Nazlı ILICAK
Cumhuriyet Pulitzer Ödülü’nü alabilir
MİT TIR’larındaki silâhların Cumhuriyet’te yer alması üzerine, bunun “vatana ihanet” olduğunu iddia eden yandaş kalemler, Batı’dan örnek verme gayretine girdiler. Uysa da, uymasa da, benzese de, benzemese de, amaç, Erdoğan’ın gazeteye yönelik tehditlerinin oturabileceği meşru bir zemin yaratmak.
Her şeyden önce suimisal, misal olmaz ama söyledikleri doğru da değil. Meselâ, Ersoy Dede, Edward Snowden’ı hatırlatıyor.
Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) elemanı olan Snowden, Amerikan istihbaratının yurtiçi ve yurtdışında çok geniş bir dinleme ağı kurduğunu, bunları bilgisayarda depolayarak büyük bir arşiv oluşturduğunu açığa çıkarmış ve belgeleri gazetelere servis etmişti. Söz konusu belgeler The Guardian ve Washington Post’ta yayınlandı.
Ersoy Dede diyor ki: “Guardian Yayın Yönetmeni Alan Rusbridger, bu yayının hemen ardından kendini hâkim önünde buldu. Guardian kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Rusbridger, pazarlığa oturdu. Belgeleri yok etmeyi kabul etti. Sonra dünya televizyonlarına konu olan o görüntüleri izledik. Guardian çalışanları ellerinde matkap ya da beton tıraşlama makineleriyle bilgisayarların hard disklerini paramparça ettiler. İngiliz İstihbarat elemanları o parçalama işlemi sırasında gazetenin dört bir tarafına dağılıp bu imhaya tanıklık etti. Direnmek, onun için hiç de iyi olmayacaktı. Hem canını kurtardı hem de gazetesini.”
Oysa olay böyle cereyan etmedi. Guardian Genel Yayın Müdürü, bir pazarlığa oturup rıza göstermedi. Ama İngiliz istihbaratı, gazeteyi bastı ve onların zorlamasıyla belgeleri içeren hard diskler imha edildi. Zaten, belgelerin önemli bir kısmı, farklı yerlerde güvenlik altına alınmıştı. Bu olay 2013 yılında yaşandı. 2014’te, Guardian, söz konusu belgeleri yayınladığı için, Washington Post ile Pulitzer Ödülü’nü paylaştı. Orada, Alan Rusbridger, bir teşekkür konuşması yaptı. Gazetedeki bilgisayar ile diğer araç gereçlerin parçalanması da dahil olmak üzere, korkutma, sindirme teşebbüsleri karşısında yılmayan kahraman muhabirlere ve çalışanlara şükranlarını bildirdi. Dedi ki:
“Terörizme ilişkin yasaların bize uygulanmak istendiği ve her türlü imkân kullanarak baskı yapıldığı o günkü ortamdan bugünlere geldik. Bugün dünya, yayınlarımızın kamu yararına yönelik olduğunu kabul ediyor.”
Rusbridger, İngiliz istihbarat servisi gazeteyi bastığında ve bilgisayarları paramparça ettiğinde, onlara “Nafile uğraşıyorsunuz. Kayıtları sadece burada saklamıyoruz. En az 4 ülkede kopyaları var ve biz kamu yararı adına bunları yayınlamaya devam edeceğiz” diyordu.
Yani ortada polis veyahut hâkimle bir pazarlık yok. Kaldı ki, Amerika’da NSA kayıtlarının sızdırılması tartışılırken, yargı, “kamu belgelerinin gizliliği” ile“kişilerin mahremiyeti” arasındaki denge üzerinde durdu. Kimi hâkim, istihbaratın geniş çapta dinleme ve izleme yapmasını anayasaya aykırı bulurken, kimi de kamu güvenliği açısından yararlı gördü. Edward Snowden, Milli Güvenlik Ajansı’nda (NSA) çalışırken gizli bilgileri dışarıya çıkardığı için, ABD tarafından casuslukla suçlandı. Fakat Guardian ya da Washington Post gazeteleri son derece prestijli bir ödül olan Pulitzer’e lâyık görüldüler.
Zaten, silâh yüklü MİT TIR’ları ile gizli istihbarat bilgilerinin mukayese edilmesi doğru değil. NSA’in milli güvenlik açısından önem taşıyan dinleme ve izleme kayıtları piyasaya döküldü. Oysa MİT TIR’larında silâh olduğu zaten savcıların tuttuğu tutanakla belliydi ve açıkça suç işleniyordu. Dinleme yapmak NSA’in görevi. Bu görevi istismar etmiş, kişi mahremiyetine saygı göstermemiş olabilirler. Ama 2000 silâh yüklü TIR’ı yurtdışına göndermek, MİT’in görevi değil. İşlenen bir suçun görsel olarak kanıtlarını ortaya koydu Cumhuriyet Gazetesi. Bırakınız vatana ihaneti, olsa olsa, ileride Pulitzer Ödülü’ne lâyık görülebilir.
Medyanın üzerine çöktüler
28 Şubat’ın “asker ayağı” tamamen serbest. Yargılamanın savsaklandığına dair emareler de mevcut. Buna mukabil, “sivil ayağına” ilişkin yeni gelişmeler var.
Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosu’ndan Savcı Aytekin Cenikli, Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne bir yazı göndererek, Hürriyet, Milliyet, Kanal D, atv, Sabah, Yeni Yüzyıl, Show TV, TOBB, DİSK, Türk-İş, TESK, TİSK gibi kurumların 28 Şubat sürecinde Batı Çalışma Grubu ile ilişkisini ve bu süreçte adı geçen basın yayın kuruluşlarının sahibi olan kişilerin kamudan aldığı ihaleleri sordu. Belli ki burada hedef Aydın Doğan… Aba altından sopa gösteriliyor. Kanal D ya da CNN Türk’ün yürüttüğü dengeli muhalefetten bile rahatsızlık duyuluyor.
Defalarca yazdım… AK Parti’ye oy verdiğim dönemde de, 28 Şubat’ın sivil ayağının soruşturma kapsamına alınmaması gerektiğini söyledim. Zira, ilişki sadece manşetlerle kuruluyor ya da yorumlarla. Pekâlâ, bir gazete, laik cumhuriyete tehdit gibi gördüğü başörtüsüne karşı tavır alabilir; Tayyip Erdoğan’ın TCK 312’den mahkûmiyeti dolayısıyla “Muhtar bile olamazsınız” diyebilir. Gerçekten de anayasa değişmeseydi, Tayyip Erdoğan 312’den hüküm giydiği için, siyaset yapamayacaktı.
Bir yanda, 28 Şubat’ta, askerle işbirliğine giriştiği iddiasıyla soruşturmaya dahil edilmek istenen medya patronları ve sivil toplum örgütleri (Dönemin 5’li çetesi)… Öte yanda, benim gibi Ergenekon ve Balyoz davasına destek vererek, orduya kumpas kurduğu ileri sürülenler… Fuat Avni’nin 200 kişilik listesine göre, Çetin Doğan ve İlker Başbuğ’un hakkında suç duyurusunda bulunduğu isimler arasında benimki de var.
Arkadaşlar bir karar verin!!! Siyasete müdahale eden askerle işbirliği yapmak mı suç? Yoksa askeri vesayete yönelik davaları desteklemek mi?
AK Partili bazı politikacılar, yolsuzluk, casusluk ve silâh kaçakçılığı gibi ağır ithamlardan kurtulmak maksadıyla, kendi kendilerini inkâr etti. Ergenekon ve Balyoz davalarının savcısıyken, işbirlikçisi oldular. Şimdi, Çetin Doğan ve İlker Başbuğ çizgisindeler. Ya da “Benden sonra tufan” havasındalar.
Saray’ın maliyeti hâlâ bilinmiyor
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “Ak Saray’ın maliyeti 1 milyar 370 milyon lira”dedi.
Tayyip Erdoğan “1 milyar dolar” rakamını telâffuz etti. Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan, peyzaj ve özel üretim malzemeleriyle birlikte maliyetin 20 milyar liraya ulaşacağını iddia ediyor. Tayyip Erdoğan, 1150 küsur odadan söz ediyor ama Ankara Mimarlar Odası “En az 2 bin oda var” diyor. Saray’daki tek ve çift kanatlı kapıların ya da avize ve koltukların maliyeti de hayli yüksek. Bahçe için 2.5 milyar lira harcandığı ifade ediliyor. Bıldırcın yumurtası yetiştirilecek deniliyor; tavuk kümeslerinden söz ediliyor; at çiftliği kurulacağı ileri sürülüyor. Bu iddiaların hangisi doğru, hangisi yanlış bilinemiyor.
Vatandaşın “Bilgi Edinme” hakkı var ama harcamaların miktarı bir türlü tam olarak açıklanmıyor. Buna mukabil, altın klozet konusunda şeffaf (!) davranılıyor. Bilirkişi gidip, Saray’da altın klozet olup olmadığını araştıracakmış. Ama vatandaşın asıl öğrenmek istediği, Ak Saray’ın toplam maliyeti. Bir de, yıllık ısınma, aydınlanma ve bakım gibi giderler. Bu konuda, sükût devam ediyor.
http://www.bugun.com.tr/cumhuriyet-pulitzer-odulunu-alabilir-yazisi-1675471
Cumhuriyet Pulitzer Ödülü’nü alabilir
MİT TIR’larındaki silâhların Cumhuriyet’te yer alması üzerine, bunun “vatana ihanet” olduğunu iddia eden yandaş kalemler, Batı’dan örnek verme gayretine girdiler. Uysa da, uymasa da, benzese de, benzemese de, amaç, Erdoğan’ın gazeteye yönelik tehditlerinin oturabileceği meşru bir zemin yaratmak.
Her şeyden önce suimisal, misal olmaz ama söyledikleri doğru da değil. Meselâ, Ersoy Dede, Edward Snowden’ı hatırlatıyor.
Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) elemanı olan Snowden, Amerikan istihbaratının yurtiçi ve yurtdışında çok geniş bir dinleme ağı kurduğunu, bunları bilgisayarda depolayarak büyük bir arşiv oluşturduğunu açığa çıkarmış ve belgeleri gazetelere servis etmişti. Söz konusu belgeler The Guardian ve Washington Post’ta yayınlandı.
Ersoy Dede diyor ki: “Guardian Yayın Yönetmeni Alan Rusbridger, bu yayının hemen ardından kendini hâkim önünde buldu. Guardian kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Rusbridger, pazarlığa oturdu. Belgeleri yok etmeyi kabul etti. Sonra dünya televizyonlarına konu olan o görüntüleri izledik. Guardian çalışanları ellerinde matkap ya da beton tıraşlama makineleriyle bilgisayarların hard disklerini paramparça ettiler. İngiliz İstihbarat elemanları o parçalama işlemi sırasında gazetenin dört bir tarafına dağılıp bu imhaya tanıklık etti. Direnmek, onun için hiç de iyi olmayacaktı. Hem canını kurtardı hem de gazetesini.”
Oysa olay böyle cereyan etmedi. Guardian Genel Yayın Müdürü, bir pazarlığa oturup rıza göstermedi. Ama İngiliz istihbaratı, gazeteyi bastı ve onların zorlamasıyla belgeleri içeren hard diskler imha edildi. Zaten, belgelerin önemli bir kısmı, farklı yerlerde güvenlik altına alınmıştı. Bu olay 2013 yılında yaşandı. 2014’te, Guardian, söz konusu belgeleri yayınladığı için, Washington Post ile Pulitzer Ödülü’nü paylaştı. Orada, Alan Rusbridger, bir teşekkür konuşması yaptı. Gazetedeki bilgisayar ile diğer araç gereçlerin parçalanması da dahil olmak üzere, korkutma, sindirme teşebbüsleri karşısında yılmayan kahraman muhabirlere ve çalışanlara şükranlarını bildirdi. Dedi ki:
“Terörizme ilişkin yasaların bize uygulanmak istendiği ve her türlü imkân kullanarak baskı yapıldığı o günkü ortamdan bugünlere geldik. Bugün dünya, yayınlarımızın kamu yararına yönelik olduğunu kabul ediyor.”
Rusbridger, İngiliz istihbarat servisi gazeteyi bastığında ve bilgisayarları paramparça ettiğinde, onlara “Nafile uğraşıyorsunuz. Kayıtları sadece burada saklamıyoruz. En az 4 ülkede kopyaları var ve biz kamu yararı adına bunları yayınlamaya devam edeceğiz” diyordu.
Yani ortada polis veyahut hâkimle bir pazarlık yok. Kaldı ki, Amerika’da NSA kayıtlarının sızdırılması tartışılırken, yargı, “kamu belgelerinin gizliliği” ile“kişilerin mahremiyeti” arasındaki denge üzerinde durdu. Kimi hâkim, istihbaratın geniş çapta dinleme ve izleme yapmasını anayasaya aykırı bulurken, kimi de kamu güvenliği açısından yararlı gördü. Edward Snowden, Milli Güvenlik Ajansı’nda (NSA) çalışırken gizli bilgileri dışarıya çıkardığı için, ABD tarafından casuslukla suçlandı. Fakat Guardian ya da Washington Post gazeteleri son derece prestijli bir ödül olan Pulitzer’e lâyık görüldüler.
Zaten, silâh yüklü MİT TIR’ları ile gizli istihbarat bilgilerinin mukayese edilmesi doğru değil. NSA’in milli güvenlik açısından önem taşıyan dinleme ve izleme kayıtları piyasaya döküldü. Oysa MİT TIR’larında silâh olduğu zaten savcıların tuttuğu tutanakla belliydi ve açıkça suç işleniyordu. Dinleme yapmak NSA’in görevi. Bu görevi istismar etmiş, kişi mahremiyetine saygı göstermemiş olabilirler. Ama 2000 silâh yüklü TIR’ı yurtdışına göndermek, MİT’in görevi değil. İşlenen bir suçun görsel olarak kanıtlarını ortaya koydu Cumhuriyet Gazetesi. Bırakınız vatana ihaneti, olsa olsa, ileride Pulitzer Ödülü’ne lâyık görülebilir.
Medyanın üzerine çöktüler
28 Şubat’ın “asker ayağı” tamamen serbest. Yargılamanın savsaklandığına dair emareler de mevcut. Buna mukabil, “sivil ayağına” ilişkin yeni gelişmeler var.
Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosu’ndan Savcı Aytekin Cenikli, Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne bir yazı göndererek, Hürriyet, Milliyet, Kanal D, atv, Sabah, Yeni Yüzyıl, Show TV, TOBB, DİSK, Türk-İş, TESK, TİSK gibi kurumların 28 Şubat sürecinde Batı Çalışma Grubu ile ilişkisini ve bu süreçte adı geçen basın yayın kuruluşlarının sahibi olan kişilerin kamudan aldığı ihaleleri sordu. Belli ki burada hedef Aydın Doğan… Aba altından sopa gösteriliyor. Kanal D ya da CNN Türk’ün yürüttüğü dengeli muhalefetten bile rahatsızlık duyuluyor.
Defalarca yazdım… AK Parti’ye oy verdiğim dönemde de, 28 Şubat’ın sivil ayağının soruşturma kapsamına alınmaması gerektiğini söyledim. Zira, ilişki sadece manşetlerle kuruluyor ya da yorumlarla. Pekâlâ, bir gazete, laik cumhuriyete tehdit gibi gördüğü başörtüsüne karşı tavır alabilir; Tayyip Erdoğan’ın TCK 312’den mahkûmiyeti dolayısıyla “Muhtar bile olamazsınız” diyebilir. Gerçekten de anayasa değişmeseydi, Tayyip Erdoğan 312’den hüküm giydiği için, siyaset yapamayacaktı.
Bir yanda, 28 Şubat’ta, askerle işbirliğine giriştiği iddiasıyla soruşturmaya dahil edilmek istenen medya patronları ve sivil toplum örgütleri (Dönemin 5’li çetesi)… Öte yanda, benim gibi Ergenekon ve Balyoz davasına destek vererek, orduya kumpas kurduğu ileri sürülenler… Fuat Avni’nin 200 kişilik listesine göre, Çetin Doğan ve İlker Başbuğ’un hakkında suç duyurusunda bulunduğu isimler arasında benimki de var.
Arkadaşlar bir karar verin!!! Siyasete müdahale eden askerle işbirliği yapmak mı suç? Yoksa askeri vesayete yönelik davaları desteklemek mi?
AK Partili bazı politikacılar, yolsuzluk, casusluk ve silâh kaçakçılığı gibi ağır ithamlardan kurtulmak maksadıyla, kendi kendilerini inkâr etti. Ergenekon ve Balyoz davalarının savcısıyken, işbirlikçisi oldular. Şimdi, Çetin Doğan ve İlker Başbuğ çizgisindeler. Ya da “Benden sonra tufan” havasındalar.
Saray’ın maliyeti hâlâ bilinmiyor
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “Ak Saray’ın maliyeti 1 milyar 370 milyon lira”dedi.
Tayyip Erdoğan “1 milyar dolar” rakamını telâffuz etti. Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan, peyzaj ve özel üretim malzemeleriyle birlikte maliyetin 20 milyar liraya ulaşacağını iddia ediyor. Tayyip Erdoğan, 1150 küsur odadan söz ediyor ama Ankara Mimarlar Odası “En az 2 bin oda var” diyor. Saray’daki tek ve çift kanatlı kapıların ya da avize ve koltukların maliyeti de hayli yüksek. Bahçe için 2.5 milyar lira harcandığı ifade ediliyor. Bıldırcın yumurtası yetiştirilecek deniliyor; tavuk kümeslerinden söz ediliyor; at çiftliği kurulacağı ileri sürülüyor. Bu iddiaların hangisi doğru, hangisi yanlış bilinemiyor.
Vatandaşın “Bilgi Edinme” hakkı var ama harcamaların miktarı bir türlü tam olarak açıklanmıyor. Buna mukabil, altın klozet konusunda şeffaf (!) davranılıyor. Bilirkişi gidip, Saray’da altın klozet olup olmadığını araştıracakmış. Ama vatandaşın asıl öğrenmek istediği, Ak Saray’ın toplam maliyeti. Bir de, yıllık ısınma, aydınlanma ve bakım gibi giderler. Bu konuda, sükût devam ediyor.
http://www.bugun.com.tr/cumhuriyet-pulitzer-odulunu-alabilir-yazisi-1675471