Bazen denk geliyorum da başım gürültüden değil, içim üzüntüden acıyor. Bizler o ses tufanı giren pencerelerden geleceğimizin düşüşünü izliyoruz.
Ahh nasıl geldik bu hâllere, diye dövündüğümüz dizlerimizin dili olsa "siz umursamadınız." derler. Bir çiçeğin koparılması canımızı yakmadı başta. Sonra cân dostlarımız olan hayvanlara sayısız kötülükler yaptık. Nihayetinde çocuklarımızı kaybettik akabinde gelecek dediğimiz kavram korku ütopyaları doğurdu. Her birimiz teker teker... Yüz çevirdik önemsemedik... Kan ağlamalıydık bir çiçek dünyaya küsünce. Lakin önemli işlerimiz vardı, hissedemedik.
Her gece uyumadan balkona çıkıp caddeyi baştan sona izliyorum. Kim bilir hangi bilinmedik beklenmedik evlerde neler oluyor ve hangi bedeller masumlara ödetiliyor... O hırçın çocuklar mesela... Hangi sebepler onları hırçınlığa itiyor?
Sadece aileler mi? Şu saatte aç ve üzgün ve hırpalanmış ve üşüyen her masumdan her çocuktan ben sorumluyum, en az insanlık ve en az ailesi kadar. Küfür mü ediyorlar? Kimden duydular? Hangi nezih beyfendilerden hanımefendilerden öğrendiler kötülüğü? Saatlerce başından kalkmadığımız gibi sırf sussunlar diye önlerine bağladığımız televizyonlar, tabletler... Gereken ahlâkı, merhameti verememiş mi? Vah vah... Biz çocuklara ne verdik ki ne bekliyoruz?
Ne ektik bahçelere; zarar ziyan. Güller, zambaklar, yaseminler, ortancalar bitmez ki o topraklarda.
Bilmiyorum ablalarım... Kanayan yaram, çocuklar. Nasıl vahşi canavarlar yetiştirilirin kitabını yazmış büyük insanlar.