• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Arkadasimin çantasi

Kızlar çok öğretmenli (50 kişi vardir) bir okulda öğretmenim. Çok yakın olmasak da bir arkadaşım var .Ikiz bebekleri var onun .Kantinde otururken bebeklere mamalarını verdi .Oradan bir şeyler felan aldı cüzdanını da çıkardı tabi .Daha sonra bebeklerin arabasi baska yerde oldugu icin iki bebegi annesi ve bir arkadasi aldi bebek arabasına götürmek için. Bana da sen de çantaları al bahçeye çik ,biz geliriz dediler .Oyle yaptim ama arabayi alirken arkadaslarini gorup lafa dalmışlar 20 dakika kadar sonra yanima geldiler .Çantalarını verdim ama içime dert oldu .Bir şeyleri kaybolmuş mdur .Hadi biri cüzdanını çıkarmadı ama biri çıkardı ya fermuarını tam kapatmadıysa diyorum ya düştüyse cüzdanı felan .o Cüzdan çıkarılan çanta sırt cantasiydu.Kizlar soramam da ne yapmalıyım,arkadasimin davranışlarına gore mi davranmalıyım yoksa bir şey düşmüş olsa bana sorarlar miydi?
OKB lımısınız?
 
Canim bu hikaye benden sana gelsin. Cehov ustad bir seyler demek istemis. Uzme o tatli canini.

Guzel bir akşam vaktiydi. Yazı işlerinde memurluk yapan İvan Dimitriç Çerviakov tiyatroda önden ikinci sıradaki bir koltuğa oturmuş, dürbünle “Kornevil' in Çanları” adlı oyunu izliyordu. Adamın oturuşuna bakılırsa mutluluğun doruklarında olmalıydı. Derken, birdenbire... Öykülerde sık sık rastlanır “derken, birdenbire,” sözüne. Yazarların hakkı var, yaşam beklenmedik şeylerle öylesine dopdolu ki!.. İşte sevimli Çerviakov’un suratı böyle birdenbire buruştu, gözleri kaydı, soluğu daraldı. Dürbününü gözünden indirdi, öne eğildi ve hapşu!!! Aksırmak hiçbir yerde, hiçbir kimseye yasaklanmamıştır. Köylüler de aksırır, emniyet müdürleri de, hatta müsteşarlar da. Yeryüzünde aksırmayan insan yok gibidir. Çerviakov hiç utanmadı, mendiliyle ağzını, burnunu sildi; kibar bir insan olduğu için, birilerini rahatsız edip etmediğini anlamak amacıyla çevresine bakındı. İşte o zaman utanılacak bir durum olduğu ortaya çıktı. Tam önünde, birinci sırada oturan yaşlı bir zat başının dazlağını, boynunu mendiliyle çabuk çabuk siliyor, bir yandan da homurdanıyordu. Çerviakov, Ulaştırma Bakanlığı’nda görevli sivil paşalardan Brizjalov' u tanımakta gecikmedi. “Tüh, adamın üstünü kirlettim! Benim amirim değil ama ne fark eder? Bu yaptığım çok ayıp, kendisinden özür dilemeliyim.” diye düşündü. Birkaç kez hafifçe öksürdü, gövdesini biraz ileri verdi, paşanın kulağına eğilerek; – Bağışlayın, beyefendi! diye fısıldadı. İstemeyerek oldu, üzerinize aksırdım. – Zararı yok, zararı yok... – Affınıza sığınıyorum, efendim, hoş görün bu hareketimi. Ben... ben, böyle olmasını istemezdim. – Oturunuz, lütfen! Rahat bırakın da piyesi izleyelim. Çerviakov utandı, alık alık sırıttı, sahneye bakmaya başladı. Temsili tüm dikkatiyle izliyor ama artık zevk almıyordu. İçini bir kurt kemirmeye başlamıştı. Perde arasında Brizjalov’un yanına sokuldu, yanından şöyle bir yürüdü, çekingenliğini yenerek; – Efendimiz, üstünüzü... şey... Bağışlayın! Oysa ben... böyle olmasını istemezdim... Paşa öfkelendi, alt dudağını gevelemeye başladı. – Yeter artık siz de! Ben onu çoktan unuttum, oysa siz... Çerviakov paşaya kuşkuyla bakarak, “Unutmuş! Ama gözleri sinsi sinsi parlıyor, benimle konuşmak bile istemiyor! Aksırmanın çok doğal bir şey olduğunu söylemeliydim ona. Yoksa kasten tükürdüğümü sanabilir. Şimdi değilse bile sonradan böyle gelir aklına. Oysa hiç istemeden oldu.” diye düşündü. Çerviakov eve gelir gelmez, yaptığı kabalığı karısına anlattı. Ancak karısı, görünüşe bakılırsa, bu işe gereken önemi vermedi. Başlangıçta biraz korktuysa da paşanın başka bir bakanlıktan olduğunu öğrenince pek umursamadı. – Gene de gidip özür dilesen iyi olur, dedi. Toplum yaşamında nasıl davranılacağını bilmediğini sanabilir. – Ben de bunun için çabaladım durdum. Ondan birkaç kez özür diledim ama o çok tuhaf davrandı, beni yatıştıracak tek söz söylemedi. Hoş, konuşacak pek vakti yoktu ya... Ertesi sabah Çerviakov güzelce tıraş oldu, yeni üniformasını giydi, Brizjalov’u makamında görmeye gitti. Kabul odasına girince orada toplanan birçok dilek sahibini dinleyen Brizjalov’la karşılaştı. Paşa önce gelenlerle konuşuyor, onların isteklerini dinliyordu. Sıra Çerviakov’a gelince paşa gözlerini ona çevirdi. – Dün gece Arkadi tiyatrosunda... Eğer anımsamak lütfunda bulunursanız, aksırmış ve... istemeden üstünüzü... şey... özür... dilerim, diye konuşmaya başladı. Çerviakov; – Gene mi siz? Böylesine bir saçmalık görmedim! dedikten sonra başka bir dilek sahibine döndü. – Siz ne istiyorsunuz? Çerviakov sarardı, “Benimle konuşmak istemiyor, çok kızdığı belli. Ama yakasına bırakmayacağım, durumumu anlatmalıyım.” diye düşündü. Paşa son dilek sahibiyle konuşmasını bitirip odasına yöneldiği sırada arkasından yürüdü. – Beyefendi hazretleri! Zatınızı rahatsız etmek cüretinde bulunuyorsam, bu, yalnızca içimdeki pişmanlık duygusundan ileri geliyor. Siz de biliyorsunuz ki, efendim, isteyerek yapmadım. Paşanın suratı ağlamaklı bir duruma girdi, adam elini salladı. – Beyim, siz benimle alay mı ediyorsunuz? Bunları söyledikten sonra kapının arkasında kayboldu. Çerviakov eve giderken şöyle düşünüyordu: “Ne alay etmesi? Niçin alay edecekmişim? Koskoca paşa olmuş ama anlamak istemiyor. Bu duruma göre ben de bir daha bu gösteriş budalası adamdan özür dilemeye gelmem. Canı cehenneme! Kendisine mektup yazarım, olur biter. Yüzünü şeytan görsün!” Evine giderken düşündükleri böyleydi. Gelgelelim paşaya bir türlü mektup yazamadı, daha doğrusu iki sözü bir araya getirip istediklerini anlatamadı. Bunun üzerine ertesi gün gene yollara düştü. Paşa soran bakışlarını yüzüne dikince Çerviakov; – Efendimiz, dün buyurduğunuz gibi kesinlikle sizinle alay etmek gibi bir niyetim yoktu, diye mırıldandı. Aksırırken üstünüzü berbat ettiğim için özür dilemeye gelmiştim. Sizinle alay etmek ne haddime? Bizler de alay etmeye kalkarsak, efendime söyleyeyim, artık insanlar arasında saygı kalır mı? Suratı mosmor kesilip zangır zangır titreyen paşa; – Defol! diye bağırdı. Korkudan Çerviakov' un beti benzi atmıştı. Ancak; – Ne? Ne dediniz? diye fısıldayabildi. Paşa ayaklarını yere vurarak; – Yıkıl karşımdan! diye gürledi. Çerviakov’un karnının içinden sanki bir şeyler koptu. Gözleri bir şey görmeksizin, kulakları hiçbir ses işitmeksizin geri geri dış kapıya doğru gitti, sokağa çıktı, yürüdü... Kurulmuş bir makine gibi evine gelince üniformasını bile çıkarmaksızın kanepenin üzerine uzandı ve oracıkta can verdi.
 
Canim bu hikaye benden sana gelsin. Cehov ustad bir seyler demek istemis. Uzme o tatli canini.

Guzel bir akşam vaktiydi. Yazı işlerinde memurluk yapan İvan Dimitriç Çerviakov tiyatroda önden ikinci sıradaki bir koltuğa oturmuş, dürbünle “Kornevil' in Çanları” adlı oyunu izliyordu. Adamın oturuşuna bakılırsa mutluluğun doruklarında olmalıydı. Derken, birdenbire... Öykülerde sık sık rastlanır “derken, birdenbire,” sözüne. Yazarların hakkı var, yaşam beklenmedik şeylerle öylesine dopdolu ki!.. İşte sevimli Çerviakov’un suratı böyle birdenbire buruştu, gözleri kaydı, soluğu daraldı. Dürbününü gözünden indirdi, öne eğildi ve hapşu!!! Aksırmak hiçbir yerde, hiçbir kimseye yasaklanmamıştır. Köylüler de aksırır, emniyet müdürleri de, hatta müsteşarlar da. Yeryüzünde aksırmayan insan yok gibidir. Çerviakov hiç utanmadı, mendiliyle ağzını, burnunu sildi; kibar bir insan olduğu için, birilerini rahatsız edip etmediğini anlamak amacıyla çevresine bakındı. İşte o zaman utanılacak bir durum olduğu ortaya çıktı. Tam önünde, birinci sırada oturan yaşlı bir zat başının dazlağını, boynunu mendiliyle çabuk çabuk siliyor, bir yandan da homurdanıyordu. Çerviakov, Ulaştırma Bakanlığı’nda görevli sivil paşalardan Brizjalov' u tanımakta gecikmedi. “Tüh, adamın üstünü kirlettim! Benim amirim değil ama ne fark eder? Bu yaptığım çok ayıp, kendisinden özür dilemeliyim.” diye düşündü. Birkaç kez hafifçe öksürdü, gövdesini biraz ileri verdi, paşanın kulağına eğilerek; – Bağışlayın, beyefendi! diye fısıldadı. İstemeyerek oldu, üzerinize aksırdım. – Zararı yok, zararı yok... – Affınıza sığınıyorum, efendim, hoş görün bu hareketimi. Ben... ben, böyle olmasını istemezdim. – Oturunuz, lütfen! Rahat bırakın da piyesi izleyelim. Çerviakov utandı, alık alık sırıttı, sahneye bakmaya başladı. Temsili tüm dikkatiyle izliyor ama artık zevk almıyordu. İçini bir kurt kemirmeye başlamıştı. Perde arasında Brizjalov’un yanına sokuldu, yanından şöyle bir yürüdü, çekingenliğini yenerek; – Efendimiz, üstünüzü... şey... Bağışlayın! Oysa ben... böyle olmasını istemezdim... Paşa öfkelendi, alt dudağını gevelemeye başladı. – Yeter artık siz de! Ben onu çoktan unuttum, oysa siz... Çerviakov paşaya kuşkuyla bakarak, “Unutmuş! Ama gözleri sinsi sinsi parlıyor, benimle konuşmak bile istemiyor! Aksırmanın çok doğal bir şey olduğunu söylemeliydim ona. Yoksa kasten tükürdüğümü sanabilir. Şimdi değilse bile sonradan böyle gelir aklına. Oysa hiç istemeden oldu.” diye düşündü. Çerviakov eve gelir gelmez, yaptığı kabalığı karısına anlattı. Ancak karısı, görünüşe bakılırsa, bu işe gereken önemi vermedi. Başlangıçta biraz korktuysa da paşanın başka bir bakanlıktan olduğunu öğrenince pek umursamadı. – Gene de gidip özür dilesen iyi olur, dedi. Toplum yaşamında nasıl davranılacağını bilmediğini sanabilir. – Ben de bunun için çabaladım durdum. Ondan birkaç kez özür diledim ama o çok tuhaf davrandı, beni yatıştıracak tek söz söylemedi. Hoş, konuşacak pek vakti yoktu ya... Ertesi sabah Çerviakov güzelce tıraş oldu, yeni üniformasını giydi, Brizjalov’u makamında görmeye gitti. Kabul odasına girince orada toplanan birçok dilek sahibini dinleyen Brizjalov’la karşılaştı. Paşa önce gelenlerle konuşuyor, onların isteklerini dinliyordu. Sıra Çerviakov’a gelince paşa gözlerini ona çevirdi. – Dün gece Arkadi tiyatrosunda... Eğer anımsamak lütfunda bulunursanız, aksırmış ve... istemeden üstünüzü... şey... özür... dilerim, diye konuşmaya başladı. Çerviakov; – Gene mi siz? Böylesine bir saçmalık görmedim! dedikten sonra başka bir dilek sahibine döndü. – Siz ne istiyorsunuz? Çerviakov sarardı, “Benimle konuşmak istemiyor, çok kızdığı belli. Ama yakasına bırakmayacağım, durumumu anlatmalıyım.” diye düşündü. Paşa son dilek sahibiyle konuşmasını bitirip odasına yöneldiği sırada arkasından yürüdü. – Beyefendi hazretleri! Zatınızı rahatsız etmek cüretinde bulunuyorsam, bu, yalnızca içimdeki pişmanlık duygusundan ileri geliyor. Siz de biliyorsunuz ki, efendim, isteyerek yapmadım. Paşanın suratı ağlamaklı bir duruma girdi, adam elini salladı. – Beyim, siz benimle alay mı ediyorsunuz? Bunları söyledikten sonra kapının arkasında kayboldu. Çerviakov eve giderken şöyle düşünüyordu: “Ne alay etmesi? Niçin alay edecekmişim? Koskoca paşa olmuş ama anlamak istemiyor. Bu duruma göre ben de bir daha bu gösteriş budalası adamdan özür dilemeye gelmem. Canı cehenneme! Kendisine mektup yazarım, olur biter. Yüzünü şeytan görsün!” Evine giderken düşündükleri böyleydi. Gelgelelim paşaya bir türlü mektup yazamadı, daha doğrusu iki sözü bir araya getirip istediklerini anlatamadı. Bunun üzerine ertesi gün gene yollara düştü. Paşa soran bakışlarını yüzüne dikince Çerviakov; – Efendimiz, dün buyurduğunuz gibi kesinlikle sizinle alay etmek gibi bir niyetim yoktu, diye mırıldandı. Aksırırken üstünüzü berbat ettiğim için özür dilemeye gelmiştim. Sizinle alay etmek ne haddime? Bizler de alay etmeye kalkarsak, efendime söyleyeyim, artık insanlar arasında saygı kalır mı? Suratı mosmor kesilip zangır zangır titreyen paşa; – Defol! diye bağırdı. Korkudan Çerviakov' un beti benzi atmıştı. Ancak; – Ne? Ne dediniz? diye fısıldayabildi. Paşa ayaklarını yere vurarak; – Yıkıl karşımdan! diye gürledi. Çerviakov’un karnının içinden sanki bir şeyler koptu. Gözleri bir şey görmeksizin, kulakları hiçbir ses işitmeksizin geri geri dış kapıya doğru gitti, sokağa çıktı, yürüdü... Kurulmuş bir makine gibi evine gelince üniformasını bile çıkarmaksızın kanepenin üzerine uzandı ve oracıkta can verdi.
@gurbaapenses93 sonunuz Cerviakov gibi olmadan gereksiz pimpirikligi birakin derim
 
Kızlar çok öğretmenli (50 kişi vardir) bir okulda öğretmenim. Çok yakın olmasak da bir arkadaşım var .Ikiz bebekleri var onun .Kantinde otururken bebeklere mamalarını verdi .Oradan bir şeyler felan aldı cüzdanını da çıkardı tabi .Daha sonra bebeklerin arabasi baska yerde oldugu icin iki bebegi annesi ve bir arkadasi aldi bebek arabasına götürmek için. Bana da sen de çantaları al bahçeye çik ,biz geliriz dediler .Oyle yaptim ama arabayi alirken arkadaslarini gorup lafa dalmışlar 20 dakika kadar sonra yanima geldiler .Çantalarını verdim ama içime dert oldu .Bir şeyleri kaybolmuş mdur .Hadi biri cüzdanını çıkarmadı ama biri çıkardı ya fermuarını tam kapatmadıysa diyorum ya düştüyse cüzdanı felan .o Cüzdan çıkarılan çanta sırt cantasiydu.Kizlar soramam da ne yapmalıyım,arkadasimin davranışlarına gore mi davranmalıyım yoksa bir şey düşmüş olsa bana sorarlar miydi?

Okb falan değilsiniz di mi?
 
Canim bu hikaye benden sana gelsin. Cehov ustad bir seyler demek istemis. Uzme o tatli canini.

Guzel bir akşam vaktiydi. Yazı işlerinde memurluk yapan İvan Dimitriç Çerviakov tiyatroda önden ikinci sıradaki bir koltuğa oturmuş, dürbünle “Kornevil' in Çanları” adlı oyunu izliyordu. Adamın oturuşuna bakılırsa mutluluğun doruklarında olmalıydı. Derken, birdenbire... Öykülerde sık sık rastlanır “derken, birdenbire,” sözüne. Yazarların hakkı var, yaşam beklenmedik şeylerle öylesine dopdolu ki!.. İşte sevimli Çerviakov’un suratı böyle birdenbire buruştu, gözleri kaydı, soluğu daraldı. Dürbününü gözünden indirdi, öne eğildi ve hapşu!!! Aksırmak hiçbir yerde, hiçbir kimseye yasaklanmamıştır. Köylüler de aksırır, emniyet müdürleri de, hatta müsteşarlar da. Yeryüzünde aksırmayan insan yok gibidir. Çerviakov hiç utanmadı, mendiliyle ağzını, burnunu sildi; kibar bir insan olduğu için, birilerini rahatsız edip etmediğini anlamak amacıyla çevresine bakındı. İşte o zaman utanılacak bir durum olduğu ortaya çıktı. Tam önünde, birinci sırada oturan yaşlı bir zat başının dazlağını, boynunu mendiliyle çabuk çabuk siliyor, bir yandan da homurdanıyordu. Çerviakov, Ulaştırma Bakanlığı’nda görevli sivil paşalardan Brizjalov' u tanımakta gecikmedi. “Tüh, adamın üstünü kirlettim! Benim amirim değil ama ne fark eder? Bu yaptığım çok ayıp, kendisinden özür dilemeliyim.” diye düşündü. Birkaç kez hafifçe öksürdü, gövdesini biraz ileri verdi, paşanın kulağına eğilerek; – Bağışlayın, beyefendi! diye fısıldadı. İstemeyerek oldu, üzerinize aksırdım. – Zararı yok, zararı yok... – Affınıza sığınıyorum, efendim, hoş görün bu hareketimi. Ben... ben, böyle olmasını istemezdim. – Oturunuz, lütfen! Rahat bırakın da piyesi izleyelim. Çerviakov utandı, alık alık sırıttı, sahneye bakmaya başladı. Temsili tüm dikkatiyle izliyor ama artık zevk almıyordu. İçini bir kurt kemirmeye başlamıştı. Perde arasında Brizjalov’un yanına sokuldu, yanından şöyle bir yürüdü, çekingenliğini yenerek; – Efendimiz, üstünüzü... şey... Bağışlayın! Oysa ben... böyle olmasını istemezdim... Paşa öfkelendi, alt dudağını gevelemeye başladı. – Yeter artık siz de! Ben onu çoktan unuttum, oysa siz... Çerviakov paşaya kuşkuyla bakarak, “Unutmuş! Ama gözleri sinsi sinsi parlıyor, benimle konuşmak bile istemiyor! Aksırmanın çok doğal bir şey olduğunu söylemeliydim ona. Yoksa kasten tükürdüğümü sanabilir. Şimdi değilse bile sonradan böyle gelir aklına. Oysa hiç istemeden oldu.” diye düşündü. Çerviakov eve gelir gelmez, yaptığı kabalığı karısına anlattı. Ancak karısı, görünüşe bakılırsa, bu işe gereken önemi vermedi. Başlangıçta biraz korktuysa da paşanın başka bir bakanlıktan olduğunu öğrenince pek umursamadı. – Gene de gidip özür dilesen iyi olur, dedi. Toplum yaşamında nasıl davranılacağını bilmediğini sanabilir. – Ben de bunun için çabaladım durdum. Ondan birkaç kez özür diledim ama o çok tuhaf davrandı, beni yatıştıracak tek söz söylemedi. Hoş, konuşacak pek vakti yoktu ya... Ertesi sabah Çerviakov güzelce tıraş oldu, yeni üniformasını giydi, Brizjalov’u makamında görmeye gitti. Kabul odasına girince orada toplanan birçok dilek sahibini dinleyen Brizjalov’la karşılaştı. Paşa önce gelenlerle konuşuyor, onların isteklerini dinliyordu. Sıra Çerviakov’a gelince paşa gözlerini ona çevirdi. – Dün gece Arkadi tiyatrosunda... Eğer anımsamak lütfunda bulunursanız, aksırmış ve... istemeden üstünüzü... şey... özür... dilerim, diye konuşmaya başladı. Çerviakov; – Gene mi siz? Böylesine bir saçmalık görmedim! dedikten sonra başka bir dilek sahibine döndü. – Siz ne istiyorsunuz? Çerviakov sarardı, “Benimle konuşmak istemiyor, çok kızdığı belli. Ama yakasına bırakmayacağım, durumumu anlatmalıyım.” diye düşündü. Paşa son dilek sahibiyle konuşmasını bitirip odasına yöneldiği sırada arkasından yürüdü. – Beyefendi hazretleri! Zatınızı rahatsız etmek cüretinde bulunuyorsam, bu, yalnızca içimdeki pişmanlık duygusundan ileri geliyor. Siz de biliyorsunuz ki, efendim, isteyerek yapmadım. Paşanın suratı ağlamaklı bir duruma girdi, adam elini salladı. – Beyim, siz benimle alay mı ediyorsunuz? Bunları söyledikten sonra kapının arkasında kayboldu. Çerviakov eve giderken şöyle düşünüyordu: “Ne alay etmesi? Niçin alay edecekmişim? Koskoca paşa olmuş ama anlamak istemiyor. Bu duruma göre ben de bir daha bu gösteriş budalası adamdan özür dilemeye gelmem. Canı cehenneme! Kendisine mektup yazarım, olur biter. Yüzünü şeytan görsün!” Evine giderken düşündükleri böyleydi. Gelgelelim paşaya bir türlü mektup yazamadı, daha doğrusu iki sözü bir araya getirip istediklerini anlatamadı. Bunun üzerine ertesi gün gene yollara düştü. Paşa soran bakışlarını yüzüne dikince Çerviakov; – Efendimiz, dün buyurduğunuz gibi kesinlikle sizinle alay etmek gibi bir niyetim yoktu, diye mırıldandı. Aksırırken üstünüzü berbat ettiğim için özür dilemeye gelmiştim. Sizinle alay etmek ne haddime? Bizler de alay etmeye kalkarsak, efendime söyleyeyim, artık insanlar arasında saygı kalır mı? Suratı mosmor kesilip zangır zangır titreyen paşa; – Defol! diye bağırdı. Korkudan Çerviakov' un beti benzi atmıştı. Ancak; – Ne? Ne dediniz? diye fısıldayabildi. Paşa ayaklarını yere vurarak; – Yıkıl karşımdan! diye gürledi. Çerviakov’un karnının içinden sanki bir şeyler koptu. Gözleri bir şey görmeksizin, kulakları hiçbir ses işitmeksizin geri geri dış kapıya doğru gitti, sokağa çıktı, yürüdü... Kurulmuş bir makine gibi evine gelince üniformasını bile çıkarmaksızın kanepenin üzerine uzandı ve oracıkta can verdi.
Haklısınız. Oyle bi durum olsa söylerdi galiba zaten
 
Farkindayim ama cok ufak şeyleri de kaym takıyorum . Mesela hep akl ima geliyor ya Allah korusun cüzdanı felan kaybolduysa bana söylemez benden suphelenirse felan :KK43:
Kuzum siz niye bu kadar gereksiz evham yapıyorsunuz? Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Bir salın kendinizi yahu. Vallahi bu kadar düşünmek adamı yorar.
 
Her seyi çok takarım kafama .Mesela bi arkadaşımla bulusuyum 1 2 gun dusunurum yanlis bi seu mi dedim felan gibi
Kabus gibi bir durum. Bende benzer durumlar yaşıyorum. Mesela kızımın elinde yiyecek bir şey olsa başka çocuğa ikram etmeye çekinirim ya boğazına takılırsa vb abuk sabuk durumlar hamile olduğum için doktora gidemiyorum ilaç yazacağını biliyorum. Bu aklıma gelen en basiti daha niceleri var. Rabbim kimseye yaşatmasın
 
Kabus gibi bir durum. Bende benzer durumlar yaşıyorum. Mesela kızımın elinde yiyecek bir şey olsa başka çocuğa ikram etmeye çekinirim ya boğazına takılırsa vb abuk sabuk durumlar hamile olduğum için doktora gidemiyorum ilaç yazacağını biliyorum. Bu aklıma gelen en basiti daha niceleri var. Rabbim kimseye yaşatmasın
Anlıyorsunuz dimi beni.Gereksiz olduğunu biliyorum ama kafama takıyorum .
 
Ananem de böyleydi. Hımmm beni denemek için cüzdanı oraya koydu, çantayı ondan verdi, kapıyı ondan kapatmadı diye saçmalar havadan nem kapardı. İnsanlar size güvenmiş çantasını emanet etmiş. Sizde çantayı aldığınız gibi teslim etmişsiniz. Olay bitti.
 
Anlıyorsunuz dimi beni.Gereksiz olduğunu biliyorum ama kafama takıyorum .
O zaman durum ilerlemeden lütfen psikolojik yardım alın. Böyle takıntı-evham durumları tedavi edilmezse OKB'ye dönüşebiliyor.
Ne yazık ki OKB tedavisi mümkün olmakla birlikte tam olarak kurtulmak zaman alır.
 
Sorununuz obsesif kompulsif bozukluk olabilir mi? Kaygı duyduğunuz şey oldukça anormal ve akla gelmeyecek bir şey.
 
Back
X