Blog

  • Örgü Poğaça Tarifi

    Örgü Poğaça Tarifi

    Örgü Poğaça Tarifi

    Malzemeler

    – 2 su bardağı un
    – 1 çay bardağı yoğurt
    – 1 çay bardağı margarin
    – Yarım çay bardağı sıvıyağ
    – 1 adet yumurta
    – 1 paket kabartma tozu
    – Tuz

    Örgü Poğaça Yapılışı

    Bir kapta 2 su bardağı un, yoğurt, oda sıcaklığında bekletilmiş margarin, sıvıyağ, yumurtanın akı (sarısını ayırın), kabartma tozu ve tuzu, yumuşak bir hamur elde edene dek yoğurun. Hamurdan parçalar koparın. Merdane yardımıyla çay fincanı tabağı büyüklüğünde oval açın. Ortasında boşluk bırakıp, kenarlardan eşit aralıklarla verev şeklinde, dışa doğru derin çentikler atın. Kesilen parçaların kenarlarından tutup ortasına doğru uçlarını birleştirin ve örgü olacak şekilde birleştirmeye devam edin. Hamurü bitirene dek aynı işlemi yapın. Örgülerin üzerine ayırdığınız yumurta sarısını fırça yardımıyla sürün ve tepsiye dizin. Önceden ısıtılmış 180 derece fırında üzerleri kızarana dek pişirip, servis yapın.

    Afiyet olsun…

  • Aort anevrizma

    Aort anevrizma

    Anevrizma nedir?
    Bir atardamarda, damar çapının normalinden yüzde 50 daha fazla genişlemesine yol açan bir cins balonlaşmadır.

    Neden olur?
    Oluştukları yere göre çok farklı nedenlerden kaynaklanabilir. Genellikle dejeneratif dediğimiz yüksek tansiyon, ateroskleroz dediğimiz kireçlenme, inflamasyon dediğimiz bazı enfeksiyonlar ve bağ dokusu hastalıkları, anevrizma nedenleri arasındadır. Bazı grup anevrizmalarda genetik faktörlerin de etkisi büyüktür. Kromozomlardaki bozukluklardan kaynaklanan damar duvarı yapısının normal kuvvetinde olmaması sonucu mutasyonlar oluşabilir. Bu mutasyonlara bağlı olan anevrizmaların genetik bağlantısı vardır.

    Aort nedir?
    Aort, kalpten çıkan ana atardamarımızdır. Vücuda oksijenlendirilmiş kanı taşıyan en büyük atardamardır. Kalpten çıktıktan sonra, önce kalbi besleyen koroner atardamara, oradan da beyne ve kola giden damarlara doğru yol alır. Ardından bir kavis çizerek arka taraftan vücudun aşağısına doğru inmeye başlar. Kasıklarda çatallaşır. Belli bölümleri vardır. Çıkan aort (Kalpten çıktıktan sonraki bölüm), transfer aort (Beyin damarlarının çıktığı bölüm), inen aort (Sırttan başlayıp aşağıya kadar inen bölüm), torasik aort (Göğüs boşluğundaki bölüm), abdominal aort (Karnın içindeki bölüm).

    Anevrizmaya aortanın hangi bölümünde rastlanıyor?
    Aortada en fazla gördüğümüz anevrizmalar, infrarenal dediğimiz böbrek altında, böbrek damarları çıktıktan sonraki bölgede ortaya çıkar. İnfrarenal bölgeden sonra en fazla görülen anevrizmalar, asendan bölge dediğimiz aortun kalpten hemen çıkışındaki aort damarında görülen genişlemelerdir. Ama anevrizma her bölgede olabiliyor, hatta bazen bütün aortu boydan boya kaplayan türleri bile oluyor.

    Aortun normal çapı ne kadar? Anevrizma oluştuğunda kaç santimetreye çıkmış oluyor?
    Aortanın çapı vücut yüzey alanına, yani hastanın kilosuna, boyuna ve bulunduğu bölgeye bağlı olarak değişiyor. Ama normal şartlarda erişkin bir hastadan bahsedersek aort çapının üst sınırını 4 santim olarak algılayabiliriz. Anevrizma halinde ulaştığı boyut ise anevrizmanın yapısına göre değişim gösteriyor. Yapısı kese tarzındaysa farklı, armut tarzındaysa farklı ölçülere ulaşıyor. Aslında basitçe şöyle açıklanabilir: Anevrizmalı damarda damarın genişliği normal boyutunun yüzde 50’sinden fazla artar. Örnek verecek olursak, 4 santimetrelik damar 6 santimetreye çıkabilir.

    Belirti verir mi?
    Anevrizmanın verebileceği bulgular, oldukları bölgelere bağlı olarak farklılıklar gösterir. Karın içerisindeki aort anevrizmalarında eğer bir tarama yapılmadıysa ilk bulgu aort yırtılması şeklinde olabilir. Anevrizmalar sıklıkla önceden belirti vermezler ama bazen bulundukları bölgeye göre belirtiler gösterebilirler. Örneğin karın içerisinde bele doğru yayılan devamlı ve rahatsız edici bir ağrı veya karın bölgesinde dışarıdan görülebilen bir titreme, hasta elini koyduğunda karnına bir top vuruyormuş gibi bir his olabilir. Göğüs içindeki anevrizmalarda sadece göğüs ağrısı veya sırta doğru vuran göğüs ağrıları görülebildiği gibi, eğer anevrizma sırtın inen damarlarında ise ses kısıklığına bile neden olabilir. İnen aortanın başında bir anevrizma varsa oradaki ses tellerine giden siniri etkilediği için ses kısıklığına neden olabilir.

    Teşhisi nasıl oluyor?
    Gelişen tıp teknolojileriyle anevrizmanın tanısını koymak artık çok kolaylaştı. Fizik muayene sonrasında da özellikle zayıf hastalarda karın içerisindeki anevrizmaların tanısı konabilir. Ama tabii ki bu kesin bir sonuç olarak kabul edilemez. Anevrizmanın olduğu noktaya göre (göğüs içerisindeki aortta ise) tanı aşamasında röntgen başlangıç olarak kullanılabilir. Sadece röntgen filmiyle aorttaki genişleme gözlemlenebilir. En yaygın olarak kullandığımız teşhis yöntemi ise ses dalgalarıyla çalışan ultrason yöntemidir. Kalpte kullanıldığında ‘ekokardiyografi’, karında kullanıldığında ‘batın ultrasonografisi’ diye adlandırılan bu cihazla anevrizma teşhis edilebilir. Ultrasonun sonuçlarına göre daha ileri tetkiklere de gidilebilir. Bu tetkiklerde tomografik değerlendirme, bazen MR, bazen de anjiyografiyle durumu netleştirmek mümkündür.

    Teşhisten sonraki aşama nasıl ilerliyor?
    Tedavi kararı için en önemli veri anevrizmanın büyüklüğü ve yerleşim yeridir. Anevrizmaya yerleşim yerine ve büyüklüğüne göre farklı tedavi yöntemleri uygulanır. Yeri, büyüklüğü, hastanın herhangi bir şikayeti olup olmaması tedavinin şeklini etkiler.

    Çıkan aortadaki anevrizma çapı 5.5 veya 6 santim civarına eriştiyse ve hastanın başka bir bağ dokusu hastalığı yoksa tedavi ya da girişimsel tedavi sınırına girer. Karın içerisinde yerleşen anevrizmalarda ise genellikle 5.5 santimden itibaren tedavi uygulanır. İnen dediğimiz, sırttan arkaya doğru inen aorta üzerinde gelişen anevrizmada ise damarın çapı 6 santimetreye ulaştığında tedavi edilmesi gerekir.

    Tedavide cerrahi yöntemler mi, endovasküler yöntemler mi kullanılıyor?
    Sadece anevrizmanın büyüklüğüne bakıp da karar vermek mümkün değildir. Anevrizmanın büyüme hızı da önemli bir faktördür. Mesela 4 santimetrelik bir anevrizma, iki ay içinde 4.5 santimetreye ulaştıysa bu çok hızlı bir büyümeyi gösterir ki tedavi edilmesi şarttır. Büyüme hızının yüksekliği tedavi mecburiyetini doğurur. Ayrıca hastada bir şikayet yaratıyorsa, şiddetli karın ağrıları gibi, o zaman da aorta çapı aşırı genişlememişse bile tedavi uygulanır. Aortadaki anevrizmanın patlaması halinde ölümle sonuçlanan vakalar olabileceği için belirti ve bulguların çok ciddiye alınması gerekir. Tedavinin şeklini, hastanın anevrizmaya eşlik eden başka hastalıkları olup olmaması da belirler.

    Tedavinin aşamaları nelerdir?
    Tedaviyi belli aşamalarda değerlendiriyoruz. Bunlardan ilki tıbbi tedavi. Eğer anevrizma belli büyüklüklere gelmediyse tıbbi tedavi uygulanır. Hastanın takip edildiği dönem içinde mutlaka tansiyonunun kontrol altında tutulması gerekir. Çünkü anevrizmada en önemli faktörlerden biri damar içerisindeki basınçtır. Bu basıncın düşük seviyelerde olması önemlidir. Kan basıncının kontrol altında tutulması ‘takip penceresi’ dediğimiz dönemde çok önemlidir. Kan basıncının düşük tutulması ilaçlarla sağlanır.

    Müdahale sınırındaki anevrizmalarda iki tedavi yöntemi vardır. Bunların ikisi de girişimsel dediğimiz invaziv işlemlerdir. Endovasküler yöntem, açık ameliyat olmadan, damar içine yerleştirilen kateterler ve bunlar üzerinde ilerletilen stent adını verdiğimiz greflerin anevrizma içine yerleştirilmesi ve kapatılmasıyla uygulanır.

    Stent aşamasını detaylandıracak olursak…
    Bu stentler daralmış damarı açmak için kullanılanlardan farklıdır. Özel yapılmış stentlerdir. Normal damarın yakın ucuyla uzak ucu arasındaki sağlam bölgeye yerleştirilen stent sayesinde anevrizmalı bölge, devre dışı kalır. Bu balonlaşma artık o bölgeden kan akışı olmadığı için etkisiz hale gelir. Kasık veya damar içerisinden girerek stent yerleştirdiğimiz, endovasküler işlemler özellikle geçtiğimiz 10 sene içinde sıklıkla uygulanmaya başladı. Çünkü endovasküler işlemler açık cerrahiyle karşılaştırıldığında özellikle belli alanlarda önemli avantajlar sağlıyor.

    Bu avantajlar hastaya nasıl yansıyor?
    Hasta açısından çok önemli. İlki, hastanın açık bir ameliyat geçirmemesi. Buna bağlı olarak da iyileşme süresinin, hastanede ve yoğun bakımda kalış süresinin kısa olması, ameliyatta kan kullanma oranın yok denecek kadar az olması. Erken dönemdeki hasta yaşam kalitesi, cerrahi müdahale ile kıyaslandığında oldukça yüksek. Bir de en önemli etkenler arasında gösterebileceğimiz erken dönemde açık cerrahiyle kıyaslandığında mortalite, yani ölüm oranı riskinin daha düşük olması.

    Ama bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda şunu hiçbir zaman unutmamak gerekiyor. Bu tedavilerin orta dönem ve uzun dönem sonuçları çok değil. Erken dönemde sağladığı yaşam kalitesi, yaşam avantajları bir veya iki seneden sonra kaybolabiliyor. Girişimsel işlemlerde tekrarlar, takip işlemleri açık cerrahiye göre çok daha sık görülüyor. Açık cerrahide yoğun bakım ve hastane kalış süresi daha uzun olmakla beraber, süre uzadıkça açık cerrahinin avantajının daha yüksek olduğu görülüyor. Açık cerrahi işlemler hâlâ bu işin altın standardı olarak kabul ediliyor.

    Açık cerrahi işlem nasıl uygulanır?
    Endovasküler işlemlerle kıyaslandığında büyük operasyonlardır. Her ne kadar günümüzde açık cerrahi de daha ufak kesilerden minimal invaziv tarzda yapılıyor olsa da, açık cerrahi endovasküler işlemlerle karşılaştırıldığında yine de büyük operasyon olarak algılanır. Amaç, hastalıklı anevrizma bölgesini tamamen ortadan kaldırmak ve yerine suni damar koyarak devamlılığı sağlamaktır. Vücutta aorta gibi başka büyük bir damar olmadığı için mecburen yapay damar konur.

    Vücudun suni damarlara uyum sağlamaması söz konusu mu?
    Genellikle böyle bir sorunla karşılaşılmıyor ama vücudun içine yabancı bir madde yerleştirildiği için enfeksiyon riski olabiliyor. Bu risk sadece cerrahi işlemler için değil, endovasküler işlemler için de geçerlidir.
    YARIN: Aort yırtılırsa ne olur?

    En sık görülen nedenler
    1. Yüksek tansiyona bağlı oluşan dejenerasyon: Anevrizma oluşmasında tek başına yüksek tansiyonun etkili olduğunu söylemek çok mümkün değil. Birçok insan yüksek tansiyon hastası ama her yüksek tansiyon hastasında anevrizma oluşmuyor.
    2. Yapısal nedenler: Dejenerasyon ve inflamasyon dediğimiz, damar duvarı içinde meydana gelen yapısal reaksiyonlar.
    3. Damar duvarının doğuştan zayıf olmasına bağlı genetik bozukluklar: Buna bağ dokusu hastalıklarını, örneğin marfan gibi yapısal hastalıkları gösterebiliriz.
    4. Sigara: Özellikle böbrek damarlarının altında olan anevrizma gelişimi ile sigaranın direkt bağlantısı olduğu belirlenmiştir. Sigara içmenin karın içindeki anevrizmalarla bağlantısı çok kuvvetlidir.
    5. Yaş: Anevrizma oluşumunda yaşın da önemli bir rolü vardır. Özellikle karın içerisinde oluşan anevrizmalar genellikle 65 yaşından daha büyüklerde sıklıkla görülüyor. Anevrizmalar, eğer kişide bir bağ dokusu hastalığı yoksa, genellikle ileri yaşlarda ortaya çıkan problemlerdir.

    Endovasküler her hastaya olmaz
    Endovasküler işlemler her hastaya uygulanabilir mi?
    Her hastaya endovasküler işlemler uygulayamıyoruz. Anevrizmanın yeri, genişliği, normal atardamar aort yapısıyla ilişkisi, sağlam dokuların uzun dokulara açı yapıp yapmaması, girişim yapacağımız damarların kireçli olup olmaması gibi çok çeşitli faktörler var. Bütün bu faktörler teker teker değerlendiriliyor ve eğer uygunluk görülürse hastaya endovasküler işlemler uygulanıyor.

    Ne kadar sürüyor?
    Minimum 2.5-3 saat sürer. İşlemden sonraki ilk 4 saat yakın gözlem gerekir. Bu nedenle kısa süreli yoğun bakım yatışı gerekir. Sonra hasta odasına gönderilir, iki gün içinde taburcu edilir. Girişimsel her işlemde olduğu gibi bunun da riski vardır. Bu riskler erken ve geç dönem olarak sınıflandırılır. Erken dönem, işlem esnasında olabilecek, damarla ilgili risklerdir. İşlem sırasında kasık damarlarında yırtılmalar, kasık damarlarında kirecin uçlara gitmesi ve damar yaralanmaları olabilir. Yerleştirilen stentin yerinden çıkması, uca doğru kaçması ve emboli de görülebilecek problemlerdir.

  • Burçların Korkuları

    Burçların Korkuları

    Akrep:
    Kin, tutku ve gücün simgesi Akrep burcu insanı, en çok gücünü ve iktidârını kaybetmekten korkuyor.

    Aslan:
    Yaratıcılığı ve etkileyiciliği ile bilinen Aslan burcu, oldukça sahiplenici ve kıskanç karaktere sahip. Bu burcun en büyük korkusu ise, çevresinde hiç kimsenin kalmaması.

    Balık:
    Hayâlci ve duyarlı olan Balık burcu, oldukça duygusal. Burcun en büyük korkusu, duygularını ifâde edememek.

    Başak:
    Çevresinde olup biten her şeyi eleştiren, yargılayan ve her şeyden düzen bekleyen Başak burcunun korkuları arasında hasta olmak, ilk sırada yer alıyor.

    Boğa:
    Amaca bağlılığından ve sadâkatinden ödün vermeyen Boğa burcu insanı, dış sebeplerden dolayı huzurunu kaybetmekten korkuyor.

    İkizler:
    İkizler burcu deyince akla ilk gelen, pratik zeka ve konuşkanlık. Girdiği her ortamda kolayca varlığını hissettiren İkizler’in en büyük korkuları arasında, konuşma yeteneğini ve ellerini kaybetmek yer alıyor.

    Koç:
    Etkinliği, atılganlığı, kendine aşırı güven ve aceleciliği ile bilinen Koç burcunun en büyük korkusu kendine bir hedef bulamamak ve etrafında fikirlerini paylaşacak insanların olmaması.

    Kova:
    Son derece insancıl olan Kova burcu her ne kadar bağımsız gibi görünse de yalnız kalmaktan oldukça fazla korkuyor.

    Oğlak:
    Hesapçılığı ve başkalarının düşüncelerine önem vermesiyle bilinen Oğlak burcunun korkuları arasında “Başkaları ne der!” korkusu ilk sırada…

    Terazi:
    Uyumluk ve dengeli sevgi deyince ilk akla gelen Terazi burcunun en büyük korkusu, yanlış partner seçimi ve özel hayatında mutsuzluk..

    Yay:
    Özgürlüğün savunucuklarından olan araştırmacı Yay burcunun en büyük korkusu, aradığını bulamamak.

    Yengeç:
    Çevresine ve sevdiklerine karşı son derece koruyucu, duygusal, ve evcil olan Yengeç burcu her ne kadar tuttuğunu koparan bir burç olsa da en büyük korkusu, belâya bulaşmak…

  • Seks Öncesi Bakım

    Seks Öncesi Bakım

    Sevişirken partnerinizin vücudundan yayılan kokular sizi nasıl etkiler?
    Pek de iyi hissetmezsiniz değil mi? O zaman seks öncesi temizliğe önem vermenizde fayda var…

    Cinsel bölgeleri, koltukaltı ve bacakları saran aşırı kıl-tüy yumaklarına ne demeli? Bu kıl yığınları da dokunma ve görme duyumuzu olumsuz etkiler. Buna bir de kıllı bölgelerin daha çok terlediği ve bakterilere davetiye çıkardığı gerçeği eklenirse, koku duyumuz da bu işe tepki gösterecektir! Sonuçta yaşadığınız cinsellik, keyiften çok eziyete dönüşür. Kafanız duyduğunuz kokulara, aldığınız tatlara yönelir ve dikkatinizi dağıtır.

    Temizlik çok basit!
    Oysa bedenimiz ve özellikle de cinsel bölgelerimiz için yapılacak temizlik çok basit, hatta su ve yumuşak bir sabundan ibaret. Koltukaltı ve genital bölgelerdeki tüylerin düzenli olarak kesilmesi ya da tümüyla alınması ve her gün duş yaparak deodorant kullanmak, vücudu koku oluşturan her türlü bakteriden arındırır. Genital bölgenin temizliği ve buradaki tüylerin kesilmesi, koku oluşumu ve kaşıntıyla birlikte enfeksiyon riskini de ortadan kaldırır. Koltukaltındaki tüylerin tıraş edilmesi ve her duştan sonra deodorant sürmek, bu bölgenin kokmasını ve kaşınmasını önler.

    Nasıl temiz olunur?
    Siz kendi bedeninizin temiz olduğunu biliyorsunuz. Ama partnerinizden pek emin değilsiniz. O halde sevişmeden önce, “Bir duş almaya ne dersin?” demek, pek zor olmasa gerek. Hatta bunu neden birlikte denemeyesiniz? Sabun, sünger ve sıcak su… Ancak bir kişiyi duş almaya ya da daha temiz olmaya teşvik etmek, her zaman kolay olmaz. “Ya kırılırsa?” endişesini bir türlü üzerimizden atamayız. Ancak cinsel yolla bulaşabilecek hastalıkları düşünerek partnerinizi önlendirmeniz şart. Aksi takdirde hem sevişmekten zevk almazsınız hem de bedeniniz enfeksiyona karşı tehdit altında olur.

    “Temiz” ne demek?
    Uzmanlar, erkeklerin ve kadınların genital temizliğinin farklı olması gerektiğini söylüyorlar.

    Kadınlar:
    Her gün duş almak ve vajinal temizliği ihmal etmemek, her gün külot değiştirmek, alınan önlemler arasında. Bebek sabunu veya asitli olmayan bir sabun ve sıcak su yeterli olabiliyor. İntim spreyler, özel vajinal duşlar ve talk pudrası ise vajinal enfeksiyonlara davetiye çıkarmak anlamına geliyor. Kadınların cinsel organları, erkeklerinki gibi özel bir temizlik istemiyor. Tam tersi iç kısımlara doğru sabun ve özel jellerle temizlik yapıldığında, bölgenin mukozası zarar görebiliyor. Bu da enfeksiyonlara sebep olabiliyor. Uzmanlar, “Temizlik şart, ama vajinanın doğal dengesini bozmadan” diyorlar.

    Erkekler:
    Penisi temiz tutmak biraz gayret ve dikkat isteyen bir iş. Gerçi erkekler penislerini nasıl yıkamaları gerektiğini çok küçük yaşta öğreniyorlar. Ancak sünnetsiz erkeklerin daha özen göstermesi, derinin altında biriken bakterilerden kurtulmak için sıkı bir temizlik yapması gerekiyor. Sabun ve su, temiz tutmak için yetiyor. Sünnetli erkeklerin ise işi daha kolay. Ne de olsa altını temizlemeleri gereken bir deriyle yaşamıyorlar. O halde bu kadar basit olan temizlik kurallarını ihmal ederek niçin sağlığınızı ve cinsel mutluluğunuzu tehlikeye atasınız ki?

    En basit temizlik kuralları

    * Her sabah duş alın.

    * Her gün iç çamaşırı değiştirin.

    * Duştan sonra tüm vücudunuzu iyice kurulayın. Nem, bakteri oluşumunu hızlandırır.

    * Ayaklar insan vücudunun en fazla kokan bölgeleridir. Ayaklarınız bütün gün ayakkabı içinde kalıyorsa, sabah ve akşam yıkayın. Banyodan sonra parmak aralarını iyice kurulayın. Aşırı terleme varsa, talk pudrası ya da terlemeyi önleyici özel ayak spreyi kullanın.

    * Banyodan sonra deodorant sürün.

    * Genital bölgenizdeki t üyleri haftada bir keserek kısaltın. Aynı şekilde koltuk altındaki kılları jiletle ya da makasla keserek temizleyin. Ağda, epilasyon ve tüy dökücü krem, jilet ve makasa alternatif yöntemlerdir.

    * Genital organlarınızı tuvalet ihtiyacınızı giderdikten sonra mutlaka yıkayın. Duş alırken de sabunlu suyla temizleyin.

    Ağız sağlığına özel ilgi gösterin
    Cinsellik baştan başlayıp, ayaklara kadar inen bir bütündür. Tüm vücudunuz kadar ağzınızın temizliği ve sağlığı da cinselliği olumlu ya da olumsuz etkiler. Partneriniz sizinle öpüşmek istemiyorsa, bunun en önemli sebebi ağzınızın kokması olabilir. Özellikle partnerlerden birinin sigara içmemesi içen partnerin vücuduna ve ağzına sinen kokudan tiksinmesine sebep
    olabilir. Sigara içiyorsanız ağız sağlığınıza daha fazla özen gösterin ve sevişmeden önce mutlaka dişlerinizi fırçalayın.

    Erkeklerin bir tutkusu da uyanır uyanmaz sevişmek. Uzmanlar, sabah saatlerinde cinsel potansiyelin yüksek olduğunu doğruluyorlar. Ancak gece uyurken mide, yemek borusu, dişlerde ve gırtlakta kalan yemek artıkları ağıza gelip kötü kokulara ve mikroplara neden olabilirler. Öpüşmeyle, bu mikroplar karşı tarafa geçip çeşitli ağız mukozası hastalıklarına neden olabilirler.

    Ağız sağlığının doğru olarak yapılması için her yıl diş hekimine kontrole gitmekte fayda vardır. Dişler günde üç kez, her yemekten sonra, en gerideki dişler de unutulmadan, üstten
    ve içten iyice fırçalanmalı. Dişler fırçalandıktan sonra dişetlerini koruyan ve çürümeyi önleyen bir ağız suyuyla gargara yapmak da önemli bir adım.

  • Kirazlı Karamelli Tatlı Tarifi

    Kirazlı Karamelli Tatlı Tarifi

    Malzemeler

    – 500 gram kiraz

    Karamel için:
    – 2 su bardağı tozşeker
    – 2 su bardağı su
    – 1 paket tuzsuz peksimet

    Muhallebi için:
    – 3 çorba kaşığı margarin
    – 3 kahve fincanı un
    – Bir buçuk kg süt
    – 2 kahve fincanı tozşeker
    – 5-6 parça damla sakızı

    Kirazlı Karamelli Tatlı Yapılışı

    KARAMELİ hazırlamak için tozşekeri tavaya alıp, ocağa oturtun. Ara sıra karıştırarak tozşekerin karamelleşmesini sağlayın. Tozşeker iyice eridiğinde ocaktan alın ve su ekleyin. Donup ağırlaşan karameli tekrar ocağa alıp, çözülmesi için 5 dakika daha pişirin. Peksimetleri kare ya da dikdörtgen şekilde kesip, dikdörtgen bir kaba yerleştirin. Üzerine hazırladığınız karameli dökün. Muhallebiyi hazırlamak için margarini eritip unu ilave edin. Unun kokusu çıkana dek kavurun.Süt, tozşeker ve damla sakızını ilave edip, sürekli karıştırarak pişirin. Muhallebi kaynayıp, koyulaştığında ocaktan alın. Peksimetlerin üzerine dökün. Çekirdekleri çıkarılmış kirazları muhallebinin üzerine dizip soğumaya bırakın. Dilediğiniz şekilde süsleyip, soğuk olarak servis yapın.

  • Güneş ışınları ve cilt

    Güneş ışınları ve cilt

    Güneşten korunma; spor, havuz, deniz aktiviteleri veya gezmekten vazgeçmek anlamına gelmemeli,tam aksine gerekli önlemleri alarak; bu aktiviteleri, sağlıklı bir şekilde ve doya doya yaşayabilmeye yardımcı olmalıdır.

    GÜNEŞ IŞINLARI
    “Cildiniz, güneş ışınlarının hassas terazisi olmasın!”
    20. yüzyılın özellikle ikinci yarısında güneş ile ilgili bilgi ve gözlemlerimizin artması, güneş ışınları hakkındaki yarar-zarar dengesini hassas bir noktaya getirdi. Bir yandan bronz bir ten, sağlık ve güzellik belirtisi olarak kabul edilirken; diğer yandan güneşin insan sağlığına olumsuz etkilerine işaret eden kanıtlar, gün geçtikçe artmaya başladı. Bu gelişmeler karşısında ise günlük yaşamda nasıl davranmamız gerektiği konusunda bazı soru işaretleri doğdu…

    Dünyamıza elektromanyetik ışın demetleri şeklinde ulaşan güneş enerjisi, görülebilen (gün ışığı) ve görülemeyen (ultraviyole – UV) olmak üzere ikiye ayrılıyor. UV ışınları ise, dalga boylarına göre ultraviyole – A (UVA), ultraviyole – B (UVB) ve ultraviyole – C (UVC) olarak üçe ayrılırken; UVC ışınları, atmosferi geçemedikleri için yeryüzüne ulaşamıyor ve bizler günlük hayatımızda sadece UVA ve UVB ışınlarına maruz kalıyoruz.

    GÜNEŞ IŞINLARININ ZARARLI ETKİLERİ
    “Güneş; cildin erken yaşlanmasına, kırışıklıklara ve lekelenmelere yol açıyor!”

    Erken dönemi kapsayan etkiler

    Güneş yanıkları
    Güneş yanığı; özellikle açık tenli kişilerin uzun süre güneş ışınlarına maruz kalmasını takip eden 12-48 saat içinde ortaya çıkan ağrı, sızı ciltte kızarıklık ve su toplaması ile kendini belli eden geçici bir hastalıktır. Hastalık şiddetli olduğunda; baş dönmesi, tansiyon düşüklüğü, ateş, bulantı-kusma gibi genel belirtiler (güneş çarpması olarak bilinir) ortaya çıkabilir ve bu durum acil müdahale gerektirebilir.

    Güneş ışınlarına bağlı gelişen alerjiler
    Bazı kişiler güneş ışınlarına maruz kaldıklarında, çok kısa süre içinde (bu bazen 5-10 dakika bile olabilir) ya da birkaç gün sonra ciltlerinde; kızartı, kabartı, kaşıntı ve lekeler ile karşılaşabilir. Cilt yüzeyine sürülen kozmetik veya tıbbi ürünler ya da bazı ilaçlar (doğum kontrol hapları, bazı psikiyatrik ilaçlar, tansiyon ve romatizma ilaçları) da bu durumun ortaya çıkmasını artırabilir.

    Geç dönemi kapsayan etkiler
    Güneş ışınlarının geç dönem zararlı etkileri ise günümüzde Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve tıp otoritelerince daha önemli bir toplum sağlığı problemi olarak kabul edilmektedir. Güneş ışınlarının geç dönem etkilerini kısaca şöyle sıralayabiliriz:

    Cildin erken yaşlanması
    Kırışıklıklar ve güneş lekeleri ile cildin kuru, sert ve kaba bir görünüm alması, özellikle yüz ve el sırtında sert ince kabuklu cilt lekelerinin gelişmesi; cildin erken yaşlanmasının habercileridir. Bu leke ve kabuklu gelişimlerin, aktinik keratoz olarak adlandırılan ve kansere dönüşme riski taşıyan belirtiler olabileceği unutulmamalıdır.

    Cilt kanserleri
    Güneş ışınlarının özellikle açık tenli, açık renkli gözlü, sarışın / kızıl saçlı kişilerde cilt kanseri oluşma riskini çok artırdığı bilinmektedir. Cilt kanserlerinin büyük bir kısmı, vücudun güneş ışınlarına fazla maruz kalan kısımlarında oluşmaktadır.

    GÜNEŞTEN KORUNMAK
    “Güneşten korunma konusunda; davranışlar, alışkanlıklara dönüştürülmelidir!”

    Güneşten korunma kavramı, son 20-30 yılda hayatımıza girmiş bir kavram olup; sınırları henüz netlik kazanmamıştır. Güneşten korunma konusunda bugün için bilinen ve uygulamada fayda sağladığı tespit edilen bazı önemli noktalar bulunmaktadır.

    • Güneş ışınlarının yeryüzüne ulaşma şekli ve şiddeti coğrafi bölgelere, mevsimlere ve günün saatlerine göre farklılık göstermektedir. Coğrafi olarak; ekvatora yaklaştıkça, ilkbahar-yaz aylarında ve öğlen saatlerinde güneş ışınlarının şiddeti artmaktadır. Ayrıca yüksek rakımlarda güneş ışınlarının size ulaşmak için kat edeceği mesafe azalacağından şiddeti de daha fazla olmaktadır.

    • Güneş ışınlarının önemli zararları, direkt olarak gökyüzünden gelen ışınlarla olmakla birlikte; bu ışınların kar, kum ve su yüzeyinden yansıyabileceği ve bunun da zararlı etkilere yol açabileceği unutulmamalıdır.

    • Güneşte kalma süresi, alınan ışının dozunu da belirlemektedir.

    • Giysiler, güneş gözlükleri, şemsiye veya tente güneş ışınlarının önemli kısmını engelleyebilmektedir.

    • Açık tenli, açık renk gözlü, kızıl / sarı saçlı kişiler koyu tenli kişilere göre; bebek ve çocuklar ise erişkinlere göre güneş ışınlarına daha az dayanıklıdır.

    • Güneşten koruyucu ürünler, ultraviyole ışınlarının zararlı etkilerini önemli ölçüde engelleyebilmektedir.

    Güneş ışınlarının zararlı etkilerinden korunma, çocukluk çağından başlayan ve hayat boyunca devam eden bir uygulama olmalıdır.

    Alışkanlığa dönüşmesi istenilen davranışlar

    • Açık alanda kalmanız gerekiyorsa (spor aktiviteleri, plaj – havuz aktiviteleri, iş nedeniyle veya gezinti – piknik vb. sırasında), daima gölge bir yer arayın ve gölgede kalmaya çalışın.

    • Geniş kenarlıklı şapka ve ultraviyole ışınlarını yansıtan gözlük kullanın.

    • Sıkı dokunmuş kumaşlardan üretilmiş giysileri tercih edin.

    • Dış ortamda geçireceğiniz zamanın mümkünse, sabah saat: 10.00 ile 16.00 arasına denk gelmemesine özen gösterin.

    • Güneşte kalacağınız zaman cildinizin açıkta kalan tüm alanlarına güneşten koruyucu krem veya losyon sürün.

    • Çocukları ve bebekleri mutlaka yüksek koruma faktörlü (en az SPF 30) ürünlerle koruyun ve öğlen saatlerinde başka aktiviteler yaratarak, güneşte kalmalarını engelleyin.

    Koruyucu ürünler hakkında…
    “Doğru kişiye, doğru zamanda, doğru ürün!”

    Güneşten koruyucu ürünler, içerdikleri kimyasal maddeler yolu ile cildimize ulaşan ultraviyole ışınlarını emerek ya da yansıtarak derinin alt tabakalarına geçişlerini engellemektedir. Bu ürünlerin üzerindeki numaralar, güneşten korunma faktörü (SPF) olarak bilinmekte ve ultraviyole-B ışınlarını engelleme kapasitelerini belirtmektedir. Günlük aktivitelerde 15-20 faktör yeterli olabilmekte ancak deniz kenarında geçirilen bir gün için en az 30 faktörlü bir ürün kullanılmalıdır.

    Açık tenli kişiler, koyu tenli kişilere göre çocuk ve bebekler ise büyüklere göre daha yüksek koruma faktörüne ihtiyaç duymaktadır. Bu ürünlerin etkileri, sürüldükten en az 15-30 dakika sonra başladığı için güneşe çıkmadan en az yarım saat önce sürülmeleri gerekmektedir. Terleme, su ile temas (yüzme – yıkanma) ve havlu ile kurulanma sonucu koruyucu ürünlerin etkileri kaybolabileceğinden; koruyucu ürünlerin gün içerisinde ihtiyaç duyuldukça-birkaç saatte bir- tekrar sürülmeleri gerekmektedir.

    Son yıllarda koruyucu ürünlere, cildi ultraviyole–A ışınlarından da koruyan yeni bileşenler eklenmiştir ancak bu ürünlerin kalıcılık süreleri daha kısa olduğundan, bu ürünlerin, daha sık sürülmeleri gerekmektedir.

  • Banyolarınız için raf ve dekorasyon fikirleri

    Banyolarınız için raf ve dekorasyon fikirleri

    Banyolarınız için raf ve dekorasyon fikirleri
    Banyo evimizin önemli ve en sık kullanılan mekanlarından biridir ve banyo da rahatlık önemlidir, ön planda olmalıdır. Bundan dolayı kişiler banyolarının dekorasyonlarına özen gösterirler, ev dekorasyonunda dekorasyonun bütünlüğü konusunda biraz arka planda kalsa bile kullanış açısından önemli bir yere sahiptir. Bundan dolayı banyonuzu dekore ederken doğru seçimler yapmanız daha uzun vadede sizin için önem teşkil eder.

    Öncelikle banyo dekorasyonu için çok yüklü miktarlarda para ödemenize gerek yok. Önemli olan sizin nasıl bir şey istediğiniz, dekorasyon konusunun bütününde ne istediğinize dikkat etmeniz önemlidir. Eğer siz tam olarak ne istediğinizi ve hangi kriterlere uygun objeler aradığınıza karar verirseniz hem zaman harcamaz hem de yanlış seçim yaparak pişman olmazsınız. Bu yüzden ne tür bir banyo hayal ettiğinize karar verin. Şunu söylemeliyim ki banyonuz da dekorasyon konusunda eğer seçtikleriniz gerçekten para vermeye değerse vermekten kaçınmayın çünkü banyo dekorasyonu sık değişen bir şey değildir. Bunun yanında istediklerinize her zaman yüklü miktar ödeyerek ulaşacaksınız diye bir kaide yok, özgün tasarım fikirleriyle uygun fiyatlara da banyonuzu dekore edebilirsiniz.

    Bunları düşündükten sonra banyo dekorasyonunda nelere dikkat edilmesi gerektiği konusunda püf noktalarını vermeye başlayalım. Öncelikle banyonuzun dekorasyonunu banyonuzun alanına göre tercih edin. Banyonuzda asma klozet gibi ürünleri kullanmanız yer tasarrufu açısından önemlidir. Yer kaplamaları seçiminde ise açık tonda renkler kullanmaya özen gösterin, banyo ferahlık ve rahatlığın adresidir bundan dolayı açık renk kullanımı her zaman doğru tercih olacaktır. Yer Kaplamalarında uyguladığınız açık renk kavramını tavanda da uygulayabilirsiniz göz yormayan ve mekanda aydınlığı tetikleyen renkler önemlidir.

    Banyonuzda kullanacağınız taşların doğal taşlar olmasına dikkat edin, bu banyonuzun sade ama ferah olduğunun göstergesi olacaktır. Ayrıca çeşitli seramiklerde canlı renkler kullanarak banyonuza canlılık katabilirsiniz. Banyonuzda ayna kullanmaya özen gösterin aynayı seçerken banyonuzun alanına göre seçim yapmaya özen gösterin yani banyonuzda ayaklı ayna kullanacaksanız alanınızın geniş olması gerekir. Aksi takdirde problem yaşayabilirsiniz. Bunların dışında banyonuzda kullanacağınız dolaplarında önemi büyüktür. Sade ama şık dolaplar da yine canlı renkler kullanarak harikalar yaratabilirsiniz. Ayrıca banyonuzda ufak aksesuarlar ile sadece size özgün dekorasyon tasarımları yaratabilir, banyonuza ayrı bir hava katabilirsiniz.

    Banyo dolabı seçiminde neler dikkat etmeliyiz. Banyo dolapları suntalamdan yada MDF den yapılabilir. Banyolar nemli ortamlardır. Buradaki rutubet mobilyaya zarar verir. Bunun önüne uzun vadede geçmek imkansızdır. Ama kısa vadede yani 5-10 yıla kadar dayanıklı mobilya için lake boyalı banyo dolapları daha akıllıcadır. MDF yapı itibari ile daha sıkı bir yayıya sahiptir. Lake boya malzemeleri de bunu korumada daha dayanıklıdır. Hem şık hem de sağlam banyo dolapları için lake boyayı öneriyoruz.

    İlgili konular ;
    2012 Köşe Koltuk Takımları
    2012 Koltuk Takımları
    Çok Şık Yuvarlak Yastık Modelleri
    Duvar kaplama modelleri
    Duvar Akvaryumu
    Kitap Okuma Köşeleri
    Yatak Odası için Duvar Kağıdı
    Evim Güzel Evim

  • Alkalinli Su Diyeti

    Alkalinli Su Diyeti

    Yiyeceklerimiz kısaca asit üreten ve alkali üreten olmak üzeredir.Meyve ve sebzeler vucutta alkali uretirken proteinler asit uretiyor.Aşiri Asit ureten beslenme sonucunda vucudumuzda asiri asit birikiyor.Vucuda yayılan bu asitten kurtulmak icin ya alkali besinler tuketilmeli yada vucut bu dengeyi saglamak icin kalsiyum magnezyum gibi mineralleri kemikler gibi vucudun önemli merkezlerinden calmaya baslıyor.Vucuttaki asit birikmesiyle örnegin böbreklerde böbrek taslari,kas erimeleri,beyin kanamasi tansiyon,tansiyon…. vb gibi rahatsıslıklar görülüyor.
    Saglıklı bir vucutta beslenmenin yüzde 80 oranında alkali,yüzde 20 oranında asitli yiyecekler olması gerekmektedir.

    Vücüdunuzdaki Asit Oranı Fazlamı ?
    Evet vücudunuzdaki asit oranını merak ediyorsanız beslenme şeklinizi hatırlamanıs gerekmektedir.Oncelikle et,peynir,yumurta sut ve turevleri,sekerli rafinize edilmis pretein agırlıklı yiyeceklerle besleniyorsanız muhtemelen vücudunuzdaki asit oranı fazladır.

    Ruh haliniz surekli deişiyorsa Unutkanlık problemi Konsantrasyon problemi Kronik yorgunluk ve Enerji problemi Akne,egzama gibi sorunlar Deri problemleri Tırnaklarda problemler Saclarda problemler Böbreklerde problem ve idrar yollarında problem Kas agrıları Eklem agrıları Sık sık soguk algınlıgı girip veya viral enfeksiyon yaşama Osteoporoz varsa Tip2 şeker hastasıysanız Sizde yukarıdaki seceneklerin 3 veya daha fazlasini yaşıyorsanız Alkali diyetini uygulayabilirsiniz..Tabiki bu diyeti bir uzman kontrolünde yapmaniz sisin icin daha olumlu sonuclar verecektir.

    Alkalin diyetini uygulayan onemli degisiklikler fark ediliyor.Ozellikle bayanlarda vucuttaki kalsiyumun tutulmasını saglayarak kas kalp ve kemikleri korudugu gözleniyor..

    Alkalin Diyeti ise;

    – %80 oranında alkalin üreten besinler,%20 oranında asitli besinler tüketiniz.
    – Kafeinli icecekler,tatlılar ve cikolata,alkol ve turevleri,rafine karbonhidratlar yaglı et vs.minimuma indirin.bitki caylari,soya sutu,dogal bal meyva uyu sebzeler,zeytin zeytin yagı vs yiyecekler tercih edin.
    – Yiyeceklerinizde olabildigince limon kullanın.
    – Limon asitli bilinmesine karsın en iyi alkalinlerden biridir
    – Günde en az 7-8 bardak su tüketin.Su asit alkalin dengesini saglamada önemli rol oynamaktadır.

    İlgili konular ;
    Karatay Diyeti Deneyimlerimiz – Canan Karatay
    Dukan Diyeti
    Anti Selülit Diyeti
    Atkins Diyeti
    Akdeniz Diyeti
    İsveç Diyeti
    Glisemik indeks Diyeti nedir?
    Hipotiroid Diyeti
    Bikini Diyeti
    Simit Diyeti, Simit Kaç Kalori
    Fast Food Diyeti Listesi