Blog

  • Disleksi Hakkında Bilmeniz Gerekenler

    Disleksi Hakkında Bilmeniz Gerekenler

    “Disleksi bir hastalık değildir” diyerek yola çıkan Türkiye Disleksi Vakfı, özel öğrenme ve algılama farklılığı olan çocuklara eğitim, yardım, psikolojik destek gibi konularda dislektik aile ve çocukların sorunlarına ortak çözümler bulmak amacıyla yola çıkmış bir vakıf.

    Okuma güçlüğü olarak tanımlanan dislekside, sadece yanlış ya da hatalı okuma değil; okuma yavaşlığı, okuduğunu anlama ve anlatabilme becerisinde yetersizlik de söz konusudur. Okul çağı çocuklarının %10 ila 15’inde görülen, erkeklerde daha fazla rastlanan disleksinin yanı sıra, yazma güçlüğü olarak tanımlanan disgrafi ve matematik güçlüğü olarak tanımlanan diskalkuli de vakfın konuları arasında.

    Erken tanının son derece önemli olduğu disleksi konusunda bilmeniz gerekenleri Türkiye Disleksi Vakfı’nın kurucusu ve başkanı Elif Yavuz’dan dinliyoruz.

    1- Disleksi, disgrafi ve diskalkuliyi bir hastalık değil, bir öğrenme güçlüğü olarak sizden dinleyebilir miyiz?

    Disleksi, disgrafi ve diskalkulinin Öğrenme Güçlüğü veya Özgül Öğrenme Güçlüğünün (ÖÖG) alt dalları olduğunu söyleyebiliriz. Öğrenme güçlüğünü kısacası öğrenmede zorlanan çocuk şeklinde ifade edebiliriz. Maalesef bu ifade çoğunluk tarafından zihinsel bir yetersizlikten kaynaklanan öğrenememe güçlüğü şeklinde algılanmaktadır. Halbuki Öğrenme Güçlüğü diye tanımladığımız şey; normal ya da normal üzerinde bir zekâya sahip yani zekâ geriliği olmayan, herhangi bir nörolojik ve fiziki bir rahatsızlık veya otizm gibi gelişimsel bir güçlük olmaksızın, okuma, yazma, aritmetik gibi akademik becerilerde, yetersizlik ile kendini gösteren bir güçlük olarak ifade edebiliriz. Başka bir ifade ile Öğrenme güçlüğü olan çocuğun yaşına uygun akademik bilgileri zekâsına oranla daha zor öğrenebilmesidir diyebiliriz. Literatürde bundan 15-20 yıl önce Özel Öğrenme Güçlüğü ifadesi kullanılıyordu, Daha sonra Öğrenme Güçlüğü kullanılmaya başlandı. Bu kişiler öğrenme ile ilgili güçlükler yaşarken genelde de zekâ geriliği ile karıştırıldığından “özgül öğrenme güçlüğü” yerine günümüzde çoğunlukla “Disleksi” kavramı daha yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Disleksi aslında temel olarak okuma zorluğudur.

    Öğrenme Güçlükleri 3 ana gurupta incelenir. Bu alt-tipler, tek başına görülebileceği gibi ikisi veya üçü de birlikte görülebilir.

    Sıklıkla birkaç alt tip birlikte görülür;

    Disleksiyi okuma güçlüğü olarak tarif edebiliriz. Bu tür güçlüğe sahip çocuklarda; okumayı geçmeme veya okumaya geçmede zorlanma, okumayı sökse bile yavaş, yanlış bir şekilde okuma, okuduğunu anlayamama, okuduğunu yorumlamada zorluk çekme, hızlı okuyamama okurken harf-hece-sözcük atlama, anlamı bozma, harf-ses uyumunu kavrayamama, harflerin ya da hecelerin yerini değiştirme, sözcükleri seslendirmede güçlükler yaşama ve bundan dolayı sesli okuma yapmaktan kaçınma gibi sorunlar öne çıkar. Genellikle okula başladıkları dönemde fark edilirler.

    Disgrafiyi Yazma güçlüğü olarak tarif edebiliriz. Bu tür güçlüğe sahip çocuklarda yazı yazmada ya da yazılı anlatımda güçlük veya zorlanma, duyduğu kelimeleri yazarken harfleri yanlış, eksik ya da ters yazma şeklinde yazım hataları, okunaksız ve düzensiz el yazısı, bazı rakamları, harfleri veya sözcükleri ters yazma, b-d, m-n, ı-i, d-t, g-ğ, g-y gibi harfleri karıştırma, kelimeler arasında boşluk bırakmadan ya da kelimeyi birkaç parçaya bölerek yazma gibi güçlüklere rastlanır.

    Diskalkuli diye de bilinen aritmetik güçlükte ise, matematik terimlerini, kavramları anlayamama, sayı ve sembolleri tanıyamama, gerekli sembolleri kullanma, elde sayıları toplamayı unutma, çarpım tablosunu öğrenmede sınıf arkadaşlarına göre daha geri kalma, aritmetik problemlerin çözümünde izlenecek adımlara karar verememe şeklinde kendisini gösteren güçlüklere rastlanır.  Bu durumlarda çocukların akademik başarılarını olumsuz etkiler.

    2- Dislekside doğru tanı nasıl ve ne zaman konur? Tespit konusunda en önemli roller kimlere düşer?

    Öğrenme güçlüğünden şüphelenmek aslında kolay bir şey. Öğrenme güçlüğüne ait belirtiler okul öncesinde gözükmeye başlamış olmasına rağmen asıl sorunlar çocuğun eğitim öğretim hayatının başlaması ile birlikte gün yüzüne çıkmaktadır. Bu dönemde anne-babalar, öğretmeler çocuğun günlük hayatta karşılaştığı sorunları çözme becerileri ile birlikte çocuğun zihinsel kapasiteleri hakkında az çok fikir sahibi olabilmekteler. Çocuğun okula başlaması ile iş okumaya, yazmaya veya matematiğe geldiğinde ebeveynler ve öğretmenler çocuğun kapasitesi ile örtüşmeyen sorunlarla karşılaşmaktalar. Öğrenme güçlüğünün tanımında ifade ettiğimiz temelde üç ana güçlük olan okumaya dair güçlükler yazmaya dair güçlükler veya aritmetiğe ait güçlükler gün yüzüne çıkmaya başlar. Tam da bu dönemde doğru tanı ve tespit edilmesi adına en önemli rol öncelikle öğretmenlere ardından da anne babalara düşmektedir. Bunun için de öncelikle öğretmenlerin ardından, ailelerin öğrenme güçlükleri hakkında detaylı bilgi sahibi olmaları gerekir. Ama maalesef öğretmeler ve ebeveynlerin bu konuda yeterli bilgi ve donanıma sahip olmadıkları görülmektedir. Öğretmenlerin ve ebeveynlerin çocukta gördüğü sorunları vakit kaybetmeden özellikle öğrenme güçlükleri alanında uzman olan psikiyatristlere yönlendirmeleri gerekmektedir.

    3- Disleksinin düzelmesi için ne yapmak ve hangi kurumlara danışmak gerek?

    Disleksi ile ilgili sorunlarla karşılaşıldığında yaygın olarak “Zamanla düzelir” veya “Babası da böyleydi, sonradan açılır” gibi yaklaşımlarla ya görmezden geliniyor veya zamana bırakılarak sorun gittikçe büyümesine yol açılmış olunuyor. Bunun yerine çocukta Öğrenme Güçlüğüne ait belirtiler gözlenmeye başlandıktan sonra vakit kaybetmeden bu alanda uzman olan psikiyatristlere yönlendirmek gerekir. Bununla birlikte Öğrenme Güçlüğü var mı yok mu, bunun tespit edilmesi adına genel bir zekâ testinin yapılarak çocuğun zihinsel kapasitesinin belirlenmesi gerekmektedir. Bunun içinde zekâ testleri alanında uzman bir psikologdan destek alınması gerekmektedir.

    Bundan sonrası için de çocuktaki öğrenme güçlüğünün derecesine göre göre hafif, orta yüksek, çok yüksek şeklinde psikiyatristin veya psikoloğun yapacağı yönlendirmeler doğrultusunda özel eğitim uzmanları tarafından hazırlanan özel eğitim programlarının uygulanması, bu programlara uyumlu bir şekilde okulda ve ailede çocuğun desteklenmesi gerekmektedir. Yapılacak bu eğitim programlarının süresi çocuğun düzeyine göre hazırlanmakta ve kişiden kişiye değişmektedir.

    4- Dislektik çocuğu olan ebeveynlere genel anlamda ne gibi görevler düşer?

    Dislektik çocuğu olan ailelere düşen görevleri şu şekilde sıralayabiliriz.

    • Başlangıçta çocuğunun böyle bir güçlüğünün olduğunu kabul edilmesi
    • Öğrenme güçlüğünün bir ruhsal rahatsızlık, bir hastalıkmış gibi algılamamaları
    • Bu güçlüğün üstesinden gelinmesi için yardım, psikolojik destek ve eğitim yöntemlerinden yararlanmasına olanak sağlanması
    • Çocuğun yaşadığı güçlüğe özgüvenlerinin kırılmamasına özen gösterilmesi
    • Çocuğun öğretmeni ile iyi diyaloglar kurarak, güçlüğü el birliği ile aşmaları
    • Çocuğa karşı anne, baba, öğretmeni, özel eğitim öğretmeni; herkesin aynı dili kullanmaları, ortak tavır sergilemeleri
    • Çocuğun başarması için baskı yapmadan destek olunması,
    • Diğer çocuklarla kıyaslanmamaları
    • Çocuğu kendini ifade edebileceği, özgüvenini destekleyeceği spor, müzik ya da sanat gibi alanlara yönlendirme
    • Çocuğun elde ettiği başarıdan ziyade harcadığı çabanın desteklenmesi
    • Dislektik olan çocuk okuduğunu anlamada sorun yaşadığı için bu çocuğu hızlı okutmaya çalışma, dakikada bilmem kaç kelime okumasını sağlamaya çalışma gibi çabaların içerisine girmek yerine, ritmik okutmaya çalışma, okurken vurgulara dikkat ettirmelerini önerebiliriz.

    5- Ülkemizde disleksi ne sıklıkta görülüyor ve bu konuda ne gibi çalışmalar sağlanıyor?
    Disleksi %6 ile %10 arasında görülmektedir. Ülkemizde dislektik çocuklar için devlet destekli özel eğitim kurumları mevcuttur. Özel eğitim öğretmenleri dislektik çocuklarımıza eğitimleri konusunda destek olmaktadır. İstanbul Ataşehir’de DEM Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’ni açıyoruz. Kurumumuzda Özgül Öğrenme Güçlüğü, Dikkat Eksikliği, Hiperaktivite ve Dil Konuşma Güçlüğü yaşayan çocuklarımızın eğitim alacakları kurumumuz devlet destekli çalışacaktır.

    6- Einstein’dan Mozart’a, Leonardo da Vinci’den Thomas Edison’a; ünlü dahi ve sanatçıların da dislektik oldukları bilinir. Ülkemizde de dislektik olan başarılı ünlüler var mıdır?
    Türkiye’de bilinen dislektik ünlüler arasında Ebru Cündübeyoğlu, Refika Birgül, Alphan Manas ve Aslı Enver var.

    7- Siz disleksi ile nasıl tanıştınız ve vakfı kurmaya nasıl karar verdiniz?

    Kendi kızımın ilkokula başlamasıyla daha önce hiç duymadığım Disleksi (Özgül Öğrenme Güçlüğü) ile tanıştım. Vakıf kurma süreci ise araştırmalarım sonucunda bu konuda çok fazla çocuğun sıkıntı yaşadığını gördüm. Ancak eğitim alanında destek alabileceğimiz yerlerin yetersizliğini fark ettim ve bu konuyla ilgili daha detaylı çalışma yapabilmek için Türkiye Disleksi Vakfı’nı kurmaya karar verdim. Dislektik çocukların ebeveynleriyle bu yola çıktık.

    8- Türkiye Disleksi Vakfı olarak yaptığınız çalışmalardan kısaca bahsedebilir misiniz?

    • Üç uluslararası Disleksi kongresi yaptık. Bu kongrelere Amerika, Rusya, İngiltere, Bulgaristan, Azerbaycan gibi ülkelerden alanında uzman akademisyenler katıldı.
    • Vakıf çocuklarımıza sosyal sorumluluk projesi olan Disleksiye Yelken Açıyorum ile denize açıldık.
    • Alan uzmanları ve öğretmenlerimize bilgi güncelleme eğitimleri ve seminerler gerçekleştirdik.
    • 15 Nisan 2016 tarihinde Uluslararası Disleksi Birliği Küresel Ortaklık Program Üyeliği’ne (The International Dyslexia Association Global Partners Program) kabul edildik.
    • Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde ailelere ve öğretmenlerimize çok sayıda eğitim seminerleri verdik ve vermeye devam ediyoruz.
    • Ailelerimize psikolojik destekler veriyoruz.
    • Merkezimizde çocuklarımızın tanılanmalarını yapıyoruz.
    • Türkiye ve yurtdışında üniversiteler ve kurumlar ile işbirlikleri ve ortaklıklar gerçekleştiriyoruz.

     

    Kaynak: blog.gittigidiyor.com

  • 2017 saç ve makyaj trendleri

    2017 saç ve makyaj trendleri

    Her sene saç ve makyajda öne çıkan belli detayları görüyoruz. 2017 ile birlikte yok gibi olan doğal makyajların devamını görüyoruz. Bu makyaj aslında geçtiğimiz yılın devamı niteliğinde oluyor. Artık yoğun makyajlardan ziyade, sade ve doğala doğru bir koşma var adeta.

    Make-Up Artist’i Kahraman Şevk’ten sizler için 2017’nin saç ve makyaj modası hakkında bilgi aldık.

    2017 saç ve makyaj trendleri

    KİRPİK BAKIMINI UNUTMAYIN!
    Uzun ve dolgun kirpikler dağınık kaşlar ile birleşiyor. Yani bu yıl bolca kirpik ve maskara kullanımını görebiliriz. Kendi kirpiklerinize uygun başarılı ürünleri seçmeniz, iyi ve yerinde bir görüntü elde etmenizi sağlar. Tabi bol maskara kullanımı beraberinde kirpik bakım ürünlerini de getirir. Bunları ihmal etmemek şarttır.
    PEMBE TONLARI ÖZGÜRCE KULLANIN
    Bu sezon rujda parlak pembeleri görüyoruz. Genelde bu tarz renklerin daha çok yaza yakıştığı algısı vardır. Oysa bu kış, pembeyi dudaklarınızda hem mat hem de parlak olarak kullanabilirsiniz.
    GÖZLERİNİZİ ÖZGÜR BIRAKIN
    Göz makyajında da bir karnaval coşkusu var. Renkli, pigmentli, bol simli göz makyajlarını kararında kullanabilirsiniz. Farklı renkleri bu yıl bir araya getirmek konusunda cesur olabilirsiniz. Tabi bu tarz renkli farların ve makyaj türlerinin size uygun olmadığını düşünüyorsanız, antik bakır rengi de tercih edebilirsiniz.
    BAKIR RENKLİ FARLAR REVAÇTA

    Bakır renkli farlar da bu sezon bir hayli revaçta. Bu farı kahverengi bir kalem ile bütünleştirebilirsiniz. Günlük makyajınızı abartıya kaçmadan basit bir fondöten ya da BB / CC krem ile yapabilir, ince maskara kullanabilirsiniz.
    KENDİNİZE YAKIŞANI BULMANIZ ÖNEMLİ
    Dudaklarda yine şeffaf ya da açık renkleri tercih edebilirsiniz. Hafif bir allık ile makyajınızı tamamlayabilirsiniz. Elbette makyajda kişinin ten rengi, saçları ve genel yüz yapısı önemlidir. Bu yüzden kendinize yakışanı bulmanız ve uygulamanız gerekir.

    BU SEZON GRAFİK EYELINER MODA
    Kış aylarında yine bordo ve kırmızı renklerin kullanımı yoğun. Bu kadar yoğun bir ruj kullanınca göz makyajınızı da bir rimel ile yapmanız ya da sadece incecik bir kalem çizmeniz doğru olacaktır. Gotik rujları da kullanabilirsiniz. Bir de bu sezon grafik eyeliner bolca göreceğiz. Bu uygulamayı da farklı renkler ile yapabilir ve farklı duruşlar elde edebilirsiniz. Uygulama için eyelinerın ucundan gözün katlanma yerine doğru bir çizgi çekmeniz gerekir.
    SAÇLARDA DUMANLI SARI
    Makyajın tamamlayacak olan saçlardır elbette. Geçtiğimiz sezon kısalan ya da orta boy seviyesine getirilen saçları bu sezon uzatıyoruz. Renk olarak kahveler ve sarılar yükselişte. Bol miktarda ombre kullanarak daha doğal bir görünüm elde edebilirsiniz. Birbirine yakın uç farklı tonu saçınızda ecaille tekniği dediğimiz bir teknik ile kullanabilirsiniz. Sarıda daha çok dumanlı sarı dikkatimizi çekiyor. Bu saça karamel, kum sarısı ya da bronz sarı karıştırılabilir. Böylece çok daha hareketli bir görünüm elde edilir. Yoğun kahve tonlarını da rahatlıkla kullanabilirsiniz. Beyaz tenliler için bakır kızılı yükselişte olan renkler arasında. Bu sezon çilleri olan kişilerin çillerini serbest bırakmalarını tavsiye ediyoruz. alabildiğince transparan kapatıcılar kullanılabilir. Boyutlu platin sarısı da bir diğer revaçta olan renkler arasında.
    CESUR PERÇEMLER
    Saçlarda uzun saçlar geri dönüyor demiştik. Uzun saçlarınızı geriye doğru ıslak bir görüntü ile atmanız, sezona ayak uydurmanız anlamına gelir. Elbette rengi ve boyu ne olursa olsun kesinlikle rutin bakımlar şart. Sağlıklı bir görüntü istediğiniz model ve renklerin de daha başarılı bir şekilde ortaya çıkmasını sağlar. Saç modellerinde balerin topuzları, düşük at kuyruğu, örgülü farklı modeller, 20’lerden gelen dalgalar karşımıza çıkıyor. Uzun saçlarda ise XXL bir görüntü söz konusu. Uzun, parlak ve pürüzsüz saçlar bu sene zirvede. Saçlarda ıslak görüntü elde etmek de 2016’nın bir devamı olarak kabul görüyor. Kakül ve perçem kestirmek isterseniz bu sezon daha farklı ve göze çarpan, cesur perçemleri – kakülleri görebilirsiniz.

    2017 sezonunda olanları takip etmek elbette çok önemli; ancak modayı takip etmek için kendinize yakışmayan modeller, kesimler ve makyaj türlerini takip etmeniz çok mantıklı olmaz. Deneyip gözlemleyerek, uzman yorumu alarak kendinizi daha iyi tanıyabilir ve bir bütün olarak tamamlayabilirsiniz.

  • Batıklar için doğal çözümler

    Batıklar için doğal çözümler

    Her ne kadar istemeseniz de jiletten cilt tahriş olabilir, kesikler oluşabilir, batıklara zemin hazırlanabilir, sivilceler ortaya çıkabilir. Bu durumda aşağıdaki doğal nemlendirici çözümlerden yararlanmayı düşünebilirsiniz. Ayrıca nemlendirici kullanmak kıl köklerini yumuşatır ve batık oluşumunu azaltır…

    İşte batıklar için doğal çözüm önerileri…

    1- Çay ağacı yağı: Çay ağacı yağı antiseptik ve antibiyotik özellikleri sayesinde jilet darbeleri de dahil olmak üzere pek çok şey için yardımcı olan doğal bir antibakteriyel ajandır. Bir miktar pamuk üstüne birazcık %100 saf çay ağacı yağı sürün ve tahriş olmuş cilde uygulayın. Oldukça güçlü olduğu için daha sonra gül yağı veya hindistan cevizi yağı ile nemlendirin. Bu noktada badem yağı veya susam yağı gibi kıl köklerine etki eden yağların kılları besleme özelliği olduğundan özellikle de nemlendirici gibi kullanımını sınırlı tutmakta veya krem-losyon gibi ürünleri tercih etmekte fayda var.

    2- Karbonat:

    Peeling’in batık oluşumunu önleme ve batıkları azaltmadan etkili olduğunda bahsettik. Doğal peeling malzemesi olarak kullanmak için karbonat sıklıkla tercih edilir. Önce ellerinizi ılık su ve sabunla yıkayın. Ardından karbonat ve bir miktar su kullanarak bir macun kıvamı elde edin. Ardından bu macunu bacaklara dairesel hareketlerle masaj yapar gibi ama bastırmadan, nazikçe uygulayın. Ardından, soğuk suyla durulayın ve nemlendirmek için az miktarda hindistan cevizi yağı uygulayın.

    3- Çilek:

    Özellikle tıraş sonrası oluşan kızarıklıklardan kurtulmak için çilekten çokça yararlanılmaktadır. Ekşi krema ve ezdiğiniz çilekler karıştırılarak macun kıvamı elde edilir. Ardından ciltte tahriş olmuş bölgeye bu karışım sürülür. Soğuk su ile durulamadan önce 20 dakika kadar bekleyin.

    Batıklar için doğal çözümler | 1

    4- Hindistan Cevizi Yağı:

    Cildin tahriş olmasındaki en önemli sebep kuru cilde uygulama yapılmasıdır. Hindistan cevizi yağı, nemlendirmekle kalmaz, aynı zamanda jiletin kolaylıkla kayarak daha pürüzsüz, daha yakın ve rahatsız edici olmayan bir tıraş yapmasını sağlar. Ayrıca yüksek laurik asit içeriği sayesinde cildi iyileştirmeyi de içeren çok sayıda fayda sağlar. Aynı zamanda deriyi nemlendirirken kesikleri, yanıkları ve deri döküntülerini iyileştirdiği bilinen antiseptik özellikleri de içerir. Yapmanız gereken tek şey, jilet öncesi ince bir tabaka halinde tüylere hindistan cevizi yağı uygulamak ve gerekirse tekrarlamaktır.

    5- Limon suyu:

    Doğal olarak asidiktir. Böylelikle deri içine çekilen kıl foliküllerinde bakterilerin üremesinin engellenmesine ve yüksek C vitamini içeriği de cildin yenilenmesine yardımcı olur. Tıraş batıklarına taze limon suyu uygulamak aynı zamanda bakterileri öldürerek enfeksiyonu önlemeye yardımcı olur ve kızarıklığı da azaltır.

    6- Siyah Çay:

    Mutfakta bir miktar siyah çay varsa, jilet darbeleri için en iyi ilaçlardan birine sahipsiniz aslında. Enflamasyonun hafifletilmesi, kızarıklığın azaltılması ve yanmanın yatıştırılması ile bilinen tanik asit içerir. Batıklara siyah çay kullanmak için siyah çay poşetini sıcak ama çok sıcak olmayan bir suyla (deriyi yakmayacak şekilde) ıslatın. Çay poşetini etkilenen bölgeye birkaç dakika boyunca sürüp, gerekirse gün boyunca birkaç kez tekrarlayın.

    7- Aloe Vera:

    Her türlü koşul için rahatlama sağlamak adına yüzyıllardır kullanılmış olan bir başka ünlü çare. Geleneksel Hint tıbbında kabızlık, enfeksiyonlar, yanıklar, güneş yanığı, egzama ve daha fazladeri problemleri tedavisinde kullanılmaktadır. Ayrıca jiletten kaynaklı cilt tahrişini rahatlatmak için de harika. Bir aloe vera bitki varsa, yapmanız gereken tek şey aloe yaprağı koparmaktır. Ardından, içerisindeki jeli doğrudan etkilenen bölgeye sürün. Aloe vera bitkisine sahip değilseniz, aloe vera jel satın alabilirsiniz, ancak bunun% 100 saf içine eklenmiş herhangi bir kimyasal, parfüm veya yapay renk bulunmadığından emin olun.

    posta.com.tr

  • Zayıflama ilaçları kullanımı

    Zayıflama ilaçları kullanımı

    Kilo vermeyi amaçlayan birçok birey yemeği kesmeden, yediği yiyeceğin miktarını azaltmadan kolayca kilo vermenin peşine düştüğü için zayıflamaya yönelik diyet destekleyicileri cazip ve etkileyici olmaktadır.

    internette,eczanelerde ve birçok marketlerde artık ‘hızlı kilo verme’ diye başlayan cümleler ile sanki mucizeymiş gibi içinde doğal ,zararsız ve sadece bitkisel olarak masum gösterilen zayıflama ilaçları görme şansımız yükselmeye başladı. Kontrolsüz olarak üretilen ve içerisindeki etken maddelerin ne olduğu dahi çok iyi bilinemeyen bu ürünlerle zayıflamak isteyenler sağlıklarından olabiliyor. Uzun dönem çalışmaları olmadığı için ileride böbreğe mi, karaciğere mi olumsuz etki edecek bilemiyoruz.

    Kişide yaşam tarzı, beslenme alışkanlığı ve fiziksel aktivite düzeylerini değiştirmediğimiz sürece kalıcı ve sağlıklı bir zayılama sağlayamıyoruz.

    Etrafımızda ‘bu ürünü kullandı çok iyi kilo verdi’ konuşmalarını maalesef çok sık duymaktayız. Unutmayınız şişmanlık vücutta kilo fazlalığı değil, yağ fazlalığıdır. Piyasadaki ürünler aşırı miktarda su kaybettirerek ve dışkılamayı arttırarak vücutta kilo verimini sağlamaktadır, YAĞ KAYBI olmamaktadır. Yani kilo verirken en önemli kriter yağ oranınızın azalmasıdır. Bu ürünlerle verdiğimiz kilolar sağlıklı olmamakla birlikte kısa sürede geri alnımaktadır.

    Sadece estetik kaygılarla hareket edildiğinde giden kilolarınız değil sağlığınız ve paranız oluyor.

    Sağlıklı zayıflamak mı istiyorsunuz;

    -Haftada 0,5-1 kg vermeyi hedefleyin
    -yeterli ve dengeli beslenin
    -spor yapın
    -günede en az 2 lt su için
    -sağlık kontrollerinizi ihmal etmeyin.
    -Bir diyetisyene başvurun.

    Diyetisyen Duygu Baydur

  • Akne izlerinin tedavisi nasıl yapılır?

    Akne izlerinin tedavisi nasıl yapılır?

    Aslında her akne (sivilce) iz bırakmaz. Akneler; kistik akne dediğimiz, derin yerleşimli olduğunda, koparılıp çok oynandığında iz bırakabilir. Roaccutane ve muadili ilaçlar kullanmak özellikle ciddi akne şikayeti olan kişilerde en iyi tedavi seçeneği olmasına karşın, cildin iyileşme kapasitesini azaltırlar bu nedenle bu tür ilaç kullanıldığı sürede çıkan sivilcelerinde iz bırakma ihtimalleri daha fazladır.

    Aknelere bağlı izler leke veya çukurlar şeklinde olabilir. Lekelerin tedavi daha kolaydır ve tam olarak geçebilirler. Fakat, çukurlar şeklinde izleri tedavisi daha zordur ve ne yazık ki her zaman tam olarak tedavi edilemezler.

    Akneden sonra oluşmuş leke şeklindeki izleri tedavi etmek için, peeling, lazer ve ilaç tedavileri yapılabilir. Derin çukur şeklindeki izleri, normal cilt haline getirmek şu an ki teknoloji ile dünyanın hiçbir yerinde mümkün değildir. Fakat tedaviler ile, izlerin normal cilde yaklaştırarak daha az görünür hale getirebiliriz. Bunun için yapılabilecek tedavilerin bazıları şunlardır;

    KİMYASAL PEELİNG;

    Uygulanması en kolay tedavi olduğu için sık kullanılır. Kimyasal solüsyonlar ile cildin üst tabakasının soyulması işlemidir. Glikonik asit, TCA (triklor asetik Asit), salisilik asit ve jesner solusyonu kullanılabilir. Kimyasal peeling yüzeysel bir işlemdir, lekeler de iyi sonuçlar verir fakat çukurları tam olarak düzeltmeye gücü yetmez. Aynı zamanda cildin daha parlak daha sağlıklı görünmesini sağlar. Güneşle birlikte kimyasal peeling kendisi leke oluşturabilir. Bu nedenle, yazın yapılmaz yalnızca kışın yapılır işlemden sonra güneş koruyucu kullanmak gerekmektedir.

    PRP ;

    Kişinin kendinden alınan kanın, santifüj işleminden geçirilip iyileştirici hücrelerin ayrılıp, tekrar aynı kişiye iğne ile verilme işlemidir. PRP, kolajen miktarını artırır, cilt kalitesinin daha iyi olmasını sağlar.Bu şekilde hem lekelerde hem de çukurlarda bir miktar düzelme sağlar.

    FRAKSİYONEL LAZERLER;

    Cildin içine lazer ile yanık sütunları oluşturur. Lazer cildin, derin katmalarına inebilecek kadar güçlü enerji sağlayabilir. Lazerin oluşturduğu bu hasar iyileşirken, hem cildin üst tabakası atılır, hem de kollajeni artırıp, cildin yenilenmesini sağlar. Böylece leke azalmış olur. Bunun yanında akneye bağlı çukur şeklindeki izler normal cilde yaklaşır, daha az görünür hale gelir. Lazer tedavisi tecrübe gerektiren bir işlemdir, eğer düzgün yapılmazsa ve güneşe dikkat edilmezse, kendisi iz yapar.

    DERMAROLLER;

    Cilde dermaroller veya dermapen denilen cihazlar ile minik delikler açma işlemidir. Bu deliklerden uygun serumların cildin alt tabakalarına inmesi sağlanır. Aynı zamanda delikler iyileşirken, kollejeni artırır. Akneye bağlı çukurları azaltır. Sonrasında cildi nemlendirmek ve güneş koruyucu kullanmak gereklidir.

    DOLGU;

    Dolguda kullanılan madde; Hyalüronik asit’tir. Hyalüronik asit jel kıvamında, bir maddedir ve akne çukurlarını doldurmakta kullanılır. Çukurlar doldurulduğunda normal cilde yaklaşır, daha az görünür hale gelirler. Hyalüronik asit, vücutla uyumlu bir maddedir. Allerjen değildir. Zamanla vücut tarafından emilir ve yok edilir. Bu yüzden kalıcı değildir yaklaşık 8-12 ay içinde geçince yeniden uygulamak gerekir.

    En iyi sonuç kombine tedaviler ile alınır yani bir çok tedaviyi birlikte kullanmak gerekir. Seanslar artıkça sonuç daha iyi olur. Sivilce izlerine bağlı lekeleri geçirerek, çukurlar azaltarak daha iyi bir görünüm elde etmek mümkündür. Yüzdeki bu sivilce izlerini azaltarak, cildin daha iyi görünmesini sağlamak, kişinin özgüvenini artırır. Bu nedenle, akne izlerinden şikayetçi kişilerin tedavi olmaları önerilir.

     

    Uzm. Dr. Fatma YILDIZ

  • Tırnak batmasına telli tedavi

    Tırnak batmasına telli tedavi

    Genellikle baş parmaklarda görülen tırnak batması, hatalı kesme, yanlış ayakkabı seçimi gibi nedenlerden meydana gelirken tel uygulaması ile acısız bir şekilde tedavi edilebiliyor.

    Tırnak batmasına telli tedavi

    Dermaslim Estetik ve Güzellik Merkezi Kurucusu Bihter Fidangül, tırnak batmasının, genetik yatkınlık, hatalı kesme veya pedikür işlemleri, yanlış ayakkabı seçimi, travma gibi değişik nedenlerden oluşabildiğini söyledi. Tırnak batmasının genellikle baş parmaklarda görülen bir durum olduğunu dile getiren Fidangül, “Tırnak iki yanda veya tek yanda aşağıya doğru kıvrılarak deri içine doğru uzar ve deriye gömülür” dedi.

    Tırnak batmasında genellikle ilk yakınmanın batmadan kaynaklanan acı ve giderek tırnağın uzaması sonucu batmanın artışına bağlı ağrı olduğunu kaydeden Fidangül, “Özellikle bu noktaya yapılan temaslarda ve zorlamalarda ağrı artar. Tırnağın çevresinde enfeksiyon gelişebilir. Tırnak batması sorunu doktorumuzun tıbbi değerlendirmesinden sonra gerekli gördüğü şekilde tedavi edilir” diye konuştu.

    “TEL UYGULAMASI İLE ACISIZ TEDAVİ”

    Fidangül, “Tırnağın yapısı ve batığın durumu uygun ise kliniğimizde ayak sağlığı uzmanları tarafından takılan plastik veya tel destekler ile tırnağın tırnak yatağında düzgün uzaması tırnak batığının düzeltilmesi mümkündür. Bu uygulamalar tamamen acısız olup yaşam tarzınıza hiçbir kısıtlama getirmez” ifadelerini kullandı.
    Güzellik Merkezi Kurucusu Bihter Fidangül uygulamakta oldukları tel ve bant sistemlerini şöyle sıraladı:

    “3TO Tel uygulaması: Batık ve roll-on tırnaklar 3TO tel sistemi ile başarı ile tedavi edilmektedir. Tırnak etrafında ki doku iltihaplanmış olduğu durumlarda da 3TO tel sistemi rahatlıkla kullanılmaktadır. 3TO sistemi 3 parçadan oluşup, uçlarındaki küçük kancalar tırnak kenarlarına yerleştirilip tırnağın orta kısmında bir halka ile birbirine bağlanır. Böylece tırnağın batan kısımları hafifçe kaldırılarak çevre doku rahatlatılır. Bu sistemle tırnağın doğal uzaması desteklenmiş olup tırnak doğru şekle getirilir. Bu tedavi 3TO eğitimini almış ayak sağlığı uzmanlarımız tarafından uygulanmaktadır.

    VHO Tel Uygulaması: Batık ve roll-on tırnaklar VHO tel sistemi ile başarılı bir şekilde tedavi edilmektedir. VHO tel sistemi tel takma yöntemlerinin gelişmiş en son şeklidir. Uygulama tamamen acısız olup, 3 parçadan oluşur uçlarındaki küçük kancalar tırnak kenarlarına yerleştirilip tırnağın orta kısmında bir halka ile birbirine bağlanır.

    Böylece tırnağın batan kısımları hafifçe kaldırılarak çevre doku rahatlatılır. Bu sistemle tırnağın doğal uzaması desteklenmiş olup tırnak doğru şekle getirilir. Bu tedavi VHO eğitimini almış ayak sağlığı uzmanlarımız tarafından uygulanmaktadır.”

  • Elmalı ve Erikli Galette

    Elmalı ve Erikli Galette

    Elmalı ve Erikli Galette Tarifi
    Malzemeler;
    Hamuru için;
    1.5 su bardağı un
    110 gr soğuk tereyağı
    1 yemek kaşığı toz şeker
    1 tutam tuz
    3-4 yemek kaşığı soğuk su

    Harcı için;
    1 adet elma
    2 adet anjelik erik
    1 tatlı kaşığı silme nişasta
    2 yemek kaşığı toz şeker
    2 yemek kaşığı tereyağı – erimiş

    Üzeri için;
    1 yemek kaşığı tereyağı – erimiş
    Esmer şeker

    Elmalı ve Erikli Galette
    Elmalı ve Erikli Galette

    Hazırlanışı;
    Hamuru için; un, şeker, tuz ve küçük küp doğranmış soğuk tereyağını derin bir kaba alın ve elinizle ufalamaya başlayın. Tereyağı küçük parçalar halinde kalmalı tamamen eritmeyin. Tereyağı ve un birleşince 1 yemek kaşığı soğuk su ilave edin ve elinizle ufalamaya devam edin. ardından bir yemek kaşığı daha su ilave edin hamur birleşmeye başlayana kadar bu adımı devam ettirin. Maksimum 4 yemek kaşığı kadar su eklemeniz gerekiyor. Hamur birleşince (hala içinde tereyağı toplar görünür olmalı o yüzden yoğurmayın) streç filme sarıp buzlukta 10 dakika bekletin.
    Elmalı orta incelikte dilimleyin, erikleri küp doğrayıp elmalara ekleyin, nişasta ve 2 yemek kaşığı erimiş tereyağı ve şekeri ekleyip iyice karıştırın.
    Hamuru buzluktan çıkartın ve yemek tabağı genişliğinde merdane yardımıyla açın. Orta kısmına elmaları ve erikleri yerleştirin. Hamurun kenarlarnı dikkatlice elmaların hafif üzerine gelecek şekilde katlayın. Hamurun kenarlarına 1 yemek kaşığı erimiş tereyağı sürün ve esmer şeker serpin. 200 derece önceden ısıtılmış fırının taban kısmında 30- 35 dakika pişirin.

  • Çocuklarda idrar kaçırma

    Çocuklarda idrar kaçırma

    İdrar kaçırma şikayeti, çocuk ürolojisi polikliniklerine başvuran hastaların çok önemli bir kısmında mevcuttur. Çocuklarda önce gece barsak sonra sırası ile günüz barsak, gündüz idrar ve gece idrar kontrolleri kazanılır. Genel olarak 2 yaşa kadar gündüz ve 4 yaş sonuna kadar da gece idrar kontrolü sağlanır. Yedi yaşına kadar gelmiş kızların %6’sında, erkeklerin de %3.8’de gündüz idrar kaçırma problemi ile karşılaşılır. İdrar kaçırma inkontinans olarak adlandırılır. Burada belirli (küçük) bir miktar idrar kaçması söz konusudur. Normal idrar yapma eylemi gerçekleşmemektedir. Anatomik ve nörojenik nedenler ekarte edildikten sonra, inkontinans genellikle mesane depolama ve/veya boşaltım fonksiyonlarındaki bir bozukluğa bağlıdır.

    İdrar kaçırma gece ya da gündüz meydana gelebilir. Bu grup hastalıklar genel olarak “fonksiyonel işeme bozuklukları” olarak adlandırılır. İnkontinans olmadan da, işeme ile ilgili şikayetler (sıkışma, sık ya da seyrek işeme, bekletme vb.) altta yatan bir fonksiyonel işeme bozukluğunu düşündürmelidir. Fonksiyonel işeme bozukluklarının asıl önemi sıklıkla idrar yolu enfeksiyonları (İYE) ve veziko-üreteral reflü (VUR) ile birlikte görülmesidir. Fonksiyonel işeme bozukluklarının varlığında normal mesane dinamikleri bozulmakta ve buna bağlı olarak da İYE sıklığı artmaktadır. Reflü ile işeme bozukluğu arasında da bir birliktelik vardır. Hastaların %15-50 kadarında reflü ve işeme bozukluğunun birlikte görüldüğü bildirilmektedir. Altta yatan işeme bozukluğunun tedavisi reflünün kendi kendine düzelmesini hızlandırmaktadır. VUR varlığında, işeme bozukluğu İYE sıklığını da arttırdığı için, bu çocuklar daha sık pyelonefrit yani ateşli böbrek enfeksiyonu geçirmektedirler. Ayrıca, işeme bozukluğuna sıklıkla kabızlık ya da gaita kaçırma gibi barsak boşaltım (eliminasyon) problemleri de eşlik etmektedir. İşeme bozukluğu ile birlikte, kronik kabızlık varlığında, barsaklardaki bakteri sayısı artmakta bu da enfeksiyonları kolaylaştırıcı bir faktör olarak rol oynamaktadır.

    Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere fonksiyonel işeme bozuklukları sadece can sıkıcı olarak algılanabilecek gündüz altını ıslatma nedeni olmaktan çok, böbrek fonksiyon kaybına dahi yol açabilecek ciddi bir klinik tablodur.

    FONKSİYONEL İŞEME BOZUKLUKLARI

    Bu grup genel olarak mesane depolama ve boşaltım bozuklukları olarak ikiye ayrılarak değerlendirilir. Ancak pratikte çoğu zaman boşaltım bozuklukları depolama bozuklulukları ile iç içe geçmiş durumdadır.

    Sıkışma (urge) sendromu ve sıkışma (urge) inkontinansı: Depolama bozuklukları içerisinde bulunmaktadır. Gün içerisinde sık ve ani olarak ortaya çıkan işeme ihtiyacı ile karakterizedir. Çocuk bu sırada idrar kaçırmayı engellemek için bir takım idrar tutma manevralarına (çömelme, bacakları çaprazlama, perineye bası, penisi sıkma vb.) başvurur. Bu şekilde, idrar kaçırmayı pelvik taban kaslarını kasarak engellemeye çalışır. Eğer bu engellemeler yeterli olmazsa idrar kaçırma meydana gelir ki bu sıkışma inkontinansı olarak adlandırılır. Tipik olarak şikayetler, dikkatin azaldığı öğleden sonra akşam üzeri saatlerinde artar. İşeme normal şekilde olup, çoğunlukla işeme sonrası artık (rezidü) idrar kalmaz. Çocuğun idrar kaçırmamak için kendini sıkması İYE gelişimini son derece kolaylaştıran bir olaydır. Ayrıca kendini sıkma nedeni sonucu artmış pelvik taban kas aktivitesi daha önce de belirtildiği gibi büyük tuvaletin geciktirilmesine ve kabızlığa yol açar. Kabızlığa bağlı zaman zaman oluşan gaita kaçakları nedeni ile, iç çamaşırlarda kirlenmelere rastlanabilir.

    Disfonksiyonel İşeme Sendromu: Bu tablonun sıkışma sendromundan en önemli farkı artık normal işeme şeklinin bozulmuş olmasıdır. Bu çocuklarda işeme kesikli hale gelmektedir ve genellikle işeme sonrası geride artık idrar kalır. Bu tablonun daha ilerleyen hallerinde çocuk sürekli idrar tutmaya çalıştı için mesane kası gücünü yitirmeye başlar. Bu durum artık Tembel Mesane Sendromu olarak adlandırılır. Sürekli artık idrar nedeni ile İYE riski çok yüksektir. Bir çalışmada tembel mesane sendromlu kızların %58’inde İYE geliştiği saptanmıştır.

    Vajinal İşeme: Özellikle şişman, bacakları kapalı olarak işeyen kızlarda görülür. İdrar önce vajene dolar, sonra çocuk ayağa kalkınca iç çamaşırlar ıslanır. Bu çocukların alafranga tuvalete ata biner gibi ters oturmalarının sağlanması bile çoğu olguda sorunu çözmeye yeter. Muayenede labial yapışıklık olmadığı kontrol edilmelidir.

    Gülme İnkontinans: Neredeyse tamamen kızlarda görülen bu durumda gülme sırasında mesane aniden ve tamamen boşalır. Nedeni tam belli değildir. Bu durumda antikolinerjik tedaviden fayda görülebilir. Bu olgularda zaman içerisinde spontan düzelme beklenir.

    Genel tedavi prensipleri

    Disfonksiyonel işeme sendromlu hasta grubunda en önemli basamak artmış pelvik taban kasları aktivitesini azaltabilmektir. Eğer çocuğun bekletme alışkanlığı varsa bu mutlaka kırılmaya çalışılmalıdır. Zamanlı idrar yapma (2 saat’te bir kere) alışkanlığının kazandırılması çok önemlidir. Eğer işeme sonrası geride idrar kalıyorsa zamanlı idrar yapmaya ikili idrar yapma alışkanlığı da eklenmelidir. Yani çocuk tuvaletten kalktıktan bir 5dk. sonra tekrar tuvalete dönmeli ve geride kalan idrarını da yapmalıdır. Çocuk tuvalette, bacaklarını açarak, kendini sıkmadan oturmalı ve ayakları mutlaka yere ya da boyu yetmiyorsa bir basamağa değmelidir. Disfonksiyonel işemeyi tetikleyen olayın sıkışma sendromu olduğu düşünülüyorsa tedaviye mesane gevşetici ilaçlar olan antikolinerjikler eklenebilir. Ancak bu tedavi mutlaka bir çocuk üroloğu kontrolünde verilmelidir.

    Tekrarlayan enfeksiyon varlığında ya da reflü birlikteliğinde mutlaka koruyucu antibiyotikler tedaviye eklenmelidir.

    GECE YATAK ISLATMA=ENÜREZİS NOKTURNA

    Tanım olarak enürezis, normal işeme döngüsünün sosyal olarak uygun olmayan bir ortamda meydana gelmesidir. Uluslararası çocuk kontinans cemiyetinin (ICCS) tanımına göre enürezis: “Beş yaş ve üzerindeki çocuklarda, ürodinamik açıdan normal bir işeme eyleminin uygun olmayan bir ortamda gerçekleşmesi” dir. Nokturnal enürezis genel olarak gece idrar kontrolünün başlaması gereken 5 yaş ve üzerinde, uyku sırasında meydana gelen idrar yapılmasıdır. Beş yaşındaki çocukların %15’i yataklarını ıslatmaya devam ederler. Yıllık %15 kadar bir kendi kendine düzelme oranı söz konusudur. Onbeş yaşındaki çocukların %99 unde yatak ıslatma kendiliğinden düzelmiş olur.

    Anne ve babası enüretik olan çocukların %77’sinde, sadece anne ya da baba enüretik ise çocukların ise %44’ünde enürezis saptanmıştır. Ayrıca anne ya da babadaki düzelme yaşı da çocuktaki düzelme yaşını tahmin etmede belirleyici olabilir.

    Enürezis ile ilgili en önemli noktalardan bir tanesi eşlik eden gündüz işeme şikayetlerinin olup olmamasıdır. Gündüz idrar şikayetleri varlığında olay daha ciddi bir boyut kazanmış demektir. Bu durumda altta yatan daha detaylı tetkik ve tedavi gerektiren bir tablo yer alabilir

    Bu olayın nedenleri ile ilgili çok çeşitli görüş ve teoriler söz konusudur. En klasik kabul edilen ve birçok olguda az ya da çok iç-içe geçmiş olarak bulunan 3 teori, gece artmış idrar yapımı, azalmış mesane kapasitesi ve uyku faktörüdür. Özellikle son çalışmalarda bu çocukların uyandırılmalarının daha güç olduğu üzerinde durulmaktadır.

    Fonksiyonel işeme bozuklukları kısmında anlatıldığı gibi iyi bir anamnez, işeme çizelgesi ve detaylı muayene çoğunlukla tanı koydurucu olur. İdrar akım eğrisi ve rezidü idrar ölçümü disfonksiyonel bir işemenin olaya eşlik edip etmediğini ortaya koymak için oldukça faydalıdır. İşeme öyküsü ya da idrar akım eğrisi işeme disfonksiyonunu düşündürüyor ise üst üriner sitemin ultrason ile değerlendirilmesi önerilebilir.

    Tedavi: Tedavi için en önemli 2 nokta, çocuğun 5 yaş ve üzerinde olması ve kuru kalmak için istekli olmasıdır. Aileye özellikle bu durumun her yıl %15-20 oranında kendiliğinden düzeleceği söylenerek güven verilmeli ve motivasyon sağlanmalıdır.

    Genel yaklaşım: Günlük sıvı alımının düzenlenmesi çok önemlidir. Sıvının 2/3’si gündüz saatlerinde alınmalı, sıvı gıdalar akşam saatlerinde giderek azaltılmalı ve yatmadan 1.5-2 saat kadar önce mümkünse kesilmelidir. Mesane irritasyonu yapabilecek kafeinli içecekler, limon ve portakal suları gibi irritan içecekler diyetten, en azında akşam saatlerinde, çıkartılmalıdır. Her ne kadar birçok yazıda kesinlikle önerilmese de, çocuk uyuduktan 1.5 saat kadar sonra uyandırılarak kaldırılması ve çişe tutulması bazı olgularda gece ıslatmalarını belirgin olarak azaltabilmektedir. Ancak çocuk kesinlikle gecede bir defadan fazla uyandırılmamalıdır.

    Bugün nokturnal enürezis tedavisinde kontrollü çalışmalar ile etkinliği gösterilen ve önerilen 2 tedavi metodu vardır; Alarm ve Desmopressin adı verilen ve gece idrar yapımını azaltan bir ilaç. Alarm Tedavisinde Amaç şartlı refleks geliştirmek ve enürezis başladığı sırada çocuğu uyandırarak mesane doluluğunu algılamasını sağlamaktır. Alarm tedavisi önerilirken, bu tedavi ile sonuç alabilmek için ortalama 4-12 haftalık bir sürenin geçmesi gerektiği ve hasta ve ailenin uyumsuzluk nedeni ile yüksek oranda tedaviyi bırakabilecekleri akılda tutulmalıdır.

    Desmopressin: Arginin vazopressin’in daha uzun yarı ömre sahip sentetik bir analoğudur. Islak geçen gecelerdeki azalma oranı %10 ile 90 arasında bildirilmekle birlikte ilacı kullanırken kuru kalma oranı %25’i geçmemektedir. Tekrarlama oranı yüksek bir ilaçtır. Kısa sürede etki ettiği için, semptomatik amaç ile kullanılabilir ancak çoğunlukla küratif değildir.

     

    Prof. Dr. Y. Tarkan SOYGÜR

  • Patolojik aşkta mantık yoktur

    Patolojik aşkta mantık yoktur

    Tarif edilmesi güç bir duygu olan aşk kişinin her gün yaşayabileceği bir durum değildir. İnsan beyninde aşk, sevgi gibi duyguların ortaya çıkmasına neden olan birçok merkez ve hormonal faaliyetler vardır. Aşk insanın ayaklarını yerden kesen, heyecanlandıran, mutluk veren, ulaşamadığımızda ise acı ve üzüntü çekmemize neden olan gizemli bir duygudur. Peki aşk kişilerin hayatında bağımlılık yapabilir mi?

    Aşk bağımlıları yalnız kalamazlar

    Her insanın yaşına, konumuna ve hayat tecrübesine göre aşkın tarifi farklıdır. Aşk… En büyük güç… En büyük heyecan… En büyük zayıflık… Bütün bu ifadeler aşık olan kişilerin yaşadığı duygu durumudur. Aşık olan kişi karşısındakini zihninde olmasını istediği gibi hayal eder. Yani hoşlandığı kişiyi gözünde büyüterek idealize eder. Ancak aşk bağımlıları yemeden içmeden kesildikleri ve gün boyu düşündükleri kişinin yüzünü ya hiç hatırlamıyor ya da hatırlamakta güçlük çekiyor. Bunun altında yatan sebep ise kendisine az karşısındaki kişiye ise aşırı değer vermesinden kaynaklanıyor. Aşk bağımlıları yalnız kalamazlar bu yüzden sürekli bir partner arayışı içindedirler.

    Patolojik aşkta mantık yoktur
    Patolojik aşkta mantık yoktur

    Aşık bağımlılığı madde bağımlığı gibi tüm bedene hükmediyor

    Normal aşkın ötesinde geçen aşk bağımlılığın da kişi aşık olduğu insanı hayatının merkezine koyar ve karşı tarafla o kadar ilgilidirler ki kendindeki bağımlılığın farkında değildirler. Karşı taraftan gördükleri en ufak olumsuz bir tepki bile hayati önem taşıyan bir konu haline gelir. Tıpkı madde bağımlılarında olduğu gibi aşk bağımlıları sevdikleri insanla birlikteyken tüm sıkıntılarını unuturlar. Çünkü bu kişiler için kafa yapıcı madde aşık oldukları insandır. Aşk bağımlısı bir süre sonra sosyal çevresine ayak uyduramaz, iş hayatında verimi düşer, sorumluluklarını yerine getiremez hatta intihar girişimi gibi yaklaşımlarda bulunabilir.

    Bağımlı aşık terk edildiğinde yaşam onun için bomboş ve anlamsız gelir. Aşk bağımlıları ayrılık sonrasında dışarı çıkmaz istemez, bağımlı olduğu kişi olmadan yaptığı hiçbir şeyin anlamı yoktur. Bu kişiler ilişki bittikten sonra ayrıldıkları kişiye yakın olmak isterler. Eski sevgiliye ulaşmak için ortak arkadaşlarla görüşmeye, sosyal medyadan takip ederek bilgi edinmeye çalışırlar. Bir ilişkinin sona ermesini normal insanlar daha kolay kabullenirken aşk bağımlıları için durum farklıdır. Aşk bağımlıları ayrılığı hiçbir zaman kabullenemezler.

    Aşk bağımlılığının ilk habercisi dikkat bozukluğu

    Aşk bağımlıları biten ilişkinin ardından hem ruhsal hem de fiziksel olarak acı çekerler. Ayrılık sonrasında sürekli eski sevgiliyi düşünürler ve özlemekten kendilerini alıkoyamazlar. Şiddetli uykusuzluk ya da hatırlamamak için kaçışı uykuda arayabilirler. Yemeden içmeden kesilme ya da duygusal açlığı doyurmak için kendilerine yemeğe verebilirler.

    Aşk bağımlıları etrafındaki kişilerin onları anlamadıklarından yakınırlar. Bu durumu aşmaları için kimileri “kızarak” kimileri “unut artık onu” diyerek, kimileri ise yeni birini bulmaya çalışarak kişiyi içinde bulunduğu girdabın içinden çıkarmaya çalışılar. Tabii ki bu çabalar sonuçsuz kalır ve aşk bağımlısı daha çok içene kapanabilir. Aşk bağımlıları genelde kendi istekleriyle hekime başvuruyorlar. Tedavinin ne kadar süreceği ise altta yatan duruma bağlı oluyor. Kişi bakış açısını değiştirmediği ve kendine değer vermeyi öğrenmediği sürece iyileşmesi mümkün olmuyor. Tedavi sürecinde suçluluk duygusundan kendine yönelik acımasızca eleştirilerden uzak durmak gerekiyor. Kişinin çevresine de önemli görevler düşüyor. Bağımlı kişileri rahatlamak adına uzun uzun dinlemek iyileşme sürecine olumlu anlamda bir etki yapmıyor. Aşk bağımlılarıyla hiç konuşmamakta doğru bir yaklaşım değildir. Bazen antidepresan ilaç desteği de tedavi sürecine yardımcı oluyor. Tedavi sonrasında kişi ruhsal olarak daha gelişmiş ve daha sağlıklı ilişkiler kurabilecek düzeye gelmiş oluyor.

     

    Uzm. Dr. Mehmet YAVUZ

  • Japon diyeti

    Japon diyeti

    Obezite birçok ülkede her yaş grubunda yaygınlaştığı halde , Japonlar ideal kiloda kalmayı başarmaktadır. Genetik faktörlerin yanı sıra, beslenme şekilleri ve düzenli fiziksel aktivite alışkanlıkları sayesinde yaşam ömürleri oldukça uzun, hastalıklara bağlı ölüm oranları da düşüktür.

    Japonlar nasıl beslenir ?

    Balık

    Japonlar hemen hergün balık tüketirler. Daha çok buharda pişirme tekniğini kullanırlar. Çorbalarında da sık sık kullanmaktadırlar. Balığın içeriğindeki omega-3, bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Enfeksiyonlardan koruyarak hastalıklardan önleyici etki gösterir. Ayrıca kalp sağlığı ve beyin fonksiyonları için oldukça önemli bir rol oynar

    Pirinç

    Çoğu zaman ‘Japonlar pirinç yedikleri halde zayıflar ‘ cümlesini duyarız. Pirinç pilavı bizim sofralarımızın vazgeçilmezlerindendir. Fakat Japonlar bizden farklı olarak kepekli veya siyah pirinci tercih ederler. Ayrıca bizim gibi bol yağlı, tuzlu değil haşlama olarak tüketirler. Daha lifli ve daha sağlıklı halde tükettikleri pirinç, hastalıklardan korunmalarına ve ideal kilolarını korumalarına yardımcı olmaktadır.

    Japon diyeti
    Japon diyeti

    Sebze

    Japonlarda sebze tüketimi çok fazladır. Bizdeki uzun sürede tencerede pişen sebzelerin aksine, yüksek ateşte hızlı pişirme veya buharda pişirme tekniğiyle besin değerlerini (vitamin, mineral, antioksidan özelliği) kaybetmeden sebzeyi tüketirler. Çorba içinde sebzeyi daha çok tercih ederler.

    Rafine ürünler

    Rafine edilmiş şekerli yiyecek-içecekler ve hazır gıdalar tüketmeyi tercih etmezler. Daha çok doğal besinler tüketirler.

    Tatlı

    Birçoğumuzun yaptığı gibi yemekten hemen sonra hamurlu, şerbetli tatlılar yemek yerine, meyveyi tercih ederler. Meyveleri de yeşil çayla beraber geç saatlere kalmadan gün içinde tüketirler.

    Yavaş Yeme ve Küçük Porsiyonlar

    Japonlar yemeği yavaş yavaş, küçük porsiyonlar halinde zamana yayarak yerler. Böylece beyin toklukları gerçekleşene kadar daha az yemek yemiş olurlar. Bizim yaptığımız en büyük yanlışlardan biri de yemekleri çok hızlı yiyerek doygunluk hissini yaşayana kadar, fazla miktarda kalori almaktır. Bu da kilo artışına sebep olmaktadır.

    Dyt. Gülhan KOCA