Türbelerimiz ve Hikayeleri

Zuhurat Baba




Bakırköy’de yaşayanların çok iyi bildikleri aynı zamanda bu güzel semtte bir mahalleye de adını vermiş Zuhurat Baba Türbesi, İstanbul’un meşhur türbelerindendir. Türbeyi, İncirli Caddesi’nden Bakırköy Meydanı’na inerken, Bakırköy Kaymakamlığı’na gelmeden sağdaki ilk caddeye girdiğinizde yolun sonuna doğru görürsünüz ki girdiğiniz bu caddenin adı da Zuhurat Baba Caddesi’dir zaten. Fetih sırasında Bizans’ın zehirlediği su kuyularının susuzluğa sebep olduğu bir anda sırtında su kırbası, elinde su tasları ile ak sakallı, nur yüzlü bir kişi olarak ortaya çıktığı ve bitmeyen bir suyu dağıttığı rivayet edilir.
 
Laleli Baba



Laleli semtine ismini veren Laleli Baba, 18. yüzyılda, III. Mustafa döneminde yaşamış ve kerametleriyle ünlenmiş bir derviştir. Rivayete göre, Sultan III. Mustafa, bugün Laleli adı verilen bölgede bir cami yaptırmak ister ve inşaata başlanır. Cami inşaatını denetlemeye geldiği bir gün padişah bölgede Laleli Baba adlı bir evliyanın yaşadığını öğrenir. Laleli Baba ile görüşmek, söz ve sohbetinden yararlanmak ister. Laleli Baba bulunur ve padişah Laleli Baba ile uzun bir sohbete başlar.

Sohbetin bitiminde III.Mustafa; “Efendi hazretleri, bu dünyada en güzel şey nedir acaba?” diye sorar, Laleli Baba; “Bu dünyada en değerli şey yeyip içtikten sonra sıkıntısız bir şekilde def-i hacet (büyük hacet) yapabilmektir” der. Hükümdar bu cevaba kızar ve yanındakilerle sarayına döner.

Ertesi gün hükümdar şiddetli bir kabızlığa yakalanır. Sarayın hekimbaşıları seferber olur, bilinen bütün ilaç ve yöntemler denenir ama fayda etmez bir türlü. Günler geçer, acı ile kıvranan padişahın derdine derman bulunamaz. Sonunda birinin aklına gelir. Laleli Baba’ya haber verilirse belki onun yardımı ile hükümdar bu dertten kurtulabilir, diye. Padişaha danışılır ve Laleli Baba hemen saraya çağrılır. Doğum sancısı çeken bir kadın gibi sancıyla kıvranan hükümdar Laleli Baba’ya “Aman beni kurtar” diye yalvarır.

Laleli Baba: “O kadar kolay değil, karşılık olarak ne vereceksin” diye sorar.
Hükümdar: “Yaptırdığım camiye senin adını veririm” der.
Laleli Baba, padişahın hiçbir teklifini kabul etmez ve en sonunda ağzından baklayı çıkarır. “Sana himmet edeceğim, ama karşılığında padişahlığı isterim” der…
Çaresizlik içinde kıvranan padişah, “Tamam, o da senin olsun” deyiverir sonunda.

Bunun üzerine Laleli Baba duasını yaparak hükümdarın sırtını sıvazlar ve “Hadi git kurtulacaksın” der. Padişah derdinden kurtulduğu için mutludur ama saltanatı elden gittiği için de üzgündür. Laleli Baba, Sultan’ın haline bakar uzun uzun ve “Bir saltanat ki bir def-i hacete değişiliyor, öylesine ucuz bir saltanat bize gerek değildir, al yine senin olsun” diyerek evine geri döner.
 
Bu türbelere yakın olan ve gitmeye niyetlenen arkadaşlar bizlere de dua edin msj atın çok memnun olurum gitmeye niyetlenen varmı???????????????????????????????
 
İĞNECİ BABA(AMASYA)






İğneci Baba'nın kardeşi olan Serçoban, Amasya merkeze bağlı Karasenir Köyü’ne yerleşir. Çobanlık ile geçimini sağlayan Serçoban hal ve hareketleri ve ibadetinin sadeliği ile tanınır.

Bir gün Amasya’da ayakkabıcılıkla geçimini sağlayan ağabeyi İğneci Baba’yı ziyarete gelir. Beraberinde de koyunlarından sağdığı sütü bir mendiline çıkılayıp hediye olarak getirir. Amacı, kendi mendiline koyduğu sütün, mendilden sızmadığını göstermektir. Serçoban mendilini kunduracı dükkanının duvarındaki bir çiviye asar. Bu sırada İğneci Baba dükkanında bir bayanın ayak ölçünü almaktadır. Serçoban, bayanın topuklarını görünce, “ne kadar da güzel” diye aklından geçirdiğinde çiviye asılan mendilden süt yavaş yavaş damlamaya başlar.

İğneci Baba, kardeşinin niyetinde bozulmalar olduğunu sezer ama hiç birşey belli etmez. Bayan ayak ölçünü verip dükkandan ayrılınca, İğneci Baba, kardeşi Serçoban’a “ Keramet dağ başında ermekte değil, keramet burada, çıkındaki sütü damlatmamakta” der.

Mezarı bugün özel bir mekan olarak hazırlanmış, Kocacık Çarşısı’ndadır.
 
KURTBOĞAN EVLİYASI (AMASYA)
AKŞEMSEDDİN EFENDİMİZİN BABASI





XIV. yüzyılın üçüncüçeyreğinde Amasya Emiri Şadgeldi Paşa’nın yaptırmışolduğu köprüden geçip şehrin istasyonuna doğru yolu tuttuğunuzda nihayetinde bir mescidle karşılaşırsınız. Bu pek de küçük olmayan yapının içersinde, oğlu ile ün kazanan bir evliya kabri vardır ki, kabrin sahibi bu zat,Şeyh Hamza Hazretlerinden başkası değildir.Onun, Dünya tarihinde bir devir açan Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmed’in hocasıAkşemseddin’in babası oluşu dışında, halk arasında anılmakta olduğu lakabını vefatından sonra aldığı da söylenebilir. Anlatılır ki, şeyhin vefat ettiği günün gecesi bir kurt gelip kabrini açar. Yeni mezarları bularak ölüyükabrinden çıkarıp parçalayan bu kurt, bölgeye musallat olmuştur. Ertesi gün kabri ziyarete gelenler kurdun ölüsü ile karşılaşır. Şeyh Hamza Hazretlerinin eli de mezarın dışındadır. Hal sahibi bir zat şunları söyler. “Kurt değdiği için elin yıkanması gerekir.”El derhal yıkanır ve kabirden içeri çekildiği görülür. Bu inanılmaz olaydan sonra Şeyh Hamza Hazretleri ‘Kurtboğan’ lakabıyla insanların muhayyilesinde yerini alır. Oğlu Mehmed Şemseddin’in İstanbul’un fethi sırasında Ebu Eyyub el Ensari’nin kabrini bularak ordunun maneviyatını yükselttiğini, 1460’da Göynük’te vefat ettiğini, Fatih Sultan Mehmed’in 1464’te onun adına türbe yaptırmış olduğunu da bu arada ilave edelim.
 
SÜMBÜL BABA (TOKAT)






Tokat Gazi Osman Paşa Caddesi üzerinde bulunan Sümbül Baba Zaviyesi’nin yanında bulunan türbenin Hacı Sümbül’e ait olduğu anlaşılmaktadır. Bu zaviyeyi ve yanındaki türbeyi Muinüddin Pervane’nin kızı Safiyeddin’in bağışlanmış kölesi olan Hacı Sümbül 1492 tarihinde yaptırmıştır.

Evliya Çelebi Sümbül Baba’nın Hacı Bayram-ı Veli’nin öğrencisi, Hacı Bektaş-i Veli’nin halifesi olduğunu belirtmiştir.

Türbe ve yanındaki zaviye günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Kesme ve moloz taştan yapılan türbe, kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür.
 
bu türbelere giden yok mu ya da kendi bildiğiniz türbelere falan halbuki hanımlarımız çok ziyaret ederler özellikle de ramazanlarda daha çok olur heralde ahh istanbul'a ALLAH yine nasip ederse bu sefer liste yapacağım bu türbeleri
 
eklediğim türbelerin tabii hepsi İstanbul'da değil her memleketten eklemeye çalışacağım
 
SEYYİT BATTAL GAZİ KİMDİR ?
Adı dilden dile, ünü kuşaktan kuşağa yayılan Seyyid Battal Gazi'nin kimliği, ailesi ve soyu konusunda farklı bilgiler verilmektedir. Azımsanmayacak kaynakta ortak görüş olarak benimsenmiş ve yaygınlaşmış olanı şöyle özetlenebilir: 674/680-740 yılları arasında yaşadığı kabul edilen Seyyid Battal Gazi, Malatya Serdarı (komutanı) Hüseyin Gazi'nin oğludur.

Asıl adının Abdullah ya da Ebu Hüseyin olduğu ileri sürülmektedir. Adının Cafer olduğunu benimseyenler ise, O'nun Peygamber soyundan geldiğine, atalarının İmam Cafer, İmam Zeynel Abidin yoluyla İmam Hüseyin'e, dolayısıyla da Hz. Ali'ye ulaştığına inanırlar ve seyyidlik unvanını da soy geçmişinin kanıtı olarak gösterirler. Battal adının yiğitliğinin, cesaretinin ifadesi olduğu, gazilik sanının da gazalarda gösterdiği kahramanlıktan dolayı verildiği belirtilmektedir.

Öbür değerlendirmelere gelince; Taberi başta olmak üzere kimi tarihçilere göre O'nun asıl adı Amr ya da Omar'dır. Antakyalı veya şamlıdır. Bazılarına göre de Emevilerin azatlı kölesidir. Çalışkanlığı ve kahramanlığı sayesinde komutanlığa, hatta Misis şehri valiliğine kadar yükselmiştir. Ölüm yeri konusunda da farklı bilgiler verilmekle birlikte çoğunlukla Afyon yakınları veya bugünkü Seyitgazi olduğu, ölümünün de Akrenion savaşları sırasına rastladığı ortak görüş halindedir. F.R. Haslok'a göre: "Kahramanın kendisi Abdullah Ebül Hüseyin el Entaki ismindeki tarihi şahıs olup el Battal (kahraman) bir övünç unvanıdır. Zamanındaki Arap ve Bizans kaynaklarına göre sekizinci asırda Arapların Bizans seferlerine katılmış ve Milâdi 740'da Akroneos (Afyonkarahisar) çarpışmasında yaralanarak bugün ismini taşıyan tekkenin birkaç mil güneyinde şehit düşmüştür.

Karl Wulzinger'e göre de: "Cafer Bin Hüseyin Seyyid Battal Gazi, tarihi bir kişi olup babası Hüseyin Gazi'nin ve kendisinin biyografisi destanlarla süslenmiştir. İslâmi tarihçilerin yanında Theophones de halen Bonn'da bulunan Chanographia (Zamanın kronolojisi) adlı eserin 633. sayfasında ondan söz etmektedir. Theophanes'e göre Battal ve Melik 20 bin kişilik bir kuvvetle Akroenes (Akrenion) yakınlarında Leon ve Konstantin komutasındaki Bizans ordusu ile çarpışmakta olan İslâm ordusunun yardımına gelirler. Savaş çok şiddetli geçer ve her iki taraftan da çok sayıda insan ölür. İslâm ordusu Symnada (Şuhut)'ya çekilirken Battal da yaralı olarak III. Leon'a esir düşer ve yolda ölmesi üzerine de Akrenion'a yaklaşık 100 km. uzaklıktaki bugün Seyitgazi olarak anılan yerde vasiyeti uyarınca defnedilir. Babası Hüseyin Gazi de bazı kaynaklara göre Bizans'a yapılan bir akında şehit düşmüştür. Makamı Ankara yakınlarında kendi adıyla anılan Hüseyin Gazi tepesindedir. Annesi Saide Hatun ile eşi Zeynep Hanım'ın ve iki oğlunun mezarları ise eski Malatya'dadır. Annesi Saide Hatun'un peygamber sülalesine ulaştığını söyleyenler de vardır. Ancak soy süreğinin babadan geçtiğine inananlar bunu kabul etmezler.”
 
Seyit Battal Gazi Külliyesi

Eskişehir’in Seyitgazi İlçesi’nde yer alan Seyit Battal Gazi Külliyesi, şehrin en önemli gezi noktalarından biridir. İlçe adını buradaki bir savaşta hayatını kaybeden Battal Gazi’den almıştır. Battal Gazi Emevilerin Bizans’a yönelik seferlerine komutanlık etmiş bir kişidir. Bu savaşların en önemlileri ve destansı niteliktekilerine komutanlık eden Gazi, son savaşını bu gün bu ilçe sınırları içinde kalan Nakolea Kalesi önünde vermiştir. Ölüm tarihi 740 olarak belirtilmektedir.


Türbenin bulunduğu alan aslında bir külliye olarak inşa edilmiştir. Yapı günümüze ulaşan en önemli Selçuklu eserleri arasında yer almaktadır. İçerisinde Battal Gazi ile birlikte 1. Alaaddin Keykubat’ın annesi Ummuhan Hatun, Battal Gazi ismiyle birlikte tarihe mal olmuş Elenora‘nın mezarı yer almaktadır.

Seyit Battal Gazi Türbesi kendi mezarı da burada bulunan Ummuhan Hatun tarafından yaptırılmıştır. Yapım tarihi 1208 olarak belirtilmektedir. İçerisinde türbe, çilehane, cami ve dershane bulunmaktadır. Turbeler içinde dikkat çekici olan Battal Gazi’nin 5 metrelik sandukasıdır.

Türbe içinde en dikkat çekici yapılardan birisi de çilehanedir. Bir metrekare bile olmayan alanlara giren kişiler burada kendi gerçeklikleri ve kendi sorularıyla baş başa kalarak inzivaya çekilirdi. Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar bu çilehane kullanılmıştır. Diğer yandan yapı içinde yer alan medrese (dershane) bölümü de dönemin eğitim anlayışı hakkında ipucu verdiği için değerli bir yapıttır.

Seyit Battal Gazi Türbesi sonradan külliye halini almıştır. Burayı ilk inşa ettiren Ummuhan Hatun sadece cami ve türbe inşasını sağlamıştır. Daha sonraları buraya diğer yapıların da eklenmesi ortaya kapsamlı bir külliye çıkmasını sağlamıştır. Bu gün revakları, kubbeleri, şadırvan ve minareleriyle kapsamlı bir Selçuklu eseri bölgede varlığını sürdürmektedir.

Seyit Battal Gazi Türbesi Osmanlı’nın son döneminden 1954 yılına kadar terk edilmiş bir halde kalmıştır. Bu yıl içinde burada geniş bir restorasyon çalışması başlamıştır. Bu çalışmadan sonra yapı ziyaret ve ibadete açılmıştır. Bu gün yerli turistler başta olmak üzere çok sayıda turisti ağırlayan külliye önemli bir tarih turizmi merkezidir.
 
öylenceye göre Seyyid Battal Gazi’nin kabri bir rüya sonucunda bulunur. I. Alaeddin Keykubat’ın annesi Ümmühan Hatun buraya önce bir türbe, ardından cami yaptırır. Günümüzdeki külliye türbe etrafında şekillenir. Osmanlılar, türbe ve camiye medrese, imarethane, tekke ve dergâh eklemişlerdir. Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren II. Beyazıt ve Sultan I. Selim tarafından tamir edilen yapılar eklentilerle zenginleştirilir. Kanuni Sultan Süleyman, İran’a yaptığı seferler sırasında Seyitgazi’yi ziyaret eder, külliyeye bazı ilaveler yaptırır. Irak Seferi’ne giderken ordusu Seyitgazi’de konaklar ve Matrakçı Nasuh’a Seyitgazi minyatürü yaptırır. IV. Murat ise Revan Seferi sırasında buraya bir kervansaray yaptırır.

Seyitgazi, İstanbul-Bağdat-Hicaz yolunda yer alır ve hac yolculuğuna çıkanların da konaklama noktası olur. Bu durum dinî anlamda Seyitgazi’nin önemini artırır.

Külliye, medresesi ile İslami ilimlerin öğretildiği merkez olur. Külliye, önce Kalenderi dervişlerinin, sonra Bektaşiliğin merkezi hâline gelir. Rivayet odur ki Hacı Bektaş-ı Veli külliyeyi ziyaret eder ve Orhan Gazi’den burayı imar etmesini ister. Orhan Gazi, bin adet ev halkı oturtarak Seyitgazi’yi büyütür. Bu vesile ile külliye Bektaşilerin önemli bir ziyaretgâhı hâlini alır. Seyyid Battal Gazi veli, gazi ve seyit sıfatlarıyla her mezhep ve tarikattan bütün Müslümanların oldukça değer verdiği birleştirici bir isim olur.

Seyyit Battal Gazi Külliyesi Bölümleri:
1- ) ZİKİR ODASI : Genç dervişlerin bir araya gelip sabaha değin zikrettikleri zikir odasının 1511’de inşa edildiği söylenebilir.
2-) KIRKLAR ODASI: Kırklar Meydanı, adını Hz. Fatıma’nın evinde yapılan geleneksel toplantılarda yer alanlardan alır. Bektaşilerin dinî eğitimi ile bağlantılıdır.
3-) HALİFE MEYDANI: Ayin-i Cem denilen dinî törenlerin yapıldığı yerdir. Burada halifeye ait bir post ve taht bulunur. Tarikatın halifesi oturur ve törenleri idareeder.
4-) EKMEK EVİ : Bu bölümde iki fırın var. Fırınlar kubbeli odanın doğu tarafına yerleştirilmiş. Bunun yanında bir ocak, kuzeydeki duvarda da başka bir ocak bulunuyor. Ekmek Evi’nin avluya bakan duvarında kırmızı renkli yazmada; “Muhammed, Kutbü’l-arifin Seyyid Battal Gazi, ya Ali, Allah, Muhammed” yazıyor. Ekmek evinin sadece kubbeli kısmının altında bodrum var. Külliye’nin inşa edildiği tepenin eğimi nedeniyle kuzey tarafındaki birimlerinin altına bodrumlar yapılmış ve bu durum 15. ve 16. yüzyıl külliyeleriyle karşılaştırıldığında tektir.
5-) AŞEVİ (İMARET) : Külliye’deki kişilerin yiyecek ihtiyacını karşıladığı gibi, çevredeki yoksul insanların da ihtiyacını gideren aşevinde 8 adet ocak bulunuyor. Evliya Çelebi, büyük iki ocakta su kaynatıldığını, diğerlerinde ise yemek pişirildiğini gördüğünü yazar. Aşevi kubbe ile örtülüdür. Ocakların bacalarının uzunluğu kubbeyi geçer. Yavuz Sultan Selim döneminde yapıldığı belirtilir.
6-)BEKTAŞİ DERGÂHI: Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapıldığı belirtilir.
7-) ÇOBAN BABA TÜRBESİ: Seyyid Battal Gazi’nin mezarını bulan kişi olarak bilinir. Halk arasında Kutluca Baba olarak da adlandırılan, kimliği söylenceler üzerine kurulan Çoban Baba, yine bir söylenceye göre koyunlarının sık sık toplandığı ve mucizevi bir ışık gördüğü yeri Seyyid Battal Gazi’nin mezarı olarak Ümmühan Hatun’a bildirir ve buranın türbe olmasını sağlar.
SEMAHANE (TÜRBEDAR ODASI) : Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde mescid olarak yapılan bu bölümün daha sonra türbedar odası olarak kullanıldığı belirtilir. Türbedarlık o dönemde bir makamdır. Semahane de dervişlerin dinî musiki eşliğinde semah döndükleri yerdir.
9-) ÇİLEHANE : Allah’a ulaşma yolunda dünyevi arzulardan uzak, çile ve cefa çekilen gün ışığı ve aydınlıktan mahrum küçük mekândır.
 
Söylenceye göre Seyyid Battal Gazi’nin kabri bir rüya sonucunda bulunur. I. Alaeddin Keykubat’ın annesi Ümmühan Hatun buraya önce bir türbe, ardından cami yaptırır. Günümüzdeki külliye türbe etrafında şekillenir. Osmanlılar, türbe ve camiye medrese, imarethane, tekke ve dergâh eklemişlerdir. Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren II. Beyazıt ve Sultan I. Selim tarafından tamir edilen yapılar eklentilerle zenginleştirilir. Kanuni Sultan Süleyman, İran’a yaptığı seferler sırasında Seyitgazi’yi ziyaret eder, külliyeye bazı ilaveler yaptırır. Irak Seferi’ne giderken ordusu Seyitgazi’de konaklar ve Matrakçı Nasuh’a Seyitgazi minyatürü yaptırır. IV. Murat ise Revan Seferi sırasında buraya bir kervansaray yaptırır.

Seyitgazi, İstanbul-Bağdat-Hicaz yolunda yer alır ve hac yolculuğuna çıkanların da konaklama noktası olur. Bu durum dinî anlamda Seyitgazi’nin önemini artırır.

Külliye, medresesi ile İslami ilimlerin öğretildiği merkez olur. Külliye, önce Kalenderi dervişlerinin, sonra Bektaşiliğin merkezi hâline gelir. Rivayet odur ki Hacı Bektaş-ı Veli külliyeyi ziyaret eder ve Orhan Gazi’den burayı imar etmesini ister. Orhan Gazi, bin adet ev halkı oturtarak Seyitgazi’yi büyütür. Bu vesile ile külliye Bektaşilerin önemli bir ziyaretgâhı hâlini alır. Seyyid Battal Gazi veli, gazi ve seyit sıfatlarıyla her mezhep ve tarikattan bütün Müslümanların oldukça değer verdiği birleştirici bir isim olur.

Seyyit Battal Gazi Külliyesi Bölümleri:
1- ) ZİKİR ODASI : Genç dervişlerin bir araya gelip sabaha değin zikrettikleri zikir odasının 1511’de inşa edildiği söylenebilir.
2-) KIRKLAR ODASI: Kırklar Meydanı, adını Hz. Fatıma’nın evinde yapılan geleneksel toplantılarda yer alanlardan alır. Bektaşilerin dinî eğitimi ile bağlantılıdır.
3-) HALİFE MEYDANI: Ayin-i Cem denilen dinî törenlerin yapıldığı yerdir. Burada halifeye ait bir post ve taht bulunur. Tarikatın halifesi oturur ve törenleri idareeder.
4-) EKMEK EVİ : Bu bölümde iki fırın var. Fırınlar kubbeli odanın doğu tarafına yerleştirilmiş. Bunun yanında bir ocak, kuzeydeki duvarda da başka bir ocak bulunuyor. Ekmek Evi’nin avluya bakan duvarında kırmızı renkli yazmada; “Muhammed, Kutbü’l-arifin Seyyid Battal Gazi, ya Ali, Allah, Muhammed” yazıyor. Ekmek evinin sadece kubbeli kısmının altında bodrum var. Külliye’nin inşa edildiği tepenin eğimi nedeniyle kuzey tarafındaki birimlerinin altına bodrumlar yapılmış ve bu durum 15. ve 16. yüzyıl külliyeleriyle karşılaştırıldığında tektir.
5-) AŞEVİ (İMARET) : Külliye’deki kişilerin yiyecek ihtiyacını karşıladığı gibi, çevredeki yoksul insanların da ihtiyacını gideren aşevinde 8 adet ocak bulunuyor. Evliya Çelebi, büyük iki ocakta su kaynatıldığını, diğerlerinde ise yemek pişirildiğini gördüğünü yazar. Aşevi kubbe ile örtülüdür. Ocakların bacalarının uzunluğu kubbeyi geçer. Yavuz Sultan Selim döneminde yapıldığı belirtilir.
6-)BEKTAŞİ DERGÂHI: Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapıldığı belirtilir.
7-) ÇOBAN BABA TÜRBESİ: Seyyid Battal Gazi’nin mezarını bulan kişi olarak bilinir. Halk arasında Kutluca Baba olarak da adlandırılan, kimliği söylenceler üzerine kurulan Çoban Baba, yine bir söylenceye göre koyunlarının sık sık toplandığı ve mucizevi bir ışık gördüğü yeri Seyyid Battal Gazi’nin mezarı olarak Ümmühan Hatun’a bildirir ve buranın türbe olmasını sağlar.
SEMAHANE (TÜRBEDAR ODASI) : Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde mescid olarak yapılan bu bölümün daha sonra türbedar odası olarak kullanıldığı belirtilir. Türbedarlık o dönemde bir makamdır. Semahane de dervişlerin dinî musiki eşliğinde semah döndükleri yerdir.
9-) ÇİLEHANE : Allah’a ulaşma yolunda dünyevi arzulardan uzak, çile ve cefa çekilen gün ışığı ve aydınlıktan mahrum küçük mekândır.




Kaynakça:
- Eskişehir Valiliği.(2014). Eskişehir Rehberi(5.Baskı)
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…