Evde ekmek kalmamıştır. Biri, bir koşu bakkala/markete gidip almalıdır. Kim? Evin babası mı, on yaşındaki kızı mı, yoksa anne mi? Baba yorgun argın eve gelip televizyon karşısında o kanal bu kanal dolaşmaya başlamıştır çoktan.
En makulü evin erkek çocuğudur. Anne on üç yaşındaki oğluna seslenir. O ise kıyamet kopsa duyamaz halde, bilgisayardaki oyuna dalmış, o savaştan bu savaşa at koşturmakta, kahramanlıklar düşlemektedir.
Başını bilgisayardan milim kaldırmaz. "Görmedim, işitmedim" oynamaktadır. Anne bir kez daha seslenir. Evin ergen erkeğinden yine çıt çıkmaz. Annenin siniri tepesine çıkar. Avazı çıktığı kadar bağırır. Evin ergen erkeği kapıyı çarpıp odasından çıkar. Giderken dış kapıyı da çarpar. Asansörün kapısını da... Tüm kapılar düşman, açılmak ve kapanmak için değil de sanki çarpılmak için karşısına konmuştur.
Anne üzgün ve şaşkındır. Erkek evladı, onun "paşası, biriciği, bütün hayatını ona adadığı/adayacağı, bir dediğini iki etmediği evladı" neden sözünü dinlemiyordur? Neden asidir? Bir yandan çorba karıştırmakta, bir yandan da dalıp dalıp gitmektedir.
Ergen erkek, elinde ekmek, oflaya puflaya çıkagelir, hırsla ekmeği mutfağa bırakır. Zannederseniz ona büyük bir haksızlık yapılmıştır. Bilgisayar oyununu yarıda kesip onu bakkala/markete göndermeye kimsenin hakkı yoktur.
Ergen erkek çocuğun iki sorun yaşadığı görünmektedir. Birincisi, hazzın ertelenmesinde sorun; bilgisayar oyunundan aldığı hazzı terk edip ertelemeye direnci. Sanki hayatı sürekli haz içinde geçmeli, kesintiye uğramamalıdır. İkincisiyse, ailedeki sorumluluklara katılmadaki gönülsüzlüğü, sorumluluğu olduğu bilincinin olmaması; markete gidip ekmek almanın ona tuhaf görünmesi.
Bu coğrafyada annelerin erkek çocuklarına özel bir zafiyeti var. Onları hayatlarının bir nevi garantisi gibi görüp öyle muamele ederler. Annenin birden fazla erkek çocuğu varsa, genelde içlerinden birini seçer ve tüm yatırımını onun üzerine yapar, hayatını özellikle ona adeta adar.
Bir iki yaşlarından itibaren yaşına uygun sorumluluklar verilmeye başlanılmayan çocuklar -özellikle erkeklerin başına geliyor bu- ileriki yaşlarda bir bakkala markete gitmeye bile üşenir. Sonra sonra talep edilen sorumluluklara ve görevlendirmelere çocuklar hem şaşırır hem de tepki gösterir. "Şu ana kadar ben ki yatağını bir kere toplamamış, bir kere bile çorabını kirli sepetine atmamışken, bu da ne oluyor şimdi" duygusu yaşarlar. Son model telefonun kendisine alınma hakkını görür: "İstediklerimi almak zorundasınız. Yoksa niye doğurdunuz ki beni!" diye düşünürler.
Günümüzde çocukların sanki tek sorumlulukları ders çalışmakmış gibi yanlış bir kabul var. Anneler çocukları ders çalıştığı sürece odasına gelip ona her türlü hizmeti yapmaya hazır ve nazırdırlar. Masalarına kadar getirdikleri çayın şekerini bile karıştıracak kadar hizmete amadedirler. İlköğretime giden çocuklarının ağzına hâlâ lokma koyan anneler bile vardır.
Annelerimizin şefkatli sineleri hayatımızdaki en güvenilir limandır. Anneler hayattaki en asil duygunun, şefkatin en parlak tecelligâhıdır. Ancak, anneler şunu da günümüzde sıklıkla unutur: "Allah'ın şefkatinden fazla şefkat, şefkat değildir."
İstekleri hemen yerine getirmek, sınır koymamak, yeterli sorumluluk vermemek demek; arzularına meftun, keyfine düşkün, sınırlama ve kısıtlamalara alışık olmayan, "şımartılmış çocuk narsisizmi" denilen kişiliklerin oluşması demektir. İnsan nefsi hazcıdır. Hazır bir dirhem lezzet, sonrasındaki tonlarca lezzete müreccahtır. O an oynadığı bilgisayar oyunundan alınan hazzı, şimdi ders çalışıp ertesi günü iyi bir nottan alacağı hazza tercih edebilir.
Hulasa, çocuklara zamanında verilmeyen sorumluluk sonrasında istenemez!
Önümüzdeki hafta "Benim paşa oğlum" psikolojisiyle büyütülen bir erkeğin evlenince yaşadıklarına değinmeye çalışacağım.
m.ulusoy@zaman.com.tr