Mini Eko.Sözlük

vicdan

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
20 Kasım 2006
1.098
25
Açık Piyasa İşlemleri (APİ) (Open Market Operations): Para politikası uygulaması çerçevesinde, merkez bankaları bünyesinde para miktarının artırılıp azaltılması amacıyla, Hazine kağıtlarının alım ve satımının (kesin alım, kesin satım, geri satım vaadiyle alım (repurchase agreements), geri alım vaadiyle satım (reverse repurchase aggrement)) yapılması işlemleridir. Bankalararası Para Piyasası işlemleri de “Açık Piyasa İşlemleri” kapsamı içerisindedir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bünyesinde bu tür işlemler, Açık Piyasa İşlemleri ve Para Piyasası Müdürlükleri tarafından yürütülmektedir.

Açık Pozisyon (Short Position):
Döviz, altın, menkul kıymet gibi bir finansal araç üzerinden sahip olunan varlıkların aynı cinsten yükümlülükleri karşılayamayan kısmıdır. Örneğin 10 milyon USD yükümlülüğe karşı 5 milyon USD varlık bulunduruluyorsa aradaki 5 milyon USD, açık USD pozisyonunu ifade eder.

Alış (Bid): Piyasa katılımcılarının, piyasada işlem gören değerleri (döviz, menkul kıymet gibi) almaya istekli oldukları fiyattır.

Alış – Satış Farkı (Spread): İşlem gören herhangi bir kıymetin, alış ve satış fiyatı arasındaki farkı ifade eder.

Arbitraj:
Herhangi bir menkul kıymetin, dövizin veya malın bir piyasadan alınıp diğer bir piyasada satılarak (kıymetler birbiri ile değiştirilerek) risksiz bir şekilde kar edilmesi işlemidir. Arbitraj işlemleri piyasalar arasındaki fiyat farklılıklarının azalmasına yol açar. Günümüzde iletişim teknolojisinin artması ve bilgiye ulaşma maliyetinin düşmesi ile piyasalar arası fiyat farklılığı son derece düşük olmakta, ortaya çıkan farklılıklar anlık olarak bu tür işlemlerle ortadan kalkmaktadır.

Ayı Piyasası (Bear Market):
Fiyatların düştüğü piyasaları ifade eder.

Bankalararası Para Piyasası: Bankalar arasında kısa vadeli fonların alınıp satıldığı piyasalardır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bünyesinde aynı adla işlem gören piyasada bankalar kendilerine tanınan limitler çerçevesinde, önceden belirlenen vadelerde TL alım-satım işlemi gerçekleştirmektedirler. Bu piyasada, Merkez Bankası aracı konumu üstlenmekte olup (blind broker) alım-satımı gerçekleştiren taraflar birbirlerini bilmeden Merkez Bankası üzerinden (Merkez Bankasını taraf kabul ederek) işlemlerini gerçekleştirmektedirler. Para politikası uygulamasında önemli bir fonksiyona sahip olan bu piyasada Merkez Bankası doğrudan faiz belirleyerek kısa vadeli faizleri yönlendirebilmekte ve son kredi mercii fonksiyonunu yerine getirmektedir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası dışında, bankaların kendi aralarında bu tür işlemleri gerçekleştirdikleri ikincil piyasalar da mevcuttur.

Banknot: Taşıyana, üzerinde yazan miktarın ödenmesinin, çıkaran kuruluş tarafından garanti edildiği faiz taşımayan kıymetlerdir. Yasal ödeme aracıdır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası TL Banknot basmaya tek yetkili
kurumdur.

Basit Faiz: Bir yatırımın, yatırım dönemi süresince sadece anaparasının kazandığı faiz oranıdır.

Baz Puan (Basis Point): Faiz oranlarındaki değişimi ifade eden bir ölçüm birimidir. Noktadan sonraki 4 üncü haneye karşılık gelir (0.0001). Örneğin fazi oranının % 65.25’den % 66.75’e yükselmesi durumunda 150 baz puanlık bir artış söz konusudur. Diğer bir deyişle baz puan % 0.01’e karşılık gelmektedir.

Benchmark (Ölçüt): Ölçüm ve karşılaştırma kriteri anlamında kullanılmaktadır. Örneğin portföy yönetiminde, benchmak portföy, bu yapı dışında oluşturulan portföylerin performans (getiri ve risk anlamında) başarısının ölçümüne esas alınan portföydür. Diğer bir örnek; benchmark menkul kıymetler, piyasada yeterince likiditeye sahip, ihraç eden kurum tarafından bu özelliğinin devam ettirilmesi söz konusu olan ve piyasada benzer ihraçlar için bir referans teşkil eden kıymetlerdir.

BIS (Bank for International Settlement): Parasal ve finansal istikrarı sağlamaya yönelik olarak merkez bankaları ve diğer kurumların kendi aralarındaki işbirliğini artırmak amacı ile kurulmuş uluslararası bir organizasyondur. 1930 yılında kurulmuş olup, İsviçre’nin Basel kentinde yerleşiktir. Sermayesi altın frank şeklinde ifade edilmekte olup, 1 altın frank 0.29 gram altını temsil etmektedir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 5000 altın frank ile bankanın hissedarıdır.

Bileşik Faiz: Bir yatırımın yatırım dönemi boyunca kazandığı faizin de yeni yatırım döneminde yatırıma tabi tutulması sonucu elde edilen getiriyi gösteren faizdir. Diğer bir deyişle faizin de faiz kazanmasıdır.

Birikmiş Faiz: Bir yatırımın, yatırım dönemi içerisinde, ödeme tarihine kadar üzerinde biriken faizdir. Örneğin, 6 ayda bir dönemsel % 30 kupon ödemeli 100.000 TL ‘ den ihraç edilen bir devlet tahvilini almak için, piyasa oranının değişmediği varsayımı ile 3 ay sonra ödenmesi gereken fiyat yaklaşık 115.000 TL’ dir (dönem sonunda toplam 30.000 TL faiz kazanması için, bu durumda ikinci 3 ay için % 13.04’ lük bir getiri söz konusudur). Buradaki 15.000 TL yatırımın üzerinde biriken faizi ifade etmektedir.

Birincil Piyasa (Primary Market): İlk ihraçların yapıldığı piyasadır. Bir yatırım aracının örneğin bir menkul kıymetin ilk defa piyasaya sürülmesi (satılması) birincil piyasa işlemidir. Benzer şekilde, devlet iç borçlanma senetlerinin, T.C. Hazine Müsteşarlığı tarafından ihale yöntemi ile satımı da bir birincil piyasa işlemidir. Bu senetlerin daha sonra yatırımcılar arasındaki alım-satımları ise ikincil piyasa olarak adlandırılan piyasalarda
gerçekleşmektedir.

Boğa Piyasası (Bull Market): Fiyatların yükseldiği piyasayı ifade eder.

Bono: Vadesi 1 yıldan kısa olan, çıkaran kurum tarafından öngörülen vade sonunda belli bir bedelin ödenmesinin taahhüt edildiği menkul kıymetlerdir. T.C. Hazine Müsteşarlığı tarafından çıkarılan bir yıldan kısa vadeli ihraçlar, Hazine Bonosu adı altında işlem görmektedir. İngilizce karşılığı olan “Bond” ifadesi ise, ABD Hazinesi ihraçları için, 10 yıldan uzun vadeli kıymetleri ifade etmektedir (maksimum 30 yıl). Benzer şekilde “note” ifadesi 1-10 yıl arası, “bill” ifadesi ise 1 yıl ve daha kısa ihraçlara yönelik olarak kullanılmaktadır.

Broker:
Alım ve satım işlemlerine belli bir komisyon karşılığı aracılık eden, işlemleri kendi adına ancak taraf olduğu kişi veya kurumlar hesabına yapan işlemcilere verilen isimdir.

Bütçe Dengesi (Budget Balance): Bir işletmenin veya devletin gelir ve giderleri arasındaki farktır.

Çapa (Nominal Anchor): Ekonomik karar alma süreçlerinde referans olarak alınan büyüklükleri ifade etmek için kullanılır. Örneğin kur çapası kavramı, Merkez Bankasının kur için belli öngörüleri sonrasında, diğer ekonomik birimlerin de bu öngörüye güven duyması ile birlikte, alınan ekonomik kararlarda kurun, kurdaki artışın esas alınması ve fiyat, ücret artışı, yatırım gibi kararlarının kur politikası çerçevesinde şekillenmesini ifade eder. Bu tür bir çapaya (politikaya) güvenin olmaması halinde, seçilen büyüklükler bu özelliklerini kaybederler. Parasal büyüklükler, faiz oranları, enflasyon, büyüme oranları “çapa” olarak kullanılan büyüklüklerdir. Özellikle son yıllarda, kur ve faiz oranı gibi büyüklüklerin çapa olarak kullanımında ortaya çıkan güçlükler, enflasyonun bu amaçla kullanımını yaygınlaştırmıştır.

Çekirdek Enflasyon (Core Inflation): Tüketici ve Toptan Eşya Fiyat Endeksleri gibi genel kullanıma açık mal ve hizmet sepetlerinden oluşan enflasyon endekslerinin temel enflasyonist eğilimleri tam olarak yansıtmadığı varsayımı ile, bazı mal grupları ile fiyat değişmelerine yol açan bir takım unsurların enflasyon endeksinden çıkarılması sonucu ulaşılan bir enflasyon tanımıdır. Bu amaçla, dışsal etkilere (enerji fiyatlarında artış, mevsimsel koşullar, maliye politikası vs) daha açık olan ve geçici nitelikler taşıyabilen, enerji, temel gıda maddeleri fiyatları ve dolaylı vergiler bu tür enflasyon hesaplamaları içerisine katılmamaktadır. Amaç, fiyatlar genel seviyesindeki değişimi sürekli kılan unsurları tespit etmek ve bunlara yönelik daha gerçekçi politika kararları alabilmektir. Özellikle, enflasyon hedeflemesine yönelen ülkelerde bu türden alternatif endeks oluşumları değişik formları ile kullanılmaktadır. Türkiye’de Özel İmalat Sanayi Fiyat Endeksi “çekirdek enflasyon” olarak adlandırılmaktadır.

Dalgalı (Serbest) Kur Sistemi (Free Floating): Kurun hiçbir müdahale olmadan tamamen piyasada oluşan arz ve talep koşullarında belirlendiği sistemleri ifade eder.

Dealer:
Alım-satım işlemlerinde kendi nam ve hesabına hareket eden kişi ve kurumlara verilen isimdir.

Devalüasyon: Ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki değerinin azalmasını ifade eder. Örneğin, Türk Lirasının ABD doları karşısındaki değerininin 1.200.000 TL’den 1.300.000 TL’ ye düşmesi, TL’ nin (ABD dolarının değer kazanması) 100.000 Lira değer kaybetmesi anlamındadır.

Dönemsel Faiz: Bir yatırımın fiilen elde tutulma süresince getireceği faizi ifade eder.

Döviz Kuru (Exchange Rate): Ulusal bir paranın, diğer bir ulusal para cinsinden ifadesidir.

Dünya Bankası (World Bank): 1944 yılı sonrası, Avrupa’nın yeniden imarına yönelik olarak “International Bank for Reconstruction and Development” adı altında kurulan uluslararası bir örgüttür. Daha çok, gelişmekte olan ülkelere uzun vadeli proje kredileri sağlamaktadır. Son yıllarda görev tanımları içerisine, gelişmekte olan ülkelerin dış borçları ve yoksullukla mücadele kavramları da girmiştir.

Efektif: Kaydi forma dönüşmemiş, ekonomik birimlerin fiilen banknot ve bozuk para olarak ellerinde tuttukları parayı ifade etmek için kullanılan bir terimdir.

Enflasyon: Fiyatlar genel seviyesindeki değişimdir. Bugün için, parasal bir olgu olduğu ve uzun dönemde parasal bir büyüme olmadığı sürece enflasyonun artmayacağı genel olarak kabul görmektedir. Toptan Eşya Fiyat Endeksleri, Tüketici Fiyat Endeksleri ve İmalat Sanayii Fiyat Endeksleri gibi çeşitli endeksler aracılığı ile ölçülmektedir.

Euro Bonolar (Eurobonds): Çıkaran ülkenin veya kuruluşun, kendi ulusal para birimi dışındaki bir para birimi üzerinden ihraç ettiği menkul kıymetlerdir.
 
Faiz: Üretim faktörlerinden sermayenin elde ettiği getiridir. Diğer bir ifade ile paranın kullanım bedelidir.

Faiz Dışı Bütçe Dengesi (Primary Balance):
Bütçeden gerçekleştirilen faiz ödemeleri hariç tutularak ulaşılan bütçe dengesidir.

Fiyat İstikrarı:
Para politikasının uzun dönemli temel amaçlarına (büyüme ve istihdam) yönelik olarak ekonomik birimlerin karar alma süreçlerinde etkili olmayacak ölçüde düşük ve istikrarlı bir enflasyon oranını ifade eder.

Forward:
İleri tarihli işlemler anlamındadır. Belli bir kıymetin önceden belirlenmiş bir fiyattan yine önceden belirlenmiş bir tarihte teslim edilmesini öngörür. İşlemler, genellikle organize piyasalarda değil, alıcı ve satıcının karşı karşıya gelmesi ile tarafların ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleştirilir. Döviz, menkul kıymet, mal gibi alım-satıma konu araç üzerinden düzenlenebilen bu tür kontratlar fiyat riskini bertaraf etmenin yanısıra spekülatif amaçlara da yönelik olabilir.

Forward-Forward: Sözleşmeye konu olan örneğin bir para piyasası işleminde vade, faiz ve miktar gibi unsurlar üzerinde bugünden anlaşılan, ancak ileri bir tarihte başlayacak ve daha ileri bir tarihte sona erecek işlemleri ifade eder. Bu kotasyon 3 ay sonra başlayacak 3 ay vadeli bir işlemi (işlem vadesi 6 ay) ifade eder.

Future:
İleri tarihli işlemler anlamındadır. Belli bir kıymetin önceden belirlenmiş bir fiyattan yine önceden belirlenmiş bir tarihte teslim edilmesini öngörür. Forward piyasalardan farkı, organize piyasalarda standartlaştırılmış (bir kontratın miktarı, kontratların piyasaya çıkış tarihleri, marjin adı altında bir teminat sistemine sahip olunması gibi) kontratlar üzerinden işlem görmesidir. Spekülatif amaçlı yapıldığında, teorik olarak sonsuz kar ve zarar ihtimali vardır.

Hesaben Saklama (Book Entry):
Kıymetlerin elektronik ortamda hesaben saklanmasını ifade eder. Örneğin T.C. Hazine ihalesinden alınan kıymetler, katılımcılar tarafından fiziki olarak talep edilebileceği gibi (bu kıymetler Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından bastırılmaktadır) makbuz karşılığı elektronik ortamda katılımcıların hesabına da aktarılabilmektedir. Şahıslar da, makbuz karşılığı kıymetlerini hesaben saklatabilmektedirler. Fiziki olarak elde bulunan bir kıymetin, sonradan bir hesaba yatırılması da kıymeti bu forma sokmaktadır.

İhale (Auction): İhale, ingilizce “auction” auctio kökünden gelmekte olup kelime anlamı artış demektir. Piyasa ekonomilerinde, çeşitli mal ve finansal değerlerin kişi veya kurumlara tahsis yöntemlerinden birisidir. Özellikle, ihaleye konu olacak malın sabit veya doğrudan belirlenebilir bir fiyatı yoksa ya da malın satıcısı, malın piyasa fiyatı konusunda emin değilse ihale yöntemi ile satım tam rekabet koşulları altında bu belirsizliği ortadan kaldırır. İhale yöntemlerine ilişkin ilk sınıflandırma, 1961 yılında William Vicrey tarafından yapılmıştır. İhaleler farklı biçimlerde gerçekleştirilebilir. En yaygın olanı, fiyatların büyükten küçüğe doğru dizildiği, (satan açısından geliri maksimum, maliyetin minumum olması anlamına gelmektedir), çoklu fiyat (“Dutch Auction” adını Hollanda'da çicek satışlarında kullanılmasından almıştır) türü ihalelerdir. Bu ihalede her katılımcıyla kendi teklif ettiği fiyat üzerinden işlem yapılmaktadır. Fiyatların küçükten büyüğe sıralandığı ihaleler ise “English Auction” olarak adlandırılmaktadır. Diğer bir ihale yöntemi ise “tek fiyat” ihalesidir. Bu ihale türünde arzın ve talebin eşitlendiği fiyat, ihaleyi kazanan tüm katılımcılara uygulanmaktadır. Diğer bir deyişle tüm işlemler tek bir fiyat üzerinden gerçekleştirilmektedir. İki ihale türünün de birbirine göre avantaj ve dezavantajları söz konusudur. Tek fiyat ihalesinde, bilgi toplamının maliyeti daha az olup daha fazla katılım sağlanabilir. Çoklu fiyat ihalesinde ise daha yoğun bir rekabet söz konusu olup satıcı açısından daha düşük bir maliyet söz konusu olabilir. Ancak, tüm bunlar piyasanın yapısına ve o günkü koşuluna bağlıdır.

İkincil Piyasa (Secondary Market):
Kıymetlerin ilk ihraçları sonrası işlem gördükleri piyasaları ifade eder. Örneğin, T.C. Hazine Müşteşarlığı tarafından ihraç edilen borçlanma senetlerinin ihraç sonrası alınıp-satıldığı İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, Tahvil Bono Piyasası ikincil piyasaya bir örnektir.

Konsolidasyon:
Bir borcun borçlusu tarafından ödenmeyip zorunlu veya gönüllü olarak vade, faiz, tür ve benzeri yönlerden yeniden yapılandırılmasını ifade eder.

Kuponlu İhraçlar: Bir menkul kıymetin dönemsel olarak faiz ödemesini ifade eder. Örneğin, 100.000 TL nominal değerli, 3 ayda bir % 15 kupon faizi ödemeli 1 yıl vadeli bir menkul kıymetin, yatırımcısına 3 ayda bir 15.000 TL lik faiz (kupon) ödemesi yapılması, 1 yıl sonunda ise anaparasının, 100.000 TL’nin ödenmesi söz konusudur.

LIBID (London Interbank Bid Rate): Londra Bankalararası Para Piyasasında, kredibilitesi yüksek bankaların birbirlerinden ABD doları üzerinden mevduat kabul etme işlemlerinde uyguladıkları faiz oranıdır.

LIBOR (London Interbank Offered Rate): Londra Bankalararası Para Piyasasında, kredibilitesi yüksek bankaların birbirlerine ABD doları üzerinden borç verme işlemlerinde uyguladıkları faiz oranıdır. Londra saati ile 11:00' de sabitlenen bu oran piyasalar tarafından referans faizi olarak kullanılmaktadır.

Likidite: Döviz, menkul kıymet, gayrimenkul gibi herhangi bir aktifin kısa sürede ve sorunsuz bir şekilde (değer kaybına uğramadan) nakde çevrilebilmesini ifade eder.

Maliye Politikası (Fiscal Policy): Hükümetlerin, istihdam, büyüme ve enflasyon gibi belli amaçları gerçekleştirebilmek amacıyla gelir toplama (vergilendirme) ve harcama yapma yöntemlerini şekillendirmeleridir.

Merkez Bankası Bağımsızlığı: Kavramsal olarak merkez bankalarının kararlarında dış faktörlerden (çoğunlukla politik) etkilenmeden, kendi öngördükleri para politikası araçlarını serbestçe kullanabilmelerini ifade eder. Bağımsızlık kavramının içeriği ve kapsamı son derece geniş olup, tanımlanması zordur. Bu kavramı sayısallaştırmak, bağımsızlığı ölçmek amacı ile, yasal bağımsızlığı temsil eden Merkez Bankası Kanunu (hedefleri ve araçları kimin saptadığı, diğer kamu kurumları ile ne türden bir ilişkiye sahip olunduğu, başkanın seçilme ve görevden alınma süreçleri vs), ile uygulamadaki bağımsızlığı temsil ettiği düşünülen, o ülkedeki kurumsal ve kültürel yapı ile kişisel faktörler kullanılmaktadır. Enflasyonla Merkez Bankası bağımsızlığı arasında gözlemlenen yakın ilişki bu kavramın önemini artırmıştır.

Merkez Bankası Müdahalesi: Merkez Bankalarının kısa ve uzun dönemli para politikaları amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik olarak piyasalarda alım-satım yapmalarıdır. Müdahale ile müdahale edilen, döviz ve faiz gibi değişkenlerin piyasa fiyatlarının politika öngörülerindeki düzeylere düşürülmesi/yükseltilmesi hedeflenir. Müdahale yöntemleri farklılık gösterebilir. Merkez Bankaları taraf olup kendilerini göstererek doğrudan ve açık olarak müdahale edebilecekleri gibi dolaylı olarak da müdahale edebilirler. Benzer şekilde, Merkez Bankası müdahaleleri zaman ve miktar açısından önceden bildirilebileceği gibi, herhangi bir bildirimde bulunulmaksızın da gerçekleştirilebilir. Müdahaleyi gerektiren durumlar, uygulanmakta olan para politikası hedefleri çerçevesinde şekillenir.

Morotoryum: Borçlanıcının, ödeme gücünü kaybetmesi nedeniyle borçlarının tümünü veya bir kısmını ödeyemeyeceğini ilan etmesidir. Genelde borçlu ve alıcı arasında borcun yeniden yapılandırılması ile sonuçlanır.

NASDAQ (National Association of Securities Dealers Automated Quotations):
Tezgah üstü piyasalarda (resmi bir düzenleyicisi olmayan) işlem gören menkul kıymetler için alım-satım fiyatlarının gösterildiği otomatik bilgi ağı .

Net Bugünkü Değer (Present Value):
Bir yatırımın yatırım dönemi boyunca sağladığı getirinin piyasa faizi veya kendi faizi ile iskonto edilmesi, bugüne indirgenmesi sonucu ulaşılan değerdir.

Nominal Değer (Par Value, Face Value): Bir kıymetin üzerinde yazan değerdir. Örneğin, T.C. Hazine Müşteşarlığı tarafından çıkarılan her bir devlet iç borçlanma senedinin nominal değeri, üzerinde fiilen yazan değer olan 100.000 TL dir. Benzer şekilde 1.000.000 Türk Lirasının nominal değeri üzerinde yazan değer olan 1.000.000’ dur.
 
Operasyonel Bütçe Dengesi: Faiz hariç ve dahil bütçe dengesini gösteren geleneksel tanımların, özellikle ekonomik istikrara sahip olmayan ülkelerde açığın etkilerini tam olarak yansıtmadığı düşüncesi ile oluşturulmuş bir kavramdır. Esas olarak bütçe açığının önemi açığın ekonomideki toplam büyüklükler (toplam talep, toplam arz) üzerinde yarattığı etkiden kaynaklanmaktadır. Operasyonel bütçe açığı kavramı, toplam talep üzerinde etkili olan açığın, bütçe dönemi içerisinde ödenen faiz ödemelerinin reel kısmı olduğunu, nominal kısmın, toplam talep üzerinde etkili olmadığı varsayımından hareket eder. Bu çerçevede nominal faiz ödemeleri, faiz ödemesini elde eden birimler tarafından dönem başındaki servetlerinin reel değerinin amortismanında (korunmasında) kullanılmakta ve aynı amaçla yeniden yatırıma tabi tutulmakta, dolayısıyla tüketim harcamalarına yönelmemekte ve toplam talep üzerinde bu anlamı ile etkili olmamaktadır. Dolayısıyla, talep artışı sadece reel faiz ödemelerinden kaynaklanmakta ve operasyonel bütçe açığı bu anlamı ile açığı ifade etmektedir.

Opsiyon (Option): Belirli bir kıymeti, önceden belli bir vade ve fiyattan alma-satma hakkı veren kontratlardır. Kontratı elinde tutan kontrata konu olan kıymeti alma (call-option) veya satma (put-option) hakkına sahip olurken, kontrattan kaynaklanan herhangi bir yükümlülüğü yoktur. Kontratı satan (yazan) taraf ise vadede kontratı elinde tutan tarafın, kontrata konu olan kıymeti kontrat şartları içerisinde almak-satmak istemesi halinde, sözleşme hükümlerini yerine getirmekle yükümlüdür. Opsiyonu satan (yazan) taraflar bu işlem karşılığı prim geliri elde etmektedirler. Belirsizliğin (volatilitenin) yüksek olduğu piyasalarda, kontrat karşılığı prim talepleri çok yüksek boyutlara ulaşabilmektedir.

Para Kurulu (Currency Board):
Döviz kuru rejimlerinden biridir. Bu tür bir uygulamada, ulusal paranın değeri yabancı bir para birimine veya yabancı para birimlerinden oluşan bir sepete karşı sabitlenir. Para politikası uygulaması açısından bakıldığında parasal tabanın sadece yabancı para karşılığında yapılan işlemlerle değişmesine izin verir. Diğer bir deyişle, merkez bankasına önceden belirlenmiş sabit bir kurdan döviz satıldığı zaman para miktarı artar, merkez bankasından döviz alındığı zaman azalır.

Para Piyasası: Kısa vadeli (uluslararası piyasalar için 90 gün ve daha az), yüksek likiditeye sahip finansal enstrümanların işlem gördüğü piyasalardır.

Para Politikası: Ekonomik büyüme, istihdam artışı ve fiyat istikrarı gibi hedeflere ulaşabilmek için paranın elde edilebilirliğini ve maliyetini etkilemeye yönelik olarak alınan kararları ifade eder. Uygulanmasından sorumlu kuruluşlar merkez bankalarıdır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununda, Bankanın temel amacının fiyat istikrarı olduğu ifade edilmiştir.

Para Politikası Kurulu - Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (Monetary Policy Committee): Fiyat istikrarını sağlamak amacıyla para politikası ilke ve stratejilerinin ve bu stratejiler çerçevesinde Hükümet ile birlikte enflasyon hedefinin belirlemesi, Türk Lirasının iç ve dış değerini korumak için gerekli tedbirlerin alınması ve yabancı paralar ile altın karşısındaki muadeletini tesbit etmeye yönelik kur rejiminin, yine Hükümet ile birlikte belirlenmesi ile görevli ve yetkili olarak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bünyesinde oluşturulmuş bir kuruldur. Para Politikası Kurulu, Başkan (Guvernör)ın başkanlığı altında, Başkan (Guvernör) Yardımcıları, Banka Meclisince üyeleri arasından seçilecek bir üye ve Başkan (Guvernör)ın önerisi üzerine müşterek kararla atanacak bir üyeden oluşur. Hazine Müsteşarı veya belirleyeceği Müsteşar Yardımcısı toplantılara oy hakkı olmaksızın katılabilir.

Paranın Dolaşım Hızı (Velocity): Bir birim paranın kaç birim mal veya hizmetin el değiştirmesine imkan sağladığını gösterir. GSMH / Para Stoğu ile ifade edilir.

Parasal Aktarım Mekanizması (Monetary Transmission Mechanism):
Para politikası kararlarının üretim, tüketim, istihdam gibi reel ekonomik aktiviteleri ekonominin kendi dinamikleri aracılığı ile etkilemesini sağlayan mekanizmadır. Örneğin, Merkez Bankasının kısa vadeli faizleri değiştirerek, enflasyon beklentileri, piyasa faiz oranları, vade yapısı, para - kredi büyüklükleri ile aktif fiyatlarını etkilemesi ve belli bir süre sonra bu değişmelerin reel büyüklükler üzerinde etkili olması bu mekanizmanın çalışma biçimini oluşturur. Ancak, böyle bir mekanizmanın net olarak tespit edilmesi, davranışsal bir takım tanımlamalar da gerektirdiğinden, oldukça zordur

Piyasa Yapıcılığı Sistemi (Primary Dealer): Birincil piyasa işlemlerinde etkinliği artırmak, ikincil piyasaların işleyişini kolaylaştırmak amacı ile, hazine veya merkez bankalarının, borçlanma senedi ihracı (ihale), döviz müdahalesi türü işlemlerinde sadece belli kriterlere göre seçtiği banka ve diğer bazı kuruluşları taraf kabul ettiği bir sistemdir. Piyasa yapıcısı adı altında seçilen kuruluşlar, ikincil piyasalarda aralıksız işlem yapmak, kotasyon vermek, bir ihracın belli bir miktarını satın almak gibi yükümlülüklere sahiptir.

Portföy Teorileri: Çeşitli risk ve getiri yaklaşımları altında portföy oluşumlarını inceler. Portföy oluşumu ve yönetime ilişkin, risk-getiri yaklaşımı altında portföyde yer alacak kıymetlerin seçim sürecinin nasıl ve hangi kriterlere göre yapılacağına ilişkin ilk teorik çalışma 1952 yılında “portfolio selection” adı altında Harry Markowitz tarafından yapılmıştır (Bu ve sonraki çalışmaları ile 1990 yılında Nobel Ekonomi ödülünü bu konunun diğer teorisyenleri ile paylaşmıştır). Teorik yapı, Markowitz Modeli, 1963 yılında William Sharpe’ın (1990 nobel ödüllü diğer teorisyen) “Single Index Model” adı altında geliştirdiği model ile basitleştirilmiş, bir anlamda hesaplama güçlüklerinden arındırılarak daha uygulamaya yönelik bir hale getirilmiştir. Teorik yapının gelişme süreci, 1964 yılında Sharp, 1965 yılında Linther, 1966 yılında Mossin’ in ayrı ayrı geliştirdikleri “Capital Assets Pricing” model adlı çalışmalar ile devam etmiştir. 1967 yılında Steve Ross bu teori ile bağlantılı olarak “Arbitrage Price Theory” adı altında yeni bir yaklaşım oluşturmuştur. Bu tür teorik çalışmalar, optimal portföy yönetimi altında yoğun bir biçimde kullanılmaktadır.

Pozisyon Fazlası (Long Position):
Döviz, menkul kıymet veya herhangi bir finansal enstrumanda sahip olunan net fazla pozisyonu ifade eder. Örneğin, 10 milyon ABD doları nakit pozisyon fazlasına sahip olmak, bir portföyde net olarak (nakit ABD doları borçları düşüldükten sonra) 10 milyon ABD doları nakde sahip olmak anlamındadır. Diğer bir deyişle bir kıymetteki fazla sahipliği ifade eder.

Put Option: Satma hakkını ifade eder. Elinde opsiyon kontratını bulunduran tarafa, opsiyona konu olan kıymeti yine opsiyonda belirtilen şartlarda satma hakkını verir ancak bir yükümlülük getirmez. Piyasa koşullarına bağlı olarak opsiyonu elinde bulunduran taraf opsiyonu kullanmayabilir. Opsiyonun kullanılması “exercise” edilmesi olarak ifade edilir. Opsiyonu satan taraf ise, alan tarafın opsiyonu kullanmak istemesi durumunda kontrat şatlarını yerine getirmekle yükümlüdür.

Reel Faiz Oranı (Real Interest Rate):
Nominal faizin enflasyondan arındırılmış halidir. Teknik olarak, nominal faiz oranından, beklenen enflasyon oranının çıkarılması ile bulunur. Örneğin, faiz oranı % 70, beklenen enflasyon oranı % 60 ise, reel faiz oranı % 10’ dur.

Reeskont: İskonto edilmiş, diğer bir deyişle bir bedel karşılığı (iskonto) el değiştirmiş olan kıymetlerin yeniden bir bedel karşılığı (re-iskonto) el değiştirmesini ifade eder. Merkez bankalarının, şartlarını kendileri belirlemek şartı ile çeşitli senetleri iskontoya tabi tutarak (re-iskonto), reeskont penceresi adı altında para politikası uygulamalarında kullandıkları bir araçtır.

Repo (Repurchase Agreement): Bir kıymetin belli bir tarihte, belli bir orandan geri satım vaadi ile alımını ifade eder. İşleme konu olan kıymet ödünç verilen para için teminat niteliğindedir. Merkez bankası açısından repo işlemi Açık Piyasa İşlemleri çerçevesinde, piyasaya, işlem vadesi süresince, repoya tabi kıymetler karşılığında geçici olarak para verilmesini ifade eder

Revalüasyon: Ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki değerinin artmasını ifade eder. Örneğin, Türk Lirasının ABD doları karşısındaki değerininin 1.300.000 TL’den 1.200.000 TL’ ye yükselmesi (ABD dolarının değer kaybetmesi), TL’ nin 100.000 Lira değer kazanması anlamındadır.

Reverse Repo (Reverse Repurchase Agreement): Bir kıymetin belli bir tarihte, belli bir orandan geri alım vaadi ile satımını ifade eder. Merkez bankası açısından reverse repo işlemi Açık Piyasa İşlemleri çerçevesinde, piyasadan, işlem vadesi süresince, verilen kıymetler karşılığında geçici olarak para çekilmesini ifade eder.

Risk-Getiri: Bir yatırımın öngörülen getirisi karşılığında mevcut riskini ifade eder. Risk genelde yatırımın geçmiş getirilerinin standart sapması (historical volatility) ile ifade edilir. Yatırımdan beklenen getiri ise (expected return), geçmiş getirilerinin ortalamasıdır. Belli bir risk karşılığında elde edilebilecek maksimum getirilerin oluşturduğu risk-getiri eğrisine “efficient frontier” adı verilip, özellikle karşılaştırma, ölçüt (benchmark) amaçlı kullanımı söz konusudur. Vadesine kadar elde tutulduğunda getirisi kesin olan tahvil-bono türü yatırımlar bu tür analizlerde genelde risksiz yatırım olarak kabul edilirler. Ancak bu tür kıymetler üzerinde vadesinden önce işlem yapılması söz konusu ise benzer piyasa riskleri (faiz, kur) söz konusudur.

Riskten Kaçınma (Risk Averse), Risk Alma (Risk Lover), Risk Neutral: Bir yatırımcının risk karşısında takındığı tavırları ifade etmekte kullanılan kavramlardır. “Risk averse” bir yatırımcı riskli bir portföyü ancak riskini karşılayacak garanti bir prim karşılığı kabul eden, “risk lover” bir yatırımcı yüksek bir riske rağmen bir prim talep etmeksizin garanti bir düşük getiriye razı olan, “risk neutral” bir yatırımcı ise riskle değil yatırımın getirisi ile ilgili olan yatırımcı türünü ifade eder.
 
Sabit Kur Sistemi (Fixed Exchange Rate System): Ulusal bir paranın yabancı bir para veya paralardan oluşan bir sepet değerine sabitlendiği ve bu değerin sürmesinin para otoritesi tarafından bazen açık bazen de zımni olarak garanti edildiği sistemlerdir. Ulusal paranın değeri önceden belirlendiğinden o andaki arz talep koşullarını yansıtmaz.

Saklama Hizmeti (Custodian Service):
Tahvil, bono, altın ve benzeri kıymetlerin sahip olan kişi veya kurum adına bir sözleşme çerçevesinde saklanması hizmetidir (safe keeping). Türkiye’de menkul kıymetlere yönelik olarak müşteri bazında bu tür bir hizmet “Takasbank” tarafından verilmektedir.

Samurai Bonds:
Yabancılar tarafından, Japonya’da, Japon Yeni üzerinden yapılan menkul kıymet ihraçlarıdır. Çoğunlukla 5 yıl ve üzeri vadede yapılan ihraçlardır. İlk ihraç 1970 yılında Asya Kalkınma Bankası tarafından yapılmıştır.

Satış (Ask, Offer): Piyasa katılımcılarının, piyasada işlem gören değerleri (döviz, menkul kıymet gibi) satmaya istekli oldukları fiyattır.

Senyoraj "Beylik Hakkı" (Seniorage):
Para basma yetkisini elinde tutan kurumun, bu yetkisi dolayısıyla para basarak elde ettiği reel gelirdir. Para stoğundaki değişimin fiyatlar genel seviyesine oranı ile ifade edilir. Enflasyonun sadece para miktarındaki artışından kaynaklanması durumunda, senyoraj ve enflasyon vergisi birbirine eşit olur

Sermaye Piyasası (Capital Market):
Bir yıldan uzun vadeli yatırım araçlarının ihraç edildiği ve işlem gördüğü piyasalardır.

Son Kredi Mercii (Lender of Last Resort): Merkez bankalarının, para otoritesi olma sıfatları ve finansal istikrarı sağlama yükümlülükleri nedeniyle, sistemde ortaya çıkan fon açıklarının piyasadan karşılanamaması halinde, son başvuru mercii merkez bankasına başvurup, bu ad altında düzenlenmiş imkanlardan faydalanmasını ifade eden bir kavramdır.

Spot Valör: Mali piyasalarda gerçekleştirilen bir işleme bağlı ödemelerin işlemin yapıldığı günü takip eden iki iş günü sonrasında gerçekleştirilmesidir.Spot valörle yapılan bir işlem, örneğin Pazartesi günü gerçekleşmiş ise ödemeler Çarşamba günü yapılmaktadır. Diğer bir deyişle spot valör, paranın kullanıma hazır olacağı tarihi ifade eder. İşlem tarihi ile kullanım tarihi arasındaki fark, mesajların hazırlanması, kontrollerin yapılması, fonların temini gibi işlemlerin belli bir zaman gerektirmesindendir.

STRIP (Separate Trading of Registered Interest and Principal of Securities):
Kuponlu bir menkul kıymetin anaparası ve kuponlarının ayrı ayrı işlem görebilmesi amacı ile ayrıştırılmasını ifade eder. Amaç, özellikle uzun vadeli kuponlu ihraçların yatırımcı açısından kullanım alanını genişletmek ve bu tür ihraçların talebini artırmaktır. T.C. Hazinesi tarafından bu amaçla bazı değişken faizli kuponlu ihraçların anapara ve kuponları ayrıştırılmıştır.

Süre (Duration): Sabit getirili, kupon ödemeli bir menkul kıymetin, anapara ve kupon ödemelerinin net bugünkü değerlerinin, kupon ödeme dönemleri ile ağırlıklandırılarak bulunan vadesidir. İskontolu, kupon ödemesi olmayan kıymetlerde, duration, kıymetin vadeye kalan süresine eşittir. Risk ölçümü açısından, menkul kıymetin piyasa faizine olan duyarlılığını ölçer. Düşük kupon ödemeli, uzun vadeli kıymetlerin süresi (duration) daha uzun, diğer bir deyişle, faiz riski daha fazladır. Farklı vade ve kuponlu yatırım araçları ile bu tür mali araçlardan oluşan portföylerin birbirlerine göre hangi oranda faiz riski ile karşı karşıya olduklarının karşılaştırılmasında kullanılır. Efektif vade olarak da adlandırılır.

Tahvil: İhraç vadesi 1 yıldan uzun menkul kıymetlerdir.

Teknik Analiz:
Fiyat, hacim gibi göstergelerden hareketle, geçmiş dönem piyasa hareketlerinin analiz edilerek bu yolla geleceğe yönelik olarak fiyat tahminleri yapılmasıdır. Bu amaçla, çeşitli grafik oluşumlarından ve istatistiksel metodlardan faydalanılır. Grafikler üzerinde geçmiş fiyat hareketleri nedeniyle ortaya çıkan oluşumların gelecek için gösterge oluşturduğu, dolayısıyla bu tür oluşumların alım-satım için gösterge olarak kullanılabileceği varsayımına dayanır. Bu tür analizler, örneğin, geçmişte gerçekleşen en düşük fiyatların, diğer bir deyişle fiyatların döndüğü, yükselmeye başladığı noktaların “destek noktası” olduğu, dolayısıyla alım için bu noktaların beklenmesi (kriter olması) gerektiğini, yine geçmişte gerçekleşen en yüksek fiyatların “direnç” noktası olduğunu ve satım için dikkate alınması gerektiğini öngörür.

Tezgah Üstü Piyasalar (Over the Counter "OTC"):
Organize olmayan, belli bir yapı altında toplanmayan piyasalardır. İşlemler taraflar arasında karşılıklı anlaşma yoluyla gerçekleştirilir.

Türev Ürünler (Derivative Products): Getirisi başka bir kıymetin getirisine bağlanmış, diğer bir deyişle başka bir kıymetin getirisinden türetilmiş mali araçlardır. Futures ve Opsiyon sözleşmeleri bu enstrümanlara örnektir. Bu tür enstrümanlar, döviz, faiz, altın gibi her türlü ürün üzerine yazılabilir. Böyle bir durumda, örneğin döviz üzerine yazılan bir opsiyon kontratında, opsiyon kontratının getirisi üzerine yazıldığı dövizin piyasadaki hareketine bağlı olacaktır.

Üçüncül Piyasa:
Tezgahüstü piyasalarda (OTC) yapılan işlemler, üçüncül piyasa işlemi olarak adlandırılır.
 
Vadeli İşlemler: Spot (iki iş günü) işlem tarihini aşan ileri bir tarihte teslimi söz konusu olacak bir kıymetin (döviz, faiz, mal) vadesi, miktarı ve fiyatının bugünden belirlenerek sözleşmeye bağlandığı işlemlerdir. Forward, future ve opsiyonlar bu tür işlemlere örnektir.

Vadeye Kadar Getiri (Effective Rate of Return):
Bir menkul kıymetin vadesine kadar tutulması sonucu elde edilecek getiriyi ifade eder. “Effective rate of return” olarak da adlandırılır.

Valör (Value Date): Üzerinde anlaşma sağlanan bir işlemin, fiilen yerine getirileceği örneğin, karşılıklı olarak hesaplara alacak ve borç kaydedileceği tarihtir. Benzer şekilde bir fonun, örneğin mevduatın sahibi tarafından fiilen kullanılabileceği tarihi ifade eder.

Value at Risk (VaR): Döviz, menkul kıymet ve benzeri yatırım araçlarının ya da bunlardan oluşan bir portföyün içerdiği piyasa riskinin ölçülmesi amacı ile kullanılan istatistiksel bir yöntemdir. Bu tür bir ölçümle, piyasa riski olarak adlandırılan, kur ve faiz riskinin yatırımın mevcut değerini çeşitli olasılık değerlerine ve süreye bağlı olarak ne ölçüde etkileyebileceği bulunmaya çalışılmaktadır. Diğer bir deyişle bir yatırımın, yatırım değeri cinsinden karşı karşıya olduğu riski ölçer. Örneğin 10.000.000 USD tutarında bir yatırım için 1.000.000 USD’ lik VaR değeri, belli bir dönemde, örneğin 1 haftada, bu yatırımın olasılık değerine, örneğin % 1 olasılık, bağlı olarak karşı karşıya olduğu risk’in parasal değerini ifade eder. Portföyde ortaya çıkabilecek kaybın tahminidir. Geçmiş veya örneğin opsiyon fiyatlarından ulaşılan “implied” volatilite üzerinden yapılan hesaplamalara dayanır. Dolayısıyla tahmin yöntemlerine ilişkin, geçmiş geleceği ne kadar tahmin eder gibi kısıtlar bu yöntem içinde geçerlidir. Yönteme ilişkin metodolojik, örneğin ölçüme konu olan değerin getirisinin normal dağıldığı varsayımı, kısıtlar da söz konusudur. Sermaye yeterliliklerinde, sermayenin piyasa koşulları nedeniyle risk altında olan kısmı ile ilgili olarak, BIS tarafından bankaların uyması gereken bir ölçüt olarak da kullanımı mevcuttur.

Verim Eğrisi (Yield Curve):
Belli bir anda bir yatırım aracının çeşitli vadeleri ile bu vadelerdeki getirileri arasındaki ilişkinin grafiksel ifadesidir. Dikey eksende verim (yield), yatay eksende ise vadeler yer alır. Pozitif eğimli (normal) verim eğrisi, negatif eğimli (inverted) verim eğrisi, düz verim eğrisi ve orta vadelerde yüksek verimi ifade eden (bell shape) verim eğrileri olarak sınıflandırılırlar. Eğrinin zaman içindeki hareketleri; dikleşmesi, “steeping” (pozitif eğimli bir eğri söz konusu ise eğrinin orijine uzak kısmının yükselmesi, yakın kısmının düşmesi, eğimin artması), düzleşmesi, “flattening” (pozitif eğimli verim eğrilerinde orijine uzak kısmın düşmesi, yakın kısmın yükselmesi, eğimin azalması) ve eğrinin şeklinin değişmeden yukarı aşağı hareket etmesi, “paralel shift” olarak adlandırılır. Eğrinin eğiminin artması, uzun vadede faizlerin (enflasyonun) yükseleceği beklentisini yansıtır. Eğimin azalması, diğer bir deyişle pozitif eğimli bir verim eğrisinin düzleşmesi (orijine yakın tarafın yükselip, uzak tarafın düşmesi) ise, yatırımcıların ileride faizlerin düşeceği beklentisi ile mevcut faiz oranlarından daha uzun süre faydalanmak için uzun vadeye yönelmelerini, dolayısıyla artan talep ile bu vadede verimin düşmesini, fon talep edenlerin de ileride daha düşük faiz oranlarından borçlanma imkanı doğacağı beklentisi ile kısa vadeyi tercih etmelerini, dolayısıyla arz fazlası nedeniyle verimin artmasını ifade eder.

Volatilite (Volatility): Bir kıymetin fiyatındaki değişkenliğin ifadesidir. Çoğunlukla standart sapma ile ölçülür. Yüksek bir volatilite artan bir belirsizliğin göstergesidir.
 
Açik piyasa islemleri:
Merkez Bankasi tarafindan para politikasinin bir araci olarak piyasadaki Hazine kagitlari veya diger kagitlarin alinip satilmasi islemi. Merkez Bankasi bu yolla para arzini daraltip genileterek para politikasini uygular.
Açik pozisyon:
Bir bankanin varliklariyla yükümlükleri arasinda ortaya çikan para birimi uyusmazligi. Örnegin bir bankanin toplam yükümlülükleri 1 milyar dolar ve 5 katrilyon lira buna karsilik varliklari 500 milyon dolar ve 8 katrilyon lira ise burada herhangibir açik yok gibi görünmekle birlikte dolar yükümlülükleriyle dolar varliklari arasinda açik pozisyon olusmustur. Devalüasyon halinde bu banka dolar yükümlülüklerini karsilayamayacak duruma düsebilir.
Altin standardi:
Paranin degerinin belirli agirlikta altin degerine baglandigi parasal sistem.
Arz yönlü ekonomi yaklasimi:
Ekonominin gelisimini üretim tarafinda görerek üretimin artirilmasi için vergi indirimleri, deregülasyon, liberalizasyonu savunan yaklasim.
Bankacilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK):
Bankalara iliskin mevzuat düzenlemelerini yapmak ve onlari denetlemektle sorumlu bagimsiz kurul.
Bankalara iliskin mevzuat:
Devlet tarafindan yetki verilmis organlarca bankalarin kurulus ve çalismalarini düzenlenmek ve denetlemek üzere çikarilan yasa, yönetmelik ve tebligler bütünü.
Beklenen enflasyon orani:
Kamu oyunun gelecege iliskin olarak bekledigi enflasyon orani.
Bilimsel Kanun:
Neden - sonuç iliskileri üzerine kurulmus bulunan hipotezlerin deney ya da gözlemlerle kanitlanamadigi ya da reddedilemedigi zaman aldigi isim.
Borcun sermayeye katilmasi (borç - sermaye swapi):
Borç verenin alacagina karsilik kendisine ilgili ülkenin bir kurumunun hisse senedinin verilmesi hali.
Borç servisi:
Borçlarin anapara ve faizlerinin alacaklilara ödenmesi.
+ Sayfa Basina Dönüs +
Borç verilebilir fonlar piyasasi:
Finansman fazlasi olup da bunu piayasaya arz edenlerle finansman açigini borçlanarak karsilamak isteyenlerin bulustugu piyasa.
Bütçe kanunu:
Bir devletin belirli bir dönem (genellikle bir yil) gelir ve gider tahminlerini gösteren, gelirlerin toplanmasina ve giderlerin yapilmasina izin ve yetki veren kanun.
Bütçe avansi:
Bir kamu giderinin yapilabilmesi için bütçeye gider yazilmaksizin verilen nakit tutar. Örnegin bir müteahhidin kazandigi ihaleye baslayabilmesi için kendisine avans verilir. Bu avansin karsiligi olan is yapilip da harcama belgeleri getirildiginde bütçeye gider yazilarak avans kapatilir.
Bütçe dengesi:
Bütçenin gelirleriyle giderlari arasindaki denge.
Bütçe dengesi tanimlari
Denk bütçe:
Bütçe gelirleri = Bütçe giderleri
Bütçe açigi:
Bütçe gelirleri < Bütçe giderleri
Bütçe fazlasi:
Bütçe gelirleri > Bütçe giderleri
Bütçe disi fonlar:
Özel gelir tahsis edilmek suretiyle olusturulan ve gelir ve giderleri bütçe disinda yönetilen idareler.
Bütçe emaneti:
Bütçeye gider yazildigi halde sahibinin basvurmamasi, gerekli nakdin bulunmamasi veya baska nedenlerle nakden ödemenin yapilamamsi halignde emanete alinan tutarlar.
Cari islemler dengesi:
Bir ülkenin toplam mal ve hizmet ihracati ve transferlerinin bunlarin toplam ithalatiyla olan farki. Cari islemler dengesi hesaplamasinda finansal varlik ve yükümlülükler hesaba katilmaz.
Çekirdek enflasyon:
Fiyat endekslerinde agirligi çok, mevsimlik hareketlerden etkilenmesi az olan belirli kategorilerin olusturdugu alt endekse çekirdek (core) enflasyon adi verilir. Türkiye'de çekirdek enflasyon olarak yukarida sayilan özelliklere en fazla uyan (TEFE içinde, imalat sanayii alt kalemi içinde yer alan) özel imalat sanayii alt endeksi esas alinmaktadir.
Dayanikli tüketim mali:
Göreli olarak uzun ömürlü olan mallar (buzdolabi, çamasir makinasi gibi beyaz esya ya da televizyon ve video gibi kahverengi esya).
+ Sayfa Basina Dönüs +
Deflasyon:
Fiyatlar genel düzeyinde düsüs.
Degisim denklemi:
M V = P Q
M: Para arzi
V: Paranin dolanim hizi
P: Fiyatlar genel düzeyi
Q: Ekonomide belirli bir dönemde üretilen mal ve hizmetlerin miktari
Degisken faiz:
Bir borcun faizinin, borcun ömrü süresince piyasadaki degisimlere paralel olarak degisme göstermesi hali.
Degistirme:
Mevcut bir borcun faizinin degistirilmesi.
Denge hali:
Karsilikli güçlerin birbirine üstünlük saglayamamasi nedeniyle degismeyen duragan hal.
Depresyon:
GSMH'nin önemli oranda küçülmesine yol açan ekonomik faaliyetlerde gerileme yaratan ekonomik denge bozuklugu hali.
Devalüasyon:
Bir ülkenin ulusal parasinin yabanci ülkelerin ulusal paralarina karsi olan degisim degerinin (parite) düsürülmesi islemi.
Devlet Planlama Teskilati:
Türkiye'de planli ekonomiye geçildikten sonra yillik ve bes yillik planlari hazirlayip izlemekle görevli olmak üzere kurulan Basbakanliga bagli Müstesarlik.
Devlet tahvili:
Türk Hazinesinin çikardigi vadesi bir yil ve daha uzun olan borçlanma senetleri
Dissal ekonomik soklar:
Ekonominin disindan gelen beklenmeyen olaylarin yarattigi etkiler. 11 Eylül olayi, körfez krizi gibi.
Disticaret dengesi:
Ödemeler dengesinin mal ve hizmet ihracat ve ithalatini parasal deger cinsinden gösteren bölümü. Ihracat = Ithalat ise disticaret denkligi; Ihracat > Ithalat ise disticaret fazlasi; Ihracat < Ithalat ise disticaret açigi söz konusu demektir.
Dogrudan finansman:
Finansman açigi olan (borçlanici) ile finansman fazlasi olanin (borç veren) herhangibir araci kullanmaksizin karsilikli olarak bor - alacak iliskisini kurmasi hali.
+ Sayfa Basina Dönüs +
Dolayli finansman:
Finansman açigi olan (borçlanici) ile finansman fazlasi olanin (borç veren) birbirlerini tanimadan bir araci krum araciligiyla borç alacak iliskisinin kurulmasi hali.
Döner sermayeli kuruluslar:
Genel ya da katma bütçelerden tahsis edilen bir baslangiç ödenegini sermaye olarak kullanmak suretiyle her yil elde ettigig karin bir bölümünü sermayesine ekleyerek iktisadi isletme mantigiyla çalisan kuruluslar. En yaygin olanlari üniversite hastanelerinin döner sermayeleridir.
Döviz çapasi (nominal anchor):
Sabit döviz kuru uygulamasinda belirlenen parite.
Döviz kuru:
Bir ülkenin ulusal parasinin fiyatinin bir baska ülkenin ulusal parasi cinsinden ifadesi. Iki tür döviz kuru vardir: (1) Nominal döviz kuru, iki ülkenin paralarinin karsilikli göreli fiyatidir. (2) Reel döviz kuru, iki ülkenin mallarinin karsilikli göreli fiyatidir.
E = e (P/P*)
Burada E reel döviz kurunu; e nominal döviz kurunu; P yerli malin fiyatini; P* yabanci malin fiyatini gösterir.
Dövize hücum (currency attack):
Herhangibir kriz nedeniyle kisilerin ulusal parayi yabanci paralarla degistirmeye yönelmeleri. Bu durum ancak sermaye hareketlerinin serbest oldugu ülkelerde söz konusu olur.
Dünya Bankasi:
Gelismekte olan ülkelerin kamu kuruluslarina proje kredisi veya program kredisi biçiminde destek veren uluslararasi kurum. 2002 itibariyle 183 üyesi olan Dünya Bankasi ABD'nin baskenti Washington D.C.'de bulunmaktadir.
Dünya Ticaret Örgütü (WTO):
Ülkeler arasi ticaret akimlarinin mümkün oldugunca öngörülebilir, serbest ve olagan olabilmesi için gereken çetçeveyi olusturmak ve kurallari koymak ve uygulamak amaciyla kurulmus uluslararsi bir kurum.
 
Bu makalede IMF&#8217;nin yapisini, çalisma biçimini, destek türlerini ayrintilariyla ele alirken bir yandan da Türkiye ile olan
iliskilere deginecegiz. Türkiye ile ilgili konulari sonda ele almak yerine, izleme kolayligi saglamak için, ilgili bölümün içine
koyu renk zeminle koymayi tercih ettim.

IMF&#8217;nin Kurulusunun Temel Nedenleri

1929 Dünya ekonomik Bunalimi kapitalist sistemin karsilastigi en büyük bunalimdir. Milyonlarca insan isini kaybetmis,
ülkelerin milli gelirleri gerilemis, ekonomiler küçülmüs, karsilikli ticaret büyük ölçüde sekteye ugramistir. Pek çok ülke altin
ve döviz rezervlerini koruyabilmek için ithalat kisitlamalarina ve paralarini devalüe etmeye yönelmislerdir. Bazi ülkeler
yabanci parayla islem yapilmasini yasaklamaya baslamislardir. Sonuçta uluslararasi ticaret hizla daralmis, istihdam ve
yasam standartlari düsmeye baslamistir.

Dünya ekonomisinin bu büyük bunalimdan çikisi büyük ölçüde Ingiliz iktisatçi John Maynard Keynes&#8217;in formüle ettigi devlet
müdahaleleri yoluyla olmustur. Keynes 1936 yilinda yayimladigi Istihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi adli kitabinda,
sonradan Keynesyen ekonomi ya da karma ekonomi adiyla anilacak olan devlet müdahalelerinin formülünü ortaya
koymustur. Deflasyonist bir gelismeden depresyona geçen kapitalist dünya ülkeleri ekonomiye devlet müdahalesi yapmak
suretiyle ekonomilerini canlandirmistir.

Canlanmanin ilk sonuçlarinin alinmaya baslandigi siralarda II. Dünya Savasi çikmistir. Savasin çikisi büyük ölçüde
Almanya&#8217;nin ekonomik bunalimdan gördügü zararin nedenlerine dayalidir. Savasin sonlarina dogru dünya kapitalizminin
karsilasacagi bu tür bunalimlari daha kolay atlatabilmek için uluslararasi bir isbirligine gitmenin ve bunu
kurumsallastirmanin gerekli oldugu anlasilmistir. Bu çerçevede üç uluslararsi kurum tasarlanmistir. Ilki bir para fonu, ikincisi
Avrupa&#8217;nin savas sonrasinda yeniden imarini gerçeklestirecek bir banka ve üçüncüsü de dünya ticaretinin bu gibi durumlarda
daralmasini önleyecek bir ticari isbirligini saglyacak olan dünya ticaret örgütü. Her üç kurumun tasarlanmasinin temel
dayanagi dünya ticaretinin gelistirilmesidir. Kapitalizmin temel önermelerinden birisi uluslararasi ticaretin uluslararasi refahi
artiracagi önermesidir.

Para fonu, geçici ödemeler dengesi sikintilari çeken ülkelerin bu sikintilar nedeniyle ithalat kisitlamalarina gitmemelerinin
saglanmasi için destek vermek üzere tasarlanmistir. Dis denge kriziyle karsilasan ülkelerin ilk basvurduklari yol ya miktar
kisitlamalari ya da tarifeler (gümrük vergileri ve benzerleri) yoluyla ithalat kisitlamasina gitmektir. Bu yolla dis ticaret
açiklarini ve dolayisiyla cari denge sorunlarini çözmeye çalisirlar. Oysa bir ya da bir kaç ülkenin bu sekilde ithalat
kisitlamasina gitmesi diger ülkelerde de benzeri uygulamalarin zincirleme olarak yürürlüge sokulmasina yol açarak dünya
ticaret hacminin daralmasina neden olur. Bu gelisme ise uluslararasi refahi düsürür. O helde bu tür ödemeler dengesi
sikintisina giren ülkelere kurulacak bir para fonu araciligiyla destek saglanirsa dünya ticaretinde daralma olusmasinin ve
dolayisiyla uluslararasi refahin gerilemesinin önüne geçilmis olur.

II. Dünya Savasi, Avrupa ülkelerinde büyük yikintilara yol açmistir. O nedenle tasarlanan Dünya Bankasi ilk asamada
Avrupa&#8217;nin yeniden imari için kredi vermek üzere düsünülmüstür. O nedenle de adi Uluslararasi Yeniden Yapilanma ve
Kalkinma Bankasi (International Bank of Reconstruction and Development &#8211; IBRD) olarak konulmustur. Avrupa&#8217;nin yeniden
yapilanmasi saglanamdigi takdirde kapitalizmin canlanmasi ve uluslararasi ticaretin yeniden düzene girmesi beklenemzdi. O
nedenle de ABD savas sonrasinda Avrupa ülkelerine Marshall Yardimi adi altinda önemli miktarda yardimda bulunmustur.

Tasarlanan üçüncü kurum dünya ticaret örgütüdür. Ya da o zaman Ingiltere ve onun temsilcisi Keynes tarafindan önerilen
adiyla Uluslararasi Ticaret Örgütü (International Trade Organisation - ITO).

Böylece Para Fonu ödemeler dengesi sikintilarini çözmek ve dolayisiyla ithalat kisitlamalarini önlemek; Dünya Bankasi
Avrupa&#8217;li ülkelerin savastan kaynaklanan sikintilarini çözmek ve onlarin dünya ticaretinde etkin rol almasini saglamak;
Uluslararasi Ticaret Örgütü de uluslararasi ticarette standart kurallari gelistirerek ticaretin kurallarini belirlemek ve keyfi
uygulamalari önlemek üzere kurulmak üzere planlanmistir.

Bretton Woods&#8217;da Keynes ve White Planlari

Bu düsünceleri tartismak ve bir sonuca baglamak üzere ABD&#8217;nin New Hampshire eyaletinin Bretton Woods kentinde 1 &#8211; 22
Temmuz 1944 tarihleri arasinda Birlesmis Milletler Para ve Finans Konferansi düzenlendi. Bu konferansta 45 ülkenin
temsilcileri bir araya gelerek yukarida deginilen konulardaki iki tasari üzerinde tartislmalar yaptilar. Tasarilardan ilki Keynes
Plani, ikincisi de White Plani idi.

John Maynard Keynes&#8217;in hazirladigi Ingiltere Planina göre yukarida degindigimiz üç kurum da mevcuttu. Yalniz Keynes
Plani&#8217;nda Para Fonu bugünkü Dünya Bankasi, Dünya Bankasi da bugünkü IMF gibi düsünülmüstü. Bir çesit kliring merkezi
(clearing house) konumunda olacakti. Keynes&#8217;e göre Dünya Bankasi, bütün ülke Merkez Bankalarinin üstünde bir
uluslararasi Merkez Bankasi konumunda olacak ve bancor adli bir rezerv yaratabilecekti.

ABD Hazine Bakani Harry Dexter White&#8217;in adini tasiyan White Plani&#8217;nda ise bugünkü görünüm vardi. White Plani&#8217;nda
Uluslarasi Ticaret Örgütü&#8217;nün kurulmasi öngörülmüyor, uluslarasi ticaretin bir örgüt eliyle degil konferanslar yoluyla ele
alinmasinin daha uygun olacagi savunuluyordu. Planda ayrica Keynes&#8217;in önerdigi bancor gibi bir uluslararasi rezerv
yaratilmasina da yer yoktu.

Bretton Woods Konferansi&#8217;ndaki tartismalar sonucunda White Plani kabul edildi. Böylece IMF ve Dünya Bankasi kurulmus
oldu. Uluslarasi Ticaret Örgütü kurulmadi ve onun yerine GATT düzenine geçilmesi öngörüldü.

Yillar sonra 1969&#8217;da SDR adli bir uluslararasi rezervin IMF tarafindan yaratilmasi benimsendi. Böylece Keynes&#8217;in 25 yil önce
öne sürdügü bancor yerine bir baska adla bir uluslararasi rezerv sistemine geçilmis oldu. Yine yillar sonra 1995&#8217;de Dünya
Ticaret Örgütü (WTO) kuruldu. Böylece de Keynes&#8217;in 50 yil önce ortaya attigi uluslararasi ticaret örgütü de kurulmus oldu.
Özetle Bretton Woods&#8217;da kabul edilen White Plani yillar sonra Keynes Plani&#8217;yla yenilenmis oldu.

IMF&#8217;nin Kurulusu

IMF, Bretton Woods Konferansi&#8217;nda kabul edilen esaslar üzerine 45 ülke (Avustralya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Kanada,
Sili, Çin, Kolombiya, Kosta Rika, Küba, Çekoslovakya, Danimarka, Dominik Cumhuriyeti, Ekvator, El Salvador, Misir,
Habesistan, Fransa, Yunanistan, Guatemala, Haiti, Honduras, Izlanda, Hindistan, Iran, Irak, Liberya, Lüksemburg, Meksika,
Hollanda, Yeni Zelanda, Nikaragua, Norveç, Panama, Paraguay, Peru, Filipinler, Polonya, Güney Afrika, SSCB, Ingiltere,
ABD, Uruguay, Venezuella, Yugoslavya) arasinda 29&#8217;u sözlesmeyi imzaladiklari 27 Aralik 1945&#8217;de kurulmus ve 1 Mart
1947&#8217;de finansal operasyonlarina baslamistir.

Bretton Woods Konferansi&#8217;na katilmayan Türkiye, IMF&#8217;ye kurucu üye olarak katilmamistir. Misir, Iran, Irak, Habesistan gibi
ülkelerin kurucu olarak katildigi IMF&#8217;ye Türkiye&#8217;nin kurucu olarak katilmamasi dikkat çekici bir olgudur. Türkiye&#8217;nin IMF&#8217;ye
katilmasi iki yil sonra 1947&#8217;de yilinda olmustur. Yani ilginç bir biçimde IMF&#8217;nin finansal operasyonlarina basladigi yil.


IMF&#8217;nin ilk kurulusunda 45 ülkenin 44&#8217;ü kotalarini taahhüt etmisler, Danimarka sonradan kotasinin onaylanmasi üzerine
katilmistir. 44 ülkenin yaptigi katkilarla ortaya çikan ilk toplam IMF kotasi 8.8 milyar dolardir. Ilk kotalarda en yüksek 1o pay
su ülkelere aittir (milyon dolar olarak): ABD 2,750; Ingiltere 1,300; SSCB 1,200; Çin 550; Fransa 450; Hindistan 400;
Kanada 300; Hollanda 275; Belçika 225; Avustralya 200.

Bu dagilim zaman içinde kota artirimlari yapildikça degisecektir. IMF kotalarindaki degisim ayni zamanda ülkelerin
ekonomik güçlerinin dünya ekonomisi içindeki degisiminin de bir göstergesidir.

Keynes, IMF&#8217;nin merkezinin New York&#8217;da olmasini önermisti. Bundan amaci IMF&#8217;nin Washington&#8217;da kurulmasi halinde ABD
yönetiminin ve Hazine&#8217;sinin etkisi altinda kalacagi endisesiydi. Bu öneriye ve uyariya karsin Amerikalilar IMF&#8217;nin
Washington&#8217;da kurulmasinda israrli oldular ve IMF, Washington&#8217;da kuruldu.

Yillar sonra, Sovyetler Birligi dagilip da ABD tek süper güç olarak kalinca IMF üzerindeki baskisini giderek artirdi ve IMF,
ABD Hazinesi&#8217;nin dediklerini yapan bir kurum haline geldi. 1990&#8217;larin ikinci yarisindan itibaren ABD Hazinesi&#8217;nin IMF
yönetimi üzerindeki baskisi en üst düzeye çikti. Amerikan Kongresi&#8217;nin, her kota artirimindaki baskisiyla Amerikan Hazinesi
IMF&#8217;de ipleri iyiden iyiye eline aldi ve IMF giderek Amerikan Yönetiminin bir departmani haline geldi. Yani Keynes&#8217;in yillar
önce yaptigi uyarilarin tamami dogru çikti.

IMF&#8217;nin Amerikan yönetiminin bir departmani haline gelisinin en açik örnegini Türkiye&#8217;den verebiliriz. Türkiye, 2000 yilina
baslarken IMF ile 18. Stand by[1] düzenlemesine girmisti. Bu düzenlemenin öngördügü programi uygularken Kasim 2000&#8217;de
bir krize girdi. Hemen arkasindan IMF&#8217;den alinan Ek Rezerv Kolayligi Destegi (SRF) ile yoluna devam etti. Bu kez 2001
Subat ayinda bir krizle karsilasti ve IMF Türkiye&#8217;ye dalgali kura geçmesi kaydiyla yeniden destek verdi. 2001 yilinin Eylül
ayina gelindiginde IMF, Türkiye&#8217;yi agir bir dille elestiriyor ve gereken reformlari yapmadigi için stand by düzenlemesinin son
iki taksidini
Türkiye&#8217;nin stratejik önemi ortaya çikti. ABD birden Türkiye&#8217;ye yönelik elestirileri bir kenara birakarak Türkiye&#8217;yi övmeye
basladi. Hemen ardindan IMF&#8217;nin Türkiye&#8217;ye yaklasimi degismeye ve o güne kadar sert biçimde elestirilen Türkiye, üzerine
düsenleri yapan bir ekonomi olarak lanse edilmeye baslandi. Bu yaklasimin ardindan da Türkiye ile 19. Stand by
düzenlemesi yapildi ve Türkiye&#8217;ye yönelik destek musluklari açildi. IMF, bagimsizligini tümüyle yitirmis ve Amerikan
Yönetiminin bir departmani haline gelmisti. Bütün dünyadaki Merkez Bankalarinin bagimsiz olmasi gerektigini savunan IMF,
ne yazik ki artik kendisi bagimsiz degildi. Keynes bir kez daha hakli çikmisti.


IMF&#8217;nin Kurulus Amaçlari ve Gelismeler

IMF&#8217;nin kurulus amaci Anasözlesmede söyle belirlenmektedir: &#8220;Uluslararasi parasal isbirliginin gelistirilmesini saglamak;
uluslararasi ticaretin dengeli bir seklide gelismesine yardimci olmak; çok tarafli ödemeler sisteminin kurulmasina destek
olmak; ödemeler dengesi sikintisi çeken üye ülkelere gerekli geri dönüs önlemlerini almak kaydiyla yeteri kadar maddi
destekte bulunmak; üye ülkelerin ödemeler dengesi sorunlarinin derecesini ve süresini düsürmek.&#8221;

Anasözlesmedeki düzenlemeye bakilinca tanimlanan amaçlarin Bretton Woods Konferansi&#8217;nin amaçlarinin bir yansimasi
oldugu açikça ortaya çikmaktadir. Altin para standardinin dünyaya egemen oldugu dönemlerde ve sonrasinda altina
dönüstürülebilir dolar sisteminin yürürlükte kaldigi 1970&#8217;lere kadarki dönemde IMF&#8217;nin amaci pek bir degisim göstermeden
kalmistir. Yani üye ülkelerin karsilastigi ödemeler dengesi sorunlarinin çözümü için üye ülkelere kotalari oraninda katki
saglamak. 1970&#8217;lerin basinda dolarin altinla iliskisi kesildikten sonra IMF&#8217;nin amaçlarinda yavas yavas bir degisim süreci
içine girildi.

IMF Anasözlesmesi zaman içinde bazi degisikliklere ugradi. Bunlar: 1969; 1978 ve 1992&#8217;de yapilan degisikliklerdir.

Üyelik

Her ülke IMF&#8217;ye üye olabilir. Bunun için IMF Anasözlesmesini kendi parlamentosunda onaylayarak uluslararasi anlasma
haline getirmesi ve kendisine düsen kotayi IMF&#8217;ye ödemesi (ya da ödenecek bölümünü ödeyip kalanini taahhüt etmesi
gereklidir.)

Ilk kurulusunda 45 üyesi bulunan IMF&#8217;nin zaman içinde üye sayisi artmaya basladi. Özellikle Sovyetler Birligi&#8217;nin
dagilisindan sonra üye sayisinda büyük artis oldu. 2002 itibariye üye sayisi 183 ülkedir. Üye ülkeler, kpotalari ve oygüçleri
makalenin sonuna ekli tabloda gösterilmektedir.

Ülkeler IMF&#8217;ye iki türden birinde üye olurlar. Eger sermaye hareketlerinde bir kisitlama söz konusuysa IMF
Anasözlesmesinin 4. Maddesi statüsünde üye konumundadirlar. Eger sermaye hareketlerini serbest birakmislarsa o zaman
IMF Anasözlesmesinin 8. Maddesi statüsünde üye konumundadirlar. IMF&#8217;nin temel hedeflerinden birisi üyelerinin 8. Madde
statüsünde bulusmalarini yani sermaye hareketlerinin serbest oldugu bir konumda olmalarini saglamaktir..

11 Kasim 1947&#8217;de IMF&#8217;ye Anasözlesmenin 4. Maddesi çerçevesinde, yani kambiyo kisitlamalari uygulayan ülke konumunda
üye olan Türkiye, bugün IMF anasözlesmesinin 8. maddesi statüsünde, yani sermaye hareketlerini serbest birakmis ülke
statüsünde üye durumunda bulunuyor. Türkiye, bu statüye Türk parasi kiymetini koruma hakkinda 32 sayili karari yürürlüge
soktuktan sonra geçti. Türkiye&#8217;nin statü degisikligi 3 Nisan 1990&#8217;da IMF tarafindan dünyaya duyuruldu.

Türkiye&#8217;nin IMF&#8217;deki durumu Subat 2002 itibariyle söyledir:

Kotalar

Kota, IMF açisindan bir çesit sermayedir. Yani eger IMF bir anonim sirket olsaydi sermayesi olacak ve bu sermaye
hissedarlara hisseleri oraninda bölünmüs olacakti. Dolayisiyla her ülkenin IMF&#8217;deki kotasi o ülkenin IMF&#8217;deki ortaklik payini
temsil eder.

2002 yili itibariyle IMF&#8217;nin kotalari toplami 212.4 milyar SDR, yani yaklasik olarak 290 milyar dolardir. Yüzde 45 oraninda
kota artisina olanak saglayan 11. genel kota artisi öncesinde (22 Ocak 1999&#8217;a kadar) genel kota toplami 146 milyar SDR
yani yaklasik 200 milyar dolardi.

Bir ülkenin IMF&#8217;de ne kadar kotasi olacagi o ülkenin geçmis bes yildaki ekonomik performansini ölçen bir formülle
hesaplanir. Bu formülde üye ülkenin geçmis bes yildaki ekonomik büyüme performansi, dis ticaret hacmindeki gelismeler
gibi göstergeler hesaba katilir.

Kotalar bir ülkenin IMF&#8217;deki oygücünü belirlemekten öteye o ülkenin ihtiyaç halinde IMF desteklerinden yararlanma limitlerini
de belirler.

Türkiye&#8217;nin IMF&#8217;deki kotasi 964 milyon SDR&#8217;dir. Türkiye&#8217;nin IMF&#8217;deki kotasini bazi ülkelerin kotasiyla karsilastirabilmek için
asagida bazi ülkelerin kotalarina yer veriyoruz.

Kota &#8211; Oygücü Iliskisi

IMF üyesi her ülkenin IMF&#8217;deki kotasinin her 100,000 SDR&#8217;lik bölümü o ülkeye bir adet oy saglar. Buna kolaylik saglamak
için &#8220;degisken oy sayisi&#8221; adini verelim. X ülkesinin IMF&#8217;de 1 milyar SDR tutarinda kotasi varsa bu ülkenin degisken oy sayisi
(1,000,000,000 / 100,000 = ) 1 milyon adet olarak hesaplanir. Buna ek olarak IMF üyesi her ülkenin 250 adet sabit oyu
vardir (IMF dilinde buna basic votes adi veriliyor.) O halde X ülkesinin oy sayisini söylece hesaplayabiliriz:

Degisken oy sayisi: 10,000

Sabit oy sayisi: 250

Toplam oy sayisi 10,250

Simdi de IMF&#8217;deki toplam oy sayisini hesaplayalim. IMF&#8217;de 183 üye bulunduguna göre üye ülkelerin toplam sabit oy sayisi
(183 x 250 =) 45,750 adet olarak bulunabilir. IMF&#8217;de kotalar toplami 212 milyar dolar olduguna göre de toplam degisken oy
sayisi (212,000,000,000 /100,000 =) 2,120,000 olarak bulunabilir. Buna göre IMF&#8217;deki toplam oy sayisi söyle bulunabilir:

Toplam degisken oy sayisi: 2,120,000

Toplam sabit oy sayisi: 45,750

Toplam oy sayisi: 2,165,750

X ülkesinin IMF&#8217;deki oy gücünü hesaplayabilmek için X ülkesinin toplam oy sayisini IMF toplam oy sayisina bölmek ve 100
ile çarpmak gerekir:

(X ülkesinin toplam oy sayisi / IMF&#8217;deki toplam oy sayisi) x 100 = X ülkesinin IMF&#8217;deki oygücü (%)

(10,250 / 2,165,750) x 100 = % 0.47

Yani X Ülkesinin IMF&#8217;deki oygücü binde 47&#8217;dir.

Türkiye&#8217;nin IMF&#8217;deki kotasi 964 milyon SDR&#8217;dir. Buna göre degisken kotasi söyle hesaplanabilir:

Türkiye&#8217;nin degisken oy sayisi = Türkiye&#8217;nin kotasi / 100,000 SDR

Türkiye&#8217;nin degisken oy sayisi = 964,000,000 / 100,000 = 9,640

Buna Türkiye&#8217;nin 250 adetlik sabit oy sayisini da eklersek Türkiye&#8217;nin IMF&#8217;deki toplam oy sayisini (9,640 + 250 =) 9,890
olarak bulmus oluruz. Bunu IMF&#8217;deki toplam oy sayisina böler ve 100 ile çarparsak Türkiye&#8217;nin IMF&#8217;deki oygücünü bulmus
oluruz:

Türkiye&#8217;nin oygücü = (9,890 / 2,165,750 =) % 0.46

Yani Türkiye&#8217;nin IMF&#8217;deki oygücü binde 46&#8217;dir.


IMF&#8217;nin Organizasyon Sekli

Anonim sirketlerdeki paysahipleri genel kurulunun görevini yapan bir Guvernörler Kurulu, yine anonim sirketlerdeki yönetim
kurulunun görevlerini yapan bir Icra Direktörleri Kurulu. Ayrica uluslararasi parasal ve ekonomik konularin tartisilip
görüsüldügü bir Parasal ve Finansal Isler Kurulu. Icra Direktörleri Kurulu kararlarini uygulamaktan sorumlu bir Baskan
(managing director) ve IMF personeli.

Guvernörler Kurulu: Her üye ülkenin ekonomi ve/veya maliye bakani ya da üst düzey bir bürokrati (çogunlukla Merkez
Bankasi baskani) bu kurulda guvernör olarak görev yapar ve ülkesi adina oy kullanir. IMF&#8217;nin 183 üyesi bulunduguna göre
183 adet Guvernörü vardir. Guvernörlerin oy hakki ülkelerinin oygücüyle sinirlidir. Ülkelerin oygüçleri Ek 1&#8217;deki listede
görülmektedir.

Icra Direktörü Sayisi: 5 adedi atanmis (ABD, Almanya, Japonya, Fransa, Ingiltere) ve 19&#8217;u da seçilmis olmak üzere
toplam 24 kisi. Atanmis üyeler yalnizca kendi ülkelerini temsil ederler. Seçilmis üyeler ise bir grubu (constituency) temsil
ederler. Yalnizca kendi ülkesini temsil eden üç seçilmis üye vardir: Suudi Arabistan, Rusya ve Çin.

24 kisilik Icra Direktörleri Kurulu&#8217;ndaki 5 adet atanmis ve 3 adet yalnizca bir ülkeden seçilmis 8 icra direktörü bir kenara
birakilirsa kalan 16 icra direktörünün temsil ettigi ülkeler 16 grupta toplanmis demektir.

Türkiye, Belçika, Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Belarus, Slovenya, Slovak Cumhuriyeti, Lüksemburg ve
Kazakistan ile ayni grupta yer almaktadir. Grubun en yüksek oygücüne sahip olan Belçika Icra Direktörlügünü yapmakta
Türkiye, bu grubun Icra Direktörlügü ofisinde bir Icra Direktörü Danismani ve bir de Teknik Asistan bulundurmaktadir.


Hesap Birimi - SDR

SDR (special drawing rights &#8211; özel çekme hakki) hem IMF&#8217;nin hesap birimi hem de bir çesit ek rezervdir. Rezrv olarak
niteligini tanimlamak için buna kagit altin adi verilmektedir.

ABD Dolari, Euro, Ingiliz Pound&#8217;u ve Japon Yeni&#8217;nin belirli agirliklarla biraraya getirildigi bir sepet olan SDR&#8217;in hesap birimi
olarak 2002 basi itibariyle degeri 1 SDR = 1.26 Dolardir.

Üye Ülkelerde Gözetim ve Konsültasyon

IMF, her üye ülkede ekonomik durum izlemesi ve konsültasyonlari yapar. Bunlar: Anasözlesmesinin 4. maddesi geregince
yilda bir kez yapilan konsültasyon; Dünya Ekonomik Görünümü raporu (World Economic Outlook) için yilda iki kez yapilan
WEO çalismasi; fon kaynaklarini kullanmaksizin IMF yakin gözetiminde olmayi kabul eden üye ülkeler için yilda bir kaç
kez yapilan uyarici düzenlemeler, genisletilmis gözetim ve program gözetimi. Bunlarin tümü genel olarak IMF&#8217;nin
gözetimi (surveillance) adini alir.

IMF&#8217;nin üye ülkelerde yilda bir kez gözetim yapmasinin temel nedeni ortaya çikabilecek riskleri önceden saptamak ve ona
göre önlemler alinip alinmadigini yakindan incelemektir. Eger bu tür risk belirtileri saptanmissa o zaman üye ülke ile birlikte
bunlarin nasil asilacagi üzerinde ortaka çailsmalar yapilir.

IMF yilda iki kez Dünya Ekonomik Görünümü Raporu yayinlar. Bunlarin ilki ara toplanti dönemi olan Nisan ayinda; ikincisi
de IMF Yillik Genel Kurul Toplantisinin hemen öncesinde yayinlanir. Bu rapora üye üllere ve dünya ekonomisine iliskin
ayrintili istatistikler ve degerlendirmeler yer alir. IMF, bu istatistiklerin büyük bölümünü üye ülkelerin kendisine düzenli olarak
gönderdigi istatistiklerden derler. Bunun yani sira üye ülkelere dogrudan giderek verilerin derlenmesi ve sagliginin denetimini
yaptigi da olur. Bazi ülkelerin bu verileri zamaninda ve saglikli olarak derlemesi söz konusu olamadigi için oralarda
derlemeyi bazen dogrudan IMF uzmanlari yaparlar. Ülkelerin yolladigi verilerle yetinilmesi durumunda bile IMF uzmanlari bir
kaç yilda bir o ülkelere giderek verilerin sagligini denetlerler.

Konsültasyonlar, IMF&#8217;den stand by ya da baska bir düzenleme altinda destek gören ülkelerde yapilir. Yilda iki kez ya da
geregine göre daha çok sayida olmak üzere IMF uzmanlari ilgili ülkeye giderek bütün verileri ve ekonominin gidisini
denetlerler. Destek 3 ayda bir taksitler halinde ödendigi için genelllikle yilda 4 kez ziyaret yapilir. Konsültasyonlarda IMF
uzmanlari üye ülkenin destek alirken girdigi stand by ya da diger düzenlemede ve onun ekini olusturan niyet mektubunda
yer alan performans kriterlerine uyup uymadigini, programin hedeflendigi biçimde gelisip gelismedigini denetlerler. Eger
sonuçlar beklendigi gibi çikmis ve performans kriterlerine uyulmussa bir sonraki taksitin serbest birakilmasini IMF Icra
Direktörleri Kurulu&#8217;na bir raporla önerirler. Bu rapor iki bölümdür. Metin bölümünde (4. Madde Konsültasyon Raporu &#8211; Article
4 Consultation Report - adini tasir) ülkenin uyguladigi program, hedefler, hedeflere ve dolayisiyla performans kriterlerine
uygunluk, sapmalar ve öneriler yer alir. Raporun istatistiklerden olusan bölümünde (Yakin Geçmise Iliskin Gelismeler &#8211;
Recent Economic Developments- adini tasir) istatistik veriler ve gelecege iliskin tahminler yer alir.

IMF&#8217;nin Finansal Politikalari ve Imkanlari

IMF&#8217;nin üye ülkelere yönelik olarak izledigi finansal politikalar 4 grupta toplanir: (1) Rezerv dilimi politikalari; (2) Kredi dilimi
politikalari; (3) Acil durum destek politikalari; (4) Borç ve borç servisi düsürme politikalari.

1. Ödemeler dengesi sorunlariyla karsilasan üye ülkeler, IMF&#8217;deki kotalarinin konvertibl paralarla ödenmis kismini derhal ve
hiç bir kosula bagli olmaksizin kullanabilirler. Buna rezerv dilimi politikalari çerçevesinde kullanim adi verilmektedir.

2. IMF&#8217;nin üye ülkelerin karsilastigi daha uzun süreli sikintilari gidermekte kullandigi kredi dilimi
politikalarindaki imkanlari sunlardir:

(a) Stand by düzenlemesi (SBA): Üye ülkedeki kisa süreli ödemeler dengesi sorunlarinin çözümü için öngörülen bir
de
makalenin tablo ve ayrintilari için Sayin Mahfi EGILMEZ'in sitesi www.mahfiegilmez.com adrtesini ziyaret edebilirsiniz.
 
I. FINANSAL KRIZIN NEDENLERI
Bugünkü finansal krizin ortaya çikis nedenlerini üç baslik altinda toparlamak mümkün: (a) Borç alanlarin kusurlari, (b) Yatirimcilarin kusurlari, (c) Diger nedenler.
(a) Borç alanlarin kusurlari
Mali sektörün zayifligi
Kriz sonrasinda yapilan degerlendirmeler finansal krize giren ülkelerde:
· Yeteri kadar ciddi bir mali sektör gözetim ve denetim mekanizmasinin bulunmadigini,
· Mali sektöre iliskin erken uyari mekanizmalarinin islemesini engelleyecek eksiklikler oldugunu,
· Mali sektöre iliskin kurallarin ciddi olarak uygulanmadigini,
· Mali sektörün geregi kadar seffaf olmadigini,
Ortaya koymus bulunuyor.
Yanlis peg uygulamalari
· Kore, Tayland ve Endonezya kendi paralarini asil olarak ticari ve mali iliskide bulunduklari Japon yeni yerine dolara peg etmislerdir.
· Kore 1996'da peg uygulamasini kaldirdiysa da finansal sorunlarin birikimini gideremedi.
Dis denge bozulmalari
· Asya ülkelerinde 1995'den itibaren disticaret açiklari büyümeye baslamistir.
· Yine ayni dönemde bu ülkelerde cari açik büyümeye yönelmistir.
Kisa vadeli dis borçlarin hizla büyümesi
· Asya ülkelerinin özel kesim kuruluslarinin ve o arada bankalarinin kisa vadeli dis borçlarinda büyük artislar ortaya çikti.
· Bu artislar hem dis borçlar içindeki paylarda hem de GSMH içindeki paylarda olustu.
(b) Borç verenlerin kusurlari
Vade uyumsuzluklari (mismatching) ve marjinallesme egilimi
· Asya ülkelerinde kisa vadeli borçlarla uzun vadede getiri saglayacak yatirimlar finanse edilmistir. Borç verenler bu yaklasimin bir mismatching yaratacagini ve riski büyüttügünü görmeliydiler. Baslangiçta karli alanlara kanalize olan yabanci sermaye, bu alanlar daraldikça daha az karli alanlara giderek riskin büyümesine neden olmustur.
Bölgesel etki ve sürü güdüsü
· Bölge ülkelerinin izledikleri politikalar, birbirleriyle ve Japonya ile olan yakin iliskileri bütün bu ülkelerin yabanci yatirimcilar tarafindan ayni pota içinde kabul edilmesine yol açti. Dolayisiyla yabanci yatirimcilar, ayni bölgede yer alan ve ekonomik gücü, piyasa kurallari daha zayif olan ülkelere portföy yatirimlari ve dogrudan yatirimlarda aceleci davranislar içine girip riski büyüttüler.
· Genellikle bir piyasaya giris ve çikislar yatirimcilar açisindan sürü güdüsü çerçevesinde gerçeklesir. Giristeki sürü güdüsü etkisi daha yavas, çikistaki etki ise çok daha hizli olur. Asya ülkeleri açisindan da böyle olmustur. Bölgesel etkiyle birlesen sürü güdüsü, portföy yatirimcilarini, bu ülkeleri ayni anda hizla terketmeye yöneltmis bu da krizin boyutunu daha da büyütmüstür.
Yabanci yatirimcilarin bu sekildeki eksik inceleme ve degerlendirmeleri ve para kazanmadaki aceleciligi sonuçta önemli ölçülerde para kaybetmelerine yol açmistir.
(c) Diger Nedenler
IMF kaynaklarinin kurumasi
Rusya'nin durumu aslinda Asya ülkelerinden tümüyle farkli. Rusya'da Asya ülkelerindeki bütün olumsuzluklarin var oldugu bilinen bir gerçekti. Dolayisiyla kriz sonrasinda ortaya çikmis olan hiç bir gelisme aslinda bir sürpriz olusturmamaktadir. Rusya'nin bugünkü kriz ortamina girmesinin ardindaki temel neden IMF'nin kaynak yetersizligi içine girmesi sonucu Rusya'ya olan destegini askiya almis olmasidir. IMF bu kararini açikladigi anda Rusya krize girdi. Zira Rusya'ya giden herkes, parasal yatirimlarinin günün birinde IMF tarafindan kurtarilacagini düsünerek gitmistir. Aksi anlasilinca herkes bu piyasadan kaçmaya yöneldi.
IMF yetersizmiydi?
Krizin büyümesiyle birlikte IMF elestirilerinin dozu da yükselmeye baslamistir. Bu elestirilerin bir bölümü dogrudur. IMF'nin, ülkelere yaptigi önerilerin yanlisligindan çok yatirimcilarin yanilmasinda oynadigi dolayli rolün elestirilmesinin daha hakli bir yaklasim oldugu kanisindayim. Çünkü IMF'nin önerileri zorlayici degildir. Ancak çok zor durumda olan ve IMF'nin maddi destegi olmaksizin ayakta duramayacak olan ülkelere karsi bir yaptirim gücü vardir. Buna karsilik IMF'nin, önerilerini uygulamayan ülkeleri bütün dünyaya çok daha etkin yollarla ilan etmesi gerekirdi. Nitekim bu yolda yeni düzenlemeler yapilmistir.
II. KRIZIN BUGÜNKÜ GÖRÜNÜMÜ
Finansal krizin bugün ulastigi görünüm piyasalara duyulan güvensizlik ortamindan kaynaklanan ihtiyat güdüsüne dayali likidite talebinin ulastigi yayginlik nedeniyle bütün ülkeleri etkilemeye yönelmis olmasi seklindedir. Uluslararasi borç verilebilir fonlar piyasasi söz konusu likidite talebi nedeniyle büyük ölçüde kurumustur.
Krizin bugün aldigi görünüm olumlu ve olumsuz beklentilerin yan yana oldugu bir durumu ifade etmektedir. Ancak sunu da belirtelim ki bugünkü durumda olumlu beklenti sahiplerinin sayisi olumsuz beklenti sahiplerine göre her geçen gün artmaktadir. Bu havayi yansitabilmek için bazi konular üzerinde durmak istiyoruz:
· Çesitli ülkelerde % 10 - 20 arasinda dolar getirisi saglayan uluslararasi sermayenin getirisi % 4- 5'lere düsmüstür. Yüksek getiri ve karliliklara alismis bulunan uluslararasi sermayenin uzun süre bu kaybi göze almasi kolay degildir. Bu nedenle havanin pozitife dönmesiyle birlikte uluslararasi sermayenin, kriz öncesindeki miktarlar ve faizlerle olmasa bile yavas yavas gelisen pazarlara dönmesi beklenmektedir.
· Finansal krizin bütün dünyaya yayilmasi ve global bir çöküntüye yol açmasi seklindeki kötümser beklenti gerçeklesmemistir. Bütün dünyada bir daralma ortaya çikacagi beklenmekte ancak bunun 1929 benzeri bir çöküntü yaratacagina inananlarin sayisi azalmaktadir. Rasyonel bekleyisler teorisinin bize ögrettigi en önemli tesbit "beklenti ne yönde ise gerçeklesme o yönde çikar" tezidir. Bu tez bu kriz sürecinde "olumsuz beklentilerin olumsuz gerçeklesme yaratmasi seklinde" bir kez daha dogrulanmis görünüyor. Önümüzdeki günlerde bir daha dogrulanip dogrulanmayacagini görecegiz. Çünkü simdi beklentiler iyimserlige dogru dönmüs bulunuyor.
· IMF kotalarinin arttirilmasi için ABD Kongresi engelinin asilmis olmasi olumsuz beklentilerin olumlu bir havaya girmesine oldukça yardimci olmus gibi görünüyor. IMF, bu kota arttirimiyla elde edecegi ilave 92 milyar dolarlik kotayi krize karsi kullanabilecek konuma gelmis bulunuyor. Bu gelisme "itfaiye aracinin suyunun hiç degilse deponun yarisina kadar dolduruldugu anlamini" tasiyor. Kota arttirimi öncesinde IMF, su deposu bos bir itfaiye araci konumundaydi ve sadece siren çalarak dolasiyordu.
· Bununla birlikte Brezilya için hazirlanan 41.5 milyar dolarlik destek paketine karsin Brezilya'nin yeterli önlemleri almakta gecikmesi, Rusya'nin durumunun henüz netlik kazanmamis olmasi, Japonya'nin Asya ülkelerine yönelik destek hazirliklarinin henüz sonuçlanmamasi ve
· Mevcut sekliyle finansal krizin dünya ekonomik büyümesini yari yariya düsürecegi, dünya ticaret hacmi büyüme oranini % 40 oraninda yavaslatacagi, dünya genelinde issizlik oranini bir kaç puan yükseltecegi genel kabul görüyor. Aslinda böyle bir siskinlik asamasinda ortaya çikan bu krizin bir düzeltmeye neden olarak dünya kapitalizminin yasamasi için katki yaptigini ileri sürenler de az degil.
III. TÜRKIYE'NIN DURUMU
Asya'da baslayan finansal kriz Türkiye'yi o asamada çok fazla etkilemedi. Ancak Rusya krizinin ilerleyen asamalarinda Türkiye krizle karsilasmaya basladi. Türkiye'nin finansal kriz karsisindaki durumunu soyut bir çerçeveye oturtabilmek amaciyla asagidaki sekil ve analiz sunulmaktadir.
Talepten kaçan arz egrisi sürekli bir durum olamaz kuskusuz. Piyasa kosullari degismeye basladikça YZ talepten kaçan arz egrisi yeniden açilacak, önce A'bvf durumuna bir süre sonra da Abvf konumuna dönecektir.
Hazine'nin sessiz ve derinden baslattigi dis borçlanma operasyonlariyla bankalarin gerçeklestirdikleri sendikasyon faaliyetleri, Türkiye'ye ilginin tazelenmeye basladigi ve uluslararasi borç verilebilir fonlar arzi egrisinin YZ den ZA'bvf egrisi konumuna geri dönmüs oldugu anlamina geliyor. Simdi sira kriz edebiyatini artik bir kenara birakip siyasal istikrari saglamak ve gerekli reformlari bir an önce tamamlamakta. Bunlari gerçeklestirebilirsek Türkiye'ye yönelik uluslararasi borç verilebilir fonlar arzi egrisini tekrar ilk konumuna (ZAbvf) getirmek mümkün olabilecektir.
Türkiye'de Bir Finansal Kriz Olasimi?
Diger ülkelerde finansal krizin reel kesimi etkilemesi seklinde yayilan kriz, Türkiye'de reel kesimin finans kesimini etkilemesi seklinde ters yönlü bir gelisme trendi çizmeye basladi.
Türkiyenin bir finansal kriz olasiligi karsisindaki durumunu incelemek amaciyla Asya ülkeleri açisindan deginilen göstergelerin bugünkü durumunu inceleyelim.
· Bütçe dengesi / GSMH orani 1998 yilinda önceki yillara göre belirli bir iyilesme göstermistir.
· Kisa vadeli dis borç stoku / GSMH oraninda 1998 yilinda artis oldugu dikkat çekmektedir. Buna karsilik kullandigimiz veriler yilin ilk 6 ayina iliskindir. Ikinci alti ayda bu oranlarda düsme oldugu sanilmaktadir.
· Disticaret açigi 1998 yili itibariyle daralmaya yüz tutmus, cari açik artis göstermemistir.
· Bankalarin takipteki alacaklari: 1997 yilinda baslayan takipteki alacaklar artisinin 1998 yilinda daha da yükseldigini biliyoruz.
· Bankalarin sermaye yeterliligi: Türk bankalarini sermaye yeterliligi açisindan degerlendirdigimizde asil sorunun kamu kesimi bankalarinda oldugu ortaya çikmaktadir. Bununla birlikte 1998 yilinda özel kesim bankalarinin sermaye yeterliliginde de hafif bir bozulma oldugu gözlenmektedir.
· Seffaflik: Türkiye, özellikle kamu kesimi dikkate alindiginda, ekonomik verilerin açiklanmasi konusunda oldukça yol almistir. Buna karsin verilerin yayinlanmasindaki gecikmeler degerlendirmelerin hizli ve saglikli yapilmasini engellemektedir. Dis borçlarla ilgili elimizdeki veriler 1998 yilinin ortasini dahi yansitmiyor. Ödemeler dengesi hesaplarimiz üç aydan daha eski rakamlara dayandigi için disticaret açigini ve daha da önemlisi cari açigi güncel olarak bilemiyoruz. Özel kesime gelince durum biraz daha ciddi. Örnegin bankalarin takipteki alacaklarinin bugün itibariyle gerçek durumunu bilmiyoruz. Aslinda "erken uyari sistemlerinin" çalisabilmesi için verilerin güncel olmasi gerekiyor.
Reel Sektörün Durumu
Buraya kadar yaptigimiz analiz finans sektörünün bir krizle karsi karsiya olmadigini ortaya koyuyor. Buna karsilik asil sikinti reel sektörden kaynaklanmaktadir:
· Reel kesimin hem ihracat hem de iç piyasaya mal satisi sikintisi giderek büyümektedir.
· Bankalar kendi durumunu güçlendirmek için kredilerinin üstüne gitmektedirler. Bu durumda reel kesim daha da sikintili bir konuma düsmektedir.
· Siyasal istikrarsizligin da ortaya koydugu gelisme olumsuz beklentileri arttirmaktadir.
Bazi terslikler
Türkiye, diger ekonomilerden farkli çizgiler izlemeyi kriz alaninda da göstermektedir. Bu farkliliklara deginelim:
· Dünyada kriz, finans alaninda basladi. Türkiyede reel sektörde basladi.
· Dünyada beklentiler olumsuzken Türkiye'de olumluydu. Simdi dünyadaki beklentiler olumlu Türkiye'deki beklentiler olumsuz.
· Bir çok ülke ödemeler dengesi krizine girip IMF'den maddi destek aldi. Türkiye ödemeler dengesi krizine girmedigi için IMF'den manevi destek alabildi.
· Krizin esiginde addedilen ülkelerin döviz rezervlerinde büyük azalislar oldu. Türkiye'nin de döviz rezervleri düstü ama bu düsüs bir kriz yaratacak boyuta varmadi.
· Enflasyon % 80'ler düzeyindeyken Hazine faizleri % 75 düzeyindeydi. Enflasyon % 60'in altina düstü, Hazine faizleri % 130 - 150 bandina yerlesti.
III. SONUÇ VE ÖNERILER
Iki sonuç çikariyoruz:
Genel Sonuç
Bu krizin, serbest piyasa sisteminin yetersizligini ortaya koydugu iddiasina katilmiyoruz. Kapitalizm ve serbest piyasa kuralsizlik degildir. Hatta tam tersine kurallarin en siki sekilde uygulanmasi gereken sistemin serbest piyasa sistemi oldugu kanisindayiz. Kriz, kurallarin uygulanmamasindan, bir baska deyisle serbest piyasa sisteminin yanlis anlasilmasindan kaynaklanmistir.
Keynesyen, karisimci ekonominin genel teori olmadigi, kapitalizm için bir düzeltme mekanizmasi oldugunu düsünüyoruz. Kanimizca genel ekonomi teorisi Keynesyen ekonomi degil klasik ekonomidir. Keynesyen ekonomi bu gibi kriz hallerinde geçici olarak düzeltme amaçli yardimina basvurulacak bir yaklasimdir. Tersini düsünerek ise girisirsek tipki Ingiltere'nin 1930 - 1980 arasinda yaptigi gibi 50 yil kaybederiz.
Türkiye için sonuçlar
Türkiye'nin genel göstergelerine baktigimiz zaman bir finansal krizin esiginde olmadigi izlenimi edinilmektedir. Bununla birlikte yukarida da degindigimiz gibi bir reel kriz esiginde olup olmadigi tartismalidir. Büyümenin yavaslamasi reel sektöre sikinti yasattiracaktir. Ancak bu sikinti beklenti olumsuzlugunun artisiyla dogru orantili olarak büyüyecektir. Türkiye açisindan çözüm ekonominin genelindeki küçülmeye özel kesimin de uymasindan geçmektedir. Bu da ne yazikki issizligin artmasi, ücretler de dahil olmak üzere maliyetlerin azaltilmasi, üretimin düsmesi anlamina gelmektedir. Krizin Türkiye'ye yansimasinin boyutlarinin hafifletilmesi reel kesimin bu gerçegi önceden kabullenip kendiliginden bu yola girmesinden geçiyor.
Önemli iki noktaya deginmekte yarar var: (1) Türkiye siyasal istikrari kisa zamanda tesis etmek zorundadir. Bunun Türkiye'nin iç görünümünden çok dis görünümü açisindan yarar saglayacagi kanisindayim. Aksi takdirde bir süre sonra yabancilara "bakin hükümetsiz bile olsak kriz bize etki yapmiyor" demekten yorgun düsebiliriz. (2) Reel sektör kriz çigligini hafifletmelidir. Bu çigligin gerçek yönleri olsa bile ardinda, ücret zamlarinin düsük tutulmaya çalisilmasi, eleman çikarmanin kolaylastirilmasi ve devletten destek saglanmasi gibi gizli gerekçeler aranmaya baslamistir. Devletten destek saglanmasi son önlemlerle gerçeklestirilmistir. Buna karsilik Türkiye'de ciddi bir kriz oldugu izlenimi disaridaki finansal itibarimizi sarsmakta ve fon maliyetlerimizi yükseltmektedir.
Son olarak bankacilarla sanayicilerin kriz üzerine çekismesine deginmek istiyorum. Sanayiciler, bankalari vadesi dolmayan kredilerini geri çagirmakla suçluyorlar. Bu noktada ben iki nokta üzerinde durmak istiyorum: (1) Türkiye uygulamasinda bankalarin açtiklari kredilerin büyük çogunlugu "döner kredi" hatta "dönmez kredi" niteligindedir. Örnegin bir banka 3 aylik kredi açtiginda 3 ayin sonunda o kredisini geri almamakta enflasyonun ya da kur artisinin da etkisiyle biraz daha arttirarak 3 ay daha uzatmaktadir. Böylece sanayici bu krediyi neredeyse sonsuz bir kredi gibi kullanma olanagina kavusmaktadir. Bu uygulama bir zamanlar Hazinenin Merkez Bankasindan "kisa vadeli avans" adi altinda kullanip ta uzun vadede bile geri ödemedigi kredilere benzemektedir. Kriz ortamina girildiginde bankalar bu kredileri vade bitiminde geri istemeye baslarlar. Söz konusu krediyi 3 aylik degil de "sonsuz süreli kredi" gibi düsünen sanayici de "vade dolmadan kredisini geri istedi" diye bankayi suçlamaya baslar. (2) Kriz oldugunu en fazla iddia eden ve bu sekilde bankalari korkutan sanayicilerdir. Böyle bir ortamda hiç bir banka "ben krize girdim" diyene kredi açmaz ya da mevcut kredisini yenilemez. Bu durumda sanayiciler ya kriz içinde olduklarini söyleyerek ücretleri düsük tutmak ve devlet destegi aramak ya da durumlarinin pek de kötü olmadigini söyleyerek banka kredilerinden yararlanmaya devam etmek gibi bir "trade off" ile karsi karsiyadirlar.
Ekonomi biliminin pek bilinmeyen bir yönü de bu çesit trade off'lari dengelemeye çalismaktir
 
X