Çok sevdiğimiz bir şey kırıldığında; “Ah! Tüh! kırıldı acaba tamir olmaz mı?” diye sorarız. “At gitsin, ne uğraşıyorsun o artık tamir olmaz” der bir başka ses.
Öyle ya atılmalı, başka ne yapılabilir ki kırıldı bir kere, artık istese de eskisi gibi olamaz…
Sağlam, güvenilir özelliğini yitirir bir anda kırılan, bozulan her şey, tamir olması bile bir işe yaramaz, hemen gözümüze batar tamir izleri.
İnsan kalbi de böyledir, kırılmaya görsün…
Özürlerimizde tıpkı kırılan bir şeyi yeniden yapıştırmak için gösterilen çabaya benziyor. Özür diler dilemez her şeyin yoluna girdiğini düşünürüz, öyle olmadığını anladığımızda ise “özür diledim ya daha ne istiyorsun” diye hesap sorarız.
Ne mi istiyor; tıpkı eskisi gibi çatlakları, kırıkları olmayan bir kalp… Sizce verilebilir mi? Çok zor değil mi kırıldı bir kere… Yenisini de alamıyoruz maalesef!
Sevdiklerimizi kırmadan yaşayamaz mıyız? Ya da kırılmadan? Bunun için bir şey biliyorum galiba;
Ben kimim? Burada ne işim var? Bu insanlar da kim? Merak etmeyin hafızamı kaybetmedim, hala yerinde ama gerçekten kim olduğumuzu, ne yaptığımızı ve ne yapmak istediğimizi biliyor muyuz?
Aynanın karşısına geçin ve kendinize bakın, ne görüyorsunuz orada?
Kendimizi ne kadar tanırsak o kadar çok değer veririz varlığımıza. O değer bizi büyütür ve güçlendirir, sağlam ayakları yere basan bir insan durur hayatın karşısında.
Öyle hemen kırılmaz, kırılmadığı içinde etrafına tehlike saçmaz, dimdik ayakta gülümser hayata…
Mühim olan kırılmamak, kırmamak…
Özür beyan etmek değil…