ŞEHZADE MUSTAFA MERSİYELERİNDE YAS 
Şehzade Mustafa mersiyeleri de diğer mersiyeler gibi yas kavramının karşımıza çıktığı şiirlerdir. Bu mersiyeler, insan için ölüm gerçeğini en etkili biçimde ifade eden şiirlerdir. Birçok mersiyenin daha ilk mısrasında karşılaştığımız ifadeler, şehzadenin ölümünden duyulan üzüntünün büyüklüğünü gösterir. 
Yahya Bey'in mersiyesi şu beyitlerle başlar: 
"Meded meded bu cihânun yıkıldı bir yanı 
Ecel Celâlileri aldı Mustafa Hânı" 
Görüldüğü gibi, şair daha ilk mısradan "meded" sözcüğüyle adeta içindeki üzüntüyü haykırıyor.Sözcüğün tekrar edilmesi ise bu duygunun daha rahat verilmesini sağlıyor.Şiirin ilerleyen kısımlarında bu üzüntünün giderek büyüdüğünü görüyoruz: 
"Yalancının kurı bühtanı buğz-ı pinhânı 
Akıtdı yaşımızı yakdı nâr-ı hicrânı" 
( Yalancının kuru iftirası, gözümüzden yaş akıttı ve ayrılık ateşini tutuşturdu.) Şehzadenin ölüm nedeninden dolayı, üzüntü içeren ifadelerin, genellikle nefret içeren ifadelerle birlikte kullanıldığını görüyoruz.) 
Bazı mısralarda adeta şairin ağladığını duyarız: 
"N'olaydı görmeye idi bu macerayı gözüm 
Yazuklar ana revâ görmedi bu râyı gözüm" 
Yas, bazen sitemle karışır: 
"Yanuna kalursa kalsun ana itdügün cefa 
Ey felek kanı ol ala gözli Mustafa" (Fünûnî) 
("Ey felek! Etdiğin cefa yanına kalırsa kalsın, ala gözlü Mustafa nerede?") 
Üzüntünün sebeplerinden biri de ölüm şeklidir. Bazı mısralar bu ölümün hiçi hiçine olduğunu derinden ifade etmişlerdir. 
"Âkıbet vâlid rızâsı üzre kurban itdi cân 
Vâlidine vâkı'a ol cân ile kurban idi" (Nazmî) 
("Sonunda babasının isteği üzerine canını kurban etti, o zaten babasına canını kurban etmeye hazırdı." Sanki beyit bitmemiş de "Buna hiç gerek yoktu." denecekmiş gibi bir anlam seziliyor.) 
Üzüntü öylesine büyüktür ki kıyamete kadar sürecektir: 
"Virdi mecmû'-ı kulûba mâ-hasâl ol hadise 
Bir keder kim tâ kıyâmet ol degül hergiz gider" (Nazmî) 
("Kısaca bu olay bütün kalplere kıyamete dek giderilmesi mümkün olmayan bir üzüntü verdi.") 
Kalpteki üzüntü olduğu yerde kalmaz, kabına sığamaz, çıkar ve dağı taşı inletir: 
"Anun içün aglayıp ye's eyledi mecmû'-ı nas 
Tag u taşdan kopdı anunçün figânlar ser-be-ser" (Nazmî) 
("Bu olay yüzünden bütün insanlar yas tuttu, onun için dağ ve taştan birlikte figanlar koptu." Acı o kadar büyüktür ki tabiat adeta bu acıya ortak olmaktadır.) 
Tabiat durumun farkındadır. İnsanları yalnız bırakmaz ve onların acısına ortak olur: 
"Ra'd anunçün nâle idüp eyledi bâd âh-ı serd 
Ebr anunçün girye idüp yaşını itdi matar" (Nazmî) 
("Bu yüzden şimşek feryat etti, rüzgâr hoyratça ah etti; bulut onun için ağlayıp yaşını sel etti.") 
İnsanı üzüntüye boğan sadece ölümü değil, aynı zamanda ölümün yaşıdır. Şairler, şehzadenin gençliğine de yanmaktadır: 
"Teb-i firak ile âh nedâmetiyle o şâh 
Hayflar ana ki oldı yigitliginde tebâh (Muînî) 
("O genci yiğitliğinde çürüten şaha yazıklar olsun! Pişmanlık duyup ah çekerek ayrılık ateşini duysa yeridir.") 
Hayvanlar ve bitkiler de bu ölüme kayıtsız kalmayacaktır: 
"Görüp bu mâtemi bülbül hezâr zâr itdi 
Soyındı gül kamu varını târümâr etti (Muînî) 
("Bülbül bu yası görünce binlerce kez inledi, gül soyunup bütün varını dağıttı") 
Bazen yas tek bir bedenin yası olmaktan çıkar ve ayrı ayrı tüm organlar yas tutar. Şairler yas tutmak için adeta kendilerini zorlarlar. 
"Hayflar oldı çü yirden göge o sultana 
Gözüm sen agla gönül sen de başla efgana" (Muînî) 
("Yerden göğe yükselen o sultana yazık! Gözüm sen ağla, gönlüm sen feryat et.") 
Daha birçok mısrada, derin bir üzüntü sezilir: 
"Yad idüp bu matemi kafir müselman ağlasun 
Vahş ü tayr ü ins ü cinn ü hûr ü gılman aglasun 
Taş bassun bagrına kân bahr u umman aglasun 
Kulları bir yere cem olup firavan aglasun 
Alem içre kimi peyda kimi pinhan aglasun 
Her ne kim mevcuddur alemde yeksan aglasun" (Müdami) 
"Yas tutub geyse karalar yiridür uşbu cihan" (Sâmî) 
Bazı mısralarda da Kanuni'ye sitem vardır: 
"Yapragın döksün ağaçlar bu cihan oldı hazan 
Ata oglına kıyar oldı aceb oldı zaman 
......................................................................... 
Sen Muhibbi olasun sende mahabbet bu mudur 
Mustafa gibi ciger-kûşene şefkat bu mudur" (Sâmî) 
Şehzade Mustafa'ya mersiye yazan şairler içinde yas kavramının tamamen nefrete dönüştüğü şair, Nisâyî'dir. Kadın şairlerimizden olan Nisâyî'nin söyleyişindeki farklılık hemen hissedilir. Üstelik iki mersiye yazması da onun için şehzadenin önemli biri olduğunu göstermektedir. Murabbanın tekrar bölümleri bir yalvarma örneğidir. Her dörtlüğün sonu, 
"Ey şeh-i bî- şefka nitdi sana Sultan Mustafa" 
şeklindedir. 
"Yakdı alem bagrunı derd ile anın fürkatı 
Yandılar dutuşdular matem dutunup key katı 
Yok mıdı ey şâh-ı âlem sende ata şefkatı 
Ey şeh-i bî- şefka nitdi sana Sultan Mustafa 
Bu Nisâyî derdmend feryad idüp kan ağladı 
Derd-i hasretden anun cismindeki cân agladı 
Yidi kat gökde melekler yerde insan ağladı 
Ey şeh-i bî- şefka nitdi sana Sultan Mustafa" 
Nisayi diğer mersiyesinde ise yaşadığı acıyı kalbine gömdüğünü anlatmak için Hazret-i Eyüp'ün sabrıyla kendi sabrını karşılaştırmıştır. 
     "Sabr-ı Eyyüb ile katlandı firaka ol hatun 
      Bu fena dârı içinde çekdi tamu mihnetin 
Anı Yakup yanduran görsün zebani heybetin 
Merhametsüz şâh-ı âlem nitdi Sultan Mustafa" 
Şehzade Mustafa mersiyelerinde yas kavramı insanı aşan bir çizgide karşımıza çıkıyor. Hemen hemen her şairin tabiat unsurlarını kullanarak bu yasa dağları taşları, ırmakları, çiçekleri, kuşları ortak ettiğini görüyoruz. Özellikle şehzadenin gençliği sık sık dile getirilmiş ve her dile getirilişinde Kanuni'ye sitem edilmiştir. 
ŞEHZADE MUSTAFA MERSİYELERİNDE DÜNYA VE AHİRET 
     Şehzade Mustafa için yazılan mersiyelerde, şehzadenin övüldüğü kısımlar dikkate değerdir. Ölümünden önce bu dünyada bıraktığı izlenim çok olumludur. Sevenleri onu yüceltmişler ve gönüllerinin sultanı yapmışlardır. 
Nazmi'nin aşağıdaki mısraları, şehzadenin halkla ve esnafla olan bağlarını açıklamaya yetmektedir. 
"Kanı ol şehriyâr-ı kâmkâr u kârman 
Kanı ol esnaf-ı eltaf ile olan dilsitan" 
Şehzade bilim ve sanata önem vermiştir. Adaletiyle de birçok kişinin beğenisini toplamıştır. 
"Ziyade kâmil idi âlim idi âmil idi 
Soyundı gül kamu varını târümâr etdi" 
Zaman zaman şehzadenin fiziki güzelliği, karakteri ve gücü de övülmüştür. 
"Kaddi a'la hüsni zîba bir güzel mahbûb idi 
Can gibi mergub idi canan gibi matlub idi 
Gün gibi mahbub idi hem goncaveş mahcub idi 
Pehlevan-ı alem olanlar ana maglub idi" (Müdami) 
İyilik yapmayı seven biri olduğu için halk ona daima yakın olmuştur. 
"Anı bu halk-ı cihan severdi dil ü can ile 
Kamusın kul kılmış idi lutf ile ihsan ile" (Nisayi) 
Şehzade Mustafa mersiyelerinde felek kavramı çok sık kullanılmıştır. Felek, ölümün sebebi olarak görüldüğü için, yerden yere vurulmuştur. Mersiyelerle ilgili vermiş olduğumuz genel bilgiler kısmında felekle ilgili söylenenler, şehzade için yazılan mersiyeler için de geçerlidir. Ahiretle ilgili kullanılan sözcükler de olumlu niteliktedir. Çünkü divan şiirinde ahiret, bu dünyadan sonraki ebedi hayat olarak tanımlanır. 
Yahya'da geçen "rûy-ı fena, azm-i beka hayat-ı bâki" , Nazmi'nin mersiyesinde geçen "ravza-i cennet, cennet-i Firdevs" tamlamaları, ahiret kavramının bu mersiyelerdeki genel görüntüsünü yansıtmaktadır. Ahiretle ilgili terimler, en çok şiirlerin dua bölümünde karşımıza çıkar ve bunların tamamında, şehzadenin mekânının cennet olması dileği vardır. 
Muini'nin şu mısraları, ahiret inancının kuvvetini gösterir: 
"Firakı ile cigerler pür oldı yara dirig 
Ne yirden o sefer itdiyse o diyara dirig" 
Şehzade Mustafa'nın ölümünden dolayı şairler en çok feleğe yönelmişlerdir. Bu şiirlerde feleğin kötü sıfatlarla nitelenmesi, ölümün asıl sorumlusu olarak görülen Hürrem Sultan için de geçerlidir. Feleğin ele alınışını bütün örneklerle göstermek çok uzun zaman alacağı için bazı seçme örneklerle durumu açıklamak zorundayız. Feleğe her şiirde sitem vardır.