dini paylaşım alanı

4. Yatsıdan Sonra Âmenerrasûlü Okunmalı


Âmenerrasûlü; Bakara suresinin son iki ayetidir. Bu ayeti okumanın faziletlerinden de hadislerde şöyle bahsedilmektedir: “Beş vakit namaz, Bakara Sûresi’nin son iki ayeti, ümmetinden Allah’a şirk koşmadan ölenlerin büyük günahlarının bağışlanacağı müjdesi.” (Müslim, Îman, 279) “Bakara sûresinin sonunda iki ayet vardır. Kim bunları okursa (dünya ve âhiret maksatları için veya o gecede okuyacağı Kur’ân için) ona yeterlidir.” (Buharî, Fedâilu’l-Kur’ân 10) Unutmayalım ki okunan her Kur’an harfine on sevap vardır. Namazlardan sonra her sure okunulabilir. Fakat bazı sure ve ayetler lafız, mânâ, mâhiyet ve şümûlü ile diğerlerinden farklıdır. Bu yazımızla beş vaktin ardından okunan surelerin faziletlerini sizlerle paylaşmış olduk. İnşaAllah bu sayede tüm okuyanlar bu faziletten nasiplenmiş olur.

 
TASAVVUF
Kenan Rifâî’ye göre tasavvuf herhangi bir din kaydından müstakil olarak mevcut olup insanla beraber başlayan ve insanla beraber tekâmül eden bir tefekkür silsilesi, bir hayat tecrübesidir. Daima dinle yan yana görülmesi, dinin onun yardımına, şerh ve tefsirine muhtaç olmasından dolayıdır.


İnsanlıkla beraber başlayan ve dinlerin cevherini meydana vurma keyfiyeti diyebileceğimiz tasavvuf son istihalelerini İslâm dini ile beraber yaparak en olgun ve en kemâlli halini bulmuştur. Nasıl ki İslâm dini geçmiş bütün dinleri câmi ve onların zemini üstünde âbideleşmişse İslâm tasavvufu da böyledir. İndifâ (lav püskürtmek) eden bir yanardağın lâvlarını tutacak bir el ayası bulunmadığı gibi tasavvufun da yer yüzüne akmasını önleyecek bir kuvvet yoktur.

Onun tasavvuf anlayışı içinde hem ahlâkçıların, hem vahdet-i vücudcuların, hem de ilâhî temâşâcıların kuvvetli terkibi kaynaşarak şahsiyeti hamurunu, böyle müşterek bir maya ile kabartıp kıvamlandırmıştır.

Yukardaki ifadenin en güzel örneği: “Benim üç gözlüğüm var. Biri yakını gösterir, ötekini uzak için kullanıyorum, üçüncüsü ile de hem yakını, hem uzağı görüyorum. Yani bunda iki türlü görüşe de elverişli camlar mevcut. Eğer yakın gözlüğü ile uzağa bakacak olsam başıma dönme veriyor, keza uzak gözlüğü ile de yakın bir şeye baksam aynı hal vâki oluyor, fakat üçüncü böyle değil.

Bundan şu neticeyi çıkarmak mümkün: Demek oluyor ki: Yalnız dünyayı, şekli, maddeyi görmek isteyenler için âhireti, mânâyı, ruhu görmek mümkün olmuyor, yalnız âhireti görmek isteyenler için ise dünyayı görmek mümkün olmuyor. Halbuki insanın gözünde öyle bir gözlük olmalıdır ki dünyayı, yani zâhirî şekli görmesi mânâyı görmesine ve mânâyı görmesi de şekli görmesine mâni olmasın.”


Ken’an Rifâî’nin tasavvuftan kastettiği şey en geniş mânâsı ile “birlemek” tir. Çokluk halinde önümüze serilen bu âlemi bir bilip, bir görüp, bir sevmek.

Kendisine “tasavvuf nedir?” diye soranlara “gönül bilgisidir” diye cevaplandırıyor. Yine bir başka tarifinde “her hal ve vakitte edebdir”. “Tasavvuf güzel ahlâktır, güzel ahlâk ise edebdir, edeb ise Haktan başka bir şey görmemektir” diyor. “Herkesin kendi üstüne düşeni yapması bir ibadettir. Fiillerimiz, bu âlem sahnesinde oynanacak olan piyesten istidadımıza göre bize verilen rolün gereğidir.

CEMALNUR SARGUT'UN KALEMİNDEN
 
canım ben çekiyorum çok şükür :)

arkaadşlar da bildiirm yapsın
işte onları bizim teşvik etmemiz gerek :) çekince buraya yaz istersen . cüz konusunda da bir yada iki cüz alırız diye düşünüyorum. ben toplu dua ettiğimiz listedeki kızlarada yazarım birazdan
 
Sen yeter ki "ALLAH" de, açar bahçende güller.
Sen yeter ki "RAHMÂN" de, öter bahçende bülbüller.
Sen yeter ki "ĞAFFÂR" de, koşar yardımına melekler.
Sen yeter ki "RAHÎM" de, inan aydınlanır her yer.
Sen yeter ki "MÂLİK" de, gider sıkıntılar, dertler.
Sen yeter ki "KUDDÛS" de, biter ızdıraplar, kederler.
Sen yeter ki "AZîZ" de, gider dilden kötü sözler.
Sen yeter ki "CABBÂR" de, kalmaz kalpte vesveseler.
Sen yeter ki "MEVLÂ" de, huzura erer gönüller..
 
Kaybedilmiş ve sana kapanmış bir mutluluk kapısının eşiğinde fazla oyalanma, yoksa sana açılan yeni mutluluk kapısını göremezsin.
Rabbinden değiştirebileceğin şeyleri değiştirebilecek kadar cesaret, değiştiremeyeceğin şeyleri kabullenecek kadar metanet, değiştirip değiştiremeyeceğin şeyleri anlayacak kadar feraset iste.
Hiçbir şey benimdir deme, bana yakın edilmiştir de.
Bir şeyi yitirdiğinde benden geri alınmıştır de ve dua et.
Zira duan nefesine karışmadan kabul eden biri vardır.
 
TASAVVUFUN GÜNÜMÜZDEKİ UYGULAMALARI
Tasavvuf, insanın kendi içine yaptığı yolculuktur. İslam tasavvufunda bu yolculuğa sülûk denir ve tasavvufta varılması gereken nokta İslam’da “Kendini hiçlikle bilen Rabbini varlıkla bilir” noktasına ulaşmaktır.

Hiçlik, kişinin her sahip olduğu özellikte (isim ve sıfat) dengelenmesi ve yaratıcının sonsuzluğunda kendi yerini idrak etmesidir. Bu hal, şahsiyetsiz, tembel bir kişilik yaratmaz. Bilâkis, yaratıcısından emin olan, maddi olayların yıkamadığı kuvvetli şahsiyetler oluşturur.

Böyle dengeli, kişilikli insanın beşer halinden varolabilmesi için mesela;
1. Ben bir bedene sahibim ve bedenimin sağlıklı, yorgun, enerji dolu ya da hasta hali beni etkilemez çünkü bedenim sadece, içinde Allah’ın manasını taşımak için vardır, ve bu yüzden ben bedenime değer veriyorum ama tapmıyorum,
2. Ben duygulara sahibim ama bu duygular bende yaratıcının manasını idrak etmem için, üzerimde hak olan yaratıcıya ait isim ve sıfatları ortaya çıkarmak için vardırlar yani aracıdırlar,
3. Ben bir akla sahibim ama aklımı kural koymak için değil, yenilikleri öğrenmek ve algılayabilmek için (tefekkür) kullanırım. Kıyasların, aklı işlettiğini bildiğim halde, zıddı olan bir şeyin aslında var olmadığını idrak ettiğimden, kıyasları birliğe ulaşmada aracı olarak kullanırım,
4. Ben bir egoya sahibim, ama ben sonsuza nisbetle hiçim. Buna rağmen hiçlikte tecelli edene göre herşeyim. Allah’ın beni saymış olması ve yaratmış olması ve benden tecelli etmesi bana güven sağlar. Buna rağmen mükemmel olma isteğimde hiçbir zaman başarılı olamayışım bana hiçliğimi öğretir,
5. Ben bir kalbe sahibim. Ancak bilirim ki kalbim bir et parçası olmayıp, Allah’ın ışığının vurduğu yerdir. Çünkü Kuran’ da Allah, “Ben yerlerin ve göğün nuruyum, ışığıyım” buyuruyor. İşte bu ışık sayesinde kalbim, aklımın algılayamadığı derinlikleri ve sonsuzluğu idrak eder. Ve kalbim, Allah’ın mekânı olur. Orada tecelli eder. Bu tecelli sayesinde ben herşeyin Bir’den ibaret olduğunu ve bütün sayıların birin tekrarı olduğunu idrak ederim,
6. Ben Allah’ın ruhumdan ruh üfledim dediği sonsuz bir zenginliğe sahibim ve bunu idrak ettiğim zaman huzurlu olurum ve Allah’ın huzurunda olurum
der.


Bütün bu idrakler, insanın vücudu içinde dengeyi kurmasıyla alakalıdır. O halde önce, bedenimizi sağlam ve esnek tutmak, midemizi yeterli ve dengeli gıdalarla beslemek, tutkularımızı aşırılıktan korurken, tutkusuz olmaktan da kaçınmaktır. (Mesnevi’ de Hz. İsa’ya sorarlar; “En korktuğunuz şey nedir?” “Allah’ın gazabıdır” der. “Peki bundan nasıl korunuruz?” deyince, “Kendi öfkenizi yenerek.” diye cevap verir. Korkular nefsin eseridir diyor Hz. Mevlâna. Allah’ına güvenen ve Allah’ın evebeyn olarak hakiki koruyucu olduğuna inanan kişi için tek korku, bu yüce sevgiliyi kırma korkusudur. O bile, annesinin ilgisini çekmek için şımaran çoçuğun korkusuna benzerse insanı acı çekmekten uzak tutar. Ama bu hal ve bu idrak tedbirsiz kalmak değildir. Tedbiri alıp sonucu hakkında üzüntü duymamaktır. Dünyadaki bize ait gözüken şeylerin, yok olabileceğini düşünerek, Epiktet’in dediği gibi “Çömlek seviyorsan itiraf et, kırılınca üzülmezsin” diyebilmektir. Kuran’ ın cehennemin kapıcısına verdiği adın Malik, yani mülk sahibi, cennetin kapıcısına verdiği adın da Rıdvan, yani razı olan olduğunu bilerek, dünyada bize verilen şeylerin emanet olduğunu hissedip, mülk haline geçirmemek (benim dememek) ama korumak, başımıza gelen hadiselerde ise sıkıntı ve bela duyma yerine terbiye olduğumuzu hissederek sevinmek derecesine ulaşmaktır.)

Eflatun, İslâm’ın sırat-ı müstakîm dediği bu duygulardaki dengeyi şöyle anlatır: Vucüt aklın idare ettiği bir at arabasıdır. (Buradaki akıl gönülle evli olan akıldır, yani sezdiği şeylerin gönül tarafından teyid edilmesiyle tatmin olan akıldır). Atlardan bir tanesi şehvet yani duygularda aşırılık, diğeri şecaat yani terbiye edici ahlak, etiktir. Ancak atlar dengede olduğu zaman araba düzgünce yol alır. Burdan da anlaşılıyor ki, ilk insanla başlayan tasavvuf, her devirde aynı şeyleri söylemiş ve aynı şeyleri önermiştir.

O halde insan bütün bu özelliklerinden dolayı, kendinde var olana göre var, kendine göre yoktur. Bu yüzden gururlu değil, vakarlı olur. Gurur, “Ben üstünüm” demek, vakar ise “Var olmamın sebebi var” demektir.

Bu anlayış insanı içindeki huzura, yani Allah’ın huzuruna götürür. Ve insan, bu anda pratik akla kavuşur.

Kendi manalarının kılavuzluğuyla, belli bir düzeye ulaşan kişi dünyadan etkilenmez. Övüldüğünde sevinmez, yerildiğinde incinmez. Aç gözlü değildir. Kaybetmekten korkmaz. Yalnız Allah’a güvenir. Bu hal tasavvufu birebir hayatında yaşayan Hz. Musa’da aşikâr olmuştur. Kuran’da ve Ahd-i Atik’te belirtildiğine göre Musa, güven makamına böyle çıkar. Yaratıcı ona elinde ne olduğunu sorar, Musa; “Bu benim asam, ben ona dayanırım.” der, ve onunla neler yaptığını anlatır. Allah asayı atmasını emreder. Asa yılana dönüşür. Böylece Hz. Musa dayanılacak tek gücün Allah olduğunu öğrenir. Daha sonra Musa asasını Allah’ın emri ile Firavun ve sihirbazların önünde yere atar. Yılana dönüşen asa, sihirbazların yılanlarını yutar. Bu da Allah’ın emrinin insan irade ve çabasından daha güçlü olduğunu ispat eder. Allah, Musa’ya, “Yere attığında atan sen değilsin.” buyurur. Bu da insana, kendi irade ve arzularımızla Allah’ın iradesini bozmaksızın mevcudata hizmet etmenin zevkini öğretir.

Bunların sonucunda insan, insan olmanın zevkini yaşar. Hedefimiz kendimizi yok etmek değil, kendimiz aracılığıyla insanî ve gizli ruhları görebilmektir.

Tasavvuf, hakkında konuşulması gereken değil, yaşanması gereken içsel yolculuktur. Tassavvuf şeriatın iç yüzünü araştırır ve insanı şeriata değil, şeriatı insana hizmet eder hale geçirir

Kelime-i Tevhid, “La ilahe illallah” olup, “La”, yok diyenleri, (ateistleri, benden başka herşey yok) kabul, ikinci kısmında, önümüze gelen herşeye taptığımız devreleri kabul, üçüncü kısmında taptığımız şeylerin bir bir yok olduğunu gördüğümüz, tapılacak hiçbirşey yokmuş; “la ilahe” devresini kabul, ve sonunda “nefsini bilen Rabbini bilir” haliyle “yalnız var olan Allah’tır”ı kabuldür.

Namaz bütün sufizm yollarında geçerli olan içsel huzur, kendindeki yaratıcıyı bulmak, (Hak) o yaratıcı önünde eğilmek ve onunla birlikte miraçta bulunmaktır.

Zekat, insanın toplum içinde yaşayabilmesi için tek çarenin fazlalıklarını onlarla paylaşmanın zevkine varmak olduğunu öğretir.

Oruç, vücudu aşırılıklardan alıkoyan ve sabrı öğreten, fakirin halini idrak ettiren ve lâyıkıyla yapabilen için Kuran’la müjdelenen ibadettir. (Ramazanın sabrının neticesi Kadir gecesidir, yani Allah, kendi manasını taşıyan ilmi insanlara lütfetmiştir).

Hac, insanlar arasındaki ayırımı ortadan kaldırarak Allah’ın manasını taşıyan ve içi putlardan (Allah’tan gayrıdan) temizlenmiş gönül etrafındaki tavaftır.

Görüyoruz ki tasavvuf, maden, bitki ve hayvan vasıflarıyla yaratılmış beşerin insan olma sanatıdır. Günümüzde dinler, tasavvufun birleştiriciliğinde ve gözlükleriyle birbirlerinin tamamlıyıcısı olarak görülebilirlerse, herşeyin tekten ibaret olduğu bilinir. Bu bakış açısından farklılıklar birliğin güzelliğini yansıtan aynalar olarak kabul edilir ve sloganlar atılarak yaşanmak istenen savaşsız toplumlar, kendi iç savaşlarını bitirmiş insanlar sayesinde sağlanabilir.
CEMALNUR SARGUT
 
Slm arkadaşlar, bende sizinle cüz okumak istiyorum. Ne zaman başlarsınız?
 
Anladım canım , annemde cüz okur bizimle. Ben sayfayi takip ederim ama unutursam buraya girmeyi bana msj atabilirmisiniz canım başlarken ?
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…