K
ızlar çok hoşuma giden bir yazı buldum..Gerçekten güzel yazmış..tamda bizlere uygun birşey olduğunu düşündüğümden sizlerle de paylaşmak istedim...Umarım sizde beğenirsiniz.
Karı-koca, çocuk doğduktan sonra anne-baba oluyor. Bakıyorum da, çocukların varlığında bazen birbirimize ANNE ve BABA diye sesleniyoruz! Varlığını bilmediğimiz dertler gündemimizin baş köşesine oturuyor. Ve sonrasında ver elini bir sürü tartışma, bir ton çekişme. Yok niye çocuğun önünde kızdın da, niye onu yedir(me)din de, vay niye hastalandı da, falan da filan.
Bunların önüne geçmek pek kolay değil anladığım kadarıyla. Ama işin bir de ötelenme boyutu var. Anneler çocuktan sonra duygusal anlamda ikinci plana atıldığını hissediyor çoğu zaman. Şöyle ki:
Bir annenin, babanın gözünde çocuktan sonraki yeri KÜÇÜK EŞİTTİR çocuk sayısı + 1
Örneğin: bir çocuğun mu var, o zaman ikinci plandasın. İki çocuğun mu var? Üçüncü plandasın. Kocanın işine ve hayatındaki diğer şeylere (arkadaşlar, futbol, spor yapmak, gazete okumak, vs.) ne kadar ağırlık verdiğine bağlı olarak bu konumun daha da ötelenebilir.
Genelleme yapmayayım. Bütün babalar her zaman böyledir demeyeyim. Politik konuşayım: Bazen, bazı babalar, bazı sözleriyle, bazı yorumlarıyla, bazı tonlamalarıyla, bir şekilde, ama bilerek ve isteyerek, ama farkında olmadan, anneye hayatındaki tek konumunun “Çocukların yemesinden, içmesinden, giyiminden Sorumlu Devlet Bakanı” olduğu izlenimini veriyorlar. Telefonda “Çocuklar nasıl?”, akşam gelince “İyi yediler mi?”… Ama bu evde birisi daha yaşıyor. Acaba o nasıl? O bir şey yiyebildi mi? Günü nasıl geçti? Sanki o önemli değil. Ya da çoook sonra akla geliyor.
Bu anne için yıpratıcı bir şey. Çünkü anne, sadece anne değil. Birey aynı zamanda. Eş. İnsan. Kadın. Özellikle ve de en çok da kocasının gözünde öyle olmak, öyle görülmek istiyor. Çünkü zaten ona gün boyu ANNE OLDUĞUNU hatırlatan ve hatta unutturmayan birçok unsur var. Bari evin erkeği onu unuttursun istiyor. Ben istiyorum. Kocam sabahları uyandığında bana ilk söylediği şeyin “Saat kaç?” yerine eskiden olduğu gibi “Günaydın bi’tanem” olmasını istiyorum. Sabahları evden aceleyle çıkarken ya da akşam çocuklara yetişmek üzere koşa koşa eve geldiğindeki öpüşmemizin görev icabı olmamasını istiyorum.
Bunları istiyorum ama acaba ben, karşı tarafın benden istediklerini, beklediklerini yapıyor muyum?
Aşk, sadece sevdiğine, ayakları üşümesin diye yün çorap almak mıdır?
Ben, kocamın kadın olarak ihtiyaçlarımı tatmin etmesini isterken, ben onun erkek olarak ihtiyaçlarını karşılıyor, ya da en azından çabalıyor muyum? “Çocuktan sonra aramız gerildi” derken belki de hepimizin oturup bunu düşünmesi lazım.
Her ilişkideki tarafların ihtiyaçları kişiden kişiye, çiftten çifte değişiyor. Kimi (aslında çoğu!) erkek önüne sıcak yemek konmasını istiyor her akşam. Kimisi karısı uykuyu sekse tercih etmesin istiyor. Kadınlarsa anlaşılabilmek, yargılanmadan, bir sorunu, çözüm önerisi sunulmaksızın anlatabilmek, sadece dinlenilmek istiyorlar genelde.
Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten işin şakası. Ancak şu bir gerçek ki, ikili ilişkilerde karşı taraftan beklentilerimiz oluyor. Bu beklentilerin hangilerini toplum şekillendiriyor (Kadın, erkeğe yemek yapar. Erkek, kadına çiçek alır…

, hangileri biyolojik özelliklerimizin gereği (Kadın, erkeğe sarılıp beraber film seyretmek ister. Erkek, haftada şu kadar kez seks ister…

bilmiyorum. Ama şu bir gerçek ki kadınların erkeklerden, erkeklerin kadınlardan farklı beklentileri var.
“Kadın-erkek eşittir, eşit kalacak!” derken, karşı cinse dair beklentileri -karşılıklı olarak- unutuyor olabilir miyiz acaba?