- 3 Mart 2016
- 18.150
- 76.572
- 598
- Konu Sahibi Idrakyollariiltihabi
- #81
Senelerdir bir iyiliğini görmediği ve fakat özünde iyi biri olduğuna inanmak istediği kayın validesi Menkıybe Hanım, Şukufe'nin sedyeyle evden çıkarılırkenki haline bakarak kahrolan, mücrim gibi titreyen ve bozuk kaset gibi "Benim yüzümden" cümlesini tekrar ede ede, başı elleri arasında, koşar adım sağlık ekiplerinin yanında Şukufe'nin peşinden giden oğlu Murtaza'nın ardından bakarak derin bir iç çekti ve kaşlarını çatarak söylenmeye başladı:
-Oğluşuma da sebep olacak görüyor musun Miyesser, ah zilliğ, bilerek yapıyor, bilerek.
Şukufe'yle kayınvalide kesişim kümesinden başka hiçbir ortak yönleri olmayan Müyesser, Menkıybe Hanım'ın elbette gözde geliniydi, birbirlerine çok benzerlerdi ve fakat Menkıybe Hanım'ın bu halden anlamaz tutumu karşısında ilk kez bir insaniyet, ufak da olsa varlık göstererek, O'nu uyarma ihtiyacı hissetti:
-Anne, kafası kanıyordu. Bu halde bari yapma.
"Sus gız bi de savunuyor, şurada telefonum olacaktı, al, ara anasını da gelsin o uğraşsın" diyerek vestiyere bıraktığı çirkin kahverengi tokalı, imitasyon deri ve görene "Zevksizim evet" mesajı veren çantasını işaret etti Menkıybe Hanım.
...
Kızının, gün davetine icap etmemesine gönül koymuş ve fakat başında bir iş olabileceğini aklının ucuna dahi getirmeyerek kendi telaşesine düşmüş olan Semiramis Hanım, son anda makarna salatasından vazgeçmiş ve kısır müptelası kankeytolarına, kedi dilli pasta ve Şukufe'nin yokluğunu hissettirmemek için iki leğen kısır hazırlamıştı.
Komşusu Hoşfatoş ve torunları sebebiyle 60ından sonra sıkı bir Harry Potter hayranı olan Düriye Hanımla birlikte, koyu bir muhabbete dalmış, en çok hangisinin kocasının emeklilikten sonra tuhafladığı konusunda yarışıyor ve Adnan Hoca'nın kediciklerini aratmayacak şekilde hep bir ağızdan gülerek, ağızlarına kaşık kaşık iteledikleri kısırları gülerken ora bura saçıyorlardı.
İşte bu sırada, telefon çalmaya başladı: Lebbih vele diştiri, vele div selvifdiri, dil esveyaili murra, dil esveyaili murraaaa...
Salondaki yaklaşık 20 kişinin, üçerli beşerli gruplar halinde kendi aralarında konuşmaları ve kahkahaları, elbette telefonun acı acı çalmakta olan sesininin duyulmasına mani olmuştu. Semiramis Hanım, "Kız Düriye, kısırı nerenle yiyon Allah aşkına, ay her yere alev saçan ejderha gibi saçtı kısırları, yavaş ye yavaş boğulacan" diye komşusunu uyararak, mutfağa çayları tazelemeye kalktığı sıra, telefon yine çaldı.
Telefonda, kendisini arayan kişinin, Menkıybe Hanım olduğunu görünce, "Hayrola" diyerek telefonunu açtı, nitekim Semiramis Hanım'ı, bayram değil, seyran değilken arayıp sormak, Menkıybe Hanım'ın hiç huyu değildi.
Karşısında Müyesser'in sesini bulan Semiramis Hanım; bir şeylerin yolunda gitmediğini hemen anlamıştı, önce Menkıybe Hanım'a bir şey oldu zannetti fakat, öyle olsa Şukufe arardı.
Olayın gizemini daha çok sorgulamasına gerek kalmadan, Müyesser her şeyi anlatmaya başlamıştı bile; Semiramis Hanım, telefonun ucunda eli ayağı buz kesmiş soruyordu:
-Neredeler, hangi hastane?!!
Misafirleri'ne dönerek "Ben gidiyorum, siz oturun; kusura bakmayın; Gülendam ablam sen idare ediver" deyip, alel acele paltosunu giyinmek için kapıya yöneldi ve çantasını alarak, misafirlerinin şaşkın ve meraklı bakışları içinde kapıdan çıktı.
-Oğluşuma da sebep olacak görüyor musun Miyesser, ah zilliğ, bilerek yapıyor, bilerek.
Şukufe'yle kayınvalide kesişim kümesinden başka hiçbir ortak yönleri olmayan Müyesser, Menkıybe Hanım'ın elbette gözde geliniydi, birbirlerine çok benzerlerdi ve fakat Menkıybe Hanım'ın bu halden anlamaz tutumu karşısında ilk kez bir insaniyet, ufak da olsa varlık göstererek, O'nu uyarma ihtiyacı hissetti:
-Anne, kafası kanıyordu. Bu halde bari yapma.
"Sus gız bi de savunuyor, şurada telefonum olacaktı, al, ara anasını da gelsin o uğraşsın" diyerek vestiyere bıraktığı çirkin kahverengi tokalı, imitasyon deri ve görene "Zevksizim evet" mesajı veren çantasını işaret etti Menkıybe Hanım.
...
Kızının, gün davetine icap etmemesine gönül koymuş ve fakat başında bir iş olabileceğini aklının ucuna dahi getirmeyerek kendi telaşesine düşmüş olan Semiramis Hanım, son anda makarna salatasından vazgeçmiş ve kısır müptelası kankeytolarına, kedi dilli pasta ve Şukufe'nin yokluğunu hissettirmemek için iki leğen kısır hazırlamıştı.
Komşusu Hoşfatoş ve torunları sebebiyle 60ından sonra sıkı bir Harry Potter hayranı olan Düriye Hanımla birlikte, koyu bir muhabbete dalmış, en çok hangisinin kocasının emeklilikten sonra tuhafladığı konusunda yarışıyor ve Adnan Hoca'nın kediciklerini aratmayacak şekilde hep bir ağızdan gülerek, ağızlarına kaşık kaşık iteledikleri kısırları gülerken ora bura saçıyorlardı.
İşte bu sırada, telefon çalmaya başladı: Lebbih vele diştiri, vele div selvifdiri, dil esveyaili murra, dil esveyaili murraaaa...
Salondaki yaklaşık 20 kişinin, üçerli beşerli gruplar halinde kendi aralarında konuşmaları ve kahkahaları, elbette telefonun acı acı çalmakta olan sesininin duyulmasına mani olmuştu. Semiramis Hanım, "Kız Düriye, kısırı nerenle yiyon Allah aşkına, ay her yere alev saçan ejderha gibi saçtı kısırları, yavaş ye yavaş boğulacan" diye komşusunu uyararak, mutfağa çayları tazelemeye kalktığı sıra, telefon yine çaldı.
Telefonda, kendisini arayan kişinin, Menkıybe Hanım olduğunu görünce, "Hayrola" diyerek telefonunu açtı, nitekim Semiramis Hanım'ı, bayram değil, seyran değilken arayıp sormak, Menkıybe Hanım'ın hiç huyu değildi.
Karşısında Müyesser'in sesini bulan Semiramis Hanım; bir şeylerin yolunda gitmediğini hemen anlamıştı, önce Menkıybe Hanım'a bir şey oldu zannetti fakat, öyle olsa Şukufe arardı.
Olayın gizemini daha çok sorgulamasına gerek kalmadan, Müyesser her şeyi anlatmaya başlamıştı bile; Semiramis Hanım, telefonun ucunda eli ayağı buz kesmiş soruyordu:
-Neredeler, hangi hastane?!!
Misafirleri'ne dönerek "Ben gidiyorum, siz oturun; kusura bakmayın; Gülendam ablam sen idare ediver" deyip, alel acele paltosunu giyinmek için kapıya yöneldi ve çantasını alarak, misafirlerinin şaşkın ve meraklı bakışları içinde kapıdan çıktı.
Son düzenleme: