Muhteşem Yüzyıl dizisi başta olmak üzere pek çok dizi, araştırma ve kitaba konu olan Mahidevran Sultanı, torunu Saide Perizad Temrukoğlu, Cumhuriyet gazetesinden Esra Açıkgöze anlattı. Temrukoğlu Benim için Mahidevran Sultan gerçek bir Kraliçe hatta imparatoriçe. Hürrem gibi entrikalarla hayatını sürdürmemiş. Hakkıyla padişah eşi olmuş ve mevkiine layık hareket etmiş. Ama maalesef kadersizmiş. Hürremin oğlu Sarı Selimin Mahidevrana yardım ettiği ve maaş bağlattığı söyleniyor. Bildiğim kadarıyla maaşı sadece devletin itibarı için bağlatmış. Çünkü Bursa halkı koca padişahın eşinin zarurete düşmesine akıl veremiyormuş. Yani bağlatılan maaş Sarı Selimin insaf ve insaniyetinden değil, politik amaçtan, Allah bilir kendisi bunu düşünmemiştir, paşaları tavsiye etmiştir dedi.
İşte röportajın tamamı:
"Bir arkadaş üzerinden Muhteşem Yüzyıl adlı diziden haberim oldu. Arkadaşım, Sizin büyük halanız hakkında dizi yapmışlar diye haber gönderdi. Tabii çok heyecanlandım ve internet üzerinden dizinin bütün bölümlerini seyrettim ve hayran kaldım. Aslında çok güzel bir dizi olmuş. İnsanlarımızın tarihe merak duymalarını ve bağlanmalarını sağlamış...
İşte burada kocaman bir aması var Saide Perizad Temrukoğlunun. Çünkü Mahidevran Sultanla ilgili anlatılanların eksik ve yanlış olduğunu düşünüyor. Nereden mi bilecek? Çünkü ömrü büyük büyük halasına dair anıları dinleyerek geçmiş! Bize attığı mailde tek bir ricada bulunuyor bu yüzden: Bütün Temrukoğlu ailesi adına sizden ricamız: büyük halamız Gülbahar Mahidevran Sultanı bir cariye olarak değil, padişahın hakiki nikâhlı eşi olarak göstermenizdir. Çünkü Mahidevran Sultan, Süleyman Hanın nikâhlı eşiydi, üstelik bir prensesti.
Lafı uzatmaya gerek yok, bırakalım o anlatsın...
- Önce biraz sizi tanıyarak başlayabilir miyiz?
- Adım, Saide Perizad Temrukoğlu. İstanbulda 1981 senesinde doğdum, fakat çok ufak yaşta ailem Amerikaya taşındığından hayatımın büyük kısmını orada geçirdim. Chicagoda büyüdüm ve Chicago Üniversitesinde Sanat Tarihi okudum. Daha sonra Seattlea taşındım, çalışmaya başladım. İşimde başarılı olunca kalabalık bir şehirden uzaklaşmak için Pasifik Okyanusuna çok yakın bir kasabaya, Astoriaya, yerleştim. Yerleşmemden kısa süre sonra hastalandım ve doktorlar kanser teşhisi koydu. Tabii hemen tedaviye başladım. Sonra kız kardeşim beni Parise yanına çağırdı. Aslında kanser tedavisi Amerikada çok iyi sonuçlar veriyor, ama Amerikada artık aile mensubum kalmamıştı. Ben Seattlea geçtiğimde anne-babam Türkiyeye dönmüşlerdi. Erkek kardeşim ise çalıştığı şirket tarafından İngiltereye gönderilmişti. Kız kardeşim de okumak için gittiği Parise yerleşmişti. Yani işimden hariç beni Amerikaya bağlayan bir şey yoktu. Bu tedavi sürecinde yalnız kalmak istemiyordum. Bu yüzden kız kardeşimin yanına gittim. Pariste kardeşimin tanıdığı bir doktor beni Almanyada pankreas kanserini çok iyi tedavi eden bir hastaneye havale etti. Kız kardeşimin eşi Alman olduğundan onun yardımıyla Almanyaya geldim. Annem ve babam da yanıma geldiler. İşte böylece kader beni Avrupaya sürükledi.
- Birbirine oldukça bağlı bir ailesiniz anlaşılan. Peki nasıl bir çocukluğunuz oldu?
- Ailemin tarihi anlatmakla bitmez. Çok eski ve soylu Çerkezlerin Kabardey boyunun hanedanlarından Temruklara mensubum. Rusyada bizim aile Bekoviç-Çerkaski olarak bilinir. Bizim ailenin ceddi Kabardey prensi Temruk Beydir. Kafkasyada 1400 ve 1500lü yıllarda hüküm sürmüş, çok nüfuzlu ve itibarlı bir hükümdarmış. Temruk Beyin torunu İdar Bey kızı Goşeneyin Rus Çarı 4. İvanla evlenmesine müsade etmiş. Rus çarının bu prensesle evlenme nedeni ise Kanuniye yakınlaşmakmış. Prenses Goşeney, tarihe Maria Temrukovna olarak geçmiştir.
Benim atam bu Prens İdar Temrukodur. Türkiyede bize Temruk-Mirzade lakabını vermişler. Soyadı kanunu çıkınca dedem soyadımızı Temruko olarak seçmiş, ama nüfus memurları soyadımızı biraz Türkçeleştirmek amacıyla Temrukoğlu diye yazmış.
Mahidevran Sultan büyük halamız. Çocukluğumda onlar hakkında değişik hikâyeler işitirdim, ama çocuk aklı işte fazla ilgilenmezdim. Babam bize asil ve köklü bir aile olduğumuzu söyler, ailenin itibarına zarar verecek bir harekette bulunmamamızı tembihlerdi. Annem ise aslen Arnavut olduğundan babam için hep Çerkezliği tuttu derdi. Çok güzel bir çocukluk ve gençlik geçirdim. Chicagodaki hayatımız çok iyiydi. Önce bir apartman dairesinde oturduk, sonra babamın işleri iyi gidince, kendisi mimardı, müstakil bir eve geçtik. Evimizin bahçesi çok güzeldi, orada kardeşlerimle ve arkadaşlarımla oynardım. Şehir merkezinden uzak oturduğumuz için sessiz ve çok yeşil bir semtte yaşıyorduk. O güzel günleri hiç unutmam. Babam acayip kitap okurdu, kocaman bir kütüphanesi vardı. Aklınıza ne gelse bu kitaplar arasından bulmak mümkündü. Zavallı babam daha sonra gözlerinden çok büyük sorunlar yaşadı. Birkaç defa ameliyat oldu. Bu yüzden erkenden emekli oldu ve biz çocuklar evi terk edince Kör olacaksam kendi vatanımda olayım deyip annemle İstanbula döndü. Chicagodaki her şeyini sattı.
- Dedenizi görme şansınız oldu mu?
- Dedem rahmetli Cemal Beyi, -aslında adı Cemalettindi ama herkes Cemal Bey derdi- maalesef çok az tanıdım. Yedi yaşımdayken yani 1988de vefat etti. İyi hatırlıyorum, vefat etmesinden önce bize telefonla durumunun ağırlaştığını haber vermişlerdi. Hemen İstanbula gittik. Galiba bir hafta sonra da vefat etti.
- Nasıl biriydi, geçmiş onun zihninde, kalbinde nasıl bir yerde duruyordu?
- Dedemin çok gayretli olduğunu işitirdim ve gerçekten de öyleydi. Kültürlü ve bilgili bir adammış. Dedemin babası Celalettin Bey de Sultan Abdülhamitin sarayında görevliymiş, ama vazifesinin tam olarak ne olduğunu hatırlamıyorum. Aslında dedem hali vakti yerinde olan bir ailede büyümüş, ama Meşrutiyet döneminde İttihatçılar ellerinde ne var, ne yok almışlar. Çünkü Abdülhamitin tarafını tutuyorlarmış. Çok zor günler geçirmişler. Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından ve babasının vefatından sonra ailesine ait emlakları geri almak için davalar açmış. Bir kısmını da alabilmiş. O emlaklar sayesinde zaten ailemin maddi durumu düzelmiş. Dedem de o devre ait fermanlar vardı. Ayrıca Belkıs ve Akile Hatun vakıflarından ailemin yararlanması için veraset davası bile açmış. Dedem aile tarihine çok önem verirmiş. Babamı ve diğer çocuklarını bu yönde yetiştirmiş. Hatta Şehzade Mustafanın ve annesinin yaşadığı yerleri görmek için Manisa, Amasya ve Bursaya gitmiş. Bursaya Şehzade Mustafa ve Mahidevran Sultanın kabirlerini ziyaret etmek için çok gidermiş. Başka aile büyüklerinin de kabirlerine gidermiş. Hatta Kafkasyaya da gitmek istemiş ama o zamanki şartlar müsait olmadığından gidememiş. Sultanahmette bulunan o büyük Padişah kabirlerini nedense hiç ziyaret etmezmiş. Ama Sultan Abdülhamit ve ailesinin kabirlerine gidermiş. Babam bize, çocukken dedemle Topkapı Sarayının yanından geçerken dedemin çok hüzünlendiğini anlatmıştı. Herhalde aile tarihine dair anılardan ötürü hüzünlenmişti, bilemiyorum.
- Mahidevran Sultan'a dair pek çok anı, anekdot dinlediğinizi söylediniz. Kimden, neler dinlediniz mesela?
- Babamın ablası Muazzez hala, bize hep eskileri anlatırdı. Ama kimse de pek dinlemezdi onu. Türkiyeye hemen her sene ziyarete gittiğimizde Erenköydeki evinde kalırdık. Başlardı anlatmaya. Bir defasında böyle eskilerden bahsederken Mahidevran Sultanı anlatmaya başladı. O sırada kaç yaşımda olduğumu hatırlamıyorum, belki 9 veya 10, ama duyduklarım beni çok etkilemişti. Halamın anlattığına göre Mahidevran Sultan ufak yaşında, -11 yaşına henüz yeni girmişken- babası tarafından Osmanlı sarayına gönderilmiş. Doğrudan o zamanlar şehzade olan Süleymanla evlenmek için. Önce saray adabını ve tahsilini almış, sonra şehzadeyle evlendirilmiş. Bir sene sonra da oğulları Mustafa dünyaya gelmiş. Ama halamın ve babamın anlattığına göre iki çocuğu daha olmuş. Biri erkek, diğeri kız. Kızı bebekken ölmüş, ama oğlu genç erkeklik çağına kadar yaşamış. Neden öldüğünü bilmiyorum, belki Şehzade Mustafa gibi öldürülmüş de olabilir. İsmini de artık kimse hatırlamıyor. Herkes Şehzade Mustafanın acı akıbetine konsantre olduğundan, diğer şehzadenin adını tamamıyla unutmuş olabilir.
- Mahidevran Sultan, Şehzade Mustafanın öldürülüşünden sonra Bursada uzun yıllar büyük fakirlik içinde yaşamış. 82 yaşında da hayata veda etmiş. Bu süreçte ailesiyle görüşüyor muymuş?
- Ailesinden sadece kardeşleriyle görüşüyormuş. Zaten iki kız kardeşi de hayatları boyunca yanından hiç ayrılmamışlar. Bursada beraber sefalet çekmişler. İkisi de hiç evlenmemiş. Ama erkek kardeşi Mustafa Paşayı çok görememiş. Hürrem sarayı eline geçirince Mustafa Paşayı Malatyaya sürdürmüş. Bursadaki zor günleri sadece Mustafa Paşanın gönderdiği yardımlar sayesinde geçirebilmişler. Erkek kardeşinin yardımı da olmasaymış açlıktan öleceklermiş. Mustafa Paşa için şunu da eklemem lazım, şehzade Mustafa dünyaya geldiğinde bu dayısının adını koymuşlar. Şehzade Mustafa hem dayısını hem de teyzelerini çok severmiş. Özellikle Belkıs Hanımı. Zaten bu Belkıs Hanım yeğeni öldürüldüğünde Kanuninin karşısına geçip şöyle demiş: Evladına nasıl kıydın. Mustafamıza nasıl kıydın? Şehzadenin yegâne günahı senin gibi bir insafsız Padişahın evladı olmaktı. İnşallah diğer evlatlarının kanında boğulursun. Ve gerçekten de öyle olmuş, çünkü Kanuni, Hürremden olan oğlu Bayeziti ve oğullarını da idam ettirmiş. Belkıs Hanım bu sözleri yüzünden hapsedilmiş. Bursada ufak bir evde kuru ekmekle galiba 20 sene geçirmiş, ölümünden kısa bir zaman önce Mahidevrana ve diğer kardeşlerine haber göndermişler. Bunlar da kardeşlerinin son anında yanında bulunmak için müsaade istemişler, ama verilmemiş. Akile Hatun da Mahidevrandan önce ölmüş. Ne acı. Bir insan bu kadar acıya, felakete nasıl dayanır? Üstelik çok da yaşamış. Yani her şeye şahit olmuş. Erkenden ölüp kurtulamamış.
- Tarih kitaplarının dışında Mahidevran Sultan sizin için kimdi, nasıl bir büyük halaydı?
- Benim için Mahidevran Sultan gerçek bir Kraliçe hatta imparatoriçe. Hürrem gibi entrikalarla hayatını sürdürmemiş. Hakkıyla padişah eşi olmuş ve mevkiine layık hareket etmiş. Ama maalesef kadersizmiş. Hürremin oğlu Sarı Selimin Mahidevrana yardım ettiği ve maaş bağlattığı söyleniyor. Bildiğim kadarıyla maaşı sadece devletin itibarı için bağlatmış. Çünkü Bursa halkı koca padişahın eşinin zarurete düşmesine akıl veremiyormuş. Yani bağlatılan maaş Sarı Selimin insaf ve insaniyetinden değil, politik amaçtan, Allah bilir kendisi bunu düşünmemiştir, paşaları tavsiye etmiştir. Akıl var, mantık var, hayatını sefahat âlemlerinde geçiren Sarı Selimin derdi yok da ölmüş annesinin ortağına kendi düşüncesiyle maaş bağlatacak."