- Konu Sahibi Ultraviyole
- #1
Pes ettim.. Evet herkese sadece kaldırabileceği kadarını ve almak istediği miktarda bir şeyler yüklemek lazım. Bencilliğin özür ve bencilin günün fenomeni olduğu bir dönemde, hak, hukuk ve prensipler değişti. Sizin kimi ne kadar sahiplendiğinizin ya da sevdiğinizin bir önemi yok, onların sizi ne kadar sahiplendikleri veya anladıkları önemli. Bir arkadaşım “Şanslıysan senin seveceğini değil, gerçekten seni sevecek olanı bulursun” demişti. Haklıymış!.. Herkesin kendi koşuşturmacası var, kendi ağacını sulamak derdinde. Anladık da, peki niye emek veriyoruz biz onca zaman dostluk adına?
Söylemeyeceksin kendi bulacak
Anlatarak, didinerek bir yerlere varılsaydı güllük gülistanlık olurdu her şey, psikologlara ne gerek kalırdı. Kendi hatalarımıza kendimizin hoşgörüsü yok iken, başkasının söylediğini ne kadar sindirir insan. Onun için geri aldım söylediklerimi, karşındaki hakkında onun iyiliği için ondan öte bir şey biliyorsan söylemeyeceksin, o kendi bulacak! Sıcak soba ve eli yanan çocuk hikayesi. Nasıl bu noktaya geldiğim ise bana kalsın.
“Kim olursan ol, ne olursan ol yine gel” sadece Mevlana’ya özgü şeklinde bu sebeple kalmış olmalı. Şimdi “gelme” kardeşim devri. Derdin varsa, kızgınsan hele sorunun bensem hiç gelme! Bilmek isteyebileceklerimi söyle bana, duymaktan mutlu olacaklarımı, beni yormayacakları, eleştirilerini kendine sakla. Bu yüzden seçtim seni aslında ben, iyi gelmelisin bana, içten içe bilip kendime söylemekten imtina ettiklerimi sen söyleme! Sadece çözmek istediğim sorunlarım konusunda talepkâr olduğumda fikrini söyle.
Dikkatli okumak lazım
İşte devir bu devir, bundan farklı isen yandın sen başka yüzyılda yaşıyorsun demektir. Bu yüzden konuşmuyor çoğunluk artık fazla, bu yüzden her şey yakındığınız kadar fazla yüzeysel! Yakınmayın onlar doğruyu bulanlar, kendileri için. Esas yapılan hata bizim gibi azınlıkların diğerinin hayatında hangi koşullar ve sebeple olduğunu unutuyor olması. Misyonu baştan alıp devretmek olur mu hiç? Ya da layıkıyla yapmamak? Kimileri iletişime 100 üzerinden 100’le başlar, kimi ise sıfırdan 100’e sayar. Biri gün geçtikçe indirir, diğeri kaldırır ibreyi. Sizin kendiniz için ölçünüz yok ise kıstasınız bir süre sonra karşınızdakininki oluverir. İşte kaybolduğunuz an o andır. Olmaması gereken olur, diğerleri ve ötekileri sizden öne geçer. Devamlı ibre istediğiniz yerde dursun diye zıplar durursunuz, oysa kontrol asla sizde olmadığından hayatınız zıplayarak geçecektir sizin olmayan şeyler için, çünkü barametre sizin değil. Başkasını bu kadar benimsemenin daha öte eşit ve aynı addetmenin bedeli eninde sonunda hayal kırıklığı olarak karşınıza çıkacaktır. Neden mi? Çünkü onlar her daim kendilerini, sizin kendinizi seviyor olduğunuzdan daha fazla seviyor olacaklar. Aksi taktirde sizin durumunuzda onlar olurdu zaten!
Bir eksiklikmiş gibi söylerdi bunu annem, “Kızım iyi gün dostu bulmak kolay, kötü gün dostu bulmak zordur” diye. Oysa yanılıyoruz, dikkatli okumak lazım. Onlar hayatın sihrini çözmüş kısım, biliyorlar ki başkasının sorunu ile ne kadar boğuşursanız orada boğulan siz olursunuz. Halbuki içilen bir kadeh şarap, yüzeysel ve neşeyle yapılan iki sohbetin tekrarı ve özlenmesi daha kolaydır... Onları her an göresiniz gelir, çünkü onlar sizin kendinizden kaçabildiğiniz en özel anlardır.
Yaşasın iyi gün dostları...
(Alıntı Milliyet Eda Taşpınar)
Söylemeyeceksin kendi bulacak
Anlatarak, didinerek bir yerlere varılsaydı güllük gülistanlık olurdu her şey, psikologlara ne gerek kalırdı. Kendi hatalarımıza kendimizin hoşgörüsü yok iken, başkasının söylediğini ne kadar sindirir insan. Onun için geri aldım söylediklerimi, karşındaki hakkında onun iyiliği için ondan öte bir şey biliyorsan söylemeyeceksin, o kendi bulacak! Sıcak soba ve eli yanan çocuk hikayesi. Nasıl bu noktaya geldiğim ise bana kalsın.
“Kim olursan ol, ne olursan ol yine gel” sadece Mevlana’ya özgü şeklinde bu sebeple kalmış olmalı. Şimdi “gelme” kardeşim devri. Derdin varsa, kızgınsan hele sorunun bensem hiç gelme! Bilmek isteyebileceklerimi söyle bana, duymaktan mutlu olacaklarımı, beni yormayacakları, eleştirilerini kendine sakla. Bu yüzden seçtim seni aslında ben, iyi gelmelisin bana, içten içe bilip kendime söylemekten imtina ettiklerimi sen söyleme! Sadece çözmek istediğim sorunlarım konusunda talepkâr olduğumda fikrini söyle.
Dikkatli okumak lazım
İşte devir bu devir, bundan farklı isen yandın sen başka yüzyılda yaşıyorsun demektir. Bu yüzden konuşmuyor çoğunluk artık fazla, bu yüzden her şey yakındığınız kadar fazla yüzeysel! Yakınmayın onlar doğruyu bulanlar, kendileri için. Esas yapılan hata bizim gibi azınlıkların diğerinin hayatında hangi koşullar ve sebeple olduğunu unutuyor olması. Misyonu baştan alıp devretmek olur mu hiç? Ya da layıkıyla yapmamak? Kimileri iletişime 100 üzerinden 100’le başlar, kimi ise sıfırdan 100’e sayar. Biri gün geçtikçe indirir, diğeri kaldırır ibreyi. Sizin kendiniz için ölçünüz yok ise kıstasınız bir süre sonra karşınızdakininki oluverir. İşte kaybolduğunuz an o andır. Olmaması gereken olur, diğerleri ve ötekileri sizden öne geçer. Devamlı ibre istediğiniz yerde dursun diye zıplar durursunuz, oysa kontrol asla sizde olmadığından hayatınız zıplayarak geçecektir sizin olmayan şeyler için, çünkü barametre sizin değil. Başkasını bu kadar benimsemenin daha öte eşit ve aynı addetmenin bedeli eninde sonunda hayal kırıklığı olarak karşınıza çıkacaktır. Neden mi? Çünkü onlar her daim kendilerini, sizin kendinizi seviyor olduğunuzdan daha fazla seviyor olacaklar. Aksi taktirde sizin durumunuzda onlar olurdu zaten!
Bir eksiklikmiş gibi söylerdi bunu annem, “Kızım iyi gün dostu bulmak kolay, kötü gün dostu bulmak zordur” diye. Oysa yanılıyoruz, dikkatli okumak lazım. Onlar hayatın sihrini çözmüş kısım, biliyorlar ki başkasının sorunu ile ne kadar boğuşursanız orada boğulan siz olursunuz. Halbuki içilen bir kadeh şarap, yüzeysel ve neşeyle yapılan iki sohbetin tekrarı ve özlenmesi daha kolaydır... Onları her an göresiniz gelir, çünkü onlar sizin kendinizden kaçabildiğiniz en özel anlardır.
Yaşasın iyi gün dostları...
(Alıntı Milliyet Eda Taşpınar)