2009 temmuz annelerine ek bilgiler..

dentist00

Aktif Üye
Kayıtlı Üye
12 Haziran 2008
122
0
40
EK BESİNLERE BAŞLARKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN DURUMLAR






İlk 6 ay sadece anne sütünü vermek kadar bu aylardan itibaren ek besinlere tam zamanında başlanması da son derece önemlidir. Bebekte tat duyusu erkenden gelişir. Ek besinlere başlamak için önce annenin, bakım veren kişinin istekli ve sabırlı olması çok önemlidir. Çünkü bu dönem bebek açısından geçiş dönemidir.
1. Bebek kaşıkla ilk tanıştığı zaman çoğunlukla onu almak istemez ve memnun değilmiş gibi görünür. Besinler küçük miktarlarda kaşıkla dilin arka tarafına verilmelidir. Eğer dilin ön tarafına verilirse bebek spontan olarak onu tükürür. Çünkü emme hala aktiftir.

2. Yiyecek alerjilerini tanımlamak için her yeni yiyecek 4-7 gün aralarla verilmelidir. ilk kez denediğiniz bir besini başlangıçta 2-3 çay kaşığı verip, alerji belirtileri (yüzde, vücutta kızarıklıklar, karında şişlik, gaz sancısı, huzursuzluk, kusma, ishal...) görülmediği takdirde hergün arttırılır. Yaklaşık 15-20 gün içinde herhangi bir alerji belirtisi görülmezse denenen besin bundan sonrası için rahatlıkla verilebilir.

3. Yeni bir gıdaya çocuk aç iken başlayınız. Sevmediği bir gıda konusunda ısrar edilmemeli, bir süre sonra tekrar denenmelidir.

4. Alerji belirtileri ortaya çıktığı takdirde denenen besin 10-20 gün verilmez. Daha sonra aynı besin daha önce anlatıldığı şekilde yeniden başlanır. Eğer yine alerji olursa tekrar kesilerek bir süre sonra denenir.

5.Yumuşak kıvamlı gıdalardan daha katılara aşamalı olarak geçilir. Çünkü bebeğin önce emme, , sonra ısırma en sonda çiğneme işlevi gelişir.

6- Püre hazırlarken vitaminlerin kaybolmaması için, mikser yerine cam rende kullanılmalıdır.

7- İlk denenecek meyvanın portakal, mandalina, limon; sebzenin de lahana, patlıcan, pırasa, maydanoz, kereviz, karnabahar, pancar ve ıspanak olmamasına özen gösterilmelidir. Çünkü bu besinlerin gaz yapma olasılığı yüksektir.

8.Verilecek sebze ve meyvalar taze ve olgun olmalı, çürük olmamalıdır. Ayrıca bebeklerde ishal yapan dut, incir gibi meyvalar erken yaşlarda verilmemeli, 1,5-2 yaştan sonra verilmelidir.

9- Bebeklere verilecek yoğurt evde hazırlanmalı, ekşi olmamalıdır. Ayrıca süzme yoğurt verilmemelidir.

10. Besinler biberonda karıştırılıp, bebeğe geniş deliği olan biberonla verilmemelidir. Bu ileri yaşlarda çocukta çiğneme problemlerine neden olabilir.

11. Meyva suları vitamin C kaynağı olarak tercih edilmeli ve günlük bir süt öğününün yerini almalıdır. Vitamin C ısı ile hasara uğrar bu yüzden ısıtma benmari usulü yapılmalıdır. Buzdolabında üstü kapalı saklanmalıdır.

12. Meyva suyunu aşırı vermek çocukta tokluğa sebep olur.

13. Bebeklerde tercih edilen karbonhidratlar pirinç ve buğday unlarıdır. Nişastanın hiçbir besin değeri olmadığı ve verilmemesi gerektiği unutulmamalıdır. Ayrıca mısır ununun da aminoasit dengesi bozuk olduğu için süt çocuğu döneminde verilmemesi daha uygundur.

14 Hazırlanan yiyeceklerin mikroplardan iyice arındırılmış olması ve mama kaplarının temiz tutulmasına dikkat edilmelidir.

15. Ilk ek besin denemesi için sabah veya akşam öğünlerini kullanmak doğru değildir; en doğru zamanlar öğlen veya ikindi öğünleridir.

16. Yiyecekler süt ya da mama ile karıştırarak verilmemelidir.

17. Sebzeler pişirilirken az miktarda su ile pişirilmelidir.

18. “Ek besin olarak öncelikle sebze maması mı, yoksa pirinç maması mı ?” sorusuna yanıt: anne sütü kadar değerli olabilecek olan sebze mamasıdır. Ancak tadı anne sütünden oldukça farklı olduğu için bebek, bu mamaya başlangıçta sorun çıkabilir ve mamayı reddedebilir. Pirinç maması ise alerjik bünyeye sahip bebeklerde öncelikli olmalıdır. Ancak görüntüsü ve tadı süte benzediği için bebek bunu kaşıkla almayı reddedebilir.

19. Yeni bir besin tüm çocuklar tarafından hemen kabul edilmez. İlk denemede almazsa 1-2 gün sonra ve çocuk aç olduğu bir sırada tekrar denenir. Yine almazsa 1 hafta sonraya ertelenir. Bir hafta sonra da olmazsa ; bir kaşık sevdiği besinden, bir kaşık da sevmediği besinden verilerek alıştırılmaya çalışılır.

20. Ek besin olarak hazırlanan mamalar, biberonla verilmekten çok kaşıkla verilmesi tercih edilmelidir.

21. Besinler soğuk veya çok sıcak olmamalı, ılık olmalıdır. Bebekler ılık besinleri daha çok severek alırlar.

22.Çocuk hasta iken yeni besinlere başlamak doğru değildir. Sevdiği ya da kolayca aldığı besinleri vermek daha uygundur.

23. Çocuğun beslenmesi için her öğün 20-30 dk.lık bir zaman ayrılmalıdır. 5-10 dk içinde midesi doldurulan bir çocuk daha çok hava yutar. Buna bağlı olarak da kusmalar ve karın ağrıları görülebilir.

24.Yemek suyu ya da et suyu tek başına besleyici bir besin değildir. Bu nedenle bunların içine ekmek doğrayarak vermek doğru değildir. Bunun yerine yemek taneleri suyun içinde ezilip verilmeli, et suyu da çeşitli çorbaların yapımında kullanılmalıdır.

25. Çay, kolalı yiyecekler, hazır çorbalar bu yaş grubuna verilmemelidir.

26. Her yeni gıdadan sonra kakada bazı değişiklikler olabileceği bilinerek telaşlanılmamalıdır. Muz, muhallebi, pirinç kabızlık yaparken, yeni başlanan meyva suları ve sebze çorbaları ise daha sulu ve yeşil dışkılamaya sebep olabilir.

27. Patates, pirinç, makarna , ekmek vb. nişastalı yiyecekler çok kalorili yiyeceklerdir. Bunların yerine daha besleyici yiyecekler tercih edilmelidir.

28. Bebek 1 yaşına geldiğinde artık aile sofrasına katılabilir. Fakat küçük parçalı ve sert yiyeceklerin solunum yollarına kaçabileceği düşünülerek dikkatli olunmalıdır.

29. Bebeğin beslendiği yer geniş olmalı ve duvardan ve mobilyadan uzak olmalıdır.



EK GIDALAR NASIL HAZIRLANMALIDIR?
Meyve Suyu:

Meyveler iyice yıkanır, kabukları soyulur ve cam rendede rendelenir. Temiz bir tel süzgeç veya tülbentle süzülerek suyu elde edilir. Meyve suyuna başlandıktan bir iki hafta sonra püre halinde verilebilir. Meyve sularına şeker eklenmemelidir. Anne sütü ile birlikte verilmemelidir.

Sebze Çorbası:

Meyve suyuna başlandıktan iki hafta kadar sonra öğle öğününde verilmek üzere patates, havuç, pirinç ve taze sebzelerden günlük olarak hazırlanır. Bir iki tatlı kaşığından başlanarak yavaş yavaş arttırılır. Dört haftalık bir süre içinde tam sebze püresine geçilir. Bakla ve patlıcan bebek beslenmesinde tercih edilmez.


1. Hafta (sebze çorbası) : 3-4 su bardağı su, 2 orta boy havuç, 1 orta boy patates 45 dakika kapaklı kapta pişirilir. Tel süzgeçle hiç ezmeden suyu bir başka kaba alınır. Bir çay kaşığı irmik ilavesiyle tekrar 5-10 dakika pişirilir.

2. Hafta (basit sebze püresi) : Aynı şekilde pişirilir. Havuç ve patatesler tel süzgeçten tamamen ezilerek püre olarak geçirilir. Bu pürenin içine yine irmik katılarak mamanın hazırlanması tamamlanır.
3. Hafta (karışık sebze püresi) : Havuç ve patatesin yanına 1 çay kaşığı pirinç ve her gün bir yenisi ilave edilmek üzere mevsimlik sebzeler eklenir. Örneğin ilk gün 3-4 yaprak maydanoz, ertesi gün maydanoz ve bir kaç yaprak ıspanak, sonraki gün ilaveten dörtte bir enginar, daha sonra dörtte bir domates gibi . Tel süzgeçten elde edilen püreye yine bir çay kaşığı irmik eklenerek 5 dakika daha pişirilir.
4. Hafta (tam sebze püresi) : Hazırlanan püreye 1 çay kaşığı zeytin yağı veya pastörize tereyağı katılır.


Altıncı aydan itibaren sebze çorbası ya da püresine 1 yemek kaşığı kıyma (3 kez çekilmiş yağsız sinirsiz dana) eklenmelidir. Not: Çocuklara TUZ 12.aydan sonra çok az olarak verilebilir..

Muhallebi:
Tahılların içindeki nişastayı sindiren salgılar 6. aydan itibaren artmaya başlar. Bu nedenle 6 aydan sonra verilebilir. 1 su bardağı süt, bir tatlı kaşığı pirinç unu, 1 tatlı kaşığı toz şekerle yapılır. Soğuk sütün bir kısmıyla pirinç unu iyice ezilir, kalan süt eklenir karıştırılarak pişirilir. Ateşten indirmeye yakın şeker eklenir. İlk günlerde süt sulandırılabilir. Muhallebi, kutu mamalarla da hazırlanabilir. Özellikle inek sütü proteinlerine duyarlı olan bebeklerde bu durum tercih edilir. Bir su bardağı su 1 tatlı kaşığı pirinç unu karıştırılarak pişirilir. Ateşten indirildikten sonra içine 5-6 ölçek hazır mama toz halinde katılır. Topaklanma durumunda tel süzgeçten geçirilir.

Yoğurt:
Süt kaynatılır, elin dayanabileceği sıcaklığa kadar soğutulur. 1 litre süt içine bir çorba kaşığı yoğurt 1-2 kaşık sütle sulandırılarak eklenir, yavaşça karıştırılır. Hareket ettirmeksizin sıcaklığını koruyabilecek şekilde 3-4 saat bekletilir. Bir kase kadar ikindi öğünü olarak verilir.


Kahvaltı:
Çocuk altı ayını bitirdikten, sebze püresi, muhallebi, yoğurt gibi gıdalara iyice alıştıktan sonra kahvaltılara başlanır. Süt, beyaz peynir, reçel, pekmez, ekmek veya bebe bisküvisi başlıca malzemelerdir. Tuzu alınmış bir parça beyaz peynir ve reçel ezilir. Karışıma ekmek içi katılır. Bu amaçla 3-4 bebe bisküvisi kullanılabilir. Kahvaltıya önce 1-2 tatlı kaşığı olarak başlanır, miktarı giderek arttırılır. Bal besin zehirlenmesi (botulismus) ve allerji yapma olasılığı nedeniyle bir yaşından önce tercih edilmez. İstenirse 1 çay kaşığı yağ (zeytinyağı tercih edilir) eklenebilir. Bir süre sonra peynir, reçel, yağ ve ekmek sütten ayrı olarak verilebilir.


Yumurta:
Katı olarak pişirilmiş yumurtanın sarısı 1 çay kaşığı miktarından başlanıp giderek arttırılmak suretiyle kahvaltıya ilave olarak verilir. Bir haftanın sonunda bebeğiniz bir tam yumurta sarısı yiyebilir. İyice alışmış olan çocuklara yumurta kayısı kıvamında verilebilir. Yumurtanın beyazının 12. Aydan önce verilmesi genellikle tercih edilmez.


Tahıllı Çorbalar:
Mercimek, yoğurtlu yayla, acısız tarhana çorbası gibi gıdalar, taze sebze çorbalarına alıştırılmış olan bebeklere 6. aydan sonra değişik tatları öğretmek amacıyla verilebilir. Tahıllar kuru baklagillerle birlikte kullanılırsa kaliteli protein kaynağı şekline gelir.

Hazırlanışı : bir tencereye süt konur 1 silme yemek kaşığı pirinç unu , yarım çay bardağı domates suyu veya ezmesi eklenip pişirilir. 1 tatlı kaşığı zeytinyağı ilave edilerek çocuğa yedirilir. Un katılmadığında çok az ekmek içi ufalanıp verilebilir.


Balık ve Tavuk:
Bebeğiniz yedi sekiz aylık olduğunda kıymaya alternatif olarak püre halinde öğle öğününde tavuk ve kılçıksız balık eti verebilirsiniz.
Çay: Çayın besleyici hiç bir değeri yoktur. Aksine diğer gıdaların besleyici değerini düşürür, barsaklardan demir emilimini bozarak kansızlığa yol açabilir. Bu bakımdan süt çocuğu beslenmesinde yeri yoktur.
 
Ateş




Bebek ve Çocuklarda Ateş

Birçok hastalığın önemli semptomlarından olan ateş, anneler tarafından çocukların ‘hasta’ olarak değerlendirilmesinde en önemli gösterge olup, çocukluk çağında acil polikliniklere başvurmayı gerektiren en sık yakınmadır. Anne ve babalar, çocuklarının vücut ısılarındaki en ufak bir artıştan bile korkmaktadırlar. Bu durum, hem aileyi hem de doktoru etkileyerek ateşi düşürmek için gereksiz girişimlerin ve uygulamaların yapılmasına neden olmaktadır.


Günümüzde hekimler arasında ateş epizodlarının tedavi edilip edilmemesi gerektiği tartışmaları halen devam etmektedir. Ateşin zararlı olmasından çok, faydalı etkileri olduğuna dair güçlü kanıtlar vardır. Ateş, vücudun infeksiyona karşı geliştirdiği immün yanıtın (konak savunmasının) bir parçasıdır. 39°C’nin altındaki düzeylerde immün sistemin güçlenmesini sağlar ve mikroorganizmanın yok edilmesini kolaylaştırır. Yüksek ateş birçok patojenin replikasyonunu ve virulansını önlediği gibi, infekte hastaların süratle iyileşmesini de sağlar. Bunun yanında ısı artışı, bazı immunolojik yanıtları da (örneğin; lökosit migrasyonu ve fagositozunu, interferon yapımını) güçlendirir. En önemlisi ateş bir regülatör mekanizması gibi davranarak, negatif feedback mekanizması yolu ile akut enflamatuar cevabın sitokin aktivasyonunu da azaltır. Son olarak ateşin düşürülmesi hastalık sürecini maskelemekte ve gerekli tanısal çalışmaları veya antimikrobiyal tedavide yapılacak değişimleri geciktirebilmektedir.


Aslında hastaların çoğunda ateş kısa sürelidir ve ateşin zararlı etkileri vücut ısısı ancak 40°C’nin üzerine çıktığında görülmeye başlar. Sayısız çalışma çocuğun (6 ayın üzerinde) ateş çıkmaya başladığında, ateş 39°C’nin üzerine çıkmadıkça ve çocuğun genel durumu iyi olduğu sürece ateş düşürülmeye başlanmadan önce bir süre beklemenin immün yanıtın güçlenmesi açısından faydalı olacağı bildirilmektedir. Ateşli bir çocuğun tedavisinde öncelik, ateşin kendisinden çok ateşin altında yatan hastalığın etkenine yönelik özgün tedavinin verilmesine yönelik olmalıdır. Ateş düşürücü ilaçlar (antipiretikler) rutin olarak düşünülmelidir. Ancak daha düşük ısılarda bile bebeğin ağrılarını gidermek, uyku düzenini sağlamak veya telaşlı ve huzursuz bir aileyi rahatlatmak amacıyla bile ateş düşürücü verilmek zorunda kalınabilir. Hatta antipiretik tedavinin febril konvülsiyonları önlediğine dair kesin deliller olmamasına rağmen birçok hekim küçük yaştaki çocuklarda ateş düşürücü tedavi önermeyi uygun görmektedir.



Diğer yandan, ateş, kalp yetersizliği veya kronik anemisi (örn; sickle cell anemi) olan hastalarda kalp yetersizliğini arttırabileceği gibi, kronik akciğer hastalığı ve doğumsal metabolik hastalığı olan hastalarda akciğer yetersizliğini arttırabilir. Ayrıca 6 ay-5 yaş arasındaki çocuklar febril konvülziyonlar için risk taşıdıkları gibi, idyopatik epilepsisi olan hastalarda febril hastalık nöbetlere yol açabilir. Bu nedenle, ciddi kalp hastalığı olan çocuklarda, ateşli dönemlerde metabolik hızın artığı ile birlikte olabilen hipoksik hasarı önlemek için rutin olarak ateşin düşürülmesi önerilmektedir. Ayrıca ateş düşürücüler metabolik ve nörolojik hastalığı olan yüksek riskli hastalarda da yararlıdır.



Ateşin tedavisi yalnızca ateş düşürücü ilaçlarla değil, aynı zamanda uygun yaklaşımlarla desteklenmelidir. Bu destek yaklaşımlar ateş düşürücülerin kullanılması kadar önemlidir.

Ateşli çocuğa ateşinin düşürülmesine yönelik yaklaşım basamakları şöyle olmalı:



I.Destek yaklaşımlar



a) Çocuğun soyularak ince ve gevşek giysiler giydirilmeli, gerekirse sadece bez veya iç çamaşırı ile kalmalıdır. Bu çocuğun ısı düşürme mekanizmalarına yardımcı olacaktır. Çocuk üşüyor veya titriyorsa üzerine kalın örtüler örtülmemelidir, ince bir örtü yeterlidir.



b) Oda ısısının 21-22°C arasında olacak şekilde ayarlanması vücut ısısının kaybını hızlandıracaktır.



c) Terleme ve solunum sayısının artmasına bağlı olarak ateşli çocuklarda sıvı kaybını karşılamak için bol sıvı

verilmeli, böylece dehidratasyon ve vücut ısısındaki daha da artış engellenmiş olacaktır. Oral sıvı alımı iyi

değilse hekim tarafından değerlendirip gerekirse damardan sıcı (serum) verilebilir.



d) Metabolizmanın hızlanmasından dolayı yeterli kalori alımının sağlanması önemlidir. Ateşli dönemde mide

aktivitesinin azalması ve sindirimin yavaşlaması nedeniyle çocukların beslenmesinde yağlı ve zor sindirilen gıdalardan kaçınılmalıdır.



e) Ateşli dönemde vücut ısısını daha da artıracağı için çocuğun fizik aktivitesinin azaltılması uygundur.



f) Ilık tatbikat (su ile pansuman veya banyo), yelpaze, vantilator gibi ısıyı düşürmeye yönelik fiziksel uygulamalar buharlaşma ile ısı kaybını artırıp, ateşin düşmesini kolaylaştıracaktır. Ilık su ile ıslatılmış bez ile boyun, yüz, el bilekleri, diz, koltuk altı, kasık kıvrımları ve karın üzerine (bu bölgelerdeki büyük arterler üzerine; pansuman yapılması uygundur. Ayrıca pansuman veya banyo için ılık su yerine kesinlikle alkol veya soğuk su kullanılmamalıdır; çünkü soğuk su damarlarda büzüşmeye veya titremeyle ısı üretiminin artışına yol açmakta ve alkol de deriden absorbe olarak toksisiteye yol açabilmektedir. Fizik önlemlerin etkileri genelde kısa etkilidir, ayrıca bu tip uygulamalar bazen çocuğun huzursuzluğunu daha da artırabilir, bu nedenle uygulama iyi değerlendirilmelidir.



II. Ateş düşürücü (antipiretik) ilaç tedavisi



Antipiretik tedavi, infeksiyon hastalıklarının gidişinde herhangi bir değişiklik yapmaz, sonucu etkilemez. Bu ilaçlar prostoglandin sentezini inhibe ederek ve hipotalamik ısı ayarını normale düşürerek etki gösterir. Etki bakımından aralarında çok az farklılık vardır. Antipiretik kullanımının önerildiği yüksek ateş sınırı 39-39.5°C’dir. Ancak çocuk kendini sıcak ve rahatsız hissediyorsa daha düşük ateş düzeylerinde de ateş düşürücü verilebilir. Kullanılacak ilaçların kiloya göre ayarlanan hekimin önerdiği dozda verilmesi uygundur. 4 aydan küçük çocuklarda ateş düşürücü verilirken, aile 3 günden daha uzun süre kontrolsüz ilaç kullanılmaması konusunda uyarılmalıdır. Özellikle bu yaş grubunda yüksek doz ilaç kullanımı riski yüksektir. Ateşi düşürmek için antipiretik verilmesine karar verilmiş ise uygulamanın bir süre için (24-48 saat) düzenli verilmesi, aralıklı uygulama ile oluşacak terleme dalgasının rahatsızlık verici etkisini yok edecektir. Çocuk yaş grubunda en sık kullanılan ateş düşürücü ilaçlar: parasetamol, ibuprofen ve metamizoldür. Kortikosteroidler da etkili antipiretikler olmalarına karşın istenmeyen etkileri ve konak savunma sistemi üzerine olan supresyon etkileri nedeni ile antipiretik ajan olarak kullanılmalarını sakıncalı kılmaktadır.













a) Parasetamol (asetaminofen): Ateş düşürücü etkisini beyinde prostoglandin sentezini azaltarak gösterir. Ancak periferde prostoglandin sentezini inhibe etmediği için antienflamatuar etkisi yoktur. Çocuklarda antipiretik dozu 4-6 saatte bir 10-15 mg/kg’dır. Daha emniyetli bir antipiretik olup, ciddi bir yan etkisi yoktur. 2 aydan büyük çocuklarda güvenle kullanılabileceği belirtilmektedir. Uzun süreli kullanımlarda böbrek hasarı, yüksek doz kullanımında da akut tübüler nekroz ve akut karaciğer yetmezliği oluşturmaktadır.



b) ibuprofen: Non-steroid anti-enflamatuar ajan olup, etki mekanizması parasetamolde olduğu gibi hipotalamik COX- 1 ’in inhibisyonuyla PgE 2 ’nin azalmasına bağlıdır . Antipiretik olarak 6-8 saatte bir 5-10 mg/kg dozunda ve maksimum günlük doz 40 mg/kg olarak önerilir. Dispepsi, gastrointestinal kanama, renal kan akımında azalma gibi yan etkileri görülebilir. Böbrek yetmezliği olan çocuklarda kullanılırken dikkatli olunmalıdır. Daha nadir olarak aseptik menenjit, hepatik toksisite ve aplastik anemi görüldüğü bildirilmektedir. ibuprofen, parasetamole göre antipiretik etkisinin daha fazla ve etki süresinin daha uzun olmasına karşın yan etkiler açısından daha fazla risk taşımaktadır.



c)Metamizol (Dipiron-Novaljin): Antipiretik etkisinin mekanizması tam olarak bilinmemekle birlikte, santral sinir sistemi üzerine direkt etki ettiği ve ek olarak endojen pirojenlerin sentezi ve salınımın periferik inhibisyonunu da yapabileceği üzerinde durulmaktadır. En önemli yan etkisi olan agranülositoz (lökositlerin yani akyuvarların çok azalması ve üretilememesi) riski nedeniyle ABD ve ingiltere gibi bazı ülkelerde ruhsat alamamıştır ancak Türkiye dahil pek çok ülkede ruhsat almıştır ve kullanılmaktadır. Metabolitleri böbrekle atılmaktadır ve özellikle çocuk yaş grubunda eliminasyonu hızlıdır. Antipiretik etkinin derecesi yönünden parasetamol ile fark saptanamamış olmasına karşın metamizolün etki süresinin daha uzun olduğu saptanmıştır.





III. Hastalığa yönelik spesifik tedavi



Tüm ateşli çocuklarda önceki basamaklardaki tedavi yaklaşımları yapılırken aynı zamanda ateşin nedenini

açıklamaya yönelik tedavi de planlanmalıdır. Bunun için de öncelikle ateşin nedenini açıklamaya yönelik gerekli incelemeler ve girişimler zaman kaybetmeden yapılmalıdır. Antibiyotiğin bir ateş düşürücü olmadığı, ancak bakteriyel bir etken söz konusu olduğunda kullanılması gerektiği konusunda aileler bilgilendirilmeli ve uyarılmalıdır.



Çocuklarda ateş düşürücülerin dozları ve aralıkları
Parasetamol: (Calpol, Tamol,Tylol) 40-60 mg/kg/gün. 4-6 saat arayla

ibuprofen : (Ibufen, Dolven) 20-40 mg/kg/gün 6-8 saat arayla
 
Besin Allerjileri




BESıN ALLERJıLERı




Çocukların yaklaşık %5 inde besinlere karşı gerçek alerjik reaksiyon görülmektedir. Çocuğunuzda; herhangi bir besini tükettikten sonra iki saat içerisinde aşağıdaki bulgulardan biri veya birkaçını görürseniz besin alerjisinden şüphelenin.

Dudak, dil veya yüzde şişme
Çocuğunuzda arı sokmuş gibi büyük, kırmızı, kaşıntılı, kabarıklık oluşursa
Boğazını temizleme ihtiyacı hissettiren boğaz ağrısı olursa
Bulantı ve/veya kusma olursa
Özellikle egzeması olan çocuklarda ciltte kızarıklık oluşursa
Burun akıntısı, hapşırma, burun çekme, kızarıklık olursa
Nedenleri

Hindistan cevizi ve Hindistan cevizi yağı, yumurta, inek sütü ve süt ürünleri, soya fasulyesi ve soyalı mamalar, buğday en sık alerji yapan besinlerdir.
Bu yiyeceklere ek olarak, balık, deniz kabukluları, fındık,fıstık (pea-nut) tüm alerjilerin %95 ini oluştururlar.
Besin alerjileri zamanla iyileşir
Besin alerjilerinin yarısından fazlası ilk bir yaş içerisinde ortaya çıkar ve 2-3 yaşına kadar kaybolur. Fındık, fıstık, balık, yengeç, karides, ıstakoz, midye gibi kabuklu deniz hayvanları alerjileri hayat boyu devam etme eğilimindedir.


Tedavi
Çocuğunuzu alerjisi olduğu yiyeceklerden uzak tutun.
Aynı gruptan olan benzer yiyeceklerden de uzak durun.
Çamtozuna alerjisi olan çocukların kavun, karpuz gibi yiyeceklerle de artış gösterir.
Arı sokması ve kaşıntı gibi bulgular ortaya çıktığında doktora gidene kadar Benadryl (Fenotral şurup 6 saat arayla birer ölçek), Setrizin (Zyrtec sir 1 ölçek) verilebilirsiniz
 
MÜKEMMELıYETÇı AıLELER MÜKEMMEL AıLELER DEĞıLDıR



Anne babaların çocuk yetiştirme sürecindeki yaklaşımları; çocuğun kişilik gelişiminde etkin bir rol oynar.

Çocuk; yetişkin olmanın adımlarını atmak için çocukluk döneminde edindiği bilgi, deneyim ve becerilerini kullanır. Mükemmeliyetçi bir davranış biçimi içinde çocuklarını büyüten aileler, doğru bir yaklaşım biçimi sergilememektedir.

Bu tip anne babalar; çocuklarından en doğru davranış biçimini beklemektedir. Çocuk yaşamın her alanında en iyisini başarmalı ve en yüksek performansı göstermelidir. Bu durumun nedenleri ve sonuçları ayrıntılı olarak yetişkin dili ile anlatılır. Sonuç iyi olursa çocuk çok şey kazanacak, anne baba daha mutlu olacak ve onu daha fazla sevecektir. Bu değerlendirme ve konuşma yapılırken çocuğun sahip olduğu kapasite göz önünde bulundurulmaz. Evde birçok alanda kurallar ve sınırlar önceden belirlenmiştir ve çocuk buna uymak zorundadır. Uyulmadığı takdirde keskin sınırlar ve cezalar ortaya çıkabilir. Bu tip anne babalar daha çok titiz, temiz ve düzenlidir. Evlerinde birçok şeyin yeri belirlidir ve asla değiştirilmemelidir. Mükemmeliyetçi kişilik özellikleri gösteren bu anne babalar kendi yaşamlarında ve işlerindeki performanslarında da başarı odaklıdır. Bu mükemmelliği yakalayamadıklarında çabuk mutsuz olabilir öfkelenme tepkileri gösterebilirler. Bu durum çocukları ve eşleri ile ilişkilerine olumsuz bir şekilde yansımaktadır.

Bu tip anne babaların çocukları yaşamın her alanında en iyi olmak ister. Yenilmeyi hatta ikinci olmayı bile asla kabul edemez. Bunun için büyük çaba gösterir. ıstenilen hedefe ulaşmak için gereken her şey yapılmalıdır. Örneğin; derslerinin hepsinden sınıfın en yüksek puanına ulaşmak için okuldan gelince yemek yer ve hemen ders başına oturur. Uzun sürelerle çalışır. Sosyal yaşamdan, arkadaşlarından tamamen kendini soyutlar. Hedefe ulaştığında kendine güvenir, herkesin ilgi odağı olduğu ve onu sevdiği düşüncesine kapılır. Başarı onun için her şeydir. Ergenlik ve yetişkinlik döneminde bu çabalar daha çok yoğunlaşır ve mutsuzluklar artma gösterir. Karşı cins tarafından tercih edilmemek, ilgi odağı olamamak büyük mutsuzluklar yaşamasına neden olur. Bu büyük mutsuzluklar intihar düşüncelerini beraberinde getirebilir. Aşağılık duyguları yaşayabilir. Bu çocuklar; başaramadıklarını gördüklerinde her şeyi bırakma davranışı da gösterebilir. Sınav dönemlerinde; kaygıları daha yüksektir. Başarılı olsa da hedefledikleri gibi başaramayacağı düşüncesi bu kaygı düzeyini daha da arttırmaktadır. Yetişkinlik döneminde de mükemmel bir iş, mükemmel bir ilişki, eş, mükemmel bir çocuk hedefler. Bu sonuca ulaşmak için uzun yıllar gösterilen yoğun çaba bireyi zamanla yormakta ve fizyolojik ya da psikolojik rahatsızlıklar için zemin oluşturmaktadır.

Yaşamda sağlıklı, mutlu ve başarılı çocuklar / yetişkinler yetiştirmek isteyen anne – babalar; çocuklarına güven duyduğunu ve onu her koşulda sevdiğini göstermelidir. Onun farklı bir birey olduğunu, kapasitelerinin, ilgi ve becerilerinin ona özgü olduğunu unutmamalıdır. Anne ve baba çocuk için doğru bir model olmayı becerebilmelidir. Çocuğun kendi fikirleri aile içinde alınır ve karar çocuğa bırakılır. Kurallar aile içinde birlikte alınmalı ve bu kurallara ailenin her üyesi uymalıdır.
 
Taze süt diye süt tozu içiyoruz


Dünya süt günü


21 Mayıs Dünya Süt Günü’nde ürkütücü açıklamalar. Ankara Damızlık Süt Sığırı Yetiştirici Birliği Başkanı Cengizhan Yorulmaz, raflardaki sütün yüzde 80’inde süt tozu kullanıldığını söyledi. Yorulmaz’a göre, uzun ömürlü sütler, yoğurtlar, peynir ve dondurmaların çoğu süt tozundan yapılıyor.

“Türkiye’ye ‘mama’ adı altında binlerce ton süt tozu giriyor”
“Süt, bizden alınanın üç katına tüketiciye satılıyor. Bizdeki fiyat düşerken raftaki fiyat artıyor.”
“2008’den bu yana 250 binden fazla damızlık süt sığırı kesildi. Üretici, Dünya Süt Günü’nde süt hayvanlarını kestiriyor.”
 
PASTORıZE SÜT MÜ ÇıĞ SÜT MÜ?
Şimdi batı diyetinde en çok tartışmaya konu olmuş ve yanlış anlaşılmış kısma geldik. Doğulular ve Afrikalılar geleneksel olarak, müshil amaçlı kullanımı hariç sütten uzak durmuşlardır. Ama batı dünyasında insanlara hayatları boyunca her gün süt içmeleri söylenir.

Doğaya baktığımızda, yavruların diğer yiyeceklerle sütten kesildiği zamana kadar yalnızca sütle beslendiğini görürüz. Sütün sindirimini sağlayan laktaz enziminin, ergenliğe geçişle birlikte insan sisteminden kendiliğinden yok olması; yetişkin insanların süte besin olarak kaplanlardan ya da şempanzelerden daha fazla ihtiyacı olmadığını gösteriyor.

Süt, çiğ olarak tüketildiğinde tam protein besin olmasına rağmen yağ da içerdiği için kendinden başka bir besinle zor karışır. Buna rağmen günümüzde yetişkinler diğer yiyecekleri devamlı soğuk sütle "yıkarlar". Süt mideye girdiğinde hemen kesilir ve mevcut başka bir yiyecek varsa kesilmiş süt tanecikleri diğer yiyecek taneciklerinin etrafında pıhtılaşır, onları mide özsularından yalıtırak sindirimi geciktirir, çürüme başlangıcına ortam sağlar. Bu yüzden süt tüketimi ile ilgili ilk ve en önemli kural şudur: "Ya tek başına iç, ya da içme."

Bugün süt, içindeki doğal enzimleri yok eden ve nâzik proteinleri değiştiren pastörizasyonun her yerde uygulanması yüzünden, daha da sindirilemez hâle gelmiştir.

Çiğ süt, sütün sindirimini sağlayan laktaz ve lipaz aktif enzimlerine sahiptir. Canlılığını yitirmiş laktazı ve diğer aktif enzimleri içeren pastörize süt, yetişkin mideler tarafından gerektiği gibi sindirilemez.

Biberonla beslenen bebeklerin yaşadığı karın ağrısı, pişik, solunum rahatsızlıkla-rı, gaz ve diğer rahatsızlıkların da gösterdiği gibi çocuklar bile bu konuda sıkıntı çeker. Enzimlerin eksikliğinin ve hayâtî proteinlerin değişmesinin, sütteki kalsiyumu ve mineral elementleri erittiği de kuşku götürmez.

1930'larda Dr. Francis M. Pottenger, pastörize ve çiğ sütle beslenmenin 900 kedi üzerindeki etkilerine ilişkin 10 yıllık bir çalışma yürüttü. Bir grup yalnızca çiğ süt alırken, diğer grup aynı kaynaktan alınan pastörize sütle beslendi.

Çiğ süt içen grup kuvvet bularak büyüdü, hayatı boyunca sağlıklı, aktif ve canlı kaldı ama pastörize sütle beslenen grup kısa süre sonra durgun, sersem ve normalde insanlarla ilişkilendirilen kalp krizi, böbrek yetmezliği, tiroit bozukluğu, solunum rahatsızlıkları, diş kaybı, kemik zayıflığı, karaciğer iltihabı gibi kronik yozlaştırıcı rahatsızlıklara karşı savunmasız hâle geldi.

Ama Dr. Pottenger'in en çok dikkatini çeken ikinci ve üçüncü nesillere olanlardı. Pastörize sütle beslenen grubun yavrularının hepsi pastörize sütten kalsiyum emiliminin olmadığını gösteren zayıf ve küçük dişler, kalsiyum eksikliğinin açık ifadesi olan güçsüz kemiklerle doğdular.

Çiğ sütle beslenen grubun yavruları ebeveynleri gibi sağlıklı kaldı. Pastörize sütle beslenen grubun üçüncü kuşak yavrularının birçoğu ölü doğarken, kurtulanlar ise kısırdılar ve üreyemiyorlardı. Çiğ sütle beslenen grup soyunu sürdürürken, pastörize sütle beslenen grupta dördüncü nesil olmadığı için deney bitmek durumunda kaldı.

Eğer bunlar pastörize sütün zararlı etkilerinin yeterli kanıtı değilse, ticârî süt endüstrisinin kabul etmekten tiksindiği, kendi annelerinden alınan pastörize sütle beslenen buzağıların genellikle 6 hafta içinde öldüğü gerçeğini dikkate alın.

Çiğ sütün lehinde, pastörize sütün aleyhinde bulunan bu gibi bilimsel kanıtlara ve yirminci yüzyılın başlarına kadar insan türünün çiğ sütle beslendiği gerçeğine rağmen bugün Amerika'da birkaç eyalet hariç çiğ süt satmak yasal değildir.

Doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış süt, insan ömrünü uzatmada hiçbir fayda göstermezken; sütü pastörize etmek raf ömrünü uzattığından süt endüstrisi için daha kârlıdır. Dahası, pastörizasyon hepsini olmasa da bazı tehlikeli mikropları öldürerek sıhhî olmayan mandıralardaki hasta ineklerden alınan sütü göreceli olarak "zararsız" hâle getirir ve bu da süt endüstrisinin mâliyetlerini azaltır.

Dr. Pottenger'in pastörize sütle beslenmiş kedilerinin kısırlaşması ve gücünü yitirmesi için yalnızca üç kuşak geçmesi yeterli olmuştur. Amerikalıların ve Avrupalıların neredeyse aynı sayıdaki kuşağı pastörize sütle beslenmiştir. Bugün, kısırlık Amerikan çiftleri için başta gelen sorunlardan biriyken; kalsiyum eksikliği de öyle yayılmıştır ki, Amerikalı çocukların yüzde doksanı kronik diş çürümesi sorunuyla karşı karşıyadır. ışin daha kötüsü, şimdilerde kaymağının ayrılmasını önlemek için süt "homojenize" ediliyor. Bu, yağ moleküllerinin sütün geri kalanından ayrılmayacağı noktaya kadar mayalanmasını ve öğütülmesini gerektiriyor. Ama aynı zamanda bu durum, süt yağının küçük parçacıklarının ince bağırsağın duvarından kolayca geçmesine izin vererek, doğal niteliğini kaybetmiş yağ ve kolesterolün vücut tarafından emilme miktarını büyük oranda arttırıyor.

Aslında homojenize sütten, saf kremadan aldığınızdan daha fazla süt yağı alırsınız! Kemik erimesi rahatsızlığı olan kadınların pastörize süt ürünleri ile ilgili gerçekleri dikkate almaları gerekir. Doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış bu süt, bu durumu önlemek için yeterince kalsiyum sağlamaz.

Büyük miktarlarda pastörize süt ürünleri tüketen Amerikalı kadınlar, dünyanın en yüksek sayıdaki kemik erimesi vakalarına sahiptirler. Örneğin, çiğ lahana; herhangi bir miktar pastörize süt, yoğurt, çiftlik peyniri veya doğal niteliği bozulmuş diğer süt ürünlerinden daha fazla kalsiyum sağlar.

Kuzey Dakota'nın Grand Folks şehrindeki ınsan Araştırma Merkezi'nde yapılan yeni çalışmalar gösteriyor ki, boron elementi kalsiyumun besinlerden emilmesinde ve kemik yapımında kullanılmasında temel bir role sahiptir.

Daha da dikkate değer bir nokta şudur: Yeterli miktarda boron verildiğinde kadınların kanındaki östrojen seviyesi, Batı'da kemik erimesine karşı genel bir geçici önlem olan östrojen yenileme terapisine duyulan ihtiyacı ortadan kaldırarak, iki katından daha fazla arttı.

Boronu nereden bulabiliriz?
Özellikle elma, armut, üzüm, fındık, lahana ve diğer lifli sebzeler gibi kalsiyumu da bulduğumuz taze meyve ve sebzelerden. Doğa zaten ihtiyacımız olan hayâtî besin kaynaklarının tümünü birbirini tamamlayan şekilde bolca sağlamıştır ama insan onları öldürene kadar pişirmekte ve işlemekte ısrar eder ve sonra diyetinin neden "işe yaramadığını" düşünür durur.

Yetişkinler harika bir besin olan çiğ sütü temin edemedikleri sürece, günlük diyetlerinde yer alan sütü yeniden gözden geçirmelidirler.

Çocuklara "güçlü ve sağlıklı" büyüsünler diye pastörize sütü tıka basa içirtmek düpedüz deliliktir, çünkü en basitinden, bu sütler içlerindeki besin öğelerini sindiremezler. Aslında, doğal niteliğini yitirmiş süt ürünleri, bağırsakları tabaka tabaka balçık gibi çamurla tıkayarak organik besinlerin emilimine engel olduğundan erkekler, kadınlar ve çocuklar diyetlerindeki tüm pastörize süt ürünlerini çıkarmalıdırlar.

ınek sütü buzağılar içindir ve bebekler de sütten kesilene kadar anne sütüyle beslenmelidir. Doğa her iki tip sütü ve sindirim sistemini buna göre tasarlamıştır. Anne ineğin pastörize sütü ile beslenen buzağıların genellikle 6 hafta içinde öldüğü bilimsel olarak belgelenmiştir ki, bu da pastörize inek sütünün buzağı için olduğu gibi, insan için de sağlığa yararlı ve hayat veren bir besin olmadığını gösterir. Buna rağmen, yetişkin insanlar doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış bu salgıyı hem bebeklerine içirirler hem de kendileri tüketirler.

ınek sütü, insan sütünün 4 katı protein ve sadece yarısı kadar karbonhidrat içerir. Pastörizasyon, inek sütünün içinde bulunan yoğun proteinin sindirilmesini sağlayan doğal enzimleri yok eder. Böylece; bu fazla süt proteini, bağırsakları çamurla tıkayarak, insanın sindirim yolunda çürür.

Bu çamurun bir kısmı kana sızar. Süt ürünlerinin günlük tüketimleriyle bu kokuşmuş çamur biriktikçe, vücut çamurun bir kısmını deriden (sivilce, leke ile) ve ciğerlerden (nezle ile) dışarı atarken kalanı içeride iltihaplanır, enfeksiyonlara sebep olan mukoz oluşturur, alerjik tepkilere yol açar, eklemleri kalsiyum tortularıyla sertleştirir. Kronik astım, alerji, kulak enfeksiyonları ve sivilceler çoğu kez süt ürünlerini diyetten çıkarmakla kolayca iyileştirilebilir.

ınek sütü ürünleri özellikle kadınlar için zararlıdır. Süt kadınların vücudundan dışarı akmalıdır, içeri değil. Pastörize inek sütünün kadınları güçten düşüren etkileri, süt üretimini arttırmak için ineklere enjekte edilen sentetik hormonlarla daha da şiddetlenir. Bu kimyasallar titizlikle dengelenmiş dişi endokrin sistemine çok zarar verir. Besin ve ıyileşme (Food and Healing) adlı kitabında besin terapisti Anne Marie Colbin süt ürünlerinin kadınlar için yarattığı felaketi şöyle açıklar: "Süt, peynir, yoğurt ve dondurma gibi süt ürünlerinin tüketimiyle; yumurtalık tümörünü ve kistlerini, vajinal akıntıları ve enfeksiyonları da kapsayan dişi üreme sistemindeki çeşitli hastalıklar kuvvetle bağlantılıdır. Bu bağlantının, süt ürünlerinin tüketimine son verdiklerinde problemlerin azaldığını veya yok olduğunu bildiren tanıdığım sayısız kadın tarafından defalarca doğrulandığını görüyorum.

Lifli tümörlerin geçtiğini veya dağıldığını, rahim kanserinin durduğunu, adet düzensizliklerinin düzeldiğini duyuyorum. Kısırlık bile bu yaklaşımla birkaç örnekte ortadan kalkmış görünüyor." Birçok kadın ve erkek, doktorları iyi bir kalsiyum kaynağı olduğunu söylediği için süt ürünleri tüketiyor. Bu bâtıl bir tavsiyedir. Doğrudur, 100 gramında 33 mg kalsiyum bulunan insan sütü ile karşılaştırıldığında, inek sütü her 100 gramında 118 mg kalsiyum içerir.

Ama ayrıca, inek sütü 100 gramında insan sütünde 18 mg bulunan fosfordan 97 mg içerir. Fosfor, sindirim yolunda kalsiyum ile birleşir ve aslında kalsiyumun emilimini önler. New York Devlet Üniversitesi tıp merkezinin pediatri bölüm başkanı Dr. Frank Oski şöyle diyor: "Yalnızca Kalsiyum-Fosfor oranı 2-1 olan besinler temel kalsiyum kaynağı olarak kullanılmalıdır. ınsan sütünün oranı 2.35'e 1, inek sütününki yalnızca 1.27'ye 1. ınek sütü ayrıca 100 gramında 16 mg sodyum içeren insan sütü ile karşılaştırıldığında 50 mg sodyum içerir, yani süt ürünleri muhtemelen modern batı dünyası diyetinin en yaygın aşırı sodyum kaynaklarından biridir."

Bununla beraber, inek sütü daha iyi sindirilen ve sağlığa yararlı olan diğer besinler kadar iyi bir kalsiyum deposu değildir. 100 gramında 118 mg kalsiyum bulunan inek sütünü diğer besinlerin 100 gramı ile karşılaştırın:

Badem (254 mg), brokoli (130 mg), kıvırcık lahana (187 mg), susam tohumu (1,160 mg), bir tür su yosunu olan kelp (1,093 mg) ve sardalya balığı (400mg). Kemik erimesine gelirsek, bunun daha çok beslenmedeki kalsiyum eksikliğinden değil, özelikle şeker gibi kemiklerden ve dişlerden kalsiyumu süzen beslenme etkenlerinden kaynaklandığını görürüz.

Şeker, et, rafine nişasta ve alkolün tümü, kanda sürekli bir asit ortamı yaratır ve asidik kanın kemiklerden kalsiyumu çözdüğü bilinir. Osteoporozu düzeltmek için en iyi yol, yukarıda belirtilen süt ürünü haricindeki kalsiyumca zengin besinleri tüketirken aynı zamanda kemiklerden kalsiyum çalan asit arttırıcıları diyetten çıkarmaktır. 3 mg boron minerali takviyesinin de kemiklerin kalsiyumu emmesine ve tutmasına yardım ettiği görülür.

Geleneksel Çin tıbbı açısından bakarsak, süt bir çeşit "cinsel öz"dür. ınsan türünün başka bir türün cinsel özünü içmesi özellikle kadınlar için sadece hastalığa yol açar, çünkü içerdiği hormonlar insanın endokrin sisteminin hassas dengesini bozar. Eğer süt ürünleri içmekte ısrarlıysanız, en iyi tercihiniz insan sütünün besinsel karışımına ve dengesine yaklaşan keçi sütü olmalıdır. ınek sütünden yapılmış yegane tehlikesiz ürünler sindirilebilen bir yağ olan taze tereyağı, laktobakteri tarafından sizin için önceden sindirilmiş taze mayalanmış yoğurttur. Ama bunlar bile mâkul ölçülerde ve mümkünse çiğ, pastörize olmayan sütten yapılmış olmalıdır.
 
süt ile ilgili yazıları prof.dr.Ahmet Aydın hocadan aldım ilk okuduğumda ben cok şaşırmıştım..
 
X