Asıl kazanan kim?

realist

Nirvana
Kayıtlı Üye
3 Aralık 2006
3.073
132
62
Güneşli bir gündü. Kadın parkta yanında oturan adama “Bakın, salıncakta sallanan şu kırmızı kazaklı çocuk benim oğlum” dedi.

Adam gülümseyerek “Güzel bir oğlunuz var” dedi. “Diğer salıncaktaki mavi kazaklı çocukda benim oğlum”

Sonra saatine baktı ve “Heyyy, Todd, sanırım artık gitme zamanı” diye seslendi oğluna.

Çocuk salıncakta yükselirken “Beş dakika daha baba, lütfen yalnızca beş dakika daha” diye karşılık verdi babasına.

Adam başını “peki” anlamında sallayınca çocuk neşeyle sallanmaya devam etti.

Dakikalar sonra adam ayağa kalkarak tekrar seslendi oğluna “Todd, artık gidelim mi, ne dersin?”

Çocuk yine gitmeye isteksiz “Ne olur baba, beş dakika daha, lütfen, beş dakika daha” diye bağırdı babasına.

Adam” Tamam” deyince çocuk kahkahalar atarak sallanmaya devam etti.

Sonunda kadın dayanamadı ve sesinde gizli bir hayranlıkla “Ne kadar sabırlı bir babasınız” dedi .

Adam gülümsedi kadına. “Sabır değil yaptığım bayan” dedi. “Büyük oğlum Tommy’yi geçen yıl burada sarhoş bir sürücünün çarpması sonucu kaybettim. Buraya yakın yolda bisiklet sürüyordu. Tommy’e hiç yeterince zaman ayırmamıstım. Oysa şimdi onunla beş dakika daha fazla birlikte olabilmek için herşeyi yapardım. Todd’la ayni hatayı yapmayacağıma söz verdim kendi kendime..

O her “Beş dakika daha baba” dediği zaman , oyun oynamak için beş dakika daha kazandığını düşünüyor, oysa işin gerçeği ne biliyor musunuz? Ben onu oyun oynarken beş dakika daha fazla izleyebiliyorum, asıl kazanan benim”
(tavuk suyuna çorba'dan)
 
Arjantin' li ünlü golf ustası Robert de Vincenzo, yine bir turnuvayı
kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve kulüp binasına gidip
oradan
ayrılmak üzere hazırlanmıştı. Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki
arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaştı. Kadın, başarısını
kutladıktan
sonra ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı. Zavallı
kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı. Kadının anlattığı
öykü De
Vincenzo'yu çok etkilemişti, hemen cebinden bir çek defterine ve kalem
çıkarttı, turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı. Çeki
kadının
eline sıkıştırırken de ona:
- 'Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın...' dedi.

Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken, Profesyonel Golf Derneği'nin
bir
görevlisi yanına geldi.
- 'Otoparktaki görevli çocuklar bana geçen hafta turnuvayı kazandıktan
sonra
yanınıza bir kadının geldiğini ve onunla konuştuğunu söylediler' dedi.

De Vincenzo başını salladı. 'Evet' dedi
Görevli:
- 'Size bir haberim var o zaman. O kadın bir sahtekardır. Üstelik hasta
bir
çocuğu da yok! '
- 'Sizi fena halde kandırmış efendim! ' dedi alaycı bir tavırla.

De Vincenzo;
- 'Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu? ' dedi.
- 'Hayır, yok' dedi görevli.
- 'ışte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber! ' dedi De Vincenzo.


'AYNI PENCEREDEN DIŞARI BAKAN ıKı ADAMDAN BıRı
SOKAKTAKı ÇAMURU, DıĞERı ıSE GÖKTEKı YILDIZLARI GÖRÜR.

Frederick Langbridge
 
Baldan Umut....



Köyün birinde arıcılıkla uğraşan bir ailenin beş altı yaşlarındaki çocuğu yemeden içmeden kesilivermiş. Su ve bal dışında bir şeyin yüzüne bakmıyormuş. Ne ekmek, ne süt, ne şeker kesinlikle yemiyormuş. Ailenin, akrabaların, arkadaşların, tüm köy halkının çabaları işe yaramamış. Ufaklık balı parmaklıyor, başka hiçbir şeyi ağzına koymuyormuş. Gitikçe zayıflayan çocuğu doktor doktor, hoca hoca gezdirmişler. Büyülere, telkinlere götürmüşler. Para etmemiş. Çocuğun gözü baldan başka bir şey görmüyormuş. Tabii ağzı ve midesi de öyle...

Sonra bir gün bilen kişiler bir erenden övgüyle bahsetmişler. Her gün bir kapıya giden aile, iskelete dönen çocuğu alıp eren kişinin kapısına varmış. Yaşlı adam onları uzun uzun dinledikten sonra bir iç geçirmiş ve demiş ki:
- "Bilmiyorum, belki elimden bir şey gelir ama bana on gün müsaade etmeniz gerekir. Yine de size söz veremem. On gün sonra ne olur bilemem. Belki bir yardımım dokunur."
Ailenin tüm ısrarlarına rağmen yaşlı adam on gün sonra görüşmek üzere onları yolcu etmiş.

On gün boyunca çocuğu kapı kapı gezdiren, ufaklığın hiçbir telkin tınmayan sabit bakışlarını ve iyice güçsüzleşen bedenini umutsuzca izleyen aile, on gün sonra yaşlı adamın karşısına çıkmışlar. Yaşlı adam sabırsızlıkla kendisine bakan anneyle babanın elinden çocuğu tutup yanına çekmiş, ona şöyle bir bakmış:
- "Baldan başka şeyler de yeniyor, daha iyi oluyor..." demiş ve bir parça ekmek uzatmış. Çocuk da başını sallayıp ekmeği kemirmeye başlamış.

O günden sonra her şeyi yemeğe başlayan çocuğun ailesi bayram etmiş tabii. Ama babası bir yandan da büyük bir meraka düşmüş. "Bu dervişin söyledilerini bin kere başkaları da söyledi. Daha güzel, daha etkileyici laflar edenler de oldu. Ama çocuk niye bu adamı dinledi? ıhtiyardaki keramet nedir? Dur hele... Belki işime yarar... ışin sırrını öğrenirsem herkese istediğim her şeyi yaptırırım" deyip yaşlı adamın peşine düşmüş. Onu görür görmez dolambaçlı yollardan sorusunu sormuş.

Derviş bu karmaşık laflar içindeki soruyu farkedince gülümsemiş. "Basit" demiş. "Ben de bal düşkünüyüm. Kulübenin arkasında iki kovan var. Bazı günler sadece bal yiyorum. Başka şey yemek hiç canım istemiyor. Zorunluluktan yiyorum. Siz çocuğu getirdiğinizde ağzımdan çıkan sözün sahibi olmak için on gün müsaade istedim ve on gün ağzıma bal koymadım. Zor oldu ama başardım. Gördüm ki baldan başka şeyler de yenirmiş. Bunu söyledim. Çocuk benim kendi söylediklerime yürekten inandığımı hissetti. Bu nedenle inandı" demiş ve keramet avcısı babanın gözlerine bakıp sözlerini şöyle bitirmiş:

"Yürekten akan sözler yüreğe akar. Ağızdan çıkan sözler ise bir kulaktan girer bir kulaktan çıkar..."
 
DOĞUM GÜNÜ HEDıYESı

Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir
dostum olan fırıncı,"Biraz bekleyeceksin hocam," dedi.
"ıki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum."

Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye
yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol
yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe
topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına
yaklaşarak, "Ekmeklerimi alayım," dedi.
"Benim ikizler acıkmıştır."

Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın
altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan
ekmeklerden dört-beş tane çıkardı.

Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş,
tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç
tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu.

Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum. Neden taze ekmeği
beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!..

"Bayat ekmekleri kendisi istiyor." dedi fırıncı. "Çok fakir
olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum."

"Kim bu adam?" diye sordum.

"Kore gazilerinden " dedi. "Oğluyla gelini bir trafik kazasında
vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır
onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla."

Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve
ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum.

"Aradaki farkı ben vereyim," dedim. "Hiç olmazsa bugün
taze ekmek yesinler." Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz
sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına
doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu.

"Çok şanslısın hacı amca," dedi. Çocuklar için sana
bugün pasta gibi ekmek vereceğim."

Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı
göğsüne bastırırken. "Allah, senden razı olsun evladım" dedi.
"Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun?"
 
Iste sevgi bu.

Oldukça yogun bir sabah.. Tahminen saat 8:30 da seksenlerinde,yasli
bir
adam
basparmagindaki dikisleri aldirmak üzere içeri girdi. Çok acelesi
oldugunu
söyledi, zira saat tam 9:00 da bir randevusu varmis. Onun canli
titresimlerini hissettim adeta ve kendisine oturmasini söyledim.
Çünkü tedavisinin bitmesi ve onun birisini görmesi en azindan bir saat
sürerdi. Saatine baktigini görünce, baska bir hastam da olmadigi için
yarasi ile
ben
mesgul oldum. Tetkik ettigimde yaranin çok güzel iyilestigini
görünce doktorlardan birisine bantlari açmasini ve yeniden sarmasini
söyledim. Yaranin tedavisi esnasinda konusmaya basladik. Bu kadar
acelesi
olduguna göre acaba bu sabah bir doktorla mi randevusu oldugunu sordum.
Bana hayir diye cevap verdi. Bana bakimevine gidip esi ile kahvalti
etmek
için
acelesi
oldugunu söyledi. O zaman esinin sihhatinin nasil oldugunu sordum.
Bana orada uzun bir süredir kaldigini ve Alzheimer hastaliginin bir
kurbani oldugunu nakletti. Konusurken yarasini da sarmis bulundum ve
karisi
onu beklerken biraz da geç kalmis olmasindan dolayi acaba esiniz
endise duyar mi dedim. Bana bes seneden beri onun kim oldugunu bile
bilmedigini
ve
kendisini tanimadigini söyledi. Sasirmistim. "sizi tanimadigi halde
yine
de
her sabah onu görmeye mi gidiyorsunuz?" . elimi oksayarak gülümsedi.
O beni tanimiyor ama ben halen onun kim oldugunu biliyorum" dedi.
 
DENıZ YILDIZI

Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden
bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder
gibi hareketler yapan birini görür.
Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile
vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir
adam olduğunu fark eder.

Genç adama yaklaşır:
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam yanıtlar;
- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.
Onları suya atmazsam ölecekler.
Yazar sorar;
- Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.
Ne fark eder ki?
Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı
daha alır, okyanusa fırlatır.
- Onun için fark etti ama...
 
Eski çiftlik evini restore etmek için tuttuğum marangoz, işteki ilk gününü
zorlukla tamamlamıştı. Arabasının patlayan lastiği onun işe bir saat geç
gelmesine neden olmuş, elektrikli testeresi iflas etmiş ve şimdi de eski
püskü pikabı çalışmayı reddetmişti. Onu evine götürürken yanımda adeta bir
taş gibi oturuyordu. Evine ulaştığımızda beni, ailesiyle tanışmam için davet
etti. Eve doğru yürürken küçük bir ağacın önünde kısa bir süre durdu,
dalların uçlarına her iki eliyle dokundu.
Kapı açıldığında ; adam şaşırtıcı bir şekilde değişti. Yanık yüzü tebessümle
kaplandı, iki küçük çocuğunu kucakladı ve eşine kocaman bir öpücük
verdi.Daha sonra beni arabaya yolcu etmeye geldiğinde ; ağacın yanından
geçerken merakım daha da arttı ve ona eve giderken gördüğüm olayı
sordum."O,benim dert ağacım," dedi. "Elimde olmadan işimde bazı sorunlar
çıkıyor, ama şundan eminim ki o sorunlar, evime, eşime ve çocuklarıma ait
değil.
Bunun için bu sorunları her akşam eve girerken o ağaca asıyorum. Sabahları
tekrar onları oradan alıyorum. Ama komik olan ne biliyor musunuz? Ertesi
sabah onları almaya gittiğimde, astığım kadar çok olmadıklarını görüyorum.

" Öfkeyle geçen her dakikanız, mutluluğunuzdan çalınmış 60 saniyedir."
 
PARAŞÜTLERıMıZ...

Charles Plumb Vietnamda uçmuş,ABD Hava Harp Okulu mezunu bir pilottu.
Savaş sırasında yaptığı 75.inci uçuşta, yerden havaya atılan güdümlü bir füze tarafından vuruldu.
Derhal kendini fırlatıp paraşütle bir ormanın içine düştü.
Kısa bir sure sonra da Vietkonglar tarafından yakalandı ve tam 6 yıl Kuzey Vietnamda esir olarak tutuldu.
Bugün Charles Plumb yaşadığı bu tecrübe hakkında insanlara ders vermektedir.
Bir gün Charles ve eşi restoranda yemek yerlerken bir adam masalarına yaklaşır ve şaşkınlık içinde çığlık atar:

-Aman Allahım ! sen Plumb'sın .Vietnamda jet pilotuydun ,Kitty Hawk havaalanından. Uçağın düşmüştü!

-Evet ama sen nereden biliyorsun bunu ? der eski pilot Plumb

-Biliyorum çünkü uçuş öncesi senin paraşütünü ben hazırlamıştım.

Plumb hayretler içindeydi. Adam elini Plumbun omuzuna atar:

-Anladığım kadarıyla paraşüt işe yaramış

Plumb evet anlamında kafasını sallar. -Eğer işe yaramasaydı şu anda burada değildim.

Plumb o gece ,restoranda masaya gelen adamı düşünmekten uyuyamaz.
Savaş sırasında çoğu kez gördüğü bu adamla bir kez olsun konuşmadığını düşünür.
Çünkü o bir savaş pilotu,adamsa paraşüt hazırlayan basit bir askerdir sonuçta.
Oysa o asker ,uzun tahta bir masada saatlerini harcayarak ,dikkatle katladığı paraşütlerle ,
her seferinde hiç tanımadığı bir insanın kaderini ellerinde tutuyordu.
Bu olaydan sonra verdiği derslerde Plumb dinleyicilere hep aynı soruyu sormaya başladı:

Paraşütünüzü kim hazırlıyor?

Tüm hayatı boyunca ihiyaç duyduğumuz her şeyi bir başkasının hazırladığı biz modern dünyanın insanlarına sorulabilecek en anlamlı sorulardan biri
de bu belki de....Yaşamaya devam etmemizi sağlayan sayısız paraşütler var hayatımızda,her defasında bir başka insanın bizim için hazırladığı ,maddi paraşütler,
manevi paraşütler,duygusal paraşütler,ruhsal paraşütler......Sahip olduğunuz en büyük yeteneği kim kazandırdı size ,veya düşünce
yapınızı kim şekillendirdi?Kimler size moral verdi zor zamanlarınızda ya da hayata dair manevi değerlerin farkına varmanızı kimler sağladı?
Hayatınız boyunca paraşütünüzü hazırlayan kimlerdi?ışte onlar hayatımızı borçlu olduğumuz insanlardır.Peki siz kimlere, hangi paraşütleri hazırlıyosunuz, hiç düşündünüz mü?
 
Biraz su..
Yeni evli bir cift vardi. Evliliklerinin daha ilk aylarinda, bu isin hic de
hayal ettikleri gibi olmadigini anlayivermislerdi. Aslinda birbirlerini sevmiyor degillerdi. Son zamanlarda o kadar sik olmasa da, evlenmeden önce sik sik birbirlerini cok sevdiklerine dair ne kadar da dil dökmüslerdi. Ama simdilerde,
kücük bir soz, ufak bir hadise aralarinda orta capli bir kavganin cikmasina
yetiyordu. Bir aksam oturup, iliskilerini gozden gecirmeye karar verdiler. Her
ikisi de, bosanmayi istememekle beraber, islerin böyle gitmeyeceginin
farkindaydilar. Erkek, "Aklima bir fikir geldi" dedi. "Bahceye bir agac dikelim
ve eger bu agac uc ay icinde kurursa bosanalim. Kurumaz da buyurse bunu bir daha
aklimizdan gecirmeyelim. Bu süre içinde de ayri ayri odalarda kalalim." Bu ilginc fikir haniminin da hosuna gitti. Ertesi gun gidip bir meyve fidani aldilar ve birlikte bahçeye diktiler. Aradan bir ay gecti. Bir gece bahcede karsilastilar. Her ikisinin de elinde içi su dolu birer bidon vardi...
 
IKI ERKEK KARDES
Erkek kardeslerin ikisi de babalarindan kalma çiftlikte çalisirlardi.
Kardeslerden biri evliydi ve çok çocugu vardi. Digeri ise bekardi. Her günün sonunda iki erkek kardes ürünlerini ve kârlarini esit olarak bölüsürlerdi.
Günün birinde bekar kardes kendi kendine:"Ürünümüzü ve kârimizi esit olarak bölüsmemiz hiç de hakça degil" dedi, "Ben yalnizim ve pek fazla gereksinimim yok."
Böylelikle, her gece evinden çikip, bir çuval tahili gizlice erkek kardesinin evindeki tahil deposuna götürmeye basladi. Bu arada evli olan kardes, kendi kendine :
"Ürünümüzü ve kârimizi esit olarak bölüsmemiz hiç de hakça degil, üstelik ben evliyim, bir esim ve çocuklarim var ve yaslandigim zaman onlar bana bakabilirler. Oysa kardesimin kimsesi yok, yaslandigi zaman hiç kimsesi yok bakacak" diyordu.
Böylece evli olan kardes her gece evinden çikip,bir çuval tahili gizlice erkek kardesinin tahil deposuna götürmeye basladi. Iki erkek de yillarca ne olup bittigini bir türlü anlayamadilar, çünkü her ikisininde deposundaki tahilin miktari degismiyordu.
Sonra, bir gece iki kardes gizlice birbirlerinin deposuna tahil tasirken çarpisiverdiler. O anda olan biteni anladilar. Çuvallarini yere birakip birbirlerini kucakladilar.
Hayattaki en yüce mutluluk, sevildigimize inanmaktir.
 
Biraz su..
Yeni evli bir cift vardi. Evliliklerinin daha ilk aylarinda, bu isin hic de
hayal ettikleri gibi olmadigini anlayivermislerdi. Aslinda birbirlerini sevmiyor degillerdi. Son zamanlarda o kadar sik olmasa da, evlenmeden önce sik sik birbirlerini cok sevdiklerine dair ne kadar da dil dökmüslerdi. Ama simdilerde,
kücük bir soz, ufak bir hadise aralarinda orta capli bir kavganin cikmasina
yetiyordu. Bir aksam oturup, iliskilerini gozden gecirmeye karar verdiler. Her
ikisi de, bosanmayi istememekle beraber, islerin böyle gitmeyeceginin
farkindaydilar. Erkek, "Aklima bir fikir geldi" dedi. "Bahceye bir agac dikelim
ve eger bu agac uc ay icinde kurursa bosanalim. Kurumaz da buyurse bunu bir daha
aklimizdan gecirmeyelim. Bu süre içinde de ayri ayri odalarda kalalim." Bu ilginc fikir haniminin da hosuna gitti. Ertesi gun gidip bir meyve fidani aldilar ve birlikte bahçeye diktiler. Aradan bir ay gecti. Bir gece bahcede karsilastilar. Her ikisinin de elinde içi su dolu birer bidon vardi...

ben bu hikayeyi her okuduğumda etkilenirim ve evliliklerin her zaman ikinci sansı hakettiğini düşünürüm.
 
X