CAMİ AVLUSUNA BIRAKILAN HAYATLAR
Cami Avlusuna Bırakılan Hayatlar
Oğlum,
Daha dün gibi hatırlıyorum dünyaya merhaba dediğin anı... İşteydim, aklım annendeydi ve mahalledeki arkadaşım soluk soluğa gelip apar topar annenin hastaneye kaldırılış haberini vermişti. Nasıl almıştım o yolu inan bilmiyorum. Senin gelişini beklerken, beklemeler hep yormuştu beni, bir başkaydı bu bekleyiş, elimde beni zehirleyen dumanın biri yanıyor biri sönüyordu. Dilimde dualar, aşkım olan annen için edilirken, senin içinde dualar ediyordum ben. Nasıl sevmiştim anneni... Her insanda bir kusur vardı elbet ama nerden bilebilirdik ki senin yıllar sonra bize gelip hayatımızdaki karanlıkları aydınlığa kavuşturacağını, kusurlarımızı örteceğini... Sen on yıl sonra bize sunulan yeni bir hayattın canım, şükürler vardı dilimde seni bize bağışlayan yüce varlığa... Gün geçtikçe büyüyor, sen güldükçe bizde seninle gülüyorduk. Seninle birlikte yaşıyor, nefes alıyor seninle birlikte büyüyorduk. Daha bir canla başla çalışmaya başlamıştım, artık eskiden beni hayata bağlayan alışkanlıklarımın hepsinden vazgeçip kendimi annen ve sana adamış huzur içinde yaşamanın mutluluğu sarıyordu ruhumu. Vakit gelmişti, evlenecektin artık, mürüvvetini görecektik her anne ve babanın ümit ettiği şekilde... Davullar dövüldü, dernek kuruldu, düğünler tutuldu işte. Çok fazla oynamak bilemesem de, hayat benle çok oynamıştı ama senin için o en güzel gününde bir ’Zeybek” oynayıvermiştim. ’Efe” babam diye gelip sarıldığında boynuma, o an ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Üniversite yıllarında sana hiç belli etmek istemesem de annenle birlikte sen aç kalmayasın diye çok aç kalmalarımızı saymıyorum. Ah canımın yongası, az mı uykusuz bıraktın bizi.
Daha dün gibi gelişin yanıma, elimdeki varımı yoğumu sana sundun ben ama son demindeyken hayatın demiştim sana ’Bak oğlum, ben böyle daha huzurluyum, düzeniniz bozulmasın. Ben öldükten sonra elimdekilerin hepsi senin yavrum. Ne istersen yaparsın.” Nasıl bir aslan gibi kükremiştin. ’Küçük konuşuyorsun baba, beni sen yetiştirdin, yanıma mı sığmayacaksın. Annem olsa hayatta hadi neyse. Bir tas çorba da sana koyarım.” Haklıydın, seni ben yetiştirmiştim, sen benim evladımdın ve bir tas çorba da yeterdi abana ama gel gör ki hayat bana yine yalan söyledi. Canım gelinim, önceleri ne çok severdin beni babacığım diye, demek sevilmek için gözden ırak olmak gerekmiş öğrettin. Geceleri o haykırışların hala kulaklarımda ’Ya baban ya ben” diyordun en son oğluma... Kızım, ben çok dedim de anlatamadım. Kaç kez ağladım lacivert gecelerin içinde sarı hüzünlerle ve her defasında ’Üzülme aşkım” diyordum beni bir yerlerden gördüğüne inandığım annene... Seni ben yetiştirmiştim ve artık yaşlanmıştım ben, bir hayır gelmezdi, fazlaydım bu hayatta tüm sevdiklerim için... Ben senin için fazlaydım.
Bir gün öncesinden düşünü görmüştüm ben yaşayacaklarımın... Bir çocuk gibi elimden tutup, arabaya bindirdin ve ben şimdi geleceğim deyip bırakıp beni bir cami avlusuna gittin. Gelmedin. İki gün bekledim yollarını, her saat gelişini bir sonraki saatlere erteledim. Gelmedin. Bir battaniye verdiler, caminin bir yanına kıvrılıp yattım. Aklım sendeydi evladım. O kadar emek verip, seni menfaatsizce sevip, yetiştirip, her şeyden sakınıp, seni sahiplenip, canımın bir parçası halinde canımı yoluna koyan ben bunları yaşamak için ve bir günahın meyvesi ya da bir çaresizliğin mecburiyetinde cami avlusuna bırakılan çocuklar gibi bırakılacak ne yaptım ben yavrum?
Bir sabah arabayla geldiler... Alıp götürdüler beni, önce bir banyo yaptırdılar, sonra tertemiz elbiseler verdiler ve bir göz oda, sıcak çorbamızı veriyorlar, sıcak burası ve hep aynı yaşta bırakılan insanlar... Ayşe Hanım, bir zamanlar çok zengin bir kadınmış, iki tane arabası, bir yalısı, uşakları varmış, eşi öldükten sonra dar gelmiş o yalı ona, kahkahasını sosyete pazarlarında üç kuruşa satan gelini getirmiş bırakmış buraya... ’ Alın demiş, ne yaparsanız yapın, kaç para istiyorsanız da size vereceğim” İnsaflıymış, cami avlusuna bırakılmamış ve beklememiş evladının ilk gün gibi gelişlerini... Hamdi Abi, beş tane evlat yetiştirmiş bu zamana dek, yetiştirmiş, evlendirmiş ve elden ayaktan düşüp yaşlanmış. Beş odanın birine bile sığamamış. Biliyor musun daha nice hayatlar var burada... Mesela şu köşede oturan İclal Hanım, en güzel dansları biliyormuş, en güzel şarkıları söylüyormuş, bir dinlesen hikâyesini ne çapkın bir kadınmış zamanında, gülerek anlatıyor o yıllarını ve her sabah pencerenin kenarına oturup gözü yollarda şarkılar söylüyor yine... Ayrılık şarkıları...
Oğlum,
Canın sağ olsun. Sen mutlu ol bu dünyada da ben başka da bir şey istemiyorum. Nice hayatlar gizlenir acılarımızın içinde nice acılar vardır yüreğimizde... Ama bir şeyi unutma, benim gözüm ne de olsa toprakta bir ayağımda çukurda ve ben tükettim artık umutları bu dünyaya dair... Unutma, eden elbet bulur bir gün. Ama sen bulma, kıyamam sana... Bu dünyada yaşlanmakta var yavrum... Hep böyle kalmayacaksın! Sende unutacak, sende yaşlanacaksın. Mutluluklar dilerim sana.
Not: 3 ay içinde canım memleketimin en gözde yerinde 17 yaşlı insanın cami avlusuna bırakıldığının haberini izleyince ağladım. Bir gün hepimiz yaşlanacağız! Elinizi vicdanınıza koyun bari de, bizi biz yapan değerleri avlularda bırakmayın. Sizlerde yaşlanacaksınız, bizlerde...
(Alıntıdır)
Cami Avlusuna Bırakılan Hayatlar
Oğlum,
Daha dün gibi hatırlıyorum dünyaya merhaba dediğin anı... İşteydim, aklım annendeydi ve mahalledeki arkadaşım soluk soluğa gelip apar topar annenin hastaneye kaldırılış haberini vermişti. Nasıl almıştım o yolu inan bilmiyorum. Senin gelişini beklerken, beklemeler hep yormuştu beni, bir başkaydı bu bekleyiş, elimde beni zehirleyen dumanın biri yanıyor biri sönüyordu. Dilimde dualar, aşkım olan annen için edilirken, senin içinde dualar ediyordum ben. Nasıl sevmiştim anneni... Her insanda bir kusur vardı elbet ama nerden bilebilirdik ki senin yıllar sonra bize gelip hayatımızdaki karanlıkları aydınlığa kavuşturacağını, kusurlarımızı örteceğini... Sen on yıl sonra bize sunulan yeni bir hayattın canım, şükürler vardı dilimde seni bize bağışlayan yüce varlığa... Gün geçtikçe büyüyor, sen güldükçe bizde seninle gülüyorduk. Seninle birlikte yaşıyor, nefes alıyor seninle birlikte büyüyorduk. Daha bir canla başla çalışmaya başlamıştım, artık eskiden beni hayata bağlayan alışkanlıklarımın hepsinden vazgeçip kendimi annen ve sana adamış huzur içinde yaşamanın mutluluğu sarıyordu ruhumu. Vakit gelmişti, evlenecektin artık, mürüvvetini görecektik her anne ve babanın ümit ettiği şekilde... Davullar dövüldü, dernek kuruldu, düğünler tutuldu işte. Çok fazla oynamak bilemesem de, hayat benle çok oynamıştı ama senin için o en güzel gününde bir ’Zeybek” oynayıvermiştim. ’Efe” babam diye gelip sarıldığında boynuma, o an ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Üniversite yıllarında sana hiç belli etmek istemesem de annenle birlikte sen aç kalmayasın diye çok aç kalmalarımızı saymıyorum. Ah canımın yongası, az mı uykusuz bıraktın bizi.
Daha dün gibi gelişin yanıma, elimdeki varımı yoğumu sana sundun ben ama son demindeyken hayatın demiştim sana ’Bak oğlum, ben böyle daha huzurluyum, düzeniniz bozulmasın. Ben öldükten sonra elimdekilerin hepsi senin yavrum. Ne istersen yaparsın.” Nasıl bir aslan gibi kükremiştin. ’Küçük konuşuyorsun baba, beni sen yetiştirdin, yanıma mı sığmayacaksın. Annem olsa hayatta hadi neyse. Bir tas çorba da sana koyarım.” Haklıydın, seni ben yetiştirmiştim, sen benim evladımdın ve bir tas çorba da yeterdi abana ama gel gör ki hayat bana yine yalan söyledi. Canım gelinim, önceleri ne çok severdin beni babacığım diye, demek sevilmek için gözden ırak olmak gerekmiş öğrettin. Geceleri o haykırışların hala kulaklarımda ’Ya baban ya ben” diyordun en son oğluma... Kızım, ben çok dedim de anlatamadım. Kaç kez ağladım lacivert gecelerin içinde sarı hüzünlerle ve her defasında ’Üzülme aşkım” diyordum beni bir yerlerden gördüğüne inandığım annene... Seni ben yetiştirmiştim ve artık yaşlanmıştım ben, bir hayır gelmezdi, fazlaydım bu hayatta tüm sevdiklerim için... Ben senin için fazlaydım.
Bir gün öncesinden düşünü görmüştüm ben yaşayacaklarımın... Bir çocuk gibi elimden tutup, arabaya bindirdin ve ben şimdi geleceğim deyip bırakıp beni bir cami avlusuna gittin. Gelmedin. İki gün bekledim yollarını, her saat gelişini bir sonraki saatlere erteledim. Gelmedin. Bir battaniye verdiler, caminin bir yanına kıvrılıp yattım. Aklım sendeydi evladım. O kadar emek verip, seni menfaatsizce sevip, yetiştirip, her şeyden sakınıp, seni sahiplenip, canımın bir parçası halinde canımı yoluna koyan ben bunları yaşamak için ve bir günahın meyvesi ya da bir çaresizliğin mecburiyetinde cami avlusuna bırakılan çocuklar gibi bırakılacak ne yaptım ben yavrum?
Bir sabah arabayla geldiler... Alıp götürdüler beni, önce bir banyo yaptırdılar, sonra tertemiz elbiseler verdiler ve bir göz oda, sıcak çorbamızı veriyorlar, sıcak burası ve hep aynı yaşta bırakılan insanlar... Ayşe Hanım, bir zamanlar çok zengin bir kadınmış, iki tane arabası, bir yalısı, uşakları varmış, eşi öldükten sonra dar gelmiş o yalı ona, kahkahasını sosyete pazarlarında üç kuruşa satan gelini getirmiş bırakmış buraya... ’ Alın demiş, ne yaparsanız yapın, kaç para istiyorsanız da size vereceğim” İnsaflıymış, cami avlusuna bırakılmamış ve beklememiş evladının ilk gün gibi gelişlerini... Hamdi Abi, beş tane evlat yetiştirmiş bu zamana dek, yetiştirmiş, evlendirmiş ve elden ayaktan düşüp yaşlanmış. Beş odanın birine bile sığamamış. Biliyor musun daha nice hayatlar var burada... Mesela şu köşede oturan İclal Hanım, en güzel dansları biliyormuş, en güzel şarkıları söylüyormuş, bir dinlesen hikâyesini ne çapkın bir kadınmış zamanında, gülerek anlatıyor o yıllarını ve her sabah pencerenin kenarına oturup gözü yollarda şarkılar söylüyor yine... Ayrılık şarkıları...
Oğlum,
Canın sağ olsun. Sen mutlu ol bu dünyada da ben başka da bir şey istemiyorum. Nice hayatlar gizlenir acılarımızın içinde nice acılar vardır yüreğimizde... Ama bir şeyi unutma, benim gözüm ne de olsa toprakta bir ayağımda çukurda ve ben tükettim artık umutları bu dünyaya dair... Unutma, eden elbet bulur bir gün. Ama sen bulma, kıyamam sana... Bu dünyada yaşlanmakta var yavrum... Hep böyle kalmayacaksın! Sende unutacak, sende yaşlanacaksın. Mutluluklar dilerim sana.
Not: 3 ay içinde canım memleketimin en gözde yerinde 17 yaşlı insanın cami avlusuna bırakıldığının haberini izleyince ağladım. Bir gün hepimiz yaşlanacağız! Elinizi vicdanınıza koyun bari de, bizi biz yapan değerleri avlularda bırakmayın. Sizlerde yaşlanacaksınız, bizlerde...
(Alıntıdır)