MEKTUP 2 
Öldükten sonra da 
İnce bir yağmur gibi çiseliyecek 
Sevgilimle kardeşimin ihaneti 
Toprağımın üstüne 
(Geniş bir bostanın saz kaplı çatısından gece yıldızları seyrettiğimiz bağ evindeyim. Toprağa uzanıp toz yüklü çınardan güneşi izliyorum. Kuyuda serinleyen karpuzdan daha körpe yüreğim. Başımın altında toprak çıtırdıyor, toprağın verdiği en güzel eser üzümler çıtırdıyor, esen rüzgarla yüreğim çıtırdıyor. Gözlerimi kapatıp sabahı yaşıyorum.) 
Ben artık 
Yazışmalardaen bıktım 
Bir süvari atını ister çeksin 
Yol kenarına, 
İsterse poyrazdan korunmuş 
O serin kayalarda 
Seni düşleyim. 
Böyle bozuk havalarda 
Gelir, Koyu kızıl akşamlara 
Sonbahar düştü düşecek diyeyim. 
(İzmir'de akşam oluyor. Bir pencere açılıp kapanıyor ansızın. Zayıf, küçümencik bir adam altın damlaları gibi yüreğime akıyor. O mu, başkası mı belli değil, sızlayan bir taş sonunda, yüreğim.. Saçları simsiyah ve gittikçe başımda örülüyor.) 
Ben artık, 
Yazışmalardan bıktım 
Ağzımda kestanelerin keskin tadı 
Ellerimde sabun kokuları 
Her saniye seni yaşamaktan 
Ve bahardan 
Şaşkına döndüm. 
(Taze bir süt gibi beyaz yüreğim. İnanç dolu, güven dolu dumanlı başım. Kendimi suyun ortasına bırakıyorum. En değerlinin kolları bağlı arkasından Bütün yasalar sırtından bıçaklanmış. Karanlık perde perde ıslanıyor. Yağmur esmerce gözlerimde..) 
Ben artık, 
Vurgun ağzı 
Tipinin birdenbire bastırdığı 
Çorak topraklara bile 
Özenir oldum. 
(Yaldızlı kumlara uzanıp, utanç dolu bir türküyü çağırıyoruz. Bir otobüste ya da yatakta, Bir tanrı Pan ki keçi ayaklı, gözlerimizi kapatıp aşk sanıyoruz. Gizi esrarlaştırıp avutarak kendimizi. Oysa her zaman tek, her zaman tek.. 
Biraz daha zorlayabilsem kendimi, gözlerim bulanmasa, ellerim titremese dursa, acıkan bir gövde, bir yürek olmasa.. kendi çizdiğim çelebime tutkum büyümezdi.) 
Çifte su verilmiş çelikten olsa 
Bölünür ortasından 
Bu denli acıya dayanmaz yürek. 
En yumuşak, en sert 
Ve en edepsizi yeryüzünün 
Yapışmış elleriyle 
İki ucu keskin bir bıçağa 
Antika mozaiği oyar gibi 
Kazır gibi onu lahitten 
Bozuyor günün rengini 
(Bu kadar yanıbaşımda, bu kadar yakınımda bir ceza taşımak, ömürlerce.. Havada görünmez kuşlar uçuyor, karanlık.. Bir o kadar karanlık ağıyor kanatlarından.. Birçok ağaç aynı anda baltalanıyor.. Sesi çığlık yaprakların.. Bir çiçek gibi dağılıyor sular.. Ah aptal çiçek yüreğim, tutkun niye ölmüyor. Esmer teninden daha ılık, kurt ağzından daha keskin bir tırpan biçiyor düşlerimi.. umut dolu özlemimi) 
Sana 
Verdiklerim değil 
Geri alacaklarım 
Susadığım zaman yalnızca 
Sevmek en güzel tutku 
Bilinmese de, düşülse de 
En yüksekten 
Kafamdan ışıklı geceyle 
En büyük durak diye sende yaşamak 
Bir yaz boyu, bir güz boyu 
Ömür boyu 
(Sıska bir söğüt altında azıklarımızı çıkardık. Birkaç zeytin tanesi, kızarmış somun, içi is dolu ayran bakracı. Ayaklarımızı uzatıp dinlendik sonra. Uyandıgğımda yine yalnızdım. Kırbamı, kadınımı, amacımı çaldırmış..) 
Günlerim benziyor 
Son kaçırdığı treni 
Hala bekleyen 
İstasyonda 
Gözleri dumanlı 
Başı sevdalı 
Yaşlı yolcuya 
-Usu öyle karışık- 
(Her susuş bir yalnızlığa karşıdır. Mutlak yalnızlığa. Şayet önceden başkaldırmamışsa.. Sevebilmişse insanı tüm kaypaklığıyla.. Tehlikeli civa gibi aydınlıktır gelecek. 
Bilmiş ol ki bu ne acıdır, ne katı bir mutsuzluk. Bir su gibi insandan insana akan, gizemli, kocaman, her dönemeçte sarsılan.. hepsinden ilginci değişen insan. 
Korkuyla tutuşup, telaşla yanıp, hızla geçti yanımdan. 'Dur' diyemeden, 'Sus' diyemeden...) 
Sus 
Masmavi bir ay açıyor 
Bak yörene 
Yeniden doğabilirsin