Blog

  • Boğaz reflüsü Çocuklarda Ses Kısıklığı

    Boğaz reflüsü Çocuklarda Ses Kısıklığı

    Ses bozukluğu ya da ses kısıklığı, ses kalitesindeki herhangi bir değişikliği ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Bu durum için ses kısıklığı, ses kalitesinin bozulması, sesin çatallı olması, sesin zayıf ya da aşırı kasılmış gibi çıkıyor olması, ses pürüzlülüğü, sesin ince olması, sesin kalın olması gibi değişik tanımlamalar kullanılabilir. Sesin perdesi ya da şiddeti anormal olabilir, ses rezonansı değişmiş olabilir.

    Çocukluk çağında ses kısıklığı görülme oranı %4 ile 23 arasında değişmektedir. Kısıklığın nedeni gırtlak yapısındaki herhangi bir yapısal ya da fonksiyonel neden olabilir.

    Çocukluk çağı ses kısıklıklarının çoğunluğu iyi huylu nedenlere bağlıdır. Bunlar arasında sesin aşırı ya da kötü kullanımı birinci sırada yer alır. Yanlış ya da kötü kullanım, ses tellerinde nodüller, polip, kanama odakları ve hematom oluşmasına yol açabilir. Bu durumun tedavisi, genellikle ses terapisi ile kolaylıkla yapılabilir. Bazı ilerlemiş olgularda mikrolaringocerrahi adı verilen mikroskobik ses teli ameliyatları tedavi yöntemi olarak kullanılır.

    Çocukluk çağı ses kısıklıklarına yol açan ikinci en büyük grup ses telleri ve çevresindeki yapıların iltihaplarıdır. Bunun en sık nedeni viral ya da bakteriyal enfeksiyonlar olmakla birlikte; sesin aşırı kasılarak kullanımı, tekrarlayan öksürük ve boğaz temizleme, hava yoluyla boğazı rahatsız edecek şeylere maruz kalma ve sistemik hastalıklar (tiroid bezinin az çalışması gibi) da nedenler arasındadır.

    Çocukluk çağının nadir görülen ancak önem arz eden bir başka ses kısıklığı nedenidoğuştan gelen hastalıklardır. Bunlar arasında ses telleri arasında perde (web), ses teli kisti ve ses tellerinde hemanjiom en sık görülenlerdir.

    Hormonal nedenler çocukluk çağı ve ergenlik döneminde ses kısıklığına yol açabilir.Tiroid bezinin çalışma bozuklukları (guatr ve diğer tiroid hastalıkları) ve androjen hormon tedavileri bu gruba ait örneklerdir.

    Ses telleri ya da gırtlağı etkileyen travmalar da ses kısıklığı nedenlerindendir.Yanıcı ya da yakıcı maddelerin solunması ya da yutulması, künt ya da kesici cisimlerle boyunda oluşan travmalar ve diğer nedenlere bağlı yapılan cerrahiler sırasında hasta uyutulurken kullanılan tüpe ait travmalar bu grup içerisinde değerlendirilebilir.

    Çocukluk çağında nadir olsa da iyi ya da kötü huylu tümörler de ses kısıklığı nedenlerindendir. İyi huylu olanlar arasında en sık papilloma ve hemanjiom, kötü huylu olanlar arasında en sık rabdomyosarkomgörülmektedir.

    Ses teli felci, ses tellerinin hareket etmesini sağlayan sinir uyarısının kesilmesine bağlı olarak tek ya da çift taraflı (hem sağ hem sol) ses telinin hareket etmemesi durumudur. Tek taraflı olduğunda en rahatsız edici belirti ses kısıklığı iken, çift taraflı olduğunda nefes alma güçlüğü ses kısıklığından daha rahatsız edici bir hal alır. Ses teli felci en sık başka ameliyatlardan sonra görülür. Bu ameliyatlar arasındatiroid (guatr) cerrahileri, boyun ameliyatları, kalp damar ameliyatlarısayılabilir. Bazen nedensiz olarak bir üst solunum yolu enfeksiyonunu takiben ortaya çıkabilir. Bağışıklık sistemi hastalıkları, baş boyun tümörleri, doğum travması gibi nedenler de ses teli felcine yol açabilir.

    Boğaz reflüsü (laringofaringeal reflü, gastroözefagolaringeal reflü), midenin asit içeren içeriğinin önce yemek borusuna ardından ses telleri bölgesine geri kaçmasıdır. Bu asit içeriğinin ses telleri ve çevresine teması uzun süreli bir ödeme ve ses kalitesinin bozulmasına yol açabilir.

    Kısa ya da uzun süreli ses kısıklığı olan bazı hastalarda ise kulak, burun, boğaz, baş, boyun ve ses yolu muayenesinin tamamen normal olduğu görülebilir. İnsan sesi, psikolojik ve fiziksel iyi oluşumuzun bir son ürünüdür. Bu nedenle, bu hastalardapsikojenik bazı nedenlerin ses kısıklığına yol açabileceği göz ardı edilmemelidir.Kaygı bozuklukları (anksiyete), depresyon, kişilik bozuklukları ve konversif reaksiyonlargibi birçok değişik psikiyatrik durum da ses kısıklığı nedenidir.

    Çocuklardaki ses kısıklığının tedavisi, yukarıda arz edilen ilgili nedene göre yapılır. Çoğu olguda aile ile birlikte ev içerisinde ses sağlığı için alınacak bazı önlemler tedavide ve sıkıntının tekrarlamasının önlenmesinde etkili olur. Bazı olgulardacerrahi, bazı olgularda ise ilaç tedavileri tedavi için bir gerekliliktir. Ses terapisi ise tüm olgularda kullanılması yarar sağlayan, tanıya göre ana ya da yardımcı tedaviyi oluşturan bir iyileştirme yöntemidir.

    Prof. Dr. Haldun OĞUZ

  • Proteini yüksek diyet

    Proteini yüksek diyet

    Karbonhidratları daha az tüketmek kilo vermek isteyenlerin genelde ilk aklına gelen çözümdür. Son yıllarda da düşük karbonhidratlı diyet modası bu noktada gittikçe popüler hale geliyor. Ancak dengeli beslenme programı içinde protein kadar karbonhidrat ve yağ da vücudumuz için çok önemli.

    Proteini yüksek diyetler daha rahat kilo vermeye yardımcı olabiliyor ancak diyetin genel planı içinde çok dengeli bir planlama gerekiyor. Çünkü proteinler aynı zamanda yağ ve kolesterolde içeriyor. Kilo vermeye çalışırken böbrek karaciğer ve damarlarınızın daha fazla zarar görmesi riskiyle karşı karşıya kalmamalısınız.

    Protein seçiminde yağsız olanlarını seçmek çok önemli. En iyi protein kaynakları balık, yağsız süt ürünleri, yağsız etler olarak sıralanabilir. Ancak bu besinleri kızartıyorsanız lezzet ile beraber yağ oranını da çok arttırmış oluyorsunuz.

    Proteini çok yüksek diyetler ile ilgili yapılan çalışmalarda çelişkili sonuçlar var. Yapılan bir çalışmada günlük alınan kalorinin %60 ‘ı yağsız proteinlerden sağlandığında ( ki bu önerilenden çok fazla) tansiyon, LDL (kötü) kolesterolü ve trigliserit değerlerinde düşme saptanmış ancak diğer araştırmalarda proteini yüksek diyetlerin uzun süre uygulanması halinde karaciğer sağlığı ve kemik erimesi açısından riskli olabileceği de öngörülüyor.

    Protein ile kilo vermek neden daha kolay?

    Bedenimiz yüksek proteinli yemekleri sindirmek, metabolize etmek ve kullanmak için daha fazla çaba harcar. Bu da daha fazla kalorileri yanmasını sağlar. Ayrıca, midenizi terk etmek için daha uzun zamana ihtiyaç duyarlar, böylece daha uzun süre kendinizi tok hissedersiniz.

    Bir dergisinde yayınlanan bir makalede, beslenme programlarında protein alımını % 30 arttırarak diyet yapan kimselerin, günde yaklaşık 450 kalori daha az tükettikleri görülmüştür ancak yine de sadece protein ile kilo vermek hala tartışılan bir yöntemdir.

    Protein Miktarı ne olmalı?

    Sağlıklı ve dengeli beslenmek için her bireyin vücut ağırlığının her bir kilogramı için 0.8 ile 1.1 gram arasında protein tüketmesi gerekir. 70 kg olan bir kadın için, 60 -70 gram arasında protein alması gerekir. Ancak yüksek proteinli diyetlerde bu miktar 120 -130 grama kadar çıkabiliyor. Ancak aşırı protein alındığında ve birey iyi egzersiz yapmadığında tabi ki proteinin fazlası da vücutta yağa dönüşüyor. Her öğün için 27 -30 gramdan daha fazla protein alınmaması gerekiyor.

    Ancak her protein eşit yaratılmamıştır. Fındıklar, tam tahıllılar, ve sebzeler de teknik olarak protein içerir ama yağsız kasları yapabilmek için bedende gerekli olan 9 amino asidin hepsini içermezler. Bunu yapanlar- tam protein olarak bilinenler- tipik olarak hayvansal ürünlerde bulunur. Bunlar da, tavuk ya da hindi, deniz ürünleri, az yağlı süt ürünleri, yağsız biftek oluyor.

     

    Dyt. Eliza GÖZÜYILMAZ

  • Akne izlerinin tedavisi

    Akne izlerinin tedavisi

    Aslında her akne (sivilce) iz bırakmaz. Akneler; kistik akne dediğimiz, derin yerleşimli olduğunda, koparılıp çok oynandığında iz bırakabilir. Roaccutane ve muadili ilaçlar kullanmak özellikle ciddi akne şikayeti olan kişilerde en iyi tedavi seçeneği olmasına karşın, cildin iyileşme kapasitesini azaltırlar bu nedenle bu tür ilaç kullanıldığı sürede çıkan sivilcelerinde iz bırakma ihtimalleri daha fazladır.

    Aknelere bağlı izler leke veya çukurlar şeklinde olabilir. Lekelerin tedavi daha kolaydır ve tam olarak geçebilirler. Fakat, çukurlar şeklinde izleri tedavisi daha zordur ve ne yazık ki her zaman tam olarak tedavi edilemezler.

    Akneden sonra oluşmuş leke şeklindeki izleri tedavi etmek için, peeling, lazer ve ilaç tedavileri yapılabilir. Derin çukur şeklindeki izleri, normal cilt haline getirmek şu an ki teknoloji ile dünyanın hiçbir yerinde mümkün değildir. Fakat tedaviler ile, izlerin normal cilde yaklaştırarak daha az görünür hale getirebiliriz. Bunun için yapılabilecek tedavilerin bazıları şunlardır;

    KİMYASAL PEELİNG;

    Uygulanması en kolay tedavi olduğu için sık kullanılır. Kimyasal solüsyonlar ile cildin üst tabakasının soyulması işlemidir. Glikonik asit, TCA (triklor asetik Asit), salisilik asit ve jesner solusyonu kullanılabilir. Kimyasal peeling yüzeysel bir işlemdir, lekeler de iyi sonuçlar verir fakat çukurları tam olarak düzeltmeye gücü yetmez. Aynı zamanda cildin daha parlak daha sağlıklı görünmesini sağlar. Güneşle birlikte kimyasal peeling kendisi leke oluşturabilir. Bu nedenle, yazın yapılmaz yalnızca kışın yapılır işlemden sonra güneş koruyucu kullanmak gerekmektedir.

    PRP ;

    Kişinin kendinden alınan kanın, santifüj işleminden geçirilip iyileştirici hücrelerin ayrılıp, tekrar aynı kişiye iğne ile verilme işlemidir. PRP, kolajen miktarını artırır, cilt kalitesinin daha iyi olmasını sağlar.Bu şekilde hem lekelerde hem de çukurlarda bir miktar düzelme sağlar.

    FRAKSİYONEL LAZERLER;

    Cildin içine lazer ile yanık sütunları oluşturur. Lazer cildin, derin katmalarına inebilecek kadar güçlü enerji sağlayabilir. Lazerin oluşturduğu bu hasar iyileşirken, hem cildin üst tabakası atılır, hem de kollajeni artırıp, cildin yenilenmesini sağlar. Böylece leke azalmış olur. Bunun yanında akneye bağlı çukur şeklindeki izler normal cilde yaklaşır, daha az görünür hale gelir. Lazer tedavisi tecrübe gerektiren bir işlemdir, eğer düzgün yapılmazsa ve güneşe dikkat edilmezse, kendisi iz yapar.

    DERMAROLLER;

    Cilde dermaroller veya dermapen denilen cihazlar ile minik delikler açma işlemidir. Bu deliklerden uygun serumların cildin alt tabakalarına inmesi sağlanır. Aynı zamanda delikler iyileşirken, kollejeni artırır. Akneye bağlı çukurları azaltır. Sonrasında cildi nemlendirmek ve güneş koruyucu kullanmak gereklidir.

    DOLGU;

    Dolguda kullanılan madde; Hyalüronik asit’tir. Hyalüronik asit jel kıvamında, bir maddedir ve akne çukurlarını doldurmakta kullanılır. Çukurlar doldurulduğunda normal cilde yaklaşır, daha az görünür hale gelirler. Hyalüronik asit, vücutla uyumlu bir maddedir. Allerjen değildir. Zamanla vücut tarafından emilir ve yok edilir. Bu yüzden kalıcı değildir yaklaşık 8-12 ay içinde geçince yeniden uygulamak gerekir.

    En iyi sonuç kombine tedaviler ile alınır yani bir çok tedaviyi birlikte kullanmak gerekir. Seanslar artıkça sonuç daha iyi olur. Sivilce izlerine bağlı lekeleri geçirerek, çukurlar azaltarak daha iyi bir görünüm elde etmek mümkündür. Yüzdeki bu sivilce izlerini azaltarak, cildin daha iyi görünmesini sağlamak, kişinin özgüvenini artırır. Bu nedenle, akne izlerinden şikayetçi kişilerin tedavi olmaları önerilir.

     

    Uzm. Dr. Fatma YILDIZ

  • Mevsimsel Boşanma Olur mu?

    Mevsimsel Boşanma Olur mu?

    Yaşadığımız dünyada hiçbir şeyin nedensiz olmadığını bu yazıyla bir kez daha anlamış olacağız.

    Boşanmayla ilgili ortaya çıkan bu gerçek bizi olduğu gibi sizi de şaşırtacak.  Washington Üniversitesi araştırmacıları Julie Brines ve Brian Serafini boşanmanın sezonluk, dönemlik olduğunu tespit etti.

    Yapılan detaylı araştırmalara göre boşanmalar kesinlikle mevsimsel. Uzmanlara göre boşanma en çok Mart ve Ağustos aylarında yaşanıyor. Yani kış mevsimi ve yaz sonuna denk geliyor.

    Evliliği kötü giden çiftler yaz ve kış aylarında yaptıkları tatillerde evliliklerini gözden geçirme imkânı buluyor ve bir şeylerin yolunda gitmediği kanısına varıyor.

    Bu konuya daha detaylı bakalım isterseniz?

    bosanmanin-yeni-nedeni-2

    Evliliklerinde çatırdamalar yaşayan çiftler tatile gittiklerinde herkese karşı mutlu aile tablosu çizmeye çalışır. Ve sonrasında çizdikleri bu tablonun doğal olarak yaşanmadığının bilincine varır. Diğer bir sonuç ise tatiller evli çiftlerde geçmişe sünger çekmek adına biçilmiş bir kaftan modeli görüyor.

    Yeni bir başlangıç ve düzelme eğilimi tatil fırsatlarıyla şans buluyor. Ancak tatil süresince evliliklerinde hiçbir pozitif evre bulamayan çift zorla mutlu imajı vermeye çalıştığının bilincine varıyor ve tatil dönüşü ayrılmaya karar alıyor.

    Mart ve Ağustos aylarında boşanmaların en yoğun dönem olmasının bir başka nedeni ise taşınma ve işsizlik gibi nedenler etkili.

  • American Music Awards 2016 kırmızı halı kıyafetleri

    American Music Awards 2016 kırmızı halı kıyafetleri

    Dün gece Los Angeles’ta gerçekleşen American Music Awards’un Gigi Hadid’den Lady Gaga’ya, Selena Gomez’den Ariana Grande’ye en çok dikkat çeken isimleri bir arada…

    American Music Awards 2016 kırmızı halı kıyafetleri

    kirmizi_hali_2016-1 kirmizi_hali_2016-2 kirmizi_hali_2016-3 kirmizi_hali_2016-4 kirmizi_hali_2016-5 kirmizi_hali_2016-6 kirmizi_hali_2016-7 kirmizi_hali_2016-8 kirmizi_hali_2016-9 kirmizi_hali_2016-10

    Kaynak: vogue.com.tr

  • Kadınlar için tehlike yaratan 3 kanser

    Kadınlar için tehlike yaratan 3 kanser

    Jinekolojik kanserler dünya çapında görülen kanser vakaları arasında önemli bir yer tutuyor. Bu hastalık grubunun ortaya çıkmasında; yaşam tarzı, genetik geçiş ve bazı virüsler rol oynuyor.

    Risk faktörlerinin iyi saptanması, düzenli kontrol ve farkındalığın artması, kadın kanserlerinde de erken teşhisi ve tedavi başarısını beraberinde getiriyor.

    Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Yakup Kumtepe, en sık görülen 10 kanserden 4’ünün kadınlarda ortaya çıktığını söyledi.

    SİGARA RAHİM AĞZI KANSERİ RİSKİNİ ARTIRIYOR

    Ülkemizde tüm diğer kanserlerde olduğu gibi,kadın kanserlerinde de artış gözlendiğini aktaran Dr. Kumtepe, ülkemizde en sık rastlanan üç kadın kanserire dikkat çekti.

    Serviks kanserinin dünyada en sık görülen kadın kanseri olduğunu hatırlatan Kumtepe, “Her yıl yaklaşık 540 bin kadına rahim ağzı kanseri tanısı konulmaktadır. Rahim ağzı kanserine yol açan HPV, aynı uçuk virüsü gibi hücrelerin bir yerinde saklanır. Yıllar içinde buradaki hücreleri transformasyona çevirerek, normal hücre tipini atipik yani kanser hücresine dönüştürebilir. Özellikle erken yaşta evlenenler, çok eşli kişiler veya çok eşli partneri olanlar ile günde bir paket ve üzerinde sigara içenlerde risk artmaktadır. HPV’nin genetik çeşitlilik gösteren, yaklaşık 100 ayrı tipi var. Bunların 30-40 tanesi insanlara bulaşım yoluyla geçebilir” dedi.

    OBEZİTE RAHİM KANSERİNE DAVETİYE ÇIKARABİLİR

    Endometrial ya da uterus kanseri olarak da adlandırılan rahim kanserinin ortaya çıkmasında obezitenin büyük önem taşıdığını, aşırı kilonun östrojene, diyabete ve hipertansiyona, dolayısıyla rahim kanserine yol açtığını söyleyen Dr. Kumtepe şöyle devam etti:

    “Rahim kanserlerinin yaklaşık yüzde 25’i menopoz öncesi, yüzde 5’i de 40 yaş altında görülür. Hastalığın en önemli belirtisi, düzensiz kanamadır. Her 4 vakadan 3’ü erken evrede yakalanabilir. Hastalık erken evrede yakalanırsa histerektomi adı verilen ve rahmin çıkarılması esasına dayalı cerrahiyle başarılı bir şekilde tedavi edilebilir. Eğer hasta genç yaşta ve çocuk istiyorsa fertilite koruyucu tedavi uygulanır. Hastaya önce ilaç tedavisi uygulanıp, gebeliğin sağlıklı bir şekilde tamamlanması sağlanır. Ardından da ameliyat yapılır. İleri evrelerde cerrahinin ağırlığı da, dolayısıyla buna bağlı riskler de artar. Ameliyatın ardından radyoterapi ön planda olmak kaydıyla, hastalara kemoterapi ve radyoterapi tedavisi uygulanır.”

    YUMURTALIK KANSERİNDE AİLE ÖYKÜSÜ ÖNEMLİ

    Yumurtalık kanserinin görülme oranı 60’lı yaşlarda zirveye ulaştığını kaydeden Kumtepe, hastalığın ortaya çıkmasındaki en önemli nedenlerden birinin doğurganlığın azalması olduğunu dile getirerek şunları söyledi:

    “Çünkü doğum yapmak kişiyi yumurtalık kanserinden korur. Rahim ve rahim ağzı kanserlerine oranla daha geç dönemde fark edilen hastalık, hastaların yüzde 75’inde ilerlemiş evrede yakalanır.

    “TAMA YAKIN ORANDA TEDAVİ EDİLEBİLİR”

    Yumurtalık kanserinin yüzde 15’i genetik geçişle ortaya çıkar. Özellikle gen mutasyonu taşıyan, ailesel kanser öyküsü̈ olan kadınların mutlaka 6-12 ayda bir hekim tarafından kontrol edilmesi gerekir. Bu sayede hastalık daha erken evrede yakalanabilir ve diğer kadın kanserlerinde olduğu gibi tama yakın oranda tedavi edilebilir. Tedavide sadece rahim ve yumurtalıklar değil, vücutta tutulması muhtemel olan tüm dokular alınır. Cerrahi sonrası uygulanan kemoterapiden ise olumlu yanıt alınır.”

  • Çocuklara Hayvan Sevgisi Aşılama

    Çocuklara Hayvan Sevgisi Aşılama

    Dünyayı birlikte paylaştığımız tüm canlılar, sevgiyi fazlasıyla hak ediyor. Hayvan sevgisini ufak yaşlarda kazanan çocuklar ise mutlu, özgüven sahibi ve daha sosyal bireyler olarak yetişiyor. Hem hayvanlarla doğada vakit geçirip sosyalleşmeleri hem de koşulsuz sevgiyi tatmaları için çocuklarda hayvan sevgisioldukça önemli bir konu.

    1. Çünkü hayvan sevgisiyle büyüyen çocuklar…

    cocuk_hayvan_iliskisi

    Fotoğraf: english.cri.cn

    Sevgiyi, bağlılığı, sorumluluğu ve paylaşmayı küçük yaşlardan itibaren öğrenir. Doğada kendisi dışındaki canlılara zarar vermemesi gerektiğini, her canlıya karşı sorumluluğu olduğunu bilir. Sevgi dolu, sabırlı ve dost canlısı çocuklar yetişir. Ayrıca hayvanlarla fiziksel etkileşime giren çocuklar, doğada daha fazla vakit geçirdikleri gibi daha çok hareket de ederler. Böylece obezite gibi çağımızın sık rastlanan sorunlarına yakalanma riskleri de azalır.

    2. Hayvan korkusunu yenmek

    cocuklara_hayvan_sevgisi_asilama

    Fotoğraf: s-media-cache-ak0.pinimg.com

    Çocuklar, ilk korkuları genelde ebeveynlerinden öğrenir. Dolayısıyla siz korkuyor olsanız bile çocuğunuza korktuğunuzu belli etmemeli, hayvanlarla karşılaştığınızda büyük tepkiler vermemeye gayret etmelisiniz. Çocuğunuz hayvan korkusu edindiği zaman da aşırı tepki göstermemeli, durumu son derece doğal karşılamalısınız. Sizin sakin tavrınızı gören çocuğunuz, bu durumun ne kadar normal olduğunun farkına varıp korkusunu yenebilecektir.

    3. Kitaplar ve oyuncaklar

    cocuk_hayvan

    Fotoğraf: s-media-cache-ak0.pinimg.com

    Hayvanlarla çocuğunuzun kaynaşmasını sağlamak için bu yönde yayınlar alabilir, tüm dünyadaki çeşitli hayvanları öğreten resimli ya da sesli kitapları birlikte inceleyebilirsiniz. Çocukların geceleri sarılarak uyudukları pelüş hayvanlar bile hayvanlarla kuracakları sıcak bağı etkileyecektir.

    4. Sokak hayvanlarına yardım

    cocuk_hayvan_sevgisi

    Fotoğraf: 3.bp.blogspot.com

    Hayvansever olarak yetiştirmeye çalıştığınız çocuğunuzun çevreye daha duyarlı olması için sadece evdeki hayvanlara değil, sokaktaki hayvanlara karşı da sevgi dolu olmasını sağlayabilirsiniz. Bunun için çocuğunuzla beraber hayvan barınakları ziyaretleri gerçekleştirebilir, sokağınızdaki hayvanları besleyebilirsiniz. Sokak hayvanlarına çocuğunuzla beraber yuva yapmak ve onların konforunu sağlamak da çevreye karşı duyarlılığını geliştirip sorumluluk duygusunu arttıracaktır.

    5. Evcil hayvanını kaybeden çocuğa yaklaşım

    hayvan_cocuk_sevgisi

    Fotoğraf: www.magic4walls.com

    Evcil hayvanınızın hayatı sona erdiğinde, ona bağlanan çocuğunuz da en az sizin kadar üzülecektir. Hatta çoğu ebeveyn, çocuğunun küçük yaşta böyle bir üzüntü yaşamasını istemediği için evcil hayvan beslemekonusuna mesafeli yaklaşır. Ancak çok sevdiği dostunu kaybeden çocuk, zorluklarla ve üzüntülerle baş edebilmeyi öğrenecektir. Tabii bu, acısını yaşamayacağı anlamına gelmiyor. Çocuğunuzun üzüntüsünü yaşaması için ona alan tanımalı, acısına ortak olmalısınız. Belki akşamları yatmadan önce yaşlı dostunuzla yaşadığınız anıları çocuğunuzla paylaşarak onu sevgiyle anabilirsiniz. Bu süreçte yeni bir hayvan almayı teklif etmek ya da daha fazla üzülmemesini istemek, çocuğunuzu incitebilir. Ancak teklif çocuğunuzdan gelirse yeni bir hayvan alma fikrini değerlendirebilirsiniz.

     

    Kaynak: blog.gittigidiyor.com

  • Burma tatlısı tarifi

    Burma tatlısı tarifi

    Harika göründüğü kadar lezzetide bir o kadar güzel.. Ardanın mutfağından bir tarif burma tatlısı. Afiyet olsun.

    Malzemeler;
    2 + ¾ su bardağı un
    ¾ su bardağı süt
    ¼ su bardağı sıvıyağ
    1 yemek kaşığı yoğurt
    1 yemek kaşığı sirke
    1 adet yumurta sarısı
    50 gr tereyağı – yumuşak
    Tuz
    Buğday nişastası – açmak için

    burma_tatlisi

    İçi için;
    Ceviz – dövülmüş

    Üzeri için;
    150 gr tereyağı

    Şerbeti için;
    2,5 su bardağı toz şeker
    2,5 su bardağı su
    Hazırlanışı;
    Hamur için; derin bir kasede unun ortasını açın, süt, sıvıyağ, yoğurt, sirke, yumurta sarısı, tuz ve yumuşamış tereyağını koyup yoğurun. 20 – 30 dakika dinlendirin. Ceviz büyüklüğünde bezeler yapın. Her bir bezeyi nişasta koyarak merdane yardımıyla tatlı tabağı büyüklüğünde açın. Aralarına nişasta serperek 5 tane hamuru üst üste koyun. 5 hamuru birlikte açın, üzerine ceviz serpin ve ince oklavayla sarın. Kenarlarından büzerek oklavadan çıkarın. 3 parmak genişliğinde dilimleyin. Diğer bütün hamurları bu şekilde yaparak bitirin ve fırın kabınıza dizin. Küçük bir tavada tereyağını eritin burmaların üzerine gezdirin. 180 dereceye önceden ısıtılmış fırında 45 dakika pişirin. Şerbeti için olan tüm malzemeleri ocakta kaynatın ve pişen tatlılarınızın üzerine gezdirin. (soğuk tatlı – sıcak şerbet)

    Kaynak: Ardanın Mutfağı

  • Evliliklerde çocuk istismarı

    Evliliklerde çocuk istismarı

    Çocuk istismarı hakkında hepimiz az ya da çok fikir sahibiyiz ama evliliklerde ve ayrılıklarda çocuk istismarı dediğimizde başlık biraz farklı gelebilir. Evet başlık farklı ama aslında birçok evde yaşanan olayı anlatmak için bundan daha uygun bir başlık olamazdı.

    Evliliklerde ve ayrılıklarda çocuk istismarı

    Evliliklerde çocuk, evliliği zenginleştiren bir unsurdur ancak maalesef hala sorunlu giden evlilikleri kurtarmak üzere bir can simidi gibi görüldüğünü vurgulamak isterim. Oysa çocuk sorunsuz evliliklerde bile evliliği, getirdiği sorumlulukla ciddi bir sorunlar odağı haline getirebilir.

    Evliliklerde çocuk istismarı
    Evliliklerde çocuk istismarı

    Düşünün, henüz birbirine yeni ısınan, birlikte bir hayat düzenine alışmaya çalışan kadın ve erkek yeni kazanmış oldukları eş statüsüne uyum göstermeye çalışırlarken, beklenmedik bir anda, hiç hazır olmadıkları zamanda gelişen bir hamilelik sonrasında dünyaya gelen bebekle bir anda anne baba statüsüne geçmek zorunda kalıyorlar. Bu durum birçok insan için ‘aa ne şirin’ şeklinde karşılanabilir ancak gerçek hayatta durum bu kadar şirin olmayacaktır. Eşlerin birlikte gezip tozmak ve yeni hayatlarına alışmak üzere yaptıkları tüm planlar kalkacak ve gece uykusuzlukları, doktor kontrolleri, çocuk hastalıkları, eve kapanmalar, artan masraflar, ağlamalar ve yoğun stres hayatın akışını değiştirecek. Bu noktada durum kadın ve erkek için ayrı ayrı yön değiştirmeye başlayacak. Örneğin erkek, eşinin sadece bebekle ilgilendiğini ve kendisine zaman ayıramadığını düşünerek içine kapanacak, kadın ise doğumla beraber bedeninin bozulduğunu düşünerek, eşinin kendisinden uzaklaşmasını da çekiciliğini kaybetmesine bağlayacaktır. Ek olarak annenin hamilelik ve doğum sonrası depresyonu yaşayabileceğini de düşünürsek bebek hiç hazırlıklı olunmayan pek çok soruna yol açacaktır. Sorun evliliğin ilk yıllarında çocuk sahibi olmak değildir, sorun çocuk sahibi olmaya hazır olmamaktır. Ya da taraflardan birinin istememesine rağmen diğer eşin çocuk konusundaki ısrarı evliliği sorunlu aşamaya getirecektir.

    Evliliklerde çocuk istismarı dediğimizde iki kişi aynı anda hazır olmadan çocuk sahibi olmak ve evlilikle ilgili tüm sorunları o çocuk üzerinden karşı tarafa yansıtmak çocuğa yapılacak en büyük kötülüktür.
    Özellikle çocuğun yanında ‘çocuğunla ilgilenmiyorsun’, ‘ben bu çocuğu annemin evinden getirmedim’, ‘artık dayanamıyorum, çekip gideceğim bu evden’, şeklinde sözler çocuk için çok yaralayıcıdır.
    Aynı şekilde diğer eşi hedef gösteren ve çocuğa hitaben söylenen; ‘ o annene söyle, biraz ev kadınlığı öğrensin’, ‘baban baba olsaydı seninle ilgilenir, alıp dolaştırırdı’, ‘sen olmasan ben bu adama / kadına bir dakika bile tahammül edemem’, ‘kimbilir gene kimlerle beraber, bu saat oldu hala ortalarda yok’ şeklindeki diğer eşi suçlayan cümleler, uğruna her şeyi feda edeceğiniz çocuğunuza bilmeden verdiğiniz zararlardan.

    İki yetişkinin kendi aralarındaki sorunlarını konuşarak çözmek yerine çocuk üzerinden birbirine yönelik saldırı başlatmak ve sürdürmek hem evlilik için hem de çocuk için hakikaten çok büyük hasarlara yol açıyor. Sorunlarla konuşarak başa çıkamıyorsanız hem birbirinize hem de çocuklarınıza daha fazla zarar vermeden evliliği bitirmek ve tarafların eş olarak sorumluluklarını sonlandırıp, ebeveyn olarak bir ilişkiyi yürütmelerini sağlamak en doğrusu.

    Ancak bazen aslı sorun evlilik bittikten sonra da devam ediyor hatta daha da şiddetleniyor. Bu defa eşler ayrılmış olmalarına rağmen birbirlerine olan öfkelerini çocukları üzerinden devam ettiriyorlar ve bu süreçte çocuklarına tahmin edemeyecekleri kadar büyük zarar veriyorlar. Öncelikle her iki eş de sahip oldukları her gücü ve ilişkiyi kullanarak birbirlerini çocukların göstermemek ya da velayetini almak şeklinde tehdit ediyorlar. Son derece medenice eski eşler arasında konuşarak halledilecek olay mahkemelere çok çekişmeli ve tartışmalı bir biçimde yansıyor ve ne yazık ki çocuk bunların neredeyse tamamına tanık oluyor. Olmasa da anne ya da baba diğerinin canını daha çok yakmak adına çocuğuna gerekli gereksiz her ayrıntıyı anlatıyor. Çocuk annesine gittiğinde babası hakkında, babasına gittiğinde annesi hakkında olumsuz sözler duyarak tıpkı bir tenis topu iki sözde yetişkinin(!) arasında oradan oraya savruluyor. Oysa ayrılıklar nasıl gerçekleşmiş olursa olsun tek kelimeyle Travmadır ve zararları olabilecek en az hasarla atlatılmaya çalışılmalıdır. Yani eşler isteyerek ve anlaşmalı da ayrılsa, çatışmalı bir ayrılma da olsa sonuç olarak acı vericidir ve bir an önce bu süreç atlatılmaya çalışılmalıdır. Bu dönemde bir psikolog desteği çok önemli faydalar sağlar. Bireylerin tek başına atlatmaya çalışması kolay değildir. Özellikle yakın aile üyelerinin olur olmaz olaylara dahil olmaya çalışmaları, hemen her konuda fikir verme çabaları iyi niyetli olsa dahi tarafları çok üzecek sonuçlara kadar gidebilir. Eşler istemedikçe olaya çok dahil olmamaya çalışmak ve özellikle eşler arasında laf getirip götürmek evlilik bitse bile sonrası için çok olumsuz sonuçlara yol açabilir. Eşlerin sadece eş olarak bir ilişkiyi sonlandırdığını ama sonraki hayatlarında belki de daha fazla bir ebeveyn sorumluluğu taşıyacaklarını, bu nedenle de birbirilerinin yüzüne bakacak hatırlarının ve iyi niyetlerinin kalması gerektiğini lütfen unutmayın. İyilik yapmak isterken daha fazla zarar veriyor olabilirsiniz. Ayrılık anlarında eşlerin yakınları olarak biraz daha sakin ve serinkanlı kalabilmek çok önemlidir.
    Özellikle çocuklarla anne babaların ilişkileri yeni bir sürece gireceği için daha dikkatli olunması gerekir. Ne yazık ki eğitim almış olsa da olmasa da çok fazla anne babanın ayrılıkların acısını çocuklarına yükleyip çocuğun diğer ebeveynle olan ilişkisine ciddi anlamda zarar verdiklerini görüyoruz. Kişisel kırgınlıklarını, eşine söyleyemediklerini, içine attıklarını çocuğuna yansıtan anne ya da baba bu davranışıyla ayrıldığı eşini değil, aslında doğrudan doğruya çocuğunu mahvettiğini maalesef fark edemiyor. Oysa bir çocuğun dünyaya gelmesinde biyolojik olarak eşit hak sahibi olduğunuzu unutmayın. İkiniz aynı anda olmadan o çocuk olamazdı.

    Eski eşinize çok kızgın olabilirsiniz, pek çok hayaliniz yarım kalmış olabilir, terk edilmiş, aldatılmış, hakarete uğramış, aşağılanmış olabilirsiniz. Bütün bunların sorumlusu ya da suçlusu yavrunuz değil. Ona annesi ya da babası hakkında söylediğiniz her söz katlanarak size geri dönecek. Nasıl mı?

    Senin annen/ senin baban…… diye başlayıp içinizdeki öfkeyle doldurduğunuz cümleler çocuğunuzun beyninde ‘demek ki ben çok kötü bir kadının / adamın çocuğuyum. Peki benim annem / babam bu kadar kötü bir insanla neden evlendi, neden ben oldum? Benim annem / babam iyi insan olsaydı bu kadar kötü bir insanla beraber olmazdı, o zaman her ikisi de kötü mü? O zaman ben de kötü bir çocuğum. Her şey benim suçum.’ Şeklinde algılanabilir ve bu duygularla büyüyen çocuğunuz ilerleyen yıllarda durumun böyle olmadığını görüp, sizin diğer ebeveyniyle görüşmesin diye söylediğiniz cümleler olduğunu öğrendiğinde asıl uzaklaştığı kişi siz olacaksınız. Üstelik o süre boyunca uzak büyüdüğü diğer ebeveyniyle de sağlıklı ilişki kuramadığı için size karşı inanılmaz büyük öfke duyacaktır. Bu durumu hiçbir gerekçeyle haklı gösteremez, kendinizi affettiremezsiniz.

    Eski eşinize karşı ne hissediyorsanız lütfen gidip yüzüne söyleyin:
    Sana aşığım deyin, seni unutamadım deyin, sana çok öfkeliyim deyin, seni affedemiyorum, seni kıskanıyorum, bana dönmeni istiyorum deyin…
    Ne derseniz deyin ama bunu ona söyleyin, çocuğunuzun yanında ya da çocuğunuza onu kötülemek için söylemeyin. Çünkü bu tip söylemler çocuklar üzerinde çok olumsuz sonuçlar doğurur. Örneğin çocuk kendisini her iki ebeveyninin yanında da güvensiz hisseder, bir yere ait olma duygusu, sevme ve sevildiğini hissetme duygusu ağır hasar alır, her an terk edileceğini, yalnız kalabileceğini düşünür.
    İlerleyen yaşlarda akranlarıyla ya da karşı cinsle olan ilişkilerinde çok ciddi sorunlar yaşar. Uzun süreli sağlıklı ilişkiler kuramaz, başka insanların duygularına karşı kayıtsızlaşabilir, onay görmek, kabul edilmek ihtiyacı ile kendisinden istenen her şeyi yerine getirme, başkalarının yönetimine kolaylıkla girme davranışları ortaya çıkabilir. Karar almakta ve kendi hayatını yönetmekte önemli sıkıntılar yaşayabilir.

    Ebeveynlerinin birbirilerini kötülediği bir ayrılıkta çocuk en az zarar görme duygusuna yönelerek dış dünyaya karşı kayıtsız kalmaya başlayacaktır. Bir anlamda duyarsızlaşma olarak tanımlayacağımız bu davranış aslında bir tür savunma tutumudur. Çocuk kendisini güvende hissetmediği için zarar görme ihtimali gördüğü her ortamda dışarıdan gelebilecek olumsuzluklara karşı tepkisiz ve duyarsız kalma davranışına yönelebilir. Empati duygusu yeteri kadar gelişmeyebilir, başka insanların acılarına duyarsız kalabilir. Anlayış ve algılama duyguları hasar görebilir.
    Çocukluğunda tutarlı ve sağlıklı sevgi ve ilgi görmeyen, annesi ve babası tarafından onaylanmayan çocuklar yaşadıkları güvensizlikleri ve içine düştükleri boşlukları başka şekilde doldurmaya çalışırken, madde kullanımından farklı grup ve örgütlere katılmaya kadar giden çok uç davranış bozuklukları gösterebilirler. Özellikle kendini değersiz hissetme ve bir yere ait olma duygusundaki hasarlar bireyin şimdiye ait zaman ve gerçeklik algısını bozarak başka bir yolla bu duyguyu temin etme ihtiyacına yöneltebilir.

    Sevgili anne babalar, bir evlilik bitebilir. Elbette ki bu üzücü sonuçlara yol açacaktır. Ancak bu sonuçları gelecek yıllara yansıtıp yansıtmamak sizin elinizde. Özellikle yaşadığınız hayal kırıklıkları ve öfkeyi eşinize yansıtmak isterken asıl zarar görenin çocuklarınız olduğunu tekrar tekrar hatırlatmak isterim. Zira ileride geri alamayacağınız tek şey geçen zamandır ve çocuğunuza çocukluğunda yaşattığınız sevgi ve ilgi eksikliğini bir daha tamir etme şansınız olmayabileceğini de lütfen unutmayın. Zor zamanlarda psikolojik destek almak sizin güçsüz ve çaresiz olduğunuzu değil, aksine güçlü olduğunuzu ve sorunlarla mücadele ettiğinizi gösterir. Destek almaktan çekinmeyin.

    Psk. Serap DUYGULU

  • Alkali diyet koruyor mu zarar mı veriyor?

    Alkali diyet koruyor mu zarar mı veriyor?

    Beslenme konusunda sürekli moda şeklinde furyalar oluyor. Taş devrinden Dukan’a, detokstan alkaliye uzanan çeşitler acaba sağlıklı mı?  Bu diyetler metabolizmamızı nasıl etkiliyor?
    Her gün limonlu sularla güne başlamak bizi zayıflatıyor mu? Zayıflarken sağlığımızdan mı oluyoruz? Bu diyetlerin bilimsel temelleri var mı? Uzm. Diyetisyen Banu Salman alkali diyet konusunda sorularımı yanıtladı.
    Alkali diyet nedir? 
    “Alkali Diyet” çılgınlığı ortalığı kasıp kavurmaya başladı. Alkali diyetin ya da alkali olarak önerilen besinlerin zayıflatıp zayıflatmadığına ya da kanserden koruyup korumadığına dair onlaca soru alyorum. Cevabımsa hep aynı,  eğer biri size bazı besin, içecek ya da ilaçların kanınız ve midenizin asidik oranını değiştirdiğini söylüyorsa o kişi beslenmeden ve metabolizmadan anlamıyordur.
    Alkali diyeti önerenlerin arkasındaki teori; et, süt, şeker, kafein, alkol, yapay ve işlenmiş yiyecekleri yemekten kaçınmak, daha fazla taze sebze, meyve ve kuruyemiş tüketerek vücudun pH seviyesini dengede tutmaktır. Bu diyeti uygulayacak kişiler kesinlikle rafine şeker tüketmemeleri konusunda uyarılır.
    Gerçekten anlamıyorlar mı? Neden? 
    Evet gerçekten de anlamıyorlar beslenmeden de besinlerin vücuttaki işlevlerinden de. Toplum ise, hep yeni, ilginç bilgilerin peşinde, özellikle de medya. Eğer bir haber ezber bozuyorsa ve ilgi çekiyorsa doğru olup olmadığının hiçbir önemi yok. Popüleritesi varsa iyidir. Örneğin ben bugün çıkıp “ şekerin zayıflatıcı etkisi ortaya çıktı”  ya da “ sigara kansere karşı bir numaralı koruyucudur!” desem inanılmaz medyatik olur ve bunun doğruluğunu sorgulamayan binlerce kişinin ilgisini çekebilirdim.
    Alkali diyet de bence aynen böyle. Fazlası var azı yok. Herşeyden önce kanımızı ya da midemizi asidik ya da alkalik (bazik) yapan şeyler, besinler değil, vücudun kendisidir. Yani vücut yediklerinizin asit oranını ayarlayarak vücudunuza uygun hale getirir. Düşünün ki mide asit oranı oldukça yüksek bir organımızdir ( pH :1-2)  ve zaten aldığınız besinler otomatik olarak asidik olacaklardır. Bu durumda ise vücudun dengesini korumak için pankreas devreye girer ve salgıladığı hormon ve kimyasallarla dengeyi kurar.
    Alkali diyette verilen öneriler bilimsel ve etik mi?
    Alkali diyet ile ilgili yapılmış ve bu diyetin yararlarını kanıtlayıp uzun süre uygulanmasını destekleyen hiçbir bilimsel veri ve çalışma yok. Bu sistem vücudu güya nötr, asit ve baz yapan yiyeceklerin gruplarını uygulayıcılarına öğretmek ister. Nötr yapanların şeker, yağ, çay, kahve, nişasta; asit yapanların et, yumurta, peynir, tahıllar, erik, armut; alkali yapanların süt, sebze, meyve ve yağlı tohumlar olduğunu anlatır.
    Alkali beslenme diye anlatılan beslenme önerilerinin hem bilime hem de etiğe uymadığını en basit şekliyle açıklamak gerekirse ; evet pH dengesi vücut için önemlidir ve bunu vücut her ne koşulda olursa olsun zaten kendi kontrol sistemi ile denetler. Vücudumuzdaki hücrelerin çalışması nötr ortamlarda olur. Ancak vücudumuz bu sıvıların nötr ortamda tutulması için hiçbir şeyden etkilenmeyen bir denetim mekanizması bulunur.
    Bu denetim mekanizmasında ise, yaşlanma, çok yeme, az uyuma, çok asitli yeme gibi etkenler vücudun asit-baz dengesini değiştirmez. Vücut sadece açlık grevi gibi özel durumlar dışında bu dengeyi asla bozmaz ki “alkali diyet yapıyorum” diye metabolik açlığa (vücudun yaşamsal fonksiyonlarını yerine getiremeyecek kadar kötü beslenmesi) girmiş onlarca insan tanıyorum. Bu nedenle yeterli ve dengeli beslenme öğretilerinin saptırılarak anlatılması ve uygulamaya alınması son derece yanlış ve sağlıksız. Bizler toplumu doğru bilgilendirmeli ve bilimin ışığından uzaklaşmadan önerilerde bulunmalıyız.
    Alkali su içmek işe yarar mı?
    Unutulmaması gereken en önemli nokta şudur; “Tüm yiyecekler ağızdan alındıktan sonra midede asidiktir ve barsakda pankreas salgılarıyla bazik olur !“
    Bu kural değişmez ve vücudun otokontrolü halindedir. Siz ne yerseniz yiyin. Yiyeceklerin içerisindeki asit veya alkali yapan mineraller birbirlerini dengeleyerek ya da metabolizma sonucu oluşan asitlerle birleşerek bir denge içerisinde vücut sıvısının nötr ortamda kalmasını sağlar. Bu tıbbi kural  hiç değişmez ve özel yiyeceklere, alkali su gibi bir içeceğe de gereksinim duymadan ömür boyunca düzenli çalışmasına devam eder. Beslenmemizin asit veya baz oluşturan yiyeceklerden zengin oluşu kanın nötr durumda kalmasını asla etkilemez.
    Diyetinizde çok fazla asit veya baz oluşturan yiyecek bulunsa dahi kanın asit veya alkaliye dönüşme durumu diye bir şey söz konusu dahi değildir.
    Alkali diyetin zararı var mı?
    Alkali diyetin uzun süre kullanımı özellikle demir, çinko ve kalsiyum eksikliğine sebep olur. Bu mineraller ise kadınlar için hayati önemi olan minerallerdir. Bazı önemli vitaminleri saymıyorum bile.
    Ekmek ve tahıl grubu besinlerden aldığımız B grubu vitaminleri ve etten aldığımız B 12 gibi ve maalesef bu tür vitamin ve mineralleri ilaç olarak dışardan tamamlamaya çalışsanız bile, araştırmalar göstermiş ki vücut için yeterli olamıyor. Tüm bu besin ögelerinin eksikliği sonucunda metabolizmada dönüşü olmayan travmalar oluşabiliyor. Demir eksikliğine bağlı anemi, çinko eksikliğine bağlı cilt, deri ve saçlarda sağlık sorunları, B 12 yetersizliğine bağlı unutkanlık, Alzheimer, kalsiyum eksikliğine bağlı kalp rahatsızlıkları, diş ve kemik problemler gibi bir çok sağlık problemi ve dahası bu durum için örnek verilebilir.
    İlginç olan ise; bu vitamin ve minerallerin eksikliğinde oluşabilecek hastalık ve tedavilerine ilişkin milyonlarca bilimsel yayın ve makale varken, alkali diyet diye tarama yaptığınızda bilimsel bir araştırma ne yazık ki bulamıyorsunuz.
    Sizi et, süt, pek çok meyve ve tahıldan uzaklaştıran, çiğ sebze ve bazı meyvelerle ile çok kısıtlı bir kaç tahıl türevini yemenize izin veren bu beslenme modeli de diğer tüm moda diyetler gibi modası geçmeye mahkum olacaktır.
    Peki ne yapmalı ?
    Yeterli ve dengeli beslenmenin formülü oldukça açık. Buna popüler tanımlamalar yapmaya hiç ama hiç gerek yok.
    Günlük aldığınız enerjinin yüzde 50-60’ını karbonhidratlardan kilolu iseniz bu miktar azaltılabilir, yüzde 25-30’unu  yağlardan  ve yüzde 15-20’sini de proteinlerden almalısınız. Karbonhidrat seçeneklerinizi daha çok posalı olanlardan yani tam tahıllı ekmek, makarna, yulaf , meyve, sebze gibi, protein seceneklerinizi az yağlı olanlardan yani yarım yağlı süt, yoğurt ve et ürünleri ile kuru baklagiller gibi ve yağ seceneklerinizi de  daha çok doymamış yağlardan  zeytinyağı, ayçicek ve mızırözü karışımları ile badem, fındık ceviz gibi  yaptığınız sürece sorun yok demektir.
    Bir de size müthiş bir içecek ! Hem zayıflatıyor hem, hastalıklara karşı koruyucu ve yaşlanmayı geciktiriyor. Tam da duymak istediğiniz şu zayıflatan mucize iksirlerden !! Ne mi? Tabiiki su! Bol bol içiniz . Alkali falan değil, bildiğiniz su.
    Amerikayı yeniden keşfetmenin bir anlamı yok. Yeni çalışmalar ve bilimsel yenilikler elbette var ancak adı üstünde: Bilimsel.
    Yazar: Esra Öz
    Kaynak: milliyet.com.tr