Bu Sabah

Cirkin Peri

Guru
Kayıtlı Üye
4 Ekim 2007
248
0
42
vazoda%20guller%20tuval%20uzeri%20yagliboya%202002.jpg



Aslında her şey normal başlamıştı benim için. Her zamanki gibi işsizliğimin keyfini sürmekte ve uyumaktaydım. Kapı ısrarla çalıyor ve ben rüyada olmanın umuduyla kıpırdamıyordum yerimden. Rüya olmadığını anladığım vakit, bu saatte kim geldi veryansınlarıyla ilerlerken aklıma geldi, ben bu saatlerde işe çoktan gitmiş ve seni arıyor olurdum uyandın mı diye. Sen çoğu zaman açmazdın, o zaman anlardım çoktan kalktığını da duş keyfinin ardından arayacağını beni.

Bir kapı zilinden nasıl mı geldi aklıma?

Bilmem geldi işte, neyse konu bu değildi zaten değil mi? Asıl şimdi gör nerelere geleceğimi. Gerçi bakma sana yazıyormuşum gibi davranıyorum ben ya hani, sana yazmıyorum inan. İnan eskisi kadar düşmüyorsun beynime. Ya da düşüyorsun ne fark eder ki şu zamandan sonra.
Ha düşmüşsün ha düşmemişsin boş vermeli her şeyi…

Neyse nerdeydik biz, evet bu sabah…
Dedim ya bu sabah her şey normal başlamıştı benim için. Kapıya yönelirken aslında nasıl bir boşluğun içinde olduğumun farkındalığına varmam dışında diyelim biz buna. Kapıda dikilmiş duran kişiye bakıyor ve anlamaya çalışıyordum. Gözlerimi daha açamamıştım, beynim uyuyordu muhtemelen. Bir çiçekçi elindekini uzattı bana usulca. Bir arkadaşım sadece gülümseyebileyim diye göndermişti onları. Sessiz sedasız aldım çiçekleri, ama ne bir teşekkür çıktı dilimden getirene ne de bir telefon açma nezaketinde bulundum gönderene…

Yok, öyle görgüsüz biri değilimdir bilirsin beni. Ne kadar düşünürse karşıdaki daha beter dönerim ya ona, bu sefer farklıydı…

Diyemedim işte…
Hiçbir şey diyemedim, ellerim uzanırken bile korktu sebepsiz…
Titremeye başladı yüreğim.

Farkında değildi çünkü, iyi niyetli olarak yolladığı çiçeklerle gözlerimin ve yüreğimin sana döneceğini. Farkında değildi o çiçeklerle odama girdiğim anda en şiddetli haliyle karşıma çıkacağını sensizliğin. Öyle bir daldı ki odama rüzgârı, ne yapacağımı bilemez bir halde attım sehpaya büyük bir özensizlikle ve aslında başkalarını çok mutlu edecek o çiçekleri.

Muhtemelen üzmüştüm onları, bu kadar özensiz bir karşılama beklemiyorlardı benden ya, onlardan çok başkalarının kırılmasından korkuyordu yüreğim.
Korktuğu için bu kadar hoyrattı davranışlarım.
Ondandı bu umursamazlık.
Suç onların değildi aslında, suç havada gezinen sensizlikteydi.
Suç bendeki “sen”deydi…

“Sen”sizlikteydi de onlar nerden bilecekti.

Derken bir Ramazan akşamı geldi aklıma, trafikte yetişmeye çalıştığın iftar ve ona rağmen yetişemediğin ama çiçek getirmeyi unutmadığın…
Hatırlıyor musun?
Olsun hatırlama, ben hatırlıyorum ve bu yetiyor bana. Senin unuttuğun tüm güzellikleri ben yine de hatırlıyorum inatla…
Ezana yetişecektik hani, geçen sene bu zamanlar… Evde bir şey olmadığından dışarıda yemeğe karar vermiş ve şu küçük ama güzel 3.sınıf restoranlardan birine girmiştik.
Evet arkadaştık…
Biz o zamanlar arkadaştık ve habersizdik günün getireceklerini.
Bilmiyorduk zamanın bize karşı oynadıklarını ve o gece sadece sohbet ediyorduk. Yaralarımızı paylaşıyorduk, anlatıyorduk, dinliyorduk.
Daha önce hiç dinlemediğimiz kadar dinlemiş ve anlatamadığımız kadar anlatmıştık da; ilk defa adam gibi tanışmıştık aslında birbirimizi o gece.

Çiçekleri gördüğümde şaşırmıştım ben, ilk defa çiçek alıyordum birinden. Bunca zaman, düşündüm de bunca zaman aldığım tek çiçek bir sevgililer gününde babamdan gelmişti bana. Ve şimdi de senden…
Sana baktım, farkında değildin. Anlatımına daldım, içine girdim sözlerinle. Bir an güldüm sana…
Hani dedin ya, “trafik vardı, çingenelerde peşimi bırakmayınca… Eee ev ziyaretine geliyorum alayım bari dedim işte”
Olsun, anlattıkların gerçekte olsa, alman bile güzeldi.
Biraz solgun gözükseler de yol kenarında kalmaktan, mazot koklamaktan yorgun düşselerdi güzeldi.
Onlar benim çiçeklerimdi…

Hala güzler biliyor musun, şu yeni gelenlere inat hala aynı gurur ve güzellikte duruyorlar. Hüzün boyunlarını bükmüş olsa da, odamdaki rüzgâr sert esse de duruyorlar.
Ve aynı güzellikte bakıyorlar bana…
İnatla, evet inatla tıpkı ilk geldikleri gibi…
Odamda hüküm giymiş mahkûmlar gibi, bekliyorlar idam edileceklerini bile bile aynı huzurlu duruşlarıyla.

Çok uzak değil hemen dibinde başka bir idam mahkûmu olduğunu bilen güllerim bakıyor bana hüzünle. Onların görünüşleri ilk günkü gibi değil, daha soluklar hani, hani biraz daha sanki… Mahcup gibiler belki, belki de bana öyle geliyor… Sensizlik işledikçe ve üşüdükçe yüreğim belki de ben delirmeye başlıyor ve hislerimi yüklüyorum onlara…

Üzerindeki nota ilişiyor gözüm, kırmaktan korkarcasına usulca alıyorum.

“Çirkin’e”

Bana yani, tarih 14 Şubat 2007, derken sesler başlıyor, hiç durmadan konuşuyor birileri…

—Af edersiniz daire 36 neresi.
—Ben yardımcı olayım. Kimi aradınız?
—İsim bilmiyorum Çirkin diye yazıyor.
—Benim, kim gönderdi ki bunları…

Adam bana bakıyor, kaç kız Çirkin denildiğinde benim derki; hayır çiçekleri gönderen mi deli, kabul eden mi diyor muhtemelen. Ama hiç ses etmiyor.

Bilmiyor, ben senin Çirkin’ninim ve bu nedenle anlamıyor

—Bilmiyorum, bir imza…
—Aaa tabii, özür…

Derken telefon sesini duyuyorum… Ben arıyorum seni, güller kokunu getirmiş çünkü, isim belirtmesen de biliyorum…

—Aşkkkk bunlar çok güzeller diyorum gülerek. Çok mutluyum belli.
—Ama anlaşmamış mıydık, hani bu günlerde çok pahalı olurlar. Ne gerek var ki ben zaten biliyorum sevgini.”

Bir rüzgâr, üşüyorum…
“Bilmiyor muşum” diye sessiz sessiz çığlıklar atıyor yüreğim.

Sen diğer uçtan gülüyorsun bana…
—Arkadaş askerde onun sevgilisine gönderirken, neden dedim benim sevgilimin neyi eksik.
—Göndermesen de olurdu her şeyim tam çünkü benim, seninle tam…
Susuyoruz, bir anda gülümsüyorum yine ben
—Olsun ama çok mutlu oldum aşk, çok hem de… Biliyor musun seviyorum seni ben.

“Evet, seviyorum” diyor yüreğim, azarlamaya başlıyorum onu, “sus” diyorum… Senin gönderdiğin güllerden birinin dikenini alıp batırıyorum ona. “Bak” diyorum “işte bu aşk, aşk bu… Yeterince üşümüyor musun da bunu yaptırıyorsun bana…”
Ellerim özür diliyor ardından…

—Bende seni seviyorum duyuluyor derken sonra bir uğuldama ve her şey sessizliğe karışıyor rüzgârınla.

Aldığım notu özenle koyuyorum tekrar yerine, elimde olsa dikenini bile aynı yere takacağım ya, kırıldı mı tekrar koyulmuyor hiçbir şey yerine.

Sen de mi buradaydın diyerek bakıyorum ardından, uzun seyahatinin ardından getirdiğin o güzel çiçeklere. Nasıl heyecanla gittiğimi hatırlıyorum havaalanına, nasıl da özlemiştim seni.

“Nasıl özlüyorum hâlbuki…
“Sustan neden anlamıyorsun” diyorum yine kızarak ve umursamadan söylediklerini hatta küserek çocuk gibi dönüyorum tekrar güllerime.

Uçaklardan korkarım bilirsin ben; inişin gecikti diye ne çok korkmuştum, anında senaryolar yazmıştım da uçağının indiğini ve yolcuların bavul beklediğini duyunca koşarak gelmiştim çıkış kapısına.
Seni görmüştüm sonra…

Gene telefon sesi duyuyorum bak…

—Aşşşkkkk görüyorum ben seni.

Gözlerin beni arıyor.

—Ben de seni gördüm sevdiğim.
—Hadi çabukkkkk çok özledim ben seni!

Derken çıkıyorsun ve onları uzatıyorsun bana, takılmadan edemiyorsun…

—Hostes keşke ben olsaydım bu çiçeklerin sahibi dedi
—Sen uçarsın bir daha diyorum kızarak…

Gülüyorsun ve sarılıyorsun bana…
Kokun, tenin, sarılışın…
Hiç bırakma istiyorum, kalıyorum bir süre öyle…
Gözlerinin içinden dalmak istiyorum yüreğine…
Yüreğime dokunuşunun bana neler hissettirdiğini bil istiyorum.

Bil…
Sadece…
Neyse…

Dedim ya bu sabah kalktığımda her şey normal başlamıştı benim için ve bilmiyordum bir kapı ziliyle yoklayacağını beni.

Çiçeklerin ne suçu vardı ya, dayanamadım hoyrat davrandım onlara. Küsmesinler istedim benimkiler.
Kurumuş olsalar da, odamdaki o koyu rüzgâr soldursa da, biraz bükse de boyunlarını… Güzel olduklarını bilsinler istedim.

Onlar ise ne olacağını düşünüyorlardı muhtemelen sonlarının. Hala duracaklar mıydı yoksa…
Yoksa bir sinir harbinde, aklıma geldiğinde mesela ve benim kahretsin dediğim bir anda atılacaklar mıydı bilmek istiyorlardı hepsi.
Yeni gelenler pek bir cafcaflı onlara göre ya belki de o nedenle huzursuzlukları. Hani bu gelenler…
Acaba…
Acaba kimden diyorlardı bana kim bilir.
Bakıyorlardı, biraz hüzünlü biraz korkak… Bakıyor ve cevap bekliyorlardı.
Ben mi, ben tüm sorularını cevapsız bırakıp, içimdeki hüzün yağmurları egemen olmasın diye banyoya kaçıyordum… Kurtarıcım olmuştu son günlerde, ne zaman bir damla… Bir damla ne zaman belirginleşse duşun altında buluyordum kendimi.

Tıpkı bu sabahki gibi.

Çıktığımda ise yanıldığımı anladım, yağmurlar kururdu evet kururdu ya bu üşüme…
Bu üşüme geçecek gibi durmuyordu.
Titriyordum ve her titrememde sen geliyordun aklıma.
Çünkü ne zaman bu titreme alsa beni, sen açardın kollarını da sarıp sarmalardın üşümeyeyim diye…
Ve sen yoktun…
Üşümem ise gitmiyordu…

Aslında her şey normal başlamıştı benim için. Her zamanki gibi işsizliğimin keyfini sürmekte ve uyumaktaydım. Kapı ısrarla çalıyor ve ben rüyada olmanın umuduyla kıpırdamıyordum yerimden. Rüya olmadığını anladığım vakit ise çok geç olmuştu her şey için.
Sen dalmıştın odama ve esiyordun…
Hiç durmadan ve daha sert esiyordun yüreğimin koridorlarında…

Meral BİLGİÇ
 
Son düzenleme:
Bu sabah benim içinde herşey rutin,herzamanki gibi başlamıştı(9 günlük tatil dışında)..Taki bu yazıyı okuyup yine içimin acıdığını hissedinceye dek...Bazı gerçeklerden kaçtığımı yine fark ettim ve gözlerimden akan yaşlar....O kadar güzel yazıyorsunuz kiii duygular ,ruhun hissettikleri,acılar kalbinizle kalbime öyle bir yol çizdinizki her yazınızda kendimi buluyorum....Acılar genelde aynı sadece mekan zaman farklı sanırım....Sizin gibi yüreğiyle,ruhuyla görebilen ender insanlar arasında olmak benim için onur verici....İyiki varsınız...:1hug:
 
Bu sözler ne kadar onurlandırıcı, içimdeki tüm kırıklıklara rağmen yazmayacağım sözlerini yok etti kelimeleriniz. Teşekkür ediyorum.
 
X