-güçlü duygu-o duygunun içinde sıkışıp kalma-karşı tarafı suçlama döngüsü

Duyguları etiketlemek, onlarla başa çıkmamızı kolaylaştırır. Mantıklı karar vermek için sakin olmamızı sağlar.Not etmek, duygularla baş etme olayını emniyet içinde yapabilmemizi sağlar.

Çapa atmak karargahta olmak gibidir, not etmek ise yolculukta olmaya benziyor.

Bir erkek “utanıyorum” diyemiyorsa çok büyük olasılıkla öfkelenecek ve mantıksız davranışlar sergileyecektir.

Duygular için uygun kelimeler bulma stratejisi “konuşma terapisi”nin temelini oluşturur. Çocuk-ebeveyn ilişkisi açısından da önemlidir.

Duyguları ifade etmek için sözcükleri kullanmanın beynin stres tepkisi veren bölümünü devre dışı bıraktığı tespit edilmiş.

Travmatik anıları onların bizi tüketmesine izin vermeden buyur edebilmenin bir yolu da farkındalıktır.

Tam-burada-ve-şu-anda-taşı

1d-Öz Şefkat Nedir?

1e-Öz Şefkate giden yollar


Genel mutluluk düzeyi; genlerimize , içinde bulunduğumuz ortama ve maksatlı aktivitelere bağlıdır. “Mutlu genler” mutluluğun %50’sinden sorumludur. Koşullar (çocukluk koşulları, evlilik durumu, maddi durumu, din durumu, sağlık durumu) sadece %10’undan sorumludur. Maksatlı aktivite (egzersiz, dostlarla vakit, enstürüman çalmak, kilisede gönüllü çalışmak) %40’dan sorumludur.

2-SEVGİ DOLU NEZAKET UYGULAMASI

2a-Kendimizle İlgilenmek


Pali dilinde metta= sevgi dolu nezaket anlamına gelir.

Canımız sıkkın olduğu vakit, genellikle dikkatsizizdir, yani rahatsız olduğumuzun ve o duygunun bizi incittiğinin farkında olmak yerine kişisel hikayelerimizle meşgulüzdür.

İleride daha fazla ilgiye ihtiyaç duymamak için kendine şu anda ihtiyacın olan ilgiyi göster!

Metta duanın dinsel olmayan türüdür.

2b-Başkalarıyla ilgilenmek

Sevgi dolu meditasyon: öz benlik, iyiliksever bir kişi, arkadaş, nötr biri, zorbir kişi, gruplar

Nasıl ki ben huzurlu ve acıdan uzak olmak istiyorsam, senin de iç huzuru nulmanı diliyorum. Güven içinde olasın, mutlu olasın, sağlıklı olasın, rahat bir hayat yaşayasın. Ben ve tüm canlılar mutlu ve acıdan uzak olsun (30dk).

Meditasyon sonrası insanlar daha cömert olmuşlar.

Bir başka kişinin “kira bile ödemeden zihninizin içinde oturmasından” bıkıp usanmadınız mı?

Sorunları ele almadan görmezden gelmek son derece sakıncalıdır. Düşmanlarımızı sevmek ahlaki bir reçete değildir ama kendimiz için yapabileceğimiz en iyi şeydir.

Eğer bir ilişkide kendi davranışından ötürü utanıyorsanız, acı veren bu duyguyu tanımak için ekstra çaba gösterin.

Utanç, suçluluk duygusu ve pişmanlık teşhis edilmesi en zor olan duygulardır çünkü bu duyguları sürekli olarak içimize atarız. Sizi zorlayan bu duygular için kendinize şefkat gösterin.

3-KİŞİYE ÖZEL ÖZ ŞEFKAT

3a-Dengenizi bulmak


Bakımveren kişilik tipi: Helikopter ebeveynler. Kontrol kendi ellerinde olsun isterler. Bir anne en fazla “en az mutlu olan çocuğu” kadar mutlu olabilir.

Entelektüel kişilik tipi: Istırabın üstesinden gelmenin bir yöntemini bulabilecek ya da bunu yapabilmenin bir fırsatını yaratabilecek durumdaysanız endişe etmenize gerek yoktur. Ama bu konuda herhangi bir şey yapamıyorsanız, o zaman endişelenmenin de size bir faydası olmayacaktır. Kriz anında düşünce berraklığına sahiptirler.

Mükemmeliyetçilik daha çocuklukta başlar. Ebeveynler bir konuda onay vermek için aşırı yüksek standartlar koyduklarında, çocuklar da sevgi alabilmek için bir takım gerçekdışı standartlar belirleyebilirler.

Bireyci kişiler; başları derde girdiğinde birilerinin onların yardımına gelmesini beklemezler. Başkalarının yardımına koşmak da onların akıllarına gelmez. “herkes kendi kaderinden sorumludur” derler.

3b-İlerleme sağlamak
 
HAYATI YENİDEN KEŞFEDİN

ŞEMALAR


Şemalar çocukluktan başlayan ve sürekli tekrar eden bir kalıptır.

Şemalar düşünce, duygu, davranış ve ilişki kurma biçimlerimizi etkilerler. Öfke, üzüntü ve kaygı gibi bazı güçlü duyguları tetiklerler.

Şema gelişiminde etkili ilk faktör: mizaç. İkincisi: çevre.

Çevremizdeki en önemli erken etki ailemizdir.

Çocuk için en önemli şey, kendini güvende hissetmesidir. Güvenlik konularında kaygısı olan çocuk o kadar çok enerji tüketir ki, diğer konulara pek enerjisi kalmaz.

Kendinizi ifade etmenizin kısıtlı olduğunu gösteren üç işaret vardır: İlki, sizin diğer insanlara karşı aşırı uyumlu olmanızdır. Siz her zaman başkalarını memnun edersiniz, hep başkalarıyla ilgilenirsiniz. Verdikleriniz takdir edilmediğinde zayıf, pasif ve gücenmiş hissedebilirsiniz. Diğer kişilerin ihtiyaçlarına çok fazla anlayış gösterirsiniz. İkinci işaret sizin aşırı derece engellenmiş ve kontrollü olmanızdır. İşkolik olabilirsiniz. Üçüncü belirti aşırı derecde ifade edilmeyen bir öfkeye sahip olmaktır. Kronik bir kızgınlık içerie bir yere kaynar ve neredeyse sizin kontrolünüz dışında ani bir şekilde patlar.

Şema ile başa çıkmanın üç biçimi: teslim, kaçma, karşıt saldırı

Bir şema bir kerede yok olmaz. Sürekli bir şekilde, onu parçalara ayırarak yok etmelisiniz, sizin üzerinizdeki etkisi adım adım zayıflayıncaya kadar. Şemanızı pekiştiren davranışları değiştirmek için daha sıkı çalışarak süreci hızlandırabilirsiniz.

İlerlemenizi gözden geçirmek için her gün birkaç dakika ayırın. Başa çıkma kartları oluşturup onları baştan okuyun. Bugün şemanız tetiklendi mi? Kalıplarınıza teslim olmak için herhangibir şey yaptınız mı? Her gün farklı düşünmek, hissetmek veya eylemlere geçmek için kendinizi zorlayın.

1-“LÜTFEN BENİ TERK ETME” TERK EDİLME ŞEMASI-22

Terk edilme döngüsü: korku, üzüntü, öfke.

Bağımlılık şeması olan kişilerin, kesinlikle terk edilmeyle ilgili sorunları olacaktır. Bunun tam tersi doğru değildir. Terk edilmeyle ilgisi şeması olan herkesin bağımlılıkla ilgili sorunu yoktur. Onların şeması yakın kişilerle duygusal baş kurmadaki tutarsızlıktan doğar.

2-“SANA GÜVENEMEM” KUŞKUCULUK VE KÖTÜYE KULLANMA ŞEMASI-23

Sizi Taciz Eden Kişinin Ne Yaptığını Belirtin. Hakkınızı Koruyun. “Bunu Bana Sen Yaptın.”, “Daha Fazla İzin Vermiyorum.” VE “Sana çok öfkeliyim.”

3-“HİÇBİR ZAMAN İHTİYACIM OLAN SEVGİYİ ALAMAYACAĞIM” DUYGUSAL YOKSUNLUK ŞEMASI-22


Neyin seni gerçekten rahatsız ettiğinin genellikle farkında değilsindir. Bu şemanın doyumsuz olma özelliği var. Başka insanlar tarafından kronik hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz

Ne hissettiğinizi ve ihtiyaçlarınızı karşı tarafa söyleyemezsiniz, daha sonra da anlaşılmadığınız için hayal kırıklığına uğrarsınız, geri çekilirsiniz, öfkelenirsiniz. İhtiyacınızı gizli tutmak şemanıza teslim olmanızın bir yoludur.

Üç çeşittir: Bakım yoksunluğu, empati yoksunluğu, korunma yoksunluğu.

4-“UYUMSUZUM” SOSYAL İZOLASYON ŞEMASI-30

Psikosomatik semptomlar hissetmeye yatkınsınızdır. Yalnızlık sıklıkla kalp ve karın sorunları, uyku sorunu, baş ağrıları ve depresyonla ilişkilidir.

Aşırı derecede eleştiren ebeveynler çocukta sosyal izolasyonu tetikleyebilir.

Benzerlikler yerine farklılıklara odaklanmak bu şemayı pekiştirir.

Her kusur için bir başa çıkma kağıdı hazırla. Şemanız her tetiklendiğinde bunları okuyun. Bu şekilde yavaş yavaş şemadan uzaklaşabilirsiniz.

5-“TEK BAŞIMA YAPAMAM” BAĞIMLILIK ŞEMASI-27

Genellikle bağımlı kişiler yetersizdir, çünkü yetişkinliğin getirdiği sorumluluklardan kaçmakta çok başarılıdırlar. Bu kaçınma, beceri ve değerlendirmede ciddi eksikliklere yol açabilir.ancak bu kişiler genellikle becerisizliklerini abartırlar.

Kaçmak şemanızı pekiştiren bir yoldur. Zor olduğunu düşündüğünüz işler için bir liste hazırlayın, zorluk sırasına göre puanlayıp kolaydan zora doğru yavaş yavaş listenizi bitirmeyi planlayarak bu şemadan kurtulabilirsiniz. Kolay bile olsa her madde için bolca plan yapın, her gün kısa bir değerlendirme ile ilerlemenizi takip edin. Listedeki basit maddede ustalaştıktan sonra bir ileri aşamaya geçiniz.

Aşırı korumacı ebeveynler çocuklarının yargılarını eleştirir, verdiği kararları küçümser, bağımlı olmaya yol açabilir.

Sizi koruyan ve baskın eşlere aşık olmaya yatkınsınızdır.

6-“BİR FELAKET OLMAK ÜZERE” DAYANIKSIZLIK ŞEMASI-19

Bu şema iki taraflıdır: hem tehlikenin riskini abartırsınız, hem de kendi başa çıkma kapasitenizi küçümsersiniz.

Bu şemanın en yaygın kökeni, ebeveynlerle aynı şemaya sahip olunmasıdır. Model alma yolu ile öğrenirsiniz. Aşırı korumacı ebeveyne ship olmak diğer bir etken olabilir.

Korkulan durumlar için üzerine gitme listesi hazırlayın.

7-“DEĞERSİZİM” KUSURLULUK ŞEMASI-20

Bu şema ile en fazla ilişkili olan duygu utançtır.çok yyagın olan şemalardan biridir ama genellikle fark edilmesi zordur.teslim olma/kaçma/karşıt saldırı ile cevap verebilirler.

Bu şemanın ortaya çıkmasına neden olan ebeveynler genellikle eleştirel ve cezalandırıcıdır.bu şemaya sahip olanlar kendisini eleştiren ve reddeden eşlere karşı güçlü çekim hissederler.onlar sizin kusurluluk hislerinizi pekiştirirler. Eleştirel eşler tanıdık gelir, çünkü sizin çocukluk ortamınızı yansıtırlar.

8-“KENDİMİ BAŞARISIZ HİSSEDİYORUM” BAŞARISIZLIK ŞEMASI-27

1000kmlik yolculuklar bile tek bir adımla başlar. Hedeflerine ulaşmak için ne yapman gerekir, basamak basamak ayrıntılarıyla yaz. Bahane uydurmaktan vazgeç ve kaçmaktan vazgeç.

Üstesinden gelinmesi en ödül verici şemalardan biridir, ama savaşmaya istekli olmalısınız.

9-“SENİN DEDİĞİN GİBİ OLSUN” BOYUN EĞİCİLİK ŞEMASI-31

Kendini feda edenlerde boyun eğicilere göre az da olsa öfke vardır. Kendi ihtiyaçlarınızı başkaları yüzünden ertelediğinizde öfke oluşması kaçınılmazdır. Öfke doğrudan gösterileceği gibi pasif agresif şekilde de yansıtılabilir. Örneğin erteleyerek, geç kalarak, arkalarından konuşarak.

İhtiyaçlarını ifade etmenin yanlış olduğunu düşünürler.

Lider ruhlu, agresif, baskın karakterde partner seçerler.

İlişkilerinizde öncelikli kişi olmanıza fırsat verilse bile siz onu boyun eğicilik rolünüze uygun duruma getirene kadar çevirirsiniz.

Bu şemanın hediyelerinden biri ihtiyaçlara karşı hassasiyet ve başkaları için acı duyabilmektir. Genellikle hizmet sektöründe mutlu olurlar.

Fazlasıyla “evet” insanısınızdır.

Öncelikle sakin olun. Sakin olduğunuz zaman bağırdığınız zamana göre daha güçlüünüzdür. Bağırmak, psikolojik yenilginin bir göstergesidir.saldırgan olmak yerine daha kararlı olmayı öğrenmeye ihtiyacınız var.

10-“HİÇBİR ZAMAN YETERİNCE İYİ OLMUYOR” YÜKSEK STANDARTLAR ŞEMASI-25

bu şemaya sahip kişiler genellikle oldukça başarılı yetişkinler olmalarına rağmen, çocukluk hikayelerinde nadiren başarı duyguları vardır. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, bekledikleri saygıyı, ilgiyi ve sevgiyi bir türlü bulamazlar.

Yüksek standartlar size pahalıya mal olur. Hayatınızda mutluluk ve tatmin elde edebileceğiniz birçok fırsatı kaçırıyorsunuz.

Eğer mükemmelde ısrar etmek yerine, bu biraz düşük olan seviyede karar kılabilirseniz, kariyerinizde ilerleme, ekonomik başarı, takdir, statü gibi ödüllere, ağır bir bedel ödemeden ulaşabilirsiniz.

11-“İSTEDİĞİM HER ŞEYE SAHİP OLABİLİRİM” HAKLILIK ŞEMASI-27

Kızgınsınız, ama kendinizi tutuyorsunuz. Kızgınlığınızı farklı şekillerde gösteriyorsunuz-surat asmak, pasif agresif davranışlar, hastalık hastası şikayetler, söylenmeler, çocuk gibi öfke nöbetleri.

İhtiyaçlarınızı bastırmanıza neden olan diğer şemaların aksine haklılık şeması ihtiyaçlarınızı aşırı vurgulamayı içerir. Normal bir sınırlamanız yoktur. Başkaları uygun bir yerde kendilerini durdurur ve terbiye ederken, siz bunu yapmazsınız.

Haklılık şeması olan pek çok kişi bu durumla ilgili rahatsızlık duymazlar. Bu, Haklılık’ı bu kitaptaki diğer şemalardan ayırır. Haklı veya özel olduğu için rahatsızlık duyarak bize gelen danışanımız hiç olmadı. Kendiniz terapiye gelmektense, diğerlerinin terapiye ihtiyaç duymasına neden lan kişi oluyorsunuz.

Halılığın kökenleri: zayıf sınırlar, bağımlı aşırı şımarıklık, diğer şemalara karşıt saldırı olarak haklılık

Haklılık şemanızla mücadele eden değil, onu destekleyen partnerler seçersiniz.

DEĞİŞİM

Değişim Düzensiz Giden Bir Süreçtir. “İki Adım İleri, Bir Adım Geri” Benzetmesi Yapılır.

Değişim:

1-ilişkiler: ne tür bir yakın ilişki istersiniz? Ne tarz sosyal ilişkiler istersiniz? Ne tür arkadaşlar?

2-özerklik

3-özgüven

4-benlik konusu ve kendini ifade etmek: ihtiyaçlarınızın karşılanmayı istemeyi ve hislerinizi ifade etmeyi içerir.

5-başkaları için endişelenmek: empati

Değişim için sorumluluk almak önemlidir. Değişimi erteleyip durmayın, daha iyi zamanı beklemeyin. Değişime başlamak için en iyi zaman şimdidir.

Başa çıkabileceğiniz bir düzeyde ve hızda değişim için kendinizi yüzleştirin.
 
PÜRDİKKAT

Entelektüel kapasitemizin tümünü kullanabilmemizin yolu pürdikkat çalışmaktan geçiyor.

“Roman yazmaya devam edeceksem, uzun ve kesintisiz zaman dilimlerini çalışmaya ayırmalı ve hayatımı buna göre düzenlemeliyim. Öbür türlü, yani sürekli bölünürsem ne geçer elime? Kalıcı bir roman yerine şuna buna gönderdiğim e-postalardan başka bir şey.”

Kendini içinde teknolojik aletler olmayan bir odaya kapat

Pürdikkat çalışmayla zor şeyleri hızlıca öğrenirsiniz.

“maksatlı çalışma”

Zamanı bloklara ayırıp yoğun dikkat verdiğimizde ortaya kaliteli iş çıkar. Blok çalışma+ muazzam odaklanma

Yarım kalan işler dikkat tortusu oluşturarak yeni başladığımız işin verimini azaltır.

Elinden gelenin en iyisini ancak pürdikkat çalışarak ortaya koyabilirsin.

Daima ulaşılabilir durumunda olmanın yaptığın işe bir hayrı var mı?

Aciliyeti olan işleri akıllıca düzenle.

Yaşanabilecek en iyi ve kaliteli hayat, odaklanmış bir hayattır. Bu, dolu dolu yaşanan hayattır.

1-Derinleşin

Pürdikkat çalışma saatlerini takvimine oturt. Çalışma öncesi rutinler belirle.

Tam zamanlı bir işte çalışırken bir yandan doktora tezini yazan, bir de çocuk büyüten BC için pürdikkat çalışma çok kıymetli. Zira hayatını yetiştirebilmesinin tek yolu bu.

İlham perisini unut, onu bekleme. Odaklan, çalış

Pürdikkat çalışma sürecini yapılandır.

Dikkat dağınıklığı derinleşmenin düşmanıdır.

Skor cetveli tutun. Skor tutulduğunda insanlar oyunu daha farklı oynarlar.

Yoğun konsantrasyon becerisi ancak düzenli egzersizle elde edilir.

Çalışıyorsanız, sıkı çalışın. Bittiyse de bitti deyin.

Günün geri kalanını anlamlı kılacak faaliyet hangisi?

Amaç, her ne pahasına olursa olsun programı takip etmek değil, akıp giden vakti nasıl kullandığınızı görebilmenize imkan tanıyan bir çizelgeye sahip olmak.
 
Dijital Yaşamla Başa Çıkma Sanatı
Haberler çok sinsidir. Ama ben bunu ancak çok sonra, haber okuyarak on binlerce saat geçirdikten sonra şu iki soruyu sorduğumda fark ettim: Dünyayı şimdi daha mı iyi anlıyorsun? Diğeri de: Daha iyi kararlar mı alıyorsun? İkisinin de cevabı: hayır.

İlk otuz günü, belki de bu kitabı okumadan önce başladığınız için arkanızda bıraktıysanız tebrikler. Böylece günde doksan dakika kazanmış oldunuz. Bu da haftada bir iş günü eder. Aşağı yukarı bir hesapla bile yılda bir aydan fazlası eder. Artık yıl nihayet yeniden on iki ay, on bir değil. Kazandığınız zamanla ne yapacaksınız?

Gerçekten önemli olan ve yeterlilik çemberinize temas eden içeriklerle uğraşın. Şimdilik şu kadarı kafi: Yeterlilik çemberi sizin bir konuda ortalamanın çok üstünde olduğunuz (ya da olmak üzere olduğunuz) alandır, kısacası uzmanlık alanınızdır

Bill Gates Microsoft'un kuruluşundan beri yılda iki haftayı sadece düşünmeye ayırıyor: think week dediği şeye. Koca bir valizi kitaplarla ve bir yığın not defteriyle doldurup ıssız bir adaya kaçıyor. Siz de öyle yapın. Sonuçta artık fazladan iki haftanız var - hatta daha fazlası. Haber perhiziyle yılda dört hafta kazandınız.

Dürüst olun: Hayatınız, aileniz, kariyeriniz, sağlığınız ya da işiniz konusunda daha iyi bir karar almanıza vesile olan bir tane haber söyleyin. O haberi görmüş olmasanız alamayacağınız bir karar

Kısacası iki seçeneğiniz var: Ya on parmağında tek marifet olan biri olacaksınız ya da kaybeden olacaksınız.

Haberler çok pahalıya patlar çünkü zaman kaybıdır – üç bakımdan: Birincisi haber tüketimiyle yok olan zamandır; yani haberleri okuyarak, dinleyerek, televizyonda izleyerek, dizüstü bilgisayardan ya da akıllı telefondan takip ederek harcadığınız zaman. İkincisi yeniden odaklanmak için ihtiyaç duyduğunuz zamandır; buna yer değiştirme masrafı denir, yani haberler sizin dikkatinizi dağıtmadan önce yaptığınız işe geri dönmek için harcadığınız zaman. Üçüncüsü de haber tüketimi, sonrasında bile uzun süre dikkat dağınıklığına sebep olur. Haberlerde kullanılan hikayeler ve görüntüler saatler sonra bile kafanızın içinde dönüp durmaya, düşünce akışınızı sekteye uğratmaya devam eder.

Sizce de çok değil mi? Bir haftada tam bir iş günü kaybediyorsunuz. Üstünkörü bir hesapla bile yılda bir ay eder. Aynen öyle, tam bir ay! Benim için yıl hala on iki ay ama sizinki (şayet haber tüketiyorsanız) sadece on bir ay. Kendinize neden böyle bir kötülük yapasınız? Dahası kaybettiğiniz zamanın karşılığında somut bir kazanç gösterebilir misiniz? Dünyayı daha mı iyi anlıyorsunuz? Yeterlilik çemberinizde ilerleme mi kaydediyorsunuz?

Mevzu para olduğunda hepimizin cimri olduğunu söyler büyük filozof. Ama mevzu zamanımız olduğunda son derece müsrifizdir oysa gerçekten cimri olmamızı gerektiren tek varlığımız zamandır.

Her yıl tam bir ay kazanmak istiyorsanız -aileniz, hobileriniz, kariyeriniz için- haberlerden vazgeçin. Hiçbir şey size bundan daha fazla zaman kazandıramaz.

Mesela, üşenmeyip spor salonuna gitmek yerine haber sitelerinde gezinir. Bu, tam bir kısır döngüdür: Haber tüketimi kronik strese sebep olur, stres iradeyi azaltır. İrade eksikliği çeken insanlar internette daha uzun süre vakit geçirir, bu da daha fazla strese yol açıp iradeyi biraz daha zayıflatır. Sonuç çok açıktır: Haber tüketimi yaşam kalitesini azaltır. Daha stresli bir hayat yaşarsınız; daha öfkeli, hastalıklara daha meyilli olur, erken ölürsünüz. Bilhassa trajik olan haber budur ama en azından dikkatinizi çekmeyi hak eden bir haberdir de.

Haberler bizi yıpratır; bizi hüzne, umutsuzluğa ve karamsarlığa sürükler. Tabii ki bir şeylere yardım etmek isteriz. Tabii ki bir işin ucundan tutmak ve dünyayı birazcık olsun düzeltmek isteriz. Ama maalesef öyle olmuyor. Nihayetinde geçindirmemiz gereken bir ailemiz var. Zamanımız zaten kısıtlı!
 
KİBAR OLMA-GERÇEK OL

Bu kitap kendimizi yüzüstü bırakmaya başladığımızı fark ettiğimizi fark etmek ve yeniden hayata dönmek için pratik araçlar sunuyor.

Çatışma korkusu nedeniyle ‘kibar insan’ olmaya devam ettiğin sürece ne kadar özel olduğunu fark edemeyeceksin.

Bir çiçek, açmasını sağlayan ısı ve ışık için güneşe nasıl teşekkür edebilir ki?

Uslu bir çocuk muydunuz? Eh, o zaman uslu çocuk olmanın getirdiği ödüllerin tadını çıkarmış olmalısınız. Bu ödüller arasında genellikle depresyon, zaman zaman taşkınlık, kariyer konusunda kafa karışıklığı veya işinde anlam bulamama hali, belli belirsiz anksiyete, kendi ihtiyaçlarına dair düşük farkındalık, tek düze ilişkiler, içten içe kendinden nefret etme ve çeşit çeşit psikosomatik hastalıklar oluyor.

İnsanları memnun etmenin köleleştiren cazibesine kapıldım.

Kibar insan, sırf onunla konuştuğunuz için bile sizi içerliyor olabilir çünkü o sırada tuvalete gitmesi gerekiyordur. Ama bunu söylemek yerine, bacaklarını sıkıp öylece durur ve sizi dinliyormuş gibi başını sallayıp gülümser.

Kibar insan genellikle öfkesini içinde tutar, ta ki güvenli bir yer bulup oraya boca edinceye kadar.

Öfkeyi bastırma konusunda başarılı olan kibar insan ise çoğu zaman arterit, ülser, sırt ağrıları ve kalp sorunları gibi psikosomatik hastalıklara yakalanır.

Başkalarının ihtiyaçlarına gerçek anlamda saygı, kabul ve empati gösteren biri ile, kendini değil de başkalarının ihtiyaçlarına saygı göstermek üzere yetiştirilmiş kibar biri arasında dağlar kadar fark var.

Ağır suç işleyenlerin neredeyse tamamının çocukken çok ceza aldıkları gösterilmiştir.

Korkunun olduğu yerde saygı olmaz.

Sevginin karşıtı nefret değil, korkudur.

Zır-kibar, kendisine zarar verecek kadar iyi olanlardır.

İyiliğin yüksek lisans derecesini yapmayın!

Kibar ölülere dönüşmeyin!

Kendini feda etmek için; başkalarını istediğinizden daha uzun süre dinleyin.

Bu kadar alçakgönüllü olma, o kadar da harika değilsin.

Kendini terk etmek de şiddettir.

Kibarlığımız, başkasının bize baskı yapmasına ve ihtiyaçlarımızı karşılamamızı engellemesine neden olduğunda ya kendimize ya karşımızdakine ya da her ikisine birden kızıyoruz.

İnsanlarla geçinememe korkusu, zır-kibar olmanın ardındaki en önemli itici güç.

Ben kendime kızgın olacağıma, siz bana kızgın olun daha iyi!

Bir topluluk içinde ihtiyaçlarımızı güçlü ama şiddetsiz bir şekilde ortaya koymanın ve müzakere etmenin yolları bize ala öğretilmediği için, çoğumuz ya kırgın, ya bastırılmış koyunlar ya da başkalarına karşı sorumsuzca davranan gözü dönmüş boğalar oluyoruz.

Toplulukları parçalayan dedikoduların kaynağı, genellikle anlaşmazlıklardan korkan kibar insanlardır.

Onaylanmanın bir yolu, kendi ihtiyaçlarımızı bastırmak ya da saklamaktır.

“Gerçek mi yoksa hınç dolu mu olmak istiyorsun? İhtiyacların konusunda dürüst olmak mı istiyorsun, yoksa ihtiyaçlarını görmezden gelip sonunda ortaya çıkacak öfkeyi kendinden ve başkalarından çıkarmayı mı tercih edersin?”

Bu yaklaşımın hangi ihtiyaçlarını karşılıyor?

Birisi bize hediye paketi verdiğinde onu açıp içindeki gömleği çıkarmak ve giymek, hediyeyi verene sunabileceğimiz harika bir armağandır.

Görev bilinciyle bir şey vermiş kişiye takdir sunarsak, gönülden değil “göreVden” veren bu kişideki öfke ve kırgınlık duyguları tetiklenir ve “Eh! Geç bile kaldın!” ya da “Hepsi bu mu?Edip edeceğin teşekkür bu kadar mı?” gibi sözler söylenir.

İçinde yaşadığımız kibar kültürde insanların “hayır” demek isteyip “evet” demelerinden korkuyor olabiliriz. Bu insanlar isteğimize uyarlar ama içlerinde bize karşı kırgınlık beslerler ve günün birinde bunu ödetirler.

Bir insanın etrafındaki en küçük canlıya nasıl davrandığına bakarak kişiliğini anlayabilirsin.

Kültürümüzün bize, karşımızdaki kişi istediğimizi vermeyince onda sorun olduğunu düşünmeyi öğretmesi ne üzücü.

Ne hissettiğimi fark edebilirsem, neye ihtiyacım olduğunu bilebilirim ve işte o zaman ihtiyacımın karşılanması için bir şansım olabilir.

“Biliyorsun bu ses tonu bende büyük korku uyandırıyor, bu yüzden böylece yatıp tavana bakmaya devam etmek istiyorum.

Hareketlerimizin sorumluluğu alıp onlardan ders çıkarmak yerine, başkasını suçlamayı hemen öğreniveriririz. Ve böylece korku ortamı kartopu gibi yuvarlanarak büyür.

Başka kültürlerde hata yapmak ya da bir konuda “haksız olmak”, bağışlayıcılık yoluyla ilişkileri güçlendirmek ve daha çok şey öğrenmek için bir fırsat olarak görülüyor. Haklı olmak mı, yoksa anlamlı ilişkiler kurmak mı istiyoruz?

Fünye olabilirim ama asla dinamit olamam. Bir başkasının acısını tetikleyebilirim ama asıl neden onun karşılanmamış ihtiyaçlarıdır.

Önce kendi gözündeki tozu temizle, böylece aynısını yapmaları için başkalarına yardım ederken etrafı net görebilirsin.

KAB! (kişisel almayı bırakın)

Başkalarını dinlerken, acılarının benim davranışımdan değil, kendilerinin karşılanmamış ihtiyaçlarından kaynaklandığının farkında olarak dinlemek istiyorum.

“Şu an yardıma ihtiyacın olduğu için mi kendini bunalmış hissediyorsun?”

Haklı olma çabanızın, aslında haksız olduğunuzu düşünüp utanç duymaktan kendinizi korumaya yönelik bir çaba olduğunu fark etmemeye özen gösterin.

Suçlamak, beni kör ederek bütün duygusal sıkıntılarımın gerçek nedenlerini anlamama engelleyen bir tuzak.

Sıkıntımın gerçek nedeninin farkında olmamam beni aynı zamanda bu konuda bir şey yapma konusunda da güçsüz bırakır.

Suçlamanın böylesine yaygın olmasının nedeni işe yarıyor gibi görünmesi.

Karşımdaki kişinin, benim tepkimi belirleme gücüne sahip olduğunu düşünmeyi asla istemem. Bunu düşünüp, dolayısıyla buna izin vermediğim sürece böyle güçleri yoktur.

Suç işleyenlerin hepsi, kendilerini başlangıçta kurban olarak görürler. Bir şeylerin kurbanı olma duygusu, suçun öncüsüdür.

Biri bize kızdığında, neyi yanlış yaptığımızı düşünmek yerine, karşımızdakinin ihtiyaçlarının neler olabileceğine odaklanalım.

Başkaları kendilerine nasıl davranılmasını istiyorsa, onlara öyle davranın.

Bastırma= Buzdolabı, Engelleme=Derin dondurucu, İsyan=Boyun eğme korkusu

Sevgi, sevdiğiniz susuzken ona seni seviyorum demek değil, ona içecek bir şey vermektir.

Bahçede hiçbir zaman yabani otların filizlenmeyeceğine söz vermek imkansızdır ama bunlarla nasıl başa çıkacağımız konusuna odaklanabiliriz.

Yok sayma ve eleştilirme olarak yorumladığın davranışımı bana söylersen, ben de o sırada içimde neler olduğunu sana söyleyebilirim.

‘Neden’ soruları acı içindeki kişiyi, özellikle keşfetmeye ihtiyacı olandan farklı yola yönlendirdiğinde iyileşme sürecinden de saptırır.

‘Hak ediyorum’ diye düşünmek, öfkeyi tetikleyebilir. Neden? Çünkü bir şeyi hak ediyorsanız ona sahip olmalısınız, öyle değil mi? ‘Bunu hak etmiyorum’ inancı depresyona ve ‘zavallı ben’ çaresizliğine sürükler.

Hangisi daha önemlidir? Çocuğun bisiklet sürmeyi hemen öğrenmesi mi? Yoksa baba ile çocuğun zengin, sevgi dolu bir bağı koruyup geliştirmesi mi?

Kendimizi sefil etmek için en güçlü ve dahice tekniklerden biri olarak, kendimizi başkalarıyla kıyaslamayı öneriyor.

Düşünce hala kafamızın içindeyse, bir ‘Tanrı Kumbarası’ alalım. Aklımıza tekrar o düşünce geldiğinde ‘Olmaz, ben o düşünceyi Tanrı Kumbarası’na attım, bundan sonra Tanrı ilgilenecek onunla’ diyelim.

Her korkunç eylemin altında her zaman insani bir ihtiyaç vardır.

Bazen işlerin düzelmesi için, daha da kötüleşmesi gerekir. Bazen, insanların birbirlerine kötü davranmalarına neden olan öfkeyi ya da nefreti ortaya çıkarmak için anlaşmazlık yaratmak önemlidir.

Dinimde tek bir günah var: telaş etmek

Aslında çakal diye bir şey yoktur, dil sorunu olan zürafalar vardır.

Özellikle de uzun süredir mutsuz bir haldeyseniz, herhangi bir eylem, eylemsizlikten daha iyidir. Yaptığınız eylem yanlışsa, en azından yeni bir şey öğrenmiş olursunuz ve bu da artık yanlış sayılmaz. Ama tıkanıp kalırsanız hiçbir şey öğrenemezsiniz.

“Ruh hastalığı” denen hastalıklardan çoğunun kökeninde, en büyük psikolojik ihtiyacımızın karşılanmadığı bir ruh halinin olduğunu iddia ediyorum: anlaşılmak.

Sana “hayır” diyemiyorsam, gerçek anlamda “evet” de diyemiyorum demektir. Sadece sürükleniyorumdur.

Tüketim açlığı da tuzlu su gibi bir şey: Ne kadar içersek o kadar susuyoruz. Ne kadar çok tv seyredersek kendimizi o kadar boş hissediyor ve böylece daha da çok tv seyrediyoruz.

Her zaman savaştığınız şeye dönüşürsünüz. Canavarlarla savaşanlar, bu süreçte canavara dönüşmemeye dikkat etmeli.

İnsanların yalan söylemek ve korkmak için hiçbir nedenlerinin olmadığı yaşam alanları oluşturalım.
 
ATOMİK ALIŞKANLIKLAR

Hedefi öne koyan zihniyetin sorunu, mutluluğu sürekli bir sonraki kilometre taşına kadar erteliyor olmanızdır. Ben bu tuzağa sayısını hatırlayamadığım kadar çok düştüm. Mutluluk yıllarca gelecekteki halimin keyfini süreceği bir şey oldu.

Alışkanlıklar kendini geliştirmenin bileşik faizidir. Her gün yüzde 1 oranında iyileşmek uzun vadede çok büyük anlam ifade edecektir.

Ancak asıl soru şu: “Dönüşmek istediğiniz insana mı dönüşüyorsunuz?” İlk adım ne ya da nasıl değil, kim. Kim olmak istediğinizi bilmelisiniz. Aksi takdirde değişim arayışınız dümensiz bir tekneye benzer. Bu nedenle işe buradan başlıyoruz.

“Bu davranış, olmak istediğim insan olmama yardım ediyor mu? Bu alışkanlık, arzuladığım kimliğin lehine mi, yoksa aleyhine mi oy kullanıyor?”

Abur cubur alışkanlığınıza son vermek istemenize rağmen kendinizi bir kurabiye daha alırken yakalarsanız yüksek sesle, “Bu kurabiyeyi yemek üzereyim ama ona ihtiyacım yok. Onu yemek bana kilo aldıracak ve sağlığıma zarar verecek,” deyin.

Üretken olmak istiyorsunuz ama aynı zamanda telefonunuzu her açtığınızda sosyal medyada dolaşmaya, e-postalarınıza bakmaya ve video oyunları oynamaya şartlanmışsınız. Bu, işaretlerin birbirine karışması halidir.

Yeni ortamlarda yeni alışkanlıklar inşa etmek daha kolaydır çünkü eski işaretlerle savaşmanız gerekmez.

Herhangi bir işi bitiremiyor gibiyseniz telefonunuzu birkaç saatliğine başka bir odada bırakın.

Çok fazla video oyunu oynuyorsanız her kullanımdan sonra oyun konsolunun fişini çekip konsolu bir dolaba kaldırın.

Davranış Değişikliği Yasasının tersine çevrilmiş halidir. Görünür kılmak yerine görünmez kılabilirsiniz. Bu tür basit değişikliklerin ne kadar etkili olabildiğini görmek beni genellikle çok şaşırtıyor. Tek bir işareti ortadan kaldırdığınızda alışkanlığın tamamı silinip gidebiliyor.

Kötü bir alışkanlığı ortadan kaldırmanın en pratik yollarından biri, ona neden olan işarete maruz kalma olasılığınızı azaltmaktır.

Cazip unsurları bir araya toplama yöntemi, Premack İlkesi olarak bilinen bir psikoloji kuramını uygulamanın yollarından biridir. Adını Profesör David Premack’ten alan bu ilke, “daha olası davranışların daha düşük olasılıktaki davranışları pekiştireceğini” savunur. Başka bir deyişle, iş e-postalarınızı elden geçirmeyi gerçekten istemesiniz bile, gerçekten yapmak istediğiniz bir şeyi yapabilmeniz anlamına geldiğinde yapmaya şartlanırsınız.

Haberleri okumak istiyorsanız ama daha fazla şükretme gereği duyuyorsanız: 1. Sabah kahvemi içtikten sonra dün olan ve olduğu için şükrettiğim bir şeyi dile getireceğim (gereklilik). 2. Şükrettiğim bir şeyi dile getirdikten sonra haberleri okuyacağım (istek).

Davranış Değişikliği Yasası, cazip kılmaktır, m Bir fırsat ne kadar cazipse alışkanlık oluşturucu bir hal alması o kadar yüksek ihtimaldir.

Başkalarıyla bağ kurmak = Facebook’ta dolaşmak

Kısa sürede hızlı hızlı atıştırdığınızda, bir sigara yaktığınızda ya da sosyal medyada dolaştığınızda aslında istediğiniz şey patates cipsi, sigara ya da bir sürü beğeni değildir. Aslında istediğiniz, farklı hissetmektir.

Bir eylemi her tekrarlayışınızda o alışkanlıkla ilişkili bir nöral devreyi harekete geçirirsiniz. Başka bir deyişle, sadece tekrar etmek, yeni bir alışkanlığı kodlamak için atabileceğiniz en kritik adımlardan biridir.

Bir alışkanlığı gerçekleştirme süreniz onu kaç kez gerçekleştirdiğiniz kadar önemli değildir.

Bir şeyi gerçekten isterseniz yaparsınız. Ancak işin aslı şudur ki gerçek motivasyonumuz tembellik etmek ve ulaşılması kolay olanı yapmaktır. Son zamanların verimlilik konulu çoksatanlarının anlattıklarının aksine bu aptalca değil, akıllıca bir stratejidir.

Alışkanlıkları içinizden gelmediğinde bile yapabileceğiniz kadar kolaylaştırmak bu yüzden hayati önem taşır. İyi alışkanlıklarınızı daha basit kılarsanız onlara uyma ihtimaliniz de bir o kadar artar.

Peki ya bunun tam tersini yapar gibi göründüğümüz bütün o zamanlar? Hepimiz o kadar tembelsek çocuk yetiştirmek, iş kurmak ya da Everest Dağına tırmanmak gibi zor şeyleri başaran insanları nasıl açıklarsınız? Elbette çok zor şeyleri de yapmaya muktedirsiniz. Sorun şu ki bazı günler içinizden zor şeyleri yapmak gelirken bazı günler sadece pes etmek gelir. Zorlu günlerde hayatın doğal olarak önünüze çıkardığı zorlukları aşabilmeniz için, lehinize işleyen şeylerin sayısını artırmanız hayati önem taşır. Ne kadar az ihtilafla karşılaşırsanız güçlü yanınızın ortaya çıkması o kadar kolaylaşır. “Kolaylaştırın”, “sadece kolay şeyler yapın” anlamına gelmez. Buradaki ana fikir, uzun vadede sonuç getirecek şeyleri yapmayı şu anda olabildiğince kolaylaştırmaktır.

Zor bir alışkanlığa bağlı kalmak için motivasyonunuzu pompalamaya çalışmak, bükülü bir hortuma daha fazla su gitmesini sağlamaya benzer. Bunu yapabilirsiniz ama çok çaba gerektirir ve hayatınızın gerilimini artırır. Öte yandan alışkanlıklarınızı kolaylaştırmak ve basitleştirmek, hortumun kıvrımını düzeltmek gibidir. Hayatınızdaki pürüzü aşmaya çalışmak yerine, azaltmak demektir

Bizler de zamanımızı ve enerjimizi emen pürüz ve zahmet noktalarını ortadan kaldırdığımızda daha az çabayla daha fazlasını elde edebiliriz. (Dağınıklığı toplamanın bize iyi gelme nedenlerinden biri budur; aynı anda hem ilerleriz hem de ortamımızın üstümüzdeki bilişsel yükünü hafifletiriz.)

Mesela kendinizi çok fazla televizyon seyrederken buluyorsanız her kullanımdan sonra televizyonun bütün fişlerini çekin. Fişleri ancak izlemek istediğiniz programın adını yüksek sesle söyleyebiliyorsanız tekrar takın. Bu düzen manasızca televizyon izlemeyi önleyecek kadar zahmet yaratacaktır.

Bu da çözüm olmazsa işi bir adım ileri götürebilirsiniz. Her kullanımdan sonra televizyonun fişini çekin ve kumandanın pillerini çıkarın ki televizyonu tekrar açabilmeniz fazladan on saniye sürsün. Ve daha az televizyon izlemeyi gerçekten kafaya koyduysanız televizyonu her kullanımdan sonra oturma odasından çıkarıp bir dolaba da kaldırabilirsiniz. Onu oradan ancak gerçekten bir şey izlemek istediğinizde çıkaracağınızdan emin olabilirsiniz. Zahmet ne kadar büyükse alışkanlığı tekrarlama ihtimali de o kadar azalacaktır.

Mümkün olan her fırsatta telefonumu öğle yemeğine kadar farklı bir odada bırakırım. Yanımda olduğu zamanlarda ise hiç gerek yokken bütün sabah telefona bakıp dururum. Ama başka bir odada olduğu zaman aklıma bile gelmez. Ve zahmet büyük olduğu için, ortada bir neden olmadığı sürece telefonumu almaya gitmem. Sonuç olarak her sabah kesintisiz çalışabileceğim üç dört saat elde etmiş olurum.

Her gün çok büyük bir etki yaratan bir sürü an yaşanır. Ben bu küçük tercihlere karar arıları diyorum. Dışarıdan yemek söylemek ile yemek pişirmek arasında karar verdiğiniz an. Arabayla gitmek ile bisiklete binmek arasında karar verdiğiniz an. Ödevinize başlamak ile oyun konsolunun kumandasını elinize almak arasında karar verdiğiniz an. Bu seçimler birer yol ayrımıdır.

Bu eğilime karşı koymanın bildiğim en etkili yolu, “Yeni bir alışkanlığa başlarken, o alışkanlığın süresi iki dakikayı geçmemelidir,” şeklindeki İki Dakika Kuralıdır.

En iyi yol her zaman iyi giderken durmaktır.

Alışkanlıklar birkaç saniye içinde tamamlanabilir ama sonraki dakikalar ya da saatler boyunca davranışınızı etkilemeye devam ederler.

Hugo erteleme alışkanlığını yenmek için tuhaf bir plan kurdu. Bütün giysilerini topladı ve bir yardımcısından onları büyük bir sandığa kilitlemesini istedi. Geniş bir şaldan başka giyecek hiçbir şeyi kalmamıştı. Dışarı çıkmak için uygun kıyafeti olmadığı için çalışma odasından çıkamadı ve 1830 yılının sonbahar ve kışında çılgınlar gibi yazdı. Nötre Dame’ın Kamburu 14 Ocak 1831’de, planlanandan iki hafta erken yayımlandı.

Bağlılık aracı yaratmanın pek çok yolu vardır. Yiyecekleri büyük miktarlarda almak yerine tekli paketlerde satın alarak aşırı yemeyi azaltabilirsiniz.

Kendilerini kaptırıp abur cubur almamak için cüzdanlarını evde bırakan kişilerden ol!

Mesela ben ne zaman kalori kısıtlamaya niyetlensem garsondan yemeğimi ikiye bölmesini ve servis edilmeden önce yarısını paketlemesini rica ederim. Yemek gelene ve kendime, “Sadece yarısını yiyeceğim,” diyene kadar beklersem bu yöntem asla işe yaramaz.

Kilit nokta, görevi iyi alışkanlıktan çıkmanın, iyi alışkanlığa başlamaktan daha fazla çaba gerektireceği şekilde değiştirmektir. Forma girmek için motive olduğunuzu hissediyorsanız bir yoga seansı planlayın ve ücreti peşin ödeyin. Kurmak istediğiniz bir iş için heyecanlıysanız saygı duyduğunuz bir girişimciye e-posta gönderip bir danışmanlık görüşmesi ayarlayın. Eyleme geçme zamanı geldiğinde caymanın tek yolu toplantıyı iptal etmek olacaktır ve bu da çaba gerektirdiği gibi paraya da mal olabilir.

Ne zaman boş vaktim olsa kendimi sosyal medyaya meylederken bulurum. Saniyenin onda biri kadar bir süre bile sıkılacak olsam hemen telefonuma uzanırım. Bu küçük dikkat dağılmalarını “sadece bir mola vermek” olarak geçiştirmek kolaydır ancak zamanla çok ciddi bir meseleye dönüşebilirler. “Sadece bir dakika daha’nın cazibesi beni sonuç içeren herhangi bir şey yapmaktan alıkoyabilir.

Bu kitabı yazdığım sene boyunca yeni bir zaman yönetimi stratejisi denedim. Her pazartesi günü asistanım sosyal medya hesaplarımın şifrelerini değiştirerek bütün aygıtlarda hesaplarımdan çıkış yapmamı sağladı. Hafta boyunca dikkatim hiç dağılmadan çalıştım. Cuma günleri yeni şifreleri bana gönderiyordu. Pazartesi sabahı asistanım bunu tekrar yapana kadar, hafta sonu boyunca sosyal medyanın tadını çıkarabiliyordum.

Deneyim tatmin edici olduğunda bir davranışı tekrarlama olasılığımız artar. Bu tamamen mantıklıdır. Haz duyguları -ellerinizi hoş kokan ve iyi köpüren bir sabunla yıkamak gibi önemsiz olanlar bile- beyne, “Bu iyi geldi. Bir dahaki sefere bunu yine yap,” diyen sinyallerdir. Haz, beyninize o davranışın hatırlanmaya ve tekrarlanmaya değer olduğunu öğretir.

Davranış değişikliğinin ilk üç yasası -görünür kılın, cazip kılın ve kolaylaştırın-bir davranışın bu kez gerçekleşme ihtimalini artırır. Dördüncü yasa -tatmin edici kılın- ise bir davranışın gelecek sefer tekrarlanması ihtimalini artırır. Davranış döngüsünü tamamlar.

Liste, “Zaman kaybetme. Her zaman işe yarar bir şeyle meşgul ol,” ya da “Boş sohbetlerden uzak dur,” gibi hedefler içeriyordu. Ve her günün sonunda Franklin küçük defterini açıp ilerlemesini kaydediyordu.

Alışkanlık takibi gözünüzü toptan ayırmamanıza da yardım eder. Sonuçtan çok sürece odaklanırsınız. Karın kası yapmayı takıntıya dönüştürmek yerine akışı canlı tutmaya ve egzersizlerini atlamayan bir insana dönüşmeye çalışırsınız.

Bu ne zaman başıma gelse kendime basit bir kuralı hatırlatmaya çalışırım: Asla iki kez atlama

Sizi mahveden hiçbir zaman ilk hata değildir, onu takip eden tekrarlı hatalar sarmalıdır. Bir şeyi bir kez kaçırmak kazadır. İki kez kaçırmak ise yeni bir alışkanlığın başlangıcıdır.

Birinin sizi izlediğini bilmek güçlü bir motivasyon aracı olabilir. Bunun hızlı bir bedeli olacağı için erteleme ya da pes etme olasılığınız düşer

Scott Adams, “Herkesin biraz çabayla en iyi yüzde 25’in arasına girebileceği en az birkaç alan vardır,” diyor.

“En iyi sporcular ile diğer insanlar arasındaki fark nedir?” diye sordum. “Gerçekten başarılı olan insanlar neyi farklı yapıyor?” Tahmin edebileceğiniz faktörlerden bahsetti: genetik, şans, yetenek. Ama sonra hiç beklemediğim bir şey söyledi: “Bir noktada iş her gün antrenman yapmanın, aynı kaldırışları defalarca tekrarlamanın sıkıcılığıyla kimin baş edebildiğine dayanıyor.”

Tamamlama isteğimin gelmediği çok egzersiz seti oldu ama o setleri tamamladığıma hiç pişman olmadım. Yazma isteği duymadığım birçok makale oldu ama onları da programa uygun şekilde yayınlamaktan hiç pişman olmadım. Yan gelip yatmak istediğim pek çok gün oldu ama harekete geçip benim için önemli olan bir şey üzerinde çalıştığıma hiç pişman olmadım.

Sıkıntıya âşık olmaya mecbursunuz.

Eylemleriniz bir şeyi ne kadar istediğinizi gösterir. Bir şeyin öncelik olduğunu söylüyor ama asla eyleme geçmiyorsanız onu gerçekten istemiyorsunuzdur. Kendinizle dürüst bir konuşma yapmanın zamanı gelmiş demektir. Eylemleriniz gerçek motivasyonlarınızı açığa çıkarır.

Minik bir ilerlemenin zaman içinde yaratabileceği fark şaşırtıcıdır. Hesap şöyle: 1 yıl boyunca her gün yüzde l’lik bir iyileşme kaydetseniz, yıl sonu geldiğinde 37 kat daha iyi olursunuz. Tam tersi şekilde, 1 yıl boyunca her gün yüzde 1 daha kötüye gitseniz, neredeyse 0 a kadar inersiniz. Küçük bir kazanç ya da önemsiz bir engel olarak başlayan şey, sonunda birikerek çok daha fazlasına dönüşür.

Bir yıl boyunca her gün %1 daha kötü. 0,9936S = 00,03 Bir yıl boyunca her gün %1 daha iyi 1,01365 =37,78

2001’de Büyük Britanya’daki araştırmacılar iki hafta içinde daha iyi egzersiz alışkanlıkları inşa etmek için 248 insanla çalışmaya başladı. Denekler üç gruba ayrıldı.îlk grup kontrol grubuydu. Onlardan sadece hangi sıklıkta egzersiz yaptıklarını takip etmeleri istendi.İkinci grup “motivasyon” grubuydu. Onlardan egzersiz sıklıklarını takip etmelerinin yanı sıra egzersizin faydaları hakkında materyaller okumaları istendi.Araştırmacılar gruba egzersizin koroner kalp hastalıkları riskini nasıl azalttığını ve koroner kalp sağlığını nasıl iyileştirdiğini de anlattılar.Bir de üçüncü grup vardı. Bu denekler ikinci grupla aynı sunumu aldılar.Böylece motivasyon düzeyleri eşitlenecekti. Ancak onlardan ek olarak bir sonraki hafta boyunca ne zaman ve nerede egzersiz yapacaklarıyla ilgili bir plan oluşturmaları istendi. Daha spesifik olmak gerekirse, üçüncü grubun her üyesi aşağıdaki cümleyi tamamlayacaktı: “Önümüzdeki hafta [ŞU GÜN], [ŞU SAATTE], [ŞURADA] 20 dakikalık yoğun bir egzersiz yapacağım.”Birinci ve ikinci gruplarda insanların yüzde 35 ila yüzde 38’i haftada en az bir kez egzersiz yaptı. (İşin ilginç yanı, ikinci gruba verilen motivasyon amaçlı sunumun davranış üzerinde anlamlı bir etki yaratmamış gibi görünmesiydi.) Öte yandan üçüncü grubun yüzde 91’i -normal oranın iki katından fazlası-haftada en az bir kez egzersiz yaptı.

Florida Üniversitesinde profesör olan Jerry Uelsmann ilk ders gününde filmfotoğrafçılığı öğrencilerini iki gruba ayırdı. Sınıfın sol tarafındaki herkesin“nicelik” grubu olacağını anlattı. Sadece ürettikleri çalışmaların sayısına görenot alacaklardı. Son ders gününde her öğrenci tarafından teslim edilmiş fotoğrafların hesabını çıkaracaktı. Yüz fotoğraf A, doksan fotoğraf B, seksen fotoğraf C vs. alacaktı. Bu sırada sınıfın sağ tarafındaki herkes “nitelik” grubunda olacaktı. Sadece çalışmalarının kalitesine göre not alacaklardı. Dönem boyunca tek bir fotoğraf ortaya koyacaklardı ama A almaları için neredeyse kusursuz bir imge gerekiyordu. Dönem sonunda Uelsmann şaşırarak en iyi fotoğrafların nicelik grubundakiler tarafından ortaya konduğunu gördü. Bu öğrenciler, dönemi fotoğraf çekerek, kompozisyon ve ışıkla deneyler yaparak, karanlık odada çeşitli yöntemleri deneyerek ve/hatalarından ders alarak geçirdiler. Yüzlerce fotoğraf yaratma sürecindebecerilerini bilediler. Bu sırada nitelik grubu kusursuzluk konusunda spekülasyon yapmakla meşguldü. Sonunda ellerinde çabalarını gösterebilmeleri açısından sadece doğrulanmamış kuramlar ve bir adet vasat fotoğraf dışında bir şey yoktu/ Değişim için optimal planı -kilo vermenin en hızlı yolunu, kas yapmak için en iyi programı, bir yan uğraş için en iyi fikri-ararken batağa saplanmak kolaydır. En iyi yaklaşımı çözmeye o kadarodaklanırız ki bir türlü eyleme geçemeyiz. Voltaire’in dediği gibi, “En iyi, iyinin düşmanıdır.”

1.600’den fazla insan üstünde yapılan bir çalışma, günlük yiyecek tüketimlerinin kaydını tutan insanların tutmayanların iki katı kilo yerdiğini ortaya koydu. Sadece bir davranışı takip etme eylemi bile onu değiştirme arzusunu kıvılcımlandırabilir.
 
SINIRLAR

Yaşamlarımızdaki herhangi bir sorumluluk ve sahiplenme yanılgısı, bir sınırlar sorunudur. Tıpkı ev sahiplerinin arazilerinin çevresine fiziksel mülkiyet çizgileri çekmeleri gibi, bizim de yaşamımızda neyin bizim sorumluluğumuzda olduğunu ve neyin olmadığını ayırt etmemize yardımcı olacak zihinsel, fiziksel, duygusal ve ruhsal sınırlar belirlememiz gerekir.

“'Sınırlar' demekle neyi kastediyorsunuz?” diye sordu baba. “Şöyle düşünün. O sanki sizin, kendi bahçesini hiç sulamayan bir komşunuz gibi. Ancak, siz sulama fiskiyenizi ne zaman çalıştırsanız, su onun bahçesine ulaşıyor. Sizin çimleriniz sararıp ölürken, Bili kendi yeşil çimlerine bakarak kendi kendine, ‘Benim bahçem iyi gidiyor’ diye düşünüyor. İşte oğlunuzun yaşamı böyle. Ders çalışmıyor, plan yapmıyor, işi yok, yine de iyi bir yerde yaşıyor, çok parası var, kendi görevini yerine getiren bir aile bireyinin sahip olduğu tüm haklara sahip. “Eğer mülkiyet sınırlarını biraz daha iyi tanımlarsanız, eğer sulama sistemini sadece kendi bahçenizi sulayacak şekilde ayarlarsanız ve o da kendi bahçesini sulamazsa, toz-toprak içinde yaşamak zorunda kalacak. Bir zaman sonra bundan hoşnut olmayabilir. “Şimdiki durumda, sorumsuz ve mutlu, siz de sorumlu ve mutsuzsunuz. Sınırların biraz açığa kavuşturulması yeterli olacak sanırım. Ve onun sorunlarını, bir tahta perde yardımıyla sizin bahçeden uzak tutmalısınız; onun bahçesinde, ait oldukları yerde kalmalılar”. “Bu biraz insafsızca değil mi, böyle birden bire yardımı kesmek?” diye sordu baba. “Şimdiye kadar, ona yardımcı olmanın faydası oldu mu?” diye sordum.

Sınırlar, bizi tanımlar. Neyin ben olduğunu ve neyin ben olmadığını tanımlar. Sınır bana, benim nerede bittiğimi ve bir başkasının nerede başladığını gösterir, böylelikle beni bir mülkiyet duygusuna yönlendirir.

Kısacası sınırlar, duvarlar değildir. Her toplumda, her üyenin kendi alanı ve mülkü bulunur. Önemli olan, mülkiyet çizgilerinin geçişlere izin verecek kadar geçirimli ve tehlikeyi uzak tutacak kadar da güçlü olmasıdır.

Hayır, yüzleştirici bir sözcüktür. İnsanlara sevgiyle, “Hayır, bu davranış uygun değil. Ben bunda yer alamam” demeyi öğrenmek gerekir. H ayır kelimesi aynı zamanda, suiistimale karşı sınırlamalar belirlerken de önemlidir.

Aynı zamanda, düşüncelerimizi diğerlerine iletmekte olduğumuzdan da emin olmalıyız. Pek çok kişi, diğerlerinin onların zihnini okuyabildiğini ve ne istediklerini bilmeleri gerektiğini düşünür. Bu, sınır bozukluğuna yol açar. Kendi düşüncelerimiz vardır ve eğer diğerlerinin bunları bilmesini istersek, bunları onlara söylememiz gerekir.

Bir çocuğun hayır deme yetisini bloke etmek, o çocuğu ömür boyu özürlü birisi haline getirmektir.

Yumuşak başlılar örneğin, sırf onlarla “iyi geçinmek için”, arkadaşları ile aynı restoranları ve sinema filmlerini beğenmekteymiş gibi davranırlar. Diğerleri ile farklı olan yönlerini en aza indirerek, kayığı sallamamaya çalışırlar. Yumuşak başlılar, bukalemundur. Bir süre sonra onları ortamlarından ayırt etmek olanaksızlaşır.

Yumuşak başlı pek çok kişi, tehlikeli veya suiistimalci bir ilişki içinde olduklarını çok geç fark eder. Ruhsal ve duygusal “radar”ları bozulmuştur; yüreklerini koruyacak yeteneklerini kaybetmişlerdir.

Manevi yaşamın zenginliğinden kaynaklanan yumuşak başlılığın, bu tarz yumuşak başlılıktan ayırt edilmesi gere kir. Manevi yaşamı zengin insanlar içerden dışarıya doğru şefkatlidir, dıştan şefkatli ve içten öfkeli değildir. Yumuşak başlılar pek çok sorumluluk üstlenir ve pek az sınır belirler; seçimleri böyle olduğundan değil, korktukları için.

Denetleyiciler, diğerlerinin sınırlamalarına saygı göstermez, kendi yaşamlarının sorumluluğunu alma yerine, başkalarının yaşamlarını denetlemeye kalkarlar.

Denetleyiciler, disiplinsiz kişilerdir. Dürtü veya arzularına gem vurma yetenekleri azdır. “Yaşamdan istediklerini almış” gibi görünseler de, aslında açlıklarının tutsaklarıdırlar. Onlar için tatmini ertelemek zordur. Bu nedenle diğerlerinden hayır yanıtı almaktan nefret ederler. Kendi sınırlarını görmeleri için sürekli başkalarınınkileri dinlemeyi öğrenmeleri gerekir.

Tepkisizler, iki gruba ayrılır: 1. Diğerlerinin gereksinimlerine karşı eleştirel bir bakışı olanlar (kendi gereksinimlerimize karşı duyduğumuz nefretimizin, diğerleri üzerine düşürülmesi). Bu kişiler, kendi içlerinde eksik olmaktan nefret eder. Sonuç olarak, diğerlerinin gereksinimlerini görmezlikten gelirler. 2. Diğerlerini dışlayacak kadar kendi arzu ve gereksinimleri içine dalmış olanlar (narsizmin bir şekli). Bu kendi içine dalmayı, başkalarını sevebilmek için kendi gereksinimlerine öncelik vermesi duygusu ile karıştırmayınız: Tarih boyunca bilge kişiler, “Sadece kişisel çıkarlarınız için etrafa bakmayınız, diğerlerinin çıkarlarını da göz önünde tutunuz” görüşünü dile getirmişlerdir. Bu görüş bizim, kendimizi sağlıklı ve güçlü tutarak diğerlerine yardım edebilir halde olmamızı, bunu yaparken de bir kriz yaşamamamızı ifade eder.

Bizim de en temel gereksinimimiz bağlantıda olmaktır. İlişkide olmak demek kendi dışımızda, bağlanabileceğimiz, güvenebileceğimiz ve destek vermek üzere yaklaşabileceğimiz diğer insanların var olması demektir.

îyi ana babalar, yatağın üzerinde zıplayan küçük çocuklarıyla birlikte eğlenir. Yetersiz ana babalar ya çocuklarının zıplamasına izin vermeyerek onların hevesini kırar, ya da hiç sınır belirlemeyerek onların ana babalarının portakal suyunu ya da kahvesini devirmesine müsamaha gösterir.

Eğer bize hayır diyen kişileri sever ve onlara saygı gösterirsek, onlar da bizim hayırlarımızı sevecek ve onlara saygı göstereceklerdir. Bağımsızlık, bağımsızlık getirir. Eğer bilgelik yolunda yürüyorsak, insanlara kendi seçimlerini yapmada özgürlük veririz.

Diğerlerinin özgürlüğünü kabullendiğimizde, bize karşı sınırlar belirledikleri zaman onlara öfkelenmeyiz, kendimizi suçlu hissetmeyiz veya onlardan sevgimizi esirgemeyiz. Diğerlerinin özgürlüğünü kabullendiğimizde, kendi özgürlüğümüz hususunda kendimizi daha iyi hissederiz.

Sonunda yorgunluk, yerini depresyona bıraktığında İreni görmeye geldi. Meseleyi sorduğumda Stan, “fazla sevecen” olduğunu söyledi. “Nasıl ‘fazla sevecen’ olabilirsin?” diye sordum. “Hiç böyle şey duymadım”. “Çok kolay”, dedi Stan. “İnsanlara, yapmam gerekenin çok üstünde şeyler yapıyorum. Bu da beni epeyce depresyona sokuyor”. “Neler yaptığını pek bilemiyorum” dedim, “ancak bunun sevgi olmadığı kesin. Gerçek sevgi insanları kutsanmış bir duruma yönlendirir ve onlara mutluluk getirir. Sevgi mutluluk getirir, depresyona sürüklemez. Eğer sevmek seni depresyona götürüyorsa, bu muhtemelen sevgi değildir”.

Stan yaşamının erken bir döneminde, isteklerini yerine getirmediğinde annesinin, sevgisini ondan çektiğini öğrenmişti. Sonuç olarak, Stan de gönülsüzce vermeyi öğrenmişti. Vermesindeki güdü sevgi değil, sevgiyi kaybetme korkusuydu.

Şu sahte eğilimler ve diğerleri, bizi sınırlar belirlemekten alıkoyar:
1. Sevgiyi kaybetme veya terk edilme korkusu. Evet diyen ve sonra evet dediği için rahatsız olan insanlar, birisinin sevgisini kaybetmekten korkarlar. Bu, mazlumluğun baskın eğilimidir. Sevgi görmek için verir, bunu alamayınca da kendilerini terk edilmiş hissederler.
2. Başkalarının öfkesinden korkmak. Eski yaralanmışlıklar ve zayıf sınırlar yüzünden bazı insanlar, hiç kimsenin kendilerine kızmasına tahammül edemez.
3- Yalnızlık korkusu. Bazı insanlar, sevgi “kazanacaklarını” ve yalnızlıklarının sona ereceğini düşünerek başkalarına boyun eğerler.
4. İçimizdeki “iyi insanı” kaybetme korkusu. Bizler sevmek için yaratıldık. Dolayısıyla, sevmediğimizde acı çekeriz. Pek çok kişi, “Seni seviyorum ve bunu yapmanı istemiyorum” diyemez. Bu tarz bir cümle onlar için anlam taşımaz. Onlar sevmenin, her zaman evet demek anlamına geldiğini düşünürler.
5. Suçluluk. Pek çok kişi için vermek, suçlulukla güdülendirilir. İçlerindeki suçluluğu yenebilmek ve kendileri hakkında iyi şeyler hissedebilmek için yeteri kadar iyilik yapmaya çalışırlar. Hayır dediklerinde, kendilerini kötü hissederler. Bu nedenle sürekli olarak, bir iyilik duygusu edinmeye çalışırlar.
6. Geri ödeme. Pek çok kişi, aldıkları şeylere eklenmiş bir de suçluluk mesajı bulur. Örneğin ana babaları şöyle şeyler söylemektedir, “Ben hiç senin kadar iyisine sahip olmadım”. “Tüm elde ettiklerin için utanç duymalısın”. Kendilerine verilenlerin tümünü ödemede kendilerini yükümlülük altında hissederler.
7. Onaylanma. Pek çok kişi kendisini hala çocukmuş ve ana babasının onayını beklermiş gibi hisseder. Bu nedenle de birisi onlardan bir şey istediğinde, onu yerine getirmeleri ve böylelikle bu sembolik ebeveyni “mutlu etmeleri” gerekir.
8. Diğerlerinin kayıplarıyla kendini gereğinden faz la özdeşleştirme. Pek çok kez insanlar, kendi düş kırıklıkları ve kayıplarıyla zamanında yeteri kadar ilgilenmemiştir; bu nedenle de bir başkasını hayırla yoksun bıraktıklarında, onun üzüntüsünü sonuna kadar “hissederler”. Birisini bu denli incitmeye tahammülleri olmadığından, boyun eğerler.

Sandy, Noel tatilinde eve giderek ailesiyle birlikte olmak yerine, arkadaşlarıyla kayağa gitmeyi tercih etti. Annesi üzülmüş, hayal kırıklığına uğramış ancak zarar görmemişti. Sandy’nin kararı üzüntü yaratmıştı, ancak annesinin duyduğu üzüntü, Sandy’nin kararını değiştirmesine yol açmamalıydı. Annesinin incinmiş duygularına karşı sevecen bir yanıt, "Ah, anne, ben de bir arada olmayacağımız için üzgünüm. Yazın gelmeyi iple çekiyorum” olabilir. Eğer Sandy’nin annesi onun seçim yapma özgürlüğüne saygı duyuyorsa, şöyle bir şey söyler: “Noel’de eve gelmemen beni çok üzdü, ancak umarım hepiniz çok iyi bir tatil geçirirsiniz”. Böylelikle kendi üzüntüsünü sahiplenmiş ve Sandy’nin zamanını arkadaşlarıyla geçirme seçimine saygı göstermiş olur

Ancak, kendi öfkemizi bir başkasıyla paylaşmazsak, içimize bir burukluk ve nefret çökebilir. İncinmişliğimiz hususunda birbirimize karşı dürüst olmalıyız. Unutmamalıyız: “Komşumuza yalansız konuşmalıyız, çünkü hepimiz aynı' vücuda aitiz”

Pek çoğumuz yıllarca pasif ve boyun eğen bir insan olduktan sonra, birden patlamaya hazır hale dönüşen kişiler tanır ve neler olup bittiğini merak ederiz. Bunun, görüştükleri danışman veya birlikte çalıştıkları firma yüzünden meydana gelmiş olabileceğini düşünür, suçu onlara yıkarız. Gerçekte, yıllarca baş eğen bu kişilerin, sonunda hapsedilmiş öfkeleri patlar.

Kıskanma, kendi kendisini besleyen bir çemberdir. Sınırlara sahip olmayan kişiler kendilerini boş ve tatmin olmamış hissederler. Bir başkasının tatmin olmuşluğuna bakar ve gıpta ederler. Bu zaman ve enerjinin, onların eksikliğini gidermek üzere sorumluluk alma ve bu konuda bir şeyler yapma yolunda harcanması gerekir. Tek çıkar yol, harekete geçmektir. Gıpta ettiklerimiz, yalnızca sahip olunanlar ve başarılar değildir. Doğanın bize bahşettiklerini geliştirmek yerine, bir başkasının karakterine ve kişiliğine de gıpta edebiliriz.

Pasiflik hiçbir zaman fayda getirmez. Doğa emeğimizin karşılığını verir, ancak asla bizim yapmamız gerekenleri bizim yerimize yapmaz. Böylesi, bizim sınırlarımızın ihlal edilmesi demek olur. O bizim, arayış içinde olarak ve yaşamın kapısını çalarak, etkin ve kendi haklarımızı savunan kişiler olmamızı ister.

Bir yavru kuş yumurtadan çıkmadan hemen önce onun yerine yumurtanın kabuğunu kırarsanız, kuşun öleceğini söylemişlerdi. Kuş, yumurtadan dış dünyaya kendi kuvvetiyle çıkmalıydı. Bu mücadeleci “çözüm” kuşu güçlendirmekte ve onun dış dünyada işlev görmesini sağlamaktaydı. Bu sorumluluktan arındırıldığında, ölüyordu. Bizlerde böyle yaratılmışız. Eğer biri bizi “yumurtadan çıkarırsa”, bizim yerimize işlerimizi yaparsa, sınırlarımızı ihlal ederse, ölürüz. Pasifçe geriye çekilmemeliyiz. Sınırlarımız yalnızca etkin ve mücadeleci olmamızla yaratılabilir, kendi vuruşlarımızla, arayışlarımızla ve taleplerimizle.

Bu korkular nedeniyle, gizli sınırlar edinmeye çalışırız. Sevdiğimiz birine dürüstçe hayır demek yerine, pasifçe ve sessizce kendimizi çekeriz. Karşımızdakine bizi incittiği için kendisine öfke duyduğumuzu söylemek yerine, gizlice kızgınlık duyarız. Çoğu kez, bir başkasının sorumsuzluğu ile gelen acıyı tek başımıza göğüsler, onların bu hareketinin bizi ve sevenleri nasıl etkilediğini kendilerine söylemeyiz; oysa bu, onların ruhu için yararlı olacak bir bilgidir.

Başka durumlarda, bir kadın, kocasıyla uyum İçindeymiş gibi davranarak, ondan duygu veya düşüncelerini yirmi yıl boyunca esirgeyerek sonra da birden bire bir boşanma davası açarak sınırlarını “ifade eder”. Veya ana babalar yıllar boyu, sınırlar belirlemeksizin, feragat ederek çocuklarını “sever” ve bu gösterdikleri sevgi için öfke duyarlar. Çocuklar sevildiklerini asla hissetmeden büyür, zira dürüstlükten yoksun bırakılmışlardır ve ana babaları da şaşkındır: “Bütün yaptıklarımıza-rağmen”. Bu anlatılan durumlarda ilişkiler, ifade edilmemiş sınırlar nedeniyle hasar görmüştür.

Korkularımız nedeniyle kendimize ait bazı yönleri karanlıkta saklarız. Sınırlarımız gün ışığında olduğunda, yani açıkça ifade edildiğinde, kişiliklerimiz ilk kez olarak bütünleşmeye başlar. “Görünür” olur ve ışık olur. Değişir. İyileşme her zaman güneş ışığında olur.

Hayır demekten korktuğumuz zamanlarda, evet’imizin içtenliği yoktur.

Bir bilge kişi, “Herkes senden iyi bahsediyorsa, sen gerçek değilsin” der. Eğer her dediğiniz herkesçe seviliyorsa pek muhtemeldir ki, siz gerçeği saptırmaktasınız.

Sınırlar belirlemek, gerçeği söylemekle ilintilidir. Yaşam, gerçeği sevenlerle sevmeyenleri ayırır. Öncelikle, sizin sınırlarınızı hoş karşılayan kişi vardır. Onları kabul eder. 1 Onları dinler. Der ki, “Senin farklı bir fikrin olduğuna sevindim. Bu beni daha iyi bir insan yapar”. Bu kişiye, bilge veya erdemli denir. İkinci tip insan, sınırlardan nefret eder. Farklı oluşunuzdan hiç haz etmez. Sizi, zenginliklerinizden vazgeçmeye manipüle etmeye çalışır. Önemli ilişkilerinizde, “litmus testi”ni uygulayınız. Bir hususta onlara hayır deyiniz. Ya artan bir yakınlığa kavuşacak veya aslında başlangıçta dahi pek az şey bulunduğunu öğreneceksiniz

Debbie’nin sınırları, onu soyutlanmış bir yaşama mahkum etmekte midir? Kesinlikle hayır. Eğer doğruyu söylemek birinin sizi terk etmesine yol açmaktaysa, zaten sevilmiyorsunuz demektir.

Uyarı: Sınırları olmayan ve bunları oluşturmaya başlayan bir eş, evliliği değiştirmeye başlar. Daha fazla fikir ayrılığı ortaya çıkmaya başlar. Değerler, programlar, para, çocuklar ve seks konularında daha çok çelişki belirir. Ancak çoğunlukla, sınırları denetim dışı olan eşin, onu güdüleyerek ve evlilikte daha fazla sorumluluk üstlenmesini sağlayacak acıyı tatmaya başlamasına yardımcı olur. Sınırların belirlenmesiyle pek çok evlilik daha da güçlenir, zira eş, ilişkiyi özlemeye başlar.

Sıklıkla, insanlar doğruyu söylemeye, sınırlar belirlemeye ve sorumluluk üstlenmeye başladığında, onları bir süre her yerde “öfkeli bir bulutun” izlediği, gizli bir şey değildir. Hassas ve alıngan olurlar ve kendilerini korkutan, patlamaya hazır bir bomba gibi olduklarını fark ederler. Arkadaşları “Sen benim bir zamanlar tanıdığım iyi, sevecen adam değilsin” türünde şeyler söylemeye başlarlar. Bu sözlerin yol açtığı suçluluk ve utanç duyguları, sınırlarını yeni yeni oluşturmaya başlamış birinin kafasını daha da karıştırabilir.

Öfke bize, sınırlarımızın ihlal edildiğini bildirir. Bir ülkenin savunmasında kullanılan radar sistemine pek benzer şekilde öfke duygusu bize, incinme veya denetlenme tehlikesi altında olduğumuzu bildirerek, bir “erken uyarı sistemi” görevi yapar.

Ancak Nathan’ı asıl şaşırtan, bu derde girdiği için kendine kızmakla kalmaması, yaşamı daha uygun şekilde ele almasını sağlayacak donanımı sağlamamış olan anne ve babasına karşı da öfke duymasıydı. İçinde büyüdüğü aileyi gerçekten çok sevdiği için Nathan, ana babasından ayrılma ve kendi sınırlamalarım belirleme teşebbüslerinin sürekli olarak ve sevecenlikle boşa çıkarıldığı zamanları hatırladığında, kendisini suçlu ve sadakatten uzaklaşmış hissediyordu. Annesi onun tartışmacılığı karşısında ağlardı. Babası Nathan’a, annesini üzmemesini söylerdi. Ve Nathan’ın sınırları işlevsiz ve olgunlaşmamış olarak kaldı. Bunun ona neye malolduğunu açıkça gördükçe, daha da çok öfke duymaya başladı. “Yaşamda kendi seçimlerimi yaptım”, dedi. “Ancak insanlara hayır demeyi öğrenmede bana yardımcı olsalardı, yaşam çok daha güzel olurdu”.

Nathan, ana babasına karşı ebediyen öfke duydu mu? Hayır ve sizin de bu duygu içinde olmanız gerekmez. Düşmanca duygular kendini gösterdiğinde, onları ilişkiye getirin. Onları itiraf edin. Eksikliklerimizi dile getirirsek, daha çabuk iyileşiriz. Sizi öfkeli halinizle seven kişiler, sizin özünüzü gerçekten seven dostlarınızdır. Bu, geçmiş kızgınlıkları çözümlemede ilk adımdır. İkinci adım, ruhunuzun incinmiş geçmişini yeniden inşa etmektir. İhlal edilmiş olabilecek “zenginlikleri” onarma sorumluluğunu üstlenin. Nathan’ın durumunda, kişisel özerklik ve güvenlik duygusu derinden yaralanmıştı. Birincil ilişkilerini geri kazanabilmek için uzun süre çalışması gerekti. Ancak kendisini iyileştirdikçe, daha az öfke duyar oldu.

“Kendini öfkeye kaptırma. Bir sınırlama belirle!”

Kendi yaşamımızda, ondan hayır yanıtı almaya tahammül edemediğimiz birisi olduğunda gerçekte, kendi yaşamımızın denetimini onun ellerine teslim etmişiz demektir. Tek yapmaları gereken, çekilme tehdidinde bulunmalarıdır; biz de dediklerine itaat ederiz.

Affetmek kadar sınırları belirginleştiren başka bir şey yoktur. Birisini bağışlamak; onu kancadan kurtarmak veya size olan bir borcunu iptal etmek demektir. Birisini bağışlamayı reddettiğinizde, hâlâ o kişiden bir şey istemektesinizdir ve eğer istediğiniz intikam dahi olsa, bu sizi ona sonsuza dek bağlı kılar.

Eğer bağışlamazsanız, sizi inciten birisinden, yalnızca yaptığı bir şeyi itiraf etmesi de olsa, vermek istemediği bir şeyi talep etmektesinizdir. Bu, onu size “bağlar” ve sınırları mahveder. İçinde yetiştiğiniz, işlevsellikten uzak aileyi bırakın gitsin. Onu serbest bırakırsanız, asıl siz özgür olacaksınız

Eğer kendinizi tepki verir durumda hissederseniz, geri çekilerek yeniden kendi denetiminizi ele alın ve aile bireylerince sizin yapmak veya söylemek istemediğiniz bir şey yapmanız veya söylemenize, ya da sizin ayrı kalmanıza halel getirecek bir durumun ortaya çıkmamasını sağlayın. Sınırlarınızı koruduğunuzda, en uygun seçeneği seçin. Yanıt vermek ve tepki vermek arasındaki fark, seçme özgürlüğüdür. Tepki verdiğinizde denetimi ellerinde bulunduran, onlardır. Yanıt verdiğinizde, sizsiniz.

İki uyumlunun birbirini etkilemesinin sonucu, ikisinin de gerçekten istediğini yapmamasıdır. Her biri diğerine doğruyu söylemekten o denli korkmaktadır ki, ikisi de asla söylemez.

Cathy çocukken, hayır dediğinde annesinin yüzünde beliren incinmiş ifadeden hoşlanmazdı. Sınırlar belirlemekle başkalarını incitmekten korkarak büyüdü. Cathy, arkadaşları ile çelişkiye düşmemek için her şeyi yapardı - özellikle de Sharon ile.

Kadının, aşırı eleştirel kocasına, onu azarlamaya devam edecek olursa, sorunu rasyonel biçimde tartışabilir hale gelene dek, bir başka odada oturacağını söylemesi gerekir. Veya, şöyle bir şey söyleyebilir, “Bu konuyu bundan sonra seninle yalnızken tartışmayacağım. Ancak bir danışmanın yanında tekrar görüşebilirim”. Veya, “Eğer yine bana bağırmaya başlarsan, Jane’lere gidip, geceyi orada geçiririm”. Müsrif kadının kocası da ya kredi kartlarını iptal etmeli, ya da bu borçların ödenmesi için onun bir iş daha bulması gerektiğini söylemelidir. Bu eşlerin tümünün, denetimden çıkmış eşlerinin bu hareketlerinin getireceği sonuçlarla yüz yüze kalmalarını sağlamaları gerekmektedir.

Bir başkasını değiştirmedeki temel yetersizliğimize baktık. Gerçekte dırdırcı bir eş, sorunu sürdürür. Birisini olduğu gibi kabul etmek, onun öyle olma seçimine saygı duymak ve sonra da ona uygun sonuçlar vermek, daha iyi bir yoldur. Bunu yaptığımızda, sahip olduğumuz gücü kullanır ve hiç kimsede bulunmayan bir gücü harcamaya çalışmamış oluruz.

Kelimeleriniz açık ve sevgi ile söylenmiş olmalıdır. Eşinizle doğrudan yüzleşin. Hayır deyin. Pasif direnişte bulunmayın. Surat asmayın, kendinizi geri çekmeyin. “Bu konuda kendimi rahat hissetmiyorum. İstemem. Yapmayacağım” gibi şeyler söyleyin.

Uzaklaşma gereksinimi duyduğunuzda, bunu eşinize söyleyin. Bazen beslenmek için mekana ihtiyaç duyarsınız; bazen de sınırlamalar belirlemek için. Her iki durumda da, eşiniz neden kendisinden uzak kalmak istediğinizi tahmin etmeye çalışmamalıdır. Açıkça iletişimde bulunun ki eşiniz cezalandırılmakta olduğunu sanmasın, ancak kendisinin denetimsiz davranışlarının sonuçlarıyla yüz yüze kaldığını anlasın.

Mesela semptom, birinin seks istememesi olabilir; sınır sorunu bu kişinin, ilişkinin başka alanlarında yeteri sıklıkta hayır dememesi ve üzerinde güç sahibi olduğu tek hususun bu olması olabilir. Veya kendisinin, cinsellik arenasında yeterli denetim sahibi olmadığını hissedebilir. Kendisini güçsüz hissedebilir; seçeneklerinin onurlandırılmadığını hissedebilir.

Affedin. Affetmemek, sınırları bulunmamaktır. Bağışlamayan kişiler, diğerlerinin onları denetlemesine izin verirler. Sizi inciten insanları eski bir borçtan azat etmek, onlar dan bir talepte bulunmaktan vazgeçmektir; bu sizi de serbest bırakır. Affetmek, geçmişteki pasif istekler yerine, şimdiki zamanda girişimci davranışa götürebilir.

Derin bir sevgi ilişkisi geliştirmede ve yaşamı öğrenmede pratiğe ihtiyacımız bulunur. Ve bu ruhsal ve duygusal büyümemiz için de aynen geçerlidir. Pratik yapmak, sınırları ve sorumluluğu öğrenmede önem taşır. Hatalar, öğretmenlerimizdir.

Disiplin ile cezalandırma arasındaki farkı anlayabilmemiz gerekir. Cezalandırma; yanlış yapılanı ödemedir. Yasal olarak, yasaları çiğnemenin bedelini ödemektir. Ancak cezalandırma, pratik yapabilmek için fazla yer bırakmaz. Eşsiz bir öğretmen değildir. Bedeli fazla yüksektir. Cezalandırma, hatalara fazla yer bırakmaz. Ancak disiplin, farklıdır. Disiplin, yanlışlar için bedel ödeme değildir. Yaşamın doğal yasasıdır: hareketlerimiz, sonuçlara yol açar.

Disiplin ve cezalandırmanın zamanla aralarında mevcut ilişkiler farklıdır. Cezalandırma; geriye bakar. Geçmişte yapılan hataların ödenmesi üzerinde yoğunlaşır. Ancak disiplin; ileriye bakar. Disiplinle aldığımız dersler, aynı yanlışları tekrarlamamamızda yardımcı olur: “Doğa bizleri iyiliğimiz için disipline eder, yaşamın kutsal lığına ortak olmamız için”.

Ancak on iki ile on dokuz yaş arası, çocuklar için zorlu bir sınav gibidir. Bu zor geçit sırasında, çocuklarımızın içine gerçekte ne tür bir karakterin inşa edilmiş olduğunu anlarız.

Hem ufak, hem de büyük suçlar için dayak yedim. O nedenle, daha büyük şeylere karışmaya başladım. Böylesi çok daha verimliymiş gibi görünüyordu”. Bir kez ölüm cezasına çarptırıldığınızda, iyi davranmakla fazla şey kazanamazsınız!

Eğer bir başkasının sorumluluklarını yükleniyor ve bundan hoşnutsuzluk duyuyorsanız, kendi duygularınızın sorumluluğunu üstlenmeli ve mutsuzluğunuzun sebebinin birlikte çalıştığınız kişinin değil, kendi kabahatiniz olduğu nu fark etmelisiniz.

Öğrenmek için, pratik yapmaya devam etmeliyiz. Araba kullanma, yüzme veya bir yabancı dil öğrenirken kullandığımız yöntem, daha doğru kişisel sınırlar edinmede kullandığımız yöntemin aynısıdır

Kişisel sınır sorunları bulunanların arkadaşları genelde şu iki hatadan birini yapar: (1) Eleştirel ve ebeveynvari olurlar. Kişi başarısızlığa uğradığında, “Ben sana söylemiştim” tutumu edinir veya, “şimdi, deneyiminden neler öğrendin?” gibi şeyler söylerler. Bu, kişinin sonuçlardan ders alması yerine ya arkadaşlıkları başka yerde aramasına (kimsenin iki ebeveynden fazlasına gereksinimi yoktur) veya sadece eleştiriden uzak durmasına yol açar. (2) Kurtarıcı haline gelirler. Kişiyi acı çekmekten kurtarma dürtülerine teslim olurlar. Eşleri içip sarhoş olduğunda, patronu arayarak onun hasta olduğunu söylerler. Yapmamaları gereken zamanlarda, daha fazla borç para verirler. Yemeğe başlamak yerine, geç kalanı tüm davetlilere bekletirler.

Öfkenin, bir şey yapmanız için başlama işareti olmasına izin vermeyin. Sınırları olmayanlar, başkalarının öfkesine otomatik olarak yanıt verir. Yardıma koşar, onay arar veya kendileri de öfkelenirler. Hareketsizlikte büyük güç yatar. Denetimsiz birinin yolunuzu değiştirmenizdeki başlama işareti olmasına izin vermeyin. Sadece onun öfke duymasına izin verin ve ne yapmanız gerektiğine kendiniz karar verin.

Sonuçları zorlayan fiziksel uzaklık ve diğer sınırlamaları kullanmaya hazırlıklı olun. Bir kadının yaşamı, “Bana bağırılmasına izin veremem. Bu konuda bana saldırmadan konuşabileceğine karar verene kadar, yan odada olacağım. Bunu yapabildiğin zaman, seninle konuşurum” diyebildiğini fark ettiğinde değişivermişti.

Uyarici mesajları ele almada birkaç ipucu:
1. Suçlayıcı Mesajları Tanıyın. Bazıları suçlayıcı mesajların ne kadar denetleyici olduğunu fark etmeden onları yutar. Ancak suçlayıcı mesajlar sizin gelişiminiz ve iyiliğiniz için verilmez. Manipüle etme ve denetleme için verilir.
2. Suçlayıcı mesaj, aslında öfkenin kılık değiştirmiş şeklidir. Suçluluk gönderenler, muhtemelen kendilerinin ne kadar denetleyici olduğunu belli edeceği için, size yaptıklarınızdan ötürü duydukları öfkeyi açıkça itiraf edemez. Onların duyguları üzerinde odaklanmak, onları sorumluluğa fazlaca yaklaştırmış olur.
3. Suçlayıcı mesaj, üzüntüyü ve incinmişlikleri gizler. Bu duyguları ifade etmek ve sahiplenmek yerine insanlar, dikkat merkezini size ve yaptıklarınıza kaydırırlar.
4. Suçlayıcılık sizin üzerinizde etkiliyse, bunun başkalarının değil, sizin sorununuz olduğunu bilin. Gerçek sorunun nerede olduğunu görün: içeride. O zaman dışarıyı doğru olarak, sevecenlikle ve sınırlamalarla ele alabileceksiniz. Kendinizi suçlu hissetmelerine “yol açtıkları” için başkalarına kabahat bulmaya devam ederseniz, onlar sizin üzerinizdeki güçlerini korur. Siz onlara, yaşamınızın denetimini vermektesiniz. Başkalarını suçlamaktan vazgeçin.
5- Açıklama ve maruzat bildirmeyin. Bunu sadece kabahat yapmış çocuklar yapar. Bu sadece onların mesajına hitap eder. Sîzinse, suçluluk gönderenlere bir açıklama borcunuz yoktur. Sadece seçiminizi söyleyin. Eğer onların, sizin kendinizi kötü hissetmenize yol açmalarına engel olmayı veya suçluluğunuzu ortadan kaldırmalarını isterseniz, onların suçlayıcılık tuzağına düşersiniz.
6. Haklarınıza sahip çıkın ve onların mesajlarını, onların duygularını yansıttığı şeklinde algılayın. “Galiba ben bunu seçtim diye kızdın”. “Galiba onu yapmayacağıma üzüldün". “Yapmaya karar verdiğim şey konusunda çok mutsuz olduğunu anlıyorum. Bu duyguların için üzgünüm”. “Bunun seni hayal kırıklığına uğrattığını fark ediyorum. Nasıl yardımcı olabilirim?” “Yapacak başka işim olduğunda, bu senin için zor oluyor, değil mi?”

Temel ilke şudur: İnsanların duyduğu üzüntüye hak verip, kendinizi onların yerine koyun; ancak bunun onların derdi olduğunu belli edin.

O sizden sorumluluğunuzda olmayan bir şey yapmanızı istediğinde hayır diyerek, her ne ise bunu yapmayı kabul etmeyin. Eğer hayır dediğiniz için size kızarsa, sınırlarınız konusunda katı olun' ve onun öfkesine hak verin. Siz de öfkelenmeyin. Öfkeye karşı öfkeyle savaşmak, onun oyununa kapılmak olur. Kendi duygusal, uzaklığımızı koruyarak, “Bu sizi sinirlendiriyorsa, üzgünüm. Ancak bu iş benim sorumluluğumda değil. Umarım hallolur” deyin.

Eğer tartışmayı sürdürürse, ona tartışmanın sizin için bittiğini söyleyin; başka bir konuda konuşmaya hazır olduğunda gelip sizi görebilir. Onun işini onun yerine neden yapamayacağınızı izah etme tuzağına düşmeyin. Onun, eğer yapabiliyorsanız, yapmanız gerektiği şeklindeki düşüncesine kayabilirsiniz; zaten o da bunun bir yolunu bulmaya çalışacaktır. Sorumluluğunuzda olmayan bir şeyi neden yapmadığınız konusunda hiç kimseye açıklama yapmak zorunda değilsiniz.

Eğer iş için haftada sadece belli bir süre harcamaya karar verirseniz, bu süreyi daha akıllıca kullanırsınız. Eğer zamanınızın sınırlaması olmadığını düşünürseniz, her şeye evet diyebilirsiniz. En iyiye evet deyin; hatta bazen iyiye hayır demek zorunda bile kalabilirsiniz.

Hem kronik olarak ve hem de çılgınlık nöbetleri nedeniyle aşırı yiyenler, dahili bir kişisel sınır sorunuyla yüzyüzedir. Aşırı yiyenler için yemek, sahte bir sınır işlevi görür. Yemeği, kilo alarak ve daha az çekici hale gelerek, yakınlaşmaktan uzak durmada kullanabilirler. Veya sahte bir yakınlık elde etmek için ona saldırabilirler.

Duygusal olarak incinmiş kişiler, çocukken ihmal veya istismar edilmiştir; acılarını aşırı yeme, fazla içme veya çok çalışma ile gizlerler.

Sınırlar oluşturmak ve yaşamınızı denetim altına almakla, bir riskle karşı karşıya kalmaktasınız. Çoğu kez sonuçlar ağır değildir; zira karşınızdaki kişi sizin ciddi olduğunuzu anlar anlamaz, değişmeye başlar. Sınırlamalar belirlemenin, onlar için yararlı bir şey olduğunu fark eder. Bir arkadaştan gelen azarlama, faydalı bir ilaç olup çıkar.

Karşılanmamış gereksinimlerimiz olduğunda, içimizdeki bu zedelenmişliklerin bir dökümünü yapmalı ve bu ihtiyaçları yaşamda karşılamaya başlamalı, böylelikle yetişkin yaşamının sınır mücadelelerini göğüsleyecek güce sahip olmamız gerekir.

Mücadele ederek veya pasif kalarak, otomatik pilota bağlanıp, sınırlarınızdan vazgeçmeyin. Yanıt gelene kadar kendinize zaman ve mekan tanıyın. Eğer fiziksel uzaklığa ihtiyacınız varsa, bunu sağlayın. Ancak sınırlarınızdan vazgeçmeyin.

Sınırlar oluşturmada bir başka güçlü dahili direnç, bilinmeyenden korkmaktır. Başkalarınca denetlenmek, güvenli bir hapishanedir. Tüm odaların yerini biliriz. Bir kadının dediği gibi, “Cehennemden çıkmak istemiyordum. Tüm sokak adlarını biliyordum!”

Değişim, korkutucudur. Eğer korku duyuyorsanız, muhtemelen doğru yolda - değişime ve büyümeye giden yolda - olduğunuzu bilmek sizi rahatlatabilir. Tanıdığım bir işadamı, eğer her gün bir konuda büyük korku duymazsa bunun, kendisini yeteri kadar zorlamamakta olduğu anlamına geldiğini söyler. İşinde çok başarılıdır.

Bağışlamak çok zordur. Birinin size “borçlu” olduğu bir şeyden vazgeçmek demektir. Bağışlamak geçmişten; sizi inciten ve istismar edenden kurtulmaktır.

Bağışlayıcılık ve istismara daha fazla açılmak, aynı şeyler değildir. Bağışlayıcılık, geçmişle ilgilidir. Uzlaşma ve sınırlar, gelecekle ilgilidir. Birisi tövbe edip yeniden güvenilirlikle davet edilene kadar sınırlamalar, benim mülkümü korur. Ve eğer günah işlerlerse, yine bağışlarım; defalarca. Ancak ben yeniden beni dürüstçe hüsrana uğratan insanlarla bir arada olmak isterim; sahtekarlıkla beni incittiklerini inkar edenle ve daha iyi olmaya hiç çaba göstermeyenle değil.

Bağışlayıcılık bana sınırlar verir; çünkü beni incitici kişiden kurtarır ve ancak o zaman ben de sorumlulukla ve akıllıca davranabilirim. Eğer onları bağışlamıyorsam, onlarla hâlâ tahripkar bir ilişki içinde olurum.

Size kendinizi “suçlu hissettirmeye” kimsenin gücü yetmez. Bir yanınız bu mesaja hak verir; zira bu sizin duygusal beyninizdeki ana babaya ait güçlü mesajlara dokunur. Ve bu da sizin sorununuzdur; sizin mülkünüz üzerindedir ve denetimini de sizin üstlenmeniz gerekir. Manipüle edilmenin sizin sorununuz olduğunu görürseniz, bu hususta uzmanlaşırsınız.

Dirençle karşılaşmak, yapmanız gerekeni yapmakta olduğunuzun iyi bir göstergesidir. Bu direnişler muhakkak gelecektir. Sizi temin ederim. Eğer gelmeseler, uzun zaman önce sınırlar oluşturmuş olurdunuz.

Randy, çelişki ve fikir ayrılığından büyük ölçüde uzak durmaya çalışan bir aileden gelmekteydi. Tartışmaların yerine uzlaşma getirilirdi. Randy otuzunu geçtikten sonra, uzun süreli bir yeme bozukluğu nedeniyle tedaviye gitmişti. Şaşırtıcı olan, terapistin perhiz ve egzersiz planları vermek yerine, ona yaşamındaki denetleyici kişilere karşı ne tarz tepkilerde bulunduğunu sorması oldu.

Öfkelenememek genellikle doğruyu söylemenin yol açtığı ayrılıktan korktuğumuzun bir göstergesidir. Birisin den hoşnut olmadığımızı beyan etmekle ilişkiye zarar vereceğimizden korkarız.

Bizler buluğ çağındaki birkaç etkin çocukla aynı kulübeyi paylaşma işi için eğitilirken, deneyimli bir profesyonel bize, “Çocuklarla işe başlamada iki yol vardır: birincisi, her şeye evet diyebilirsiniz. Sonra, onlara sınırlamalar getirmeye başladığınızda, size içerler ve başkaldırırlar. Ve ya, açık ve kesin sınırlamalarla işe başlayabilirsiniz. Onlar sizin tarzınıza alıştıktan sonra, biraz gevşetebilirsiniz. Sizi ebediyen severler” demişti.

Artık Walt’ın huysuzluklarından ve geri çekilmelerinden dolayı sorumluluk üstlenmeyecek bir eş vardı karşısında; “Eğer bana mutsuzluğunu anlatmayacaksan, ben de geri çekilirim. Bir-iki arkadaşımla beraber olacağım, konuşmak istersen bana nerede ulaşabileceğini biliyorsun” diyebilen biri. Buna uyum sağlamak zordu; çünkü Walt, Sherrie’nin, onunla konuşarak derdini anlattırmasına, her şeyi yoluna koymasına ve kusursuz olmadığı için özür dilemesine alışkındı.

Şimdi karşısında, duygusal uzak duruşuna karşılık, “Kendime en yakın gördüğüm kişi sensin. Seni seviyorum ve seni kalbimde de ilk sıraya koymak istiyorum. Ancak yakınlaşmak için zaman ayırmazsan, ben de o süreyi destek grupları ile, kilisede veya çocuklarla geçiririm. Oturma odasında, senin televizyon seyretmeni seyrederek değil. Bundan sonra kendi patlamış mısırım da mutfakta kendin hazırlaman gerekecek” diyen bir eş vardı.
 
X