ANKARA ÇIK DIŞARI (ALINTIDIR)
Ankara'ya bir şeyler oldu. Eskiden sıkıcı bir memur kenti olarak anılan Ankara bugün, artan restoran, kafe ve barları, kısacası 'dışarı' kültürüyle ıstanbul'a kafa tutuyor. En gözde, en özgün ve artık Ankaralılar arasında klasikleşmiş yeme-içme ve eğlence mekânları aracılığıyla başkentin değişen yüzünü keşfedin
Ağdalı bir girizgaha gerek yok: Bu derginin okuyucularının da dahil olduğu önemli bir kesimin gözünde Ankara, ıstanbul'un kozmopolitliğinden, ızmir'in sevimliliğinden yoksun, merkezi yönetimin tüm özelliklerini kendinde toplamış bir öğrenci ve memur kentidir. ıstanbul'da beş yıl geçirmiş, ızmir'i de mütemadiyen ziyaret eden biri olarak ne kozmopolitlik, ne de sevimlilik konusunda itiraz edebilirim. Ancak Ankara'yı halen öğrenci ve memur kenti olarak tanımlayanlara da itirazım var. Ankara, özellikle son 10 yılda Türkiye'deki toplumsal sınıfl arda gerçekleşen kökten değişimden nasibini aldı. Eline iyi para geçenler, meşhur ikili 'araba ve ev'in yanına bir de iyi yaşamayı ekledi. ıyi yaşamanın en önemli bileşenlerinden birinin iyi yemek olduğunun farkında olanlar, bu yeni gereksinimlere ayak uydurabilmek için ya yeni yerler açtılar ya da eskilerini yenilediler.
Bu değişime Ankara'nın coğrafyasındaki değişimler eşlik etti: Kentin kalabalığından kaçmak isteyenler, kendilerini Ankara'nın dışına, gitgide daha dışına attılar. ıstanbul'daki gibi Ankara'da da şehrin sosyopolitik yapısıyla uzaktan yakından ilişkisi ve ilgisi bulunmayan, kendi kendilerine yeten uydu kentler oluştu.
Ankara sokaklarında çekilmez hale gelen trafiğe, artan özel araç -özellikle şehirden başka hiçbir yerde kullanılmayan cip- sayısına, şehrin çirkinleşen mimarisine bakıp eski günleri yâd etmemek mümkün değil. Ancak -ve keza- tüm ülkeyi etkisi altına alan değişimden Ankara'nın etkilenmemesini beklemek de. Düşünüyorum da, bu değişimden en az mutsuz olanların, boğazına düşkün olanlar olması gerekir. Ankara'nın bir 'ev' kültürü vardı: Öğrenciler, aileler evde toplanır, bir buluşma ve sohbet mekânı olarak evler kullanılırdı.
Artık Ankara'da da bir 'dışarı' kültürü var.
Biz de o dışarıya kendimizi atsak, başlamamız gereken yer, hiç şüphesiz Ankara'nın yaşayan en eski semti, Ankara Kalesi'ni de barındıran Samanpazarı olurdu. Samanpazarı, modern zamanların yıkıcı hızından kendisini görece kurtarabilmiş bir semt. Sanki Ankara Kalesi çevresinde adeta görünmez bir kapı vardır, o kapıdan geçince zamanın hızı değişir. O kapının içerisinde, Türkiye'nin en zengin müzelerinden biri olan Anadolu Medeniyetleri Müzesi bulunuyor. Türkiye'nin dört bir yanından başkente getirilmiş irili ufaklı buluntular, Cumhuriyet'ten de eski bu müzede yetkin bir biçimde sergileniyor. Ankara'ya gelen birçok mühim uluslararası devlet insanı, bu müzeyi programlarına mutlaka dahil eder. nadolu Medeniyetleri Müzesi'ne gitmişken, kalenin biraz daha içlerindeki Ankara evlerini çevreleyen dar sokaklarda amaçsızca dolaşmak ya da kalenin tepesine tırmanmak arasında seçim yapabilirsiniz. Kalenin içindeki baharat ve kuruyemiş dükkânlarına şöyle bir girin, bildiğiniz bilmediğiniz envaiçeşit baharatı size anlatmaya hevesli dükkân sahiplerinin sözlerine kendinizi bırakın.
Açık hava keyfi içinse parklara yönelin. Ankara'nın en güzel parklarından biri, şehrin güneyindeki Botanik Park. Adından da anlaşılacağı üzere burası, Ankara'nın kırsal ikliminin izin verdiği bitkilerin yetiştirildiği bir parkmış. Bugünlerde bu işlevini kaybetse de sessizliği ve yeşilliğiyle ziyaret edilmeyi hak ediyor. Botanik Parkı'na meydan okuyabilecek tek park, Seğmenler Parkı. Seğmenler de tıpkı Botanik gibi şehir gürültüsünden uzakta bir park. Kötü tarafı, köpeklerini gezdirenlerin tercih ettiği başlıca park olması, bu yüzden biraz kalabalık. ıyi tarafı ise bu kalabalıkta beklenmedik sürprizlere, örneğin açık havada eskrim yapan Kuzgun Spor Kulübü üyelerine rastlayabilirsiniz.
Ankaralıların neden iyi müzik dinleyicisi olduğunu öğrenmek istiyorsanız Shades'e gidin. Ankara ve müzik deyince akla gelen ilk isim, Shades'in sahibi Süleyman Özyıldırım'dır. Tunalı Hilmi Caddesi'nin tam ortasındaki Tunalı Pasajı'nın alt katında yer alan Shades adlı müzik dükkânının rahlesinden geçen herkes, iyi bir müzik dinleyicisi olup çıkar. Rock, blues ve cazın iyisiyle ilgiliyseniz, Süleyman'ın müzik bilgisi bir nevi yaşayan kütüphane işlevi görür. Aklınıza bir melodi takıldıysa, Süleyman'a danışın. Bir albümü Türkiye'de hiçbir yerde bulamayacağınızı düşünüyorsanız, Süleyman'a sorun. Tunalı Hilmi Caddesi civarındaysanız ve kulağınıza iyi davranmak istiyorsanız, Süleyman'a uğrayın. Canınız müzik konuşmak istiyorsa, Süleyman'ın kapısını çalın. Facebook'ta adına grup kurulmuş, eski yeni binlerce müdavimi olmuş bir dükkândır Shades.
Alışveriş merkezlerinin sentetik havasından sıtkı sıyrılanlara iyi haberimiz yok. Alışveriş merkezi çılgınlığı Ankara'yı da sarmış durumda. Öyle ki, Ankara'nın en işlek alışveriş merkezlerinden birinin hemen yanına şu sıralar yeni ve daha büyük bir alışveriş merkezi yapılıyor. Ancak özellikle yukarıda anlattığımız kale/müze hattında Çıkrıkçılar Yokuşu'nda hoş zanaat ürünlerine rastlamak mümkün.
Kafelerden devam edelim: Şu büyük kahveciler ya da 'ulusal' ölçekteki pastaneler gibi kendi tasarımını dayatan mekânlardan hazzetmeyenleri Ankara'da güzel sürprizler bekliyor. Eskiden popüler bir alışveriş sokağı olan, yeni trafi k düzeni sayesinde kentin ana arterlerinden biri haline gelen ünlü Tunalı Hilmi Caddesi'nin eski ruhunu korumasına yardımcı olan iki kafe var: ılki, Cafe des Cafes (0312 428 01 76). ıddiasız tasarımı ile her kesimden insanı teklifsizce buyur eden Cafe des Cafes'de avokadolu, portakallı, iç fıstıklı salatayı ve sıcak şarabı deneyin. Diğer kafe ise Cafe des Cafes'e yürüyerek iki dakika mesafede, Bülten Sokak'taki Cafe Bien
Küçücük bahçesi sokağın üzerinde olmasına rağmen sizi sokağın hayhuyundan uzaklaştırmayı beceren Cafe Bien'in spesiyalitesi ise iyi müziği, ayrıca içerideki herkesin birbirini tanıyor ya da bir kadeh içkiden sonra tanıyacak olduğu izlenimine yol açan içten ortamı. Bir diğer Ankara klasiği ise restoranları ile bilinen Arjantin Caddesi'ndeki Cafemiz .Cafemiz'in daha ciddi bir ortamı var, ama yemekleri çok daha iyi.
Buradan biraz yukarı, Reşit Galip Caddesi'ne çıkınca Makkarna'yı göreceksiniz. Adı kendini anlatıyor gerçi; ama burada benim taktiğim, ev yapımı makarnalarını kilo usulü satın almak, mekânda ise bugüne kadar tattığım en güzel pizza olan soğanlı, kurutulmuş domatesli pizzadan yemek. Ankara'da kebap kültürü, bürokrat nüfusu itibarıyla kaçınılmaz. Ama iyi kebabın sırrı malum: Hiç beklemediğiniz salaş bir dükkanda yaşamınızın en iyi kebabına rastlayabilirsiniz. Bu yüzden bu, biraz şansa bakan bir yemek türü. Yine de, 'Ben hem tat hem servis niteliğiyle tatmin olayım' diyenler için iki öneri: Kavaklıdere'de Güniz Sokak'taki Hacı Arif Bey Restaurant ile Yıldız'daki Etrak adlı kebap salonu.
Ankara'da şöyle bir şehir efsanesi vardır: Karadeniz'de tutulan balığın iyisi, ekâbiri mutlu etmek için Ankara'ya gönderilir; kalanlar ise memlekete dağıtılır. Bu, Ankaralıların denize uzaklıklarını unutmak için uydurdukları bir öykü müdür bilinmez, ancak Ankara'da balık restoranları hiç de fena değil. Yıldız'daki Pişirme Evi ve Oran'daki Kalbur , muhtelif balığın farklı pişirme yöntemleriyle de servis edildiği iki ayrıksı mekan.
Ankara'da gece yaşamı ise yaşa göre farklılık gösteriyor. Barların çoğu gençlere yönelik. Ama hatırı sayılır sayıda bar da müdavimleriyle birlikte yaşlanıyor. Böyle barlara en güzel örnek, James Cook . Burası kendinizi rahat hissetmemenizin mümkün olmadığı bir bar. Gürültüden uzakta bir şey içmek istiyorsanız ön tarafa, arkadaşlarınızla kimsenin kınayan bakışlarına maruz kalmadan bağırarak ya da gülerek konuşmak istiyorsanız arka tarafa geçin.
Ankara'nın alametifarikalarından biri, Kıtır Piliç'tir . Ankara henüz bir gaz ve toz bulutuyken, Kıtır Piliç Kuğulu Park'ın dibindeki yerinde bize kumpir, midye, kokoreç servis ediyor, içerideki yüksek sesli blues müziği, bizim için blues ve hard rock kursu yerine geçiyordu. 80'lerin müziğinin çaldığı, öğrenci kantini kıvamındaki Kıtır Piliç kalitenin değil, ritüelin önemli olduğu pub'lardan biri. Bu yüzden buraya yüksek beklentilerle değil, gözlemci bir ruhla gitmek gerekir.
Kıtır Piliç'te yer bulamazsanız, hemen altında gençlerin görece yeni gözdelerinden Random Bar var. Yazın açıktaki masalarda oturup biranızı yudumlamak büyük keyif. Ancak sigara yasağı, diğer barlarda olduğu gibi burada da masaların inatçı tiryakiler için soğuk havalarda bile dışarıda kalmasına neden oluyor.
Eski Ankaralıların müdavimi oldukları yerlerin başında ise yakında aynı adlı filmi post prodüksiyondan çıkacak olan Siyah Beyaz geliyor. Düşünsenize, kaç bara adıyla sanıyla filminin yapılması nasip olur ki? 25 yıllık bar hem içkinizi yudumlayıp kitabınızı okumak hem de sıkı ve kıdemli rockçı ağabeyleri, müziklerini icra ederken dinlemek için iyi bir seçim. Aklınızda olsun: Ahmet Boyacıoğlu'nun yönettiği ve Taner Birsel, Tuncel Kurtiz, Erkan Can, Nejat ışler, Derya Alabora ve Şevval Sam gibi isimlerin barın müdavimlerini oynadığı film, 2010'un baharında gösterime girecek.
Aynı yaş grubuna hitap eden bir de Marilyn Monroe var. Bir ara kapanan, ama birkaç yıl önce yeniden açılan bar, bugünlerde eski müdavimlerini geri kazanmak için çaba harcıyor. ıçeri girince fark edeceksiniz, bu barda insanı kendine çeken tuhaf bir hava var. Uyarmadı demeyin: Işıklandırma sistemi, insanı bir duble viski eşliğinde hayatın anlamını düşünmeye kışkırtabilir.
Ankara'da ıstanbul'daki Nevizade gibi bir meyhane kompleksi yok. Gerçi, Kızılay'daki SSK ışhanı dört kata yayılmış barlarıyla dünyanın en tuhaf 'işhanlarından' biri unvanını hak ediyor. Ama benim meyhane önerim, Ruhi Bey Meyhanesi Türkçe 'hafif' parçalar eşliğinde rakınızı yudumlayabileceğiniz, kimsenin sesini -alkolün etkisiyle de olsa- yükseltmediği, dingin bir mekan.
Şanslıysanız, kekik ve zeytinyağı ile marine edilmiş domates kurusuna denk düşebilirsiniz. Mütevazı bir laterna biçiminde dekore edilmiş olan Gelidonya Feneri , diğer önerim. Balıkları standart, ama Girit mezeleri muhteşem.
Ankara'da laterna biçiminde tasarlanmış, Ege'nin öbür yakasının mezelerini sunan iki yer daha var. Birinin adı, Laternadiğerininki ise Ege Dekorasyon olarak Laterna, adının hakkını veriyor. Canlı müziğin de olduğu mekana daha çok gençler rağbet ediyor. Diğeri ise daha az 'hip', daha çok ağır Egeli ağabeylerin gittiği klasik bir Yunan laternası gibi. Ama hangisine giderseniz gidin, hiçbiri meze bakımından sizi hayal kırıklığına uğratmayacaktır.
Geldik tatlı faslına. Ankara'da pastaneler, birer buluşma noktasıdır. Kentte pastanelere sadece alışveriş için değil, oturup sohbet etmek, bir şey yiyip içmek için de gidilir. Liva Ankara'nın en bilindik pastanelerinden biri; kentin muhtelif köşelerinde şubesi var. Her pastanede rastlayabileceğiniz klasiklerin altından maharetle kalkıyor, üstüne kendi orijinal ürünlerini ekliyor. Bir diğer pastane ise, Liva kadar büyük olmasa da onun yolunu izleyen Coccinella
Coccinella, ıtalyancada uğurböceği anlamına geliyor -ki pastanenin logosu da bir uğur böceği- ve pastaları gerçekten çok leziz. En başta söylediğim gibi, Ankara'daki ev kültürü yerini dışarı kültürüne, hem de çok hızlı bırakıyor. Bu hız yüzünden atladığımız iyi restoranlar, barlar vb. mekanların haddi hesabı olmasa gerekir. Onlar bizi affetsin, siz de bir sonraki Ankara yolculuğunuzda bu yazıyı koltuğunuzun altına alıp iyi yemek ve eğlence avına çıkın.
Yazı: Ertan Keskinsoy