- 19 Temmuz 2025
- 3
- -1
- 1
- 19
- Konu Sahibi sudemhdvrn
- #1
Merhaba kızlar muhteşem yüzyıl kurgusu yapmak ister misiniz? Senaryom da var.
Haremde gecenin karanlığı duvarlara sinmişti. Meşâleler titrek yanıyor, taş döşemelerin üzerinde yankılanan adımlar kendi gölgesinden bile saklanıyordu. Mahidevran görünüşte güçlü görünüyordu lakin Hürrem’in bildiği bir gerçek vardı. Bu sarayda kimse zaferi uzun süre taşıyamazdı. Güç, her an el değiştirmeye hazırdı, tıpkı sıcağın yerini alan gece gibi. Mahidevran ise Hürrem’in sessizliğini tehdit olarak değil, zayıflık olarak görüyordu. Saray, nefesini tutmuştu. İkisi arasında gözle görünmeyen bir savaş başlamıştı bile. İki kadın, iki kader, tek bir saltanat… Harem artık bir savaş meydanıydı. Gecenin sükûneti düşmanca bir huzurdu artık. Hürrem, odasında derin bir sessizliğe gömülmüştü ama bu sessizlik, fırtınayı içinden doğuran bir kadının sessizliğiydi. Gözleri mum alevine takılı kalmıştı... Mahidevran’ın çevresinde dönen sadakat halkaları gevşemeye başlamıştı fark etmeden. Her gülümsemenin ardında bir kuşku, her secdenin ardında başka bir niyet vardı. Hürrem hiçbir yere gitmiyor, hiçbir şey söylemiyor ama her yere ulaşıyordu. Mahidevran ise hâlâ gürültüyle yürüyordu. İhtişamı, giydiği kaftan kadar ağır, ama yavaşça dökülen taşlar gibi içten içe boşalıyordu. Gün ağarırken haremin nemli duvarlarına sinmiş sessizlik yerini huzursuz bir kıpırtıya bırakmıştı. Helvahane’den yayılan bir söylenti iç hizmetlilerin bakışlarında dolaştı. Sarayda bir nişan kaybolmuştu. Ufak, ama kıymetli bir parça… Padişah’ın, Şehzade Mustafa doğduğunda Mahidevran’a hediye ettiği yakut taşlı broştu bu. Herkes biliyordu, bu broş yalnızca bir süs değil, Mahidevran’ın Padişah katındaki kıymetinin sembolüydü. Ve şimdi… sırra kadem basmıştı. Haremde taşlar yerinden oynamıştı artık. Kim üstün gelecek? Hiddetle yürüyen mi, yoksa sabırla bekleyip gölgeye hükmeden mi?
Haremde gecenin karanlığı duvarlara sinmişti. Meşâleler titrek yanıyor, taş döşemelerin üzerinde yankılanan adımlar kendi gölgesinden bile saklanıyordu. Mahidevran görünüşte güçlü görünüyordu lakin Hürrem’in bildiği bir gerçek vardı. Bu sarayda kimse zaferi uzun süre taşıyamazdı. Güç, her an el değiştirmeye hazırdı, tıpkı sıcağın yerini alan gece gibi. Mahidevran ise Hürrem’in sessizliğini tehdit olarak değil, zayıflık olarak görüyordu. Saray, nefesini tutmuştu. İkisi arasında gözle görünmeyen bir savaş başlamıştı bile. İki kadın, iki kader, tek bir saltanat… Harem artık bir savaş meydanıydı. Gecenin sükûneti düşmanca bir huzurdu artık. Hürrem, odasında derin bir sessizliğe gömülmüştü ama bu sessizlik, fırtınayı içinden doğuran bir kadının sessizliğiydi. Gözleri mum alevine takılı kalmıştı... Mahidevran’ın çevresinde dönen sadakat halkaları gevşemeye başlamıştı fark etmeden. Her gülümsemenin ardında bir kuşku, her secdenin ardında başka bir niyet vardı. Hürrem hiçbir yere gitmiyor, hiçbir şey söylemiyor ama her yere ulaşıyordu. Mahidevran ise hâlâ gürültüyle yürüyordu. İhtişamı, giydiği kaftan kadar ağır, ama yavaşça dökülen taşlar gibi içten içe boşalıyordu. Gün ağarırken haremin nemli duvarlarına sinmiş sessizlik yerini huzursuz bir kıpırtıya bırakmıştı. Helvahane’den yayılan bir söylenti iç hizmetlilerin bakışlarında dolaştı. Sarayda bir nişan kaybolmuştu. Ufak, ama kıymetli bir parça… Padişah’ın, Şehzade Mustafa doğduğunda Mahidevran’a hediye ettiği yakut taşlı broştu bu. Herkes biliyordu, bu broş yalnızca bir süs değil, Mahidevran’ın Padişah katındaki kıymetinin sembolüydü. Ve şimdi… sırra kadem basmıştı. Haremde taşlar yerinden oynamıştı artık. Kim üstün gelecek? Hiddetle yürüyen mi, yoksa sabırla bekleyip gölgeye hükmeden mi?