dini paylaşım alanı

NİHAT HATİPOĞLU
Kalbini iyilikle meşgul et..

Bir kişi hayatı boyunca neyle meşgul olursa hayatının son anında da onunla meşgul edilir ve ruhunu öylece teslim eder. Kalbimizi sürekli Rabbimizle meşgul edelim, iyilikleri ertelemeyelim


İyilikleri ertelememek lazım. Yarın çok geç olabilir. Çünkü kimse beş dakika sonrasının kendisine ne hazırladığını bilemez. Hayat ne kadar gerçekse ölüm de o kadar gerçektir. Peygamberimizin, "Kabirleri ziyaret edin. O size ölümü hatırlatır" emri belleğimize bu gerçeği yerleştirme amacını taşır.
Bizler nefsimizin arzularını yerine getirmekte çok aceleciyizdir. Çoğu kez helal veya harama bakmadan nefsimizin isteklerine boyun eğeriz. İçimizdeki temiz duygular bizi doğruya yönlendirmek istediğinde bu temiz duyguları basit bir rüşvetle sustururuz. 'Daha vakit var' deriz. Doğru olan, vaktini beklemeden vakti kollamak olmalıdır.
Hz. Ukbe anlatıyor: "Bir seferinde Peygamberimizin arkasında ikindi namazını kıldım. Peygamberimiz (s.a.v.) selam verip namazı bitirdi ve sonra hızla yerinden kalkıp evine girdi. Biz de O'nun bu ani tavrından dolayı endişelendik. Peygamberimiz (s.a.v.) biraz sonra döndüler. Bizlerin endişelenmiş olduğunu anlayınca şöyle buyurdu: "Odamda biraz altın ve gümüş vardı. Onu hatırladım. Beni hayırda acele etmekten alıkoymasın diye hemen dağıtılmasını istedim. Onun için süratle eve girdim." (Buhari, ezan, 158; Nesai sehv, 104)

BEŞ ŞEYİN KIYMETİNİ BİLİN
Evet, iyi işlerde ibadette, Allah'a yönelişte, tövbede acele etmek lazım. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: "Faydalı işlerde acele ediniz. Zira yakın bir gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kuşatacaktır. O zaman insan, mümin olarak sabahlar, kâfir olarak geceler. Mümin olarak geceler, kâfir olarak sabahlar. Dinini küçük bir dünyalığa satar." (Müslim, İman, 186)
Peygamberimiz (s.a.v.) "Beş şey gelmeden beş şeyin kıymetini bil" buyuruyor:
İhtiyarlığından önce gençliğinin… Hastalanmadan önce sıhhatinin… Fakirliğinden önce zenginliğinin… Meşgul zamanlardan önce boş vakitlerinin… Ölümden önce hayatının…" (Buhari, Rikak, 3)
Doğrudur. Hayatın değerini bilmek lazım. Zamanın da, zenginliğin de, sıhhatin de, gençliğin de. İslam, hayatı ve nimetleri doğru ve verimli kullanmamızı öğütler. Hayattan kopmayı değil, hayata gerçek anlamını kazandırmayı emreder. Kuran ayetleri, hayatın sarhoş ettiği insanları sarsmaya çalışır. Manevi sarhoşluğun, bir şişeden gelen sarhoşluğa benzemediğini anlatmaya çalışır.
Hz. Mevlana şöyle der: "Dünya hayatı bir rüyadan ibarettir. Dünyada servet sahibi olmak rüyada define bulmaya benzer. Dünya malı nesilden nesile aktarılır ama hep dünyada kalır."
Kalbimizi sürekli Rabbimizle meşgul edelim. Unutmayalım, kişi hayatı boyunca neyle meşgul olursa hayatının son anında da onunla meşgul edilir. Dünyaya kalbini vermek ayrı şey, dünyaya değer vermek ayrı şeydir.
Son nefesini veremeyen bir adamın halini büyük bir alime sordular. Dediler ki "Şu adam bir türlü can veremiyor. Şahadet kelimesini söyleyemiyor, garip bir hali var. Sanki sürekli bir işle meşgul, kalbi başka yerde."
O âlim sordu: "Bu adam sağlığında neyle meşguldü işi neydi?" Dediler ki: "Duvar ustasıydı. İşine delice bağlıydı." Âlim şöyle dedi: "Gidin ve ona 'usta son tuğlayı koyduk, duvar bitti' deyin."
Öyle yaptılar. Kulağına öylece fısıldadılar. O zaman gördüler ki adam büyük bir coşkuyla oh dedi ve ruhunu teslim etti. Tekrar döndüklerinde âlim zat şöyle izah etti: "Hayatını hep son tuğlaya endekslemişti, duvarı bitirmeye. Ölüm anında da yüce Allah oraya endeksledi."
Rabi bin Heysem anlatıyor: "Kişi ölmeden önce neye düşkünse onunla meşgul olur ve ruhunu öylece teslim eder. Ben bir ara son nefesini veren bir insanın yanında bulunuyordum. Adamın hali güzel değildi. Ben sürekli ona 'La ilahe illallah-Allah'tan başka ilah yoktur' sözünü telkin ederken o para sayar gibi parmaklarıyla oynuyor ve birtakım hesaplar yapıyordu."
Hayatı boyunca kalbini paraya bağlamış adam son nefeste kalbinden parayı atamıyor. Varlık âleminde kendini neyle meşgul ederse, sonsuz âleme doğru yol alırken de kalbi onunla meşgul olur.

BÜYÜKLERİN DUALARI
Hz. Ali'nin (Cenazeyi Kabre Koyduktan Sonraki) Duası
Allah'ım! Bu adam senin kulundur ve iki kulunun oğludur. Sana misafir gelmiştir. Sen ise misafir kabul edenlerin en cömertisin. Onun kabrini genişlet ve günahlarını bağışla. Zira biz onu iyi biliyoruz. Bununla beraber sen onu bizden daha iyi bilirsin. Senden başka ilah bulunmadığına, Muhammed'in (s.a.v.) kulun ve Resulün olduğuna şahitlik ederdi.
 
NİHAT HATİPOĞLU
Mahşer gününün rahmeti şefaattir.

Hesaba çekileceğimiz dehşetli mahşer gününün tek ümit parıltısı, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şefaati olacaktır. Yüce Rabb’imizin müsaade ettiği noktaya kadar şefaat yetkisini kullanacak ve insanların kademe kademe kurtuluşunda aracı olacaktır


Mahşer âlemi, herkesin mezarlarından çıkıp hesaba çekileceği âlemin adıdır. Buna ahiret âlemi diyoruz. Orada hesap vardır. Herkes dünyada yaptığının bedelini ödeyecek. Hiçbir şey gizli kalmayacak. Mahşer yerinin büyüklüğünü, ihtişamını, dehşetini, zorluğunu ve oradaki insanların çaresizliğini anlatmak çok zordur. Mahşer günü, dünyamızın günleriyle kıyaslanamaz. Saatlerle ifade edilemez. Nitelik ve niceliğini ancak yüce Allah bilir. Söylenecek her söz, yapılacak her tanımlama yetersiz kalacaktır. Dehşeti tarif etmekten uzak olacaktır. Orada sorgu var. Sorgu esnasında diller kilitlenecek, organlar konuşacak. Zalim zulmünden pişman olacak. Ama bu faydasız bir pişmanlık olacak. Orayı hasret kapsayacak. Dostlar birbirinden kaçacaklar. Allah için kurulan dostluklar hariç, dostlukların, arkadaşlıkların hiçbir faydası olmayacak o gün. Orada terazi kurulacak. Sevap ve günahların tartılacağı terazi. Bu dünyanın terazilerine benzemeyen bir terazi. "Teraziden maksat adalet midir?" Belki tartışılır ama orada bir terazinin olacağı kesindir. Orada sırat köprüsü kurulacak.

MAHŞERİN ÜMİT PARILTISI: ŞEFAAT
Amel defterleri dağıtılacak o gün. Defterler, iyilik ve günahların sicilini anlatır. Hafıza kaybına uğrayanlar o gün hatırladıklarında mutlu olmayacaklar. Dönmek isteseler dönemeyecekler. Bağırsalar duyulmayacak. Çaresizlik ve pişmanlık kasıp kavuracak. İşte o dehşetli günün ümit parıltısı, Hz. Peygamber'in şefaati olacaktır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), mahşer âleminin ateşini dindiren bir rahmet olacaktır o gün. Bütün müminlerin yöneldiği bir pusula olacaktır. Yüce Rabb'imizin müsaade ettiği noktaya kadar şefaat yetkisini kullanacak ve insanların kademe kademe kurtuluşunda aracı olacaktır. Aslında kendisi, "Umulur ki Rabb'in seni makam-ı mahmuda (övülmüş makama) yükseltir" (İsra, 73) ayetinin kendisine verilecek şefaate işaret olduğunu şefaatle bildirmişti. Her peygambere dünya hayatında reddedilmez bir dua imkânı verilmiştir. Ve her peygamber bunu dünyada kullanmıştır. O ise bunu ahirete saklamıştır. İnananlara şefaat olarak. İşte size peygamberimizin şefaatini anlatan o sahih hadislerden birisi: "Kıyamet günü olunca insanlar birbirlerine karışırlar. Hz. Âdem'e (a.s.) gelirler. Ona, 'Bize Rabb'inin katında şefaatçi ol' derler. Âdem, 'Ben bu konumda biri değilim, siz İbrahim'e gidin. O Rahman'ın yakın dostudur' der. İbrahim'e (a.s.) gelirler. O da, 'Ben bu konumda biri değilim, siz
Musa'ya gidin, o Allah'la konuşandır' der. Musa'ya (a.s.) gelirler. O da, 'Ben bu konumda biri değilim, siz İsa'ya gidin. O Allah'ın ruhu ve kelimesidir' der. İsa'ya (a.s.) gelirler. O da, 'Ben bu konumda biri değilim, siz Muhammed'e (s.a.v.) gidin' der. Bana gelirler. Ben, 'Ben bu konumdayım' derim. Ve Rabb'imin huzuruna çıkmak üzere izin isterim. İzin verilir. Bu esnada bana şu anda bilmediğim bazı hamd sözleri ilham olunur. Bunlarla Rabb'ime hamd ederim. O'na secdeye varırım. 'Kalk ey Muhammed! Konuş, dinleneceksin; istediğin verilecektir; şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir' denilir. Ben de, 'Ey Rabb'im! Ümmetim, ümmetimi istiyorum!' derim. Allahu Azze ve Celle, 'Haydi git, kalbinde bir arpa tanesi ağırlığınca iman olan herkesi ateşten çıkar' buyurur. Ben de bunun üzerine giderim ve bildirileni yaparım. Sonra tekrar döner, aynı övgü sözleriyle O'na hamd ederim. Sonra secdeye kapanırım. 'Kalk ey Muhammed! Konuş, dinleneceksin; iste, istediğin verilecektir; şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir' denilir. Ben de, 'Ey Rabb'im! Ümmetim, ümmetim!' derim. Allahu Teâla, 'Haydi git, kalbinde zerre miktarınca ya da hardal tanesi büyüklüğünce iman bulunan herkesi ateşten çıkar' buyurur. Ben de bunun üzerine giderim ve bildirileni yaparım. Sonra tekrar döner, aynı övgü sözleriyle O'na hamd ederim, sonra secdeye kapanırım." Yüce Rabbimizden bu şefaati hak etmeyi temenni edelim.

BÜYÜKLERİN DUALARI

Hz. Ebubekir'in Duası

Yarabbi ! Şu ahiret azığı az olan adama, lütfunla cömert davran. Hakikaten o; günahlarından dolayı iflas etmiştir, çaresizdir. Senin kapına gelmiş, kapına sığınmıştır. Ey kudreti sonsuz Allah'ım, onu boş çevirme! Şu kulunun günahları çoktur hem de çok fazladır. Sen çok olan günahları da bağışlarsın. Bu kul, çaresizdir; gurbetteki yolcu gibidir. Günahkârdır; kapına sığınmış, rahmet dileyen bir fakirdir. O hep isyan etti... Unuttu seni ve nimetlerini. Hata üzerine hata yaptı. Sen ise bütün bunlara rağmen iyilik üzerine iyilik ettin. Sonsuzca verdin, hep verdin, tükenmez hazinenden isyankârlara da verdin. Rabbim! Günahlarım,
kum taneleri kadar çoktur! Doğrudur, sayılmayacak kadar fazladır. Ya Rabbi ne olur günahlarımın hepsini affet, en güzel şekilde arınmış kıl beni!
 
KUR’AN AYI RAMAZAN

Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. “Ramazan öyle bir aydır ki insanlar için hidayet rehberi olan, bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan ayıran Kur’an işte bu ayda indirilmiştir.”1


Kardeşlerim!

Bir gün Peygamberimiz (s.a.s), Abdullah b. Mes’ûd’u çağırdı ve ona: Ey Abdullah! Kur’an oku. Senden Kur’an dinlemek istiyorumdedi. Abdullah: “Yâ Resûlallah, Kur’an senin kalbine vahyolundu ben sana nasıl okuyayım?” diyerek cevap verdi. Allah Resulü: “Ben Kur’anı bir başkasından dinlemekten büyük bir haz duyuyorum. Hele senden dinlemeyi çok istiyorum” buyurdu. Bunun üzerine Abdullah, Nisa Suresi’ni okumaya başladı. Yetimlerin anlatıldığı ayetleri okudu. Nihayet, “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit kıldığımız zaman bakalım onların hali nice olacak.”2 ayetini okuyunca Rahmet Elçisinin gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Ve Efendimiz; “Abdullah yeter!” dedi.3


Kardeşlerim!

İşte okunduğu zaman mümin yürekleri iliklerine kadar etkileyen rahmet kitabımız Kur’an-ı Kerim, Ramazanı şerifin bizlere yüce bir hediyesidir. Bir Ramazan günü Hira’da “Oku” emriyle inmeye başlayan Kerim Kitabımız, insanları doğru yola ileten bir hidayet rehberi ve rahmet vesilesidir. Hayatı anlamlı kılan bugünümüze ve yarınlarımıza dair umutlarımızı diri tutmamızı sağlayan hayat kitabımızdır Kur’an. Sözlerin en güzeli, yaratıcımızın en büyük hazinesi, en büyük ikramıdır biz kullarına Kur’an. İnsana Rabbini, kendisini ve çevresini tanıtan ilahi kılavuzdur. Kur’an müminin, varlığını ve yokluğunu, hüznünü ve mutluluğunu ibadete dönüştüren kulluk kitabıdır. Kur’an, rahmet yüklü mesajlarıyla insanı yüceltmiş, onu şereflendirmiştir. Allah nice millet ve toplumları bu Kerim Kitap’la aziz kılmıştır. Ona yönelen felah bulmuş ondan yüz çeviren hüsrana uğramıştır.


Kardeşlerim!

Yüce kitabımız Kur’an insanlık âlemini evrensel ilkelerle buluşturmuş, insanlığı yüksek değerlere kavuşturmuştur. Bu kitap ki inmeye başladığı andan itibaren, tüm insanlığı hakka, adalete, merhamete, ahlak ve fazilete çağırmıştır. Bize iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini hayır ile şerri birbirinden ayırmayı öğretmiştir.


Bu kitap ki aklımızı kalbimizle buluşturdu. Kalbimizi de aklımızla buluşturdu. Bu kitap ki ruhumuzu bedenimizle buluşturdu. Bizde bir tevhid oluşturdu ve bizi tevhide iman etmeye davet etti.



Kardeşlerim!

Kitabımız Kur’an-ı Kerim bize iyi bir kul olmayı öğretti. Bizim başıboş yaratılmadığımızı, sorumluluk sahibi mükerrem bir varlık olduğumuzu hatırlattı. Bize iyi bir evlat olmayı öğretti. Anne-babaya “öf” demek bile yok dedi. “Rahmet ve şefkat kanatlarını annenin, babanın üzerinden kaldıramazsın” dedi. Eli öpülesi büyüklerimize şefkat göstermeyi öğretti. Sonra iyi bir baba, iyi bir anne olmayı öğretti. İyi bir eş, iyi bir dost, iyi bir komşu hâsılı iyi bir insan olmayı öğretti. Yetim yürekleri sevindirmeyi, engelli kardeşlerimizin yüzünü güldürmeyi, gurbet hayatı yaşayan mülteci misafirlerimize sıla sıcaklığı hissettirebilmeyi öğretti.


Aziz Kardeşlerim!

Öyleyse geliniz rahmet, bereket ve mağfiret iklimi Kur’an ayında kalplerimizi, zihinlerimizi ve yaşantılarımızı Kur’an ile mamur kılalım. Gönüllerimizi bu yüce kitabın mesaj ve anlam dünyasından mahrum bırakmayalım. Resul-i Ekrem (s.a.s)’in “Kalbinde Kur’andan herhangi bir eser bulunmayan kimse tıpkı harabe bir eve benzer”4 şeklindeki uyarısını unutmayalım. Kur’an’ın hakikatler dünyasıyla tanışalım. Bu ayda dünya semasına inen Kur’an’ı tekrar gönül semalarımıza indirelim. Allah Resülü’nün sünneti seniyyesi mukabelelerimizle Kur’an aşkımızı ve şuurumuzu bir kez daha pekiştirelim. Unutmayalım ki, bizler Kur’an-ı Kerim’e yöneldikçe o bize bütün kapılarını, ufuklarını cömertçe açacaktır. Bizi insana huzur ve mutluluk veren mana saraylarında ağırlayacaktır.


Kardeşlerim!

Rahmetiyle bütün insanlığı kuşatan mübarek Ramazan günlerinde dahi vicdanlarını kaybetmiş, değerlerini yitirmiş insanlık düşmanları tarafından, memleketimizin muhtelif şehirlerinde menfûr terör saldırılarında şehit olan güvenlik güçlerimize ve vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Kardeşlerimizin şehit olmasına ve yaralanmasına neden olan bu meş’ûm terör saldırılarını gerçekleştirenleri şiddetle lanetliyorum. Yüreklerimizi dağlayan bu elîm saldırılarda yakınlarını kaybeden kardeşlerimize ve milletimize sabır, metanet ve başsağlığı diliyorum.


Hutbemi, Efendimiz (s.a.s)’in bir hadis-i şerifiyle bitiriyorum: “Sözlerin en doğrusu, Allah’ın kelâmı; rehberliğin en güzeli ise Muhammed’in rehberliğidir.” 5

1 Bakara, 2/185.
2 Nisâ, 4/41.
3 Buhârî, Fedâilü’l Kur’an, 33.
4 Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 18.
5 Nesâî, Îdeyn, 22.


Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
 
Arkadaşlarım bin şükür ki ikinci hatmim de bitti biiznillah

Bugün camide mukabeleye gittim; 1,5 cüZ okundu...

Yeni hatme başladım bin şükür

İnşaallah tez Zaman'da bitirebilirim
 
Arkadaşlarım bin şükür ki ikinci hatmim de bitti biiznillah

Bugün camide mukabeleye gittim; 1,5 cüZ okundu...

Yeni hatme başladım bin şükür

İnşaallah tez Zaman'da bitirebilirim
maşallah canım benim bende kendi hatmimde 7. cüzü bitirmek üzereyim
Rabbim hepimizinkini kabul eder inşallah
hayırlı haftalar hayırlı günler hanımlar
 
Dediler ki: "Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz." ﴾23﴿
Allah dedi ki: "Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır." ﴾24﴿
Allah dedi ki: "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız." ﴾25﴿
Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah'ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik). ﴾26﴿
Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır. ﴾27﴿
Çirkin bir iş işledikleri vakit, "Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: "Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah'ın üzerine mi atıyorsunuz?" ﴾28﴿
De ki: "Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (ona) doğrultun. Dini Allah'a has kılarak ona ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine ona) döneceksiniz." ﴾29﴿
Allah bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık layık oldu. Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlardı. ﴾30﴿

sayfa 153
 
Ey Ademoğulları! Her mescitde ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez. ﴾31﴿
De ki: "Allah'ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında mü'minler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz." ﴾32﴿
De ki: "Rabbim ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı, hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah'a ortak koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır." ﴾33﴿
Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler. ﴾34﴿
Ey Âdemoğulları! İçinizden size benim âyetlerimi anlatan Peygamberler gelir de her kim Allah'a karşı gelmekten sakınır ve halini düzeltirse, artık onlara korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir. ﴾35﴿
Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara uymayı kibirlerine yediremeyenlere gelince işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. ﴾36﴿
Kim, Allah'a karşı yalan uyduran veya onun âyetlerini yalanlayanlardan daha zalimdir? İşte onlara kitaptan (kendileri için yazılmış ömür ve rızıklardan) payları erişir. Sonunda kendilerine melek elçilerimiz, canlarını almak için geldiğinde, "Hani Allah'ı bırakıp tapınmakta olduğunuz şeyler nerede?" derler. Onlar da, "Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular" derler ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler. ﴾37﴿

sayfa 154
 
Allah şöyle der: "Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin." Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lanet eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler için, "Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat daha ateş azabı ver" derler. Allah der ki: "Her biriniz için bir kat daha fazla azap vardır. Fakat bilmiyorsunuz." ﴾38﴿
Öncekiler sonrakilere, "Sizin bize karşı bir üstünlüğünüz yoktur. Artık kazanmış olduğunuz şeylere karşılık, azabı tadın" derler. ﴾39﴿
Âyetlerimizi yalanlayanlar ve o âyetlere uymayı kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara göklerin kapıları açılmaz. Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete de giremezler! Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. ﴾40﴿
Onlar için cehennem ateşinden döşek, üstlerinde de cehennem ateşinden örtüler var. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız. ﴾41﴿
İman edip salih ameller işleyenlere gelince -ki biz kişiye ancak gücünün yettiğini yükleriz- işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar. ﴾42﴿
Biz onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık. Altlarından da ırmaklar akar. "Hamd, bizi buna eriştiren Allah'a mahsustur. Eğer Allah'ın bizi eriştirmesi olmasaydı, biz hidayete ermiş olamazdık. Andolsun Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirmişler" derler. Onlara, "İşte yaptığınız (iyi işler) sayesinde kendisine varis kılındığınız cennet!" diye seslenilir. ﴾43﴿

sayfa 155
 
Cennetlikler cehennemliklere, "Rabbimizin bize va'dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin va'd ettiğini gerçek buldunuz mu?" diye seslenirler. Onlar, "Evet" derler. O zaman aralarında bir duyurucu, "Allah'ın laneti zalimlere!" diye seslenir. ﴾44﴿
Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar ahireti de inkar edenlerdir. ﴾45﴿
İkisi (cennet ve cehennem) arasında bir sur A'râf üzerinde de bir takım adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerin hepsini simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere, "Selam olsun size!" diye seslenirler. Onlar henüz cennete girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar. ﴾46﴿
Gözleri cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, "Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla beraber kılma" derler. ﴾47﴿
A'râftakiler simalarından tanıdıkları bir takım adamlara da seslenir ve şöyle derler: "Ne çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz kibir size bir yarar sağladı!" ﴾48﴿
"Sizin, ‘Allah bunları rahmete erdirmez' diye yemin ettikleriniz şunlar mı?" (Sonra cennetliklere dönerek) "Haydi, girin cennete. Size korku yok. Siz üzülecek de değilsiniz" derler. ﴾49﴿
Cehennemlikler de cennetliklere, "Ne olur, sudan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bizim üzerimize akıtın" diye çağrışırlar. Onlar, "Şüphesiz, Allah bunları kafirlere haram kılmıştır" derler. ﴾50﴿
Onlar dinlerini oyun ve eğlence edinmişler ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı. İşte onlar bu günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkar edip durdularsa biz de onları bugün öyle unuturuz. ﴾51﴿

sayfa 156
 
Andolsun biz onlara, bilerek açıkladığımız bir kitabı, inanan bir toplum için bir yol gösterici ve rahmet olarak getirdik. ﴾52﴿
Onlar ise ancak, ("Görelim bakalım!" diyerek) Kur'an'ın bildirdiği sonucu (te'vilini) bekliyorlar. Onun bildirdiği sonuç gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: "Gerçekten Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler. Şimdi bizim için şefaatçılar var mı ki bize şefaat etseler veya (dünyaya) döndürülsek de yaptıklarımızdan başkasını yapsak?" Gerçekten onlar kendilerine yazık etmişlerdir. (İlah diye) uydurdukları (putlar) da onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kaybolmuşlardır. ﴾53﴿
Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan ve Arş'a kurulan, geceyi, kendisini durmadan takip eden gündüze katan, güneşi, ayı ve bütün yıldızları da buyruğuna tabi olarak yaratan Allah'tır. Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın şanı yücedir. ﴾54﴿
Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez. ﴾55﴿
Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah'ın rahmeti iyilik edenlere çok yakındır. ﴾56﴿
O, rüzgarları rahmetinin önünde müjde olarak gönderendir. Nihayet rüzgarlar ağır bulutları yüklendiği vakit, onları ölü bir belde (yi diriltmek) için sevk ederiz de oraya suyu indiririz. Derken onunla türlü türlü meyveleri çıkarırız. İşte ölüleri de öyle çıkaracağız. Ola ki ibretle düşünürsünüz. ﴾57﴿

sayfa 157
 
NİHAT HATİPOĞLU
Allah de , yürümeye devam et

Her tuzağa, ihanete, şerre, düzene, düzenbazlığa karşı sizi koruyacak olan Allah’tır. Tedbiri tedbir kılacak veya tedbiri boş çıkaracak yine Allah’tır


İnsanoğlu kendini korumayı ister. Şerre karşı uyanık olmayı, şerre bulaşmamayı ister. Başına bir şey gelmesin ister. Gerekli tedbirler alınır. İnce ve hassas her noktayı değerlendirir.
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) birçok kez suikasta uğradığını gören sahabe tedbir alır. Peygamberimizin evinin etrafında gizlice, nöbetleşe beklemeye başlarlar. Özellikle de geceleri. Hz. Resulü korumak lazımdı. Çünkü düşman düzenbazdı, sahtekardı, kalleşti ve mertlikten uzaktı. Arkadan düzen ve dümen çevirirlerdi. Sahabe o nedenle bir güvenlik çemberi kurdu. Sonra şu ayet indi. "Allah seni insanlardan koruyacaktır." (Maide, 67)
O
zaman Hz. Peygamber (s.a.v.) gece dışarı çıktı. Gecenin karanlığında bir kılıç şakırtısı duydu. 'Kim var orada' buyurunca nöbet bekleyen sahabi, 'Benim ey Allah'ın elçisi' dedi. Efendimiz 'Evinize çekilin' buyurdu.
Aslında bu ayetin anlamı şuydu: Her tuzağa, ihanete, şerre, düzene, düzenbazlığa karşı sizi koruyacak olan Allah'tır. Tedbiri tedbir kılacak veya tedbiri boş çıkaracak yine Allah'tır.
Allah'a güvenin. Tedbir alın. Devenizi bağlayın. Sonra her işinizde bırakın Allah size en doğruyu gösterecektir. Tevekkül edin. Zira Allah'a güvenen asla kaybetmez.
***


MAHŞER KİMLİĞİNİZ HAZIR MI?
Adın yazılı, doğduğun şehir, babanın adı, annenin adı, doğduğun yıl. Kendini tanıtmak için hep bir kimlik lazım oldu. Filancanın oğlu, filan dediler mahkemede, adliyede.
Mahşerde de kimliğinizle çağrılacaksınız. 'Ey filancanın oğlu filan' diyecekler. 'Teraziye gel. Çık ve amelini eline al' diyecekler. Bir elinde imanın, ötekinde amelin teraziye çıkacaksın. Bir kefede iyiliklerin, ötekinde kötülüklerin. İmanın yoksa teraziye bakılmayacak. Bütün iyiliklerin heba edilip savrulacak. Toz gibi kaybolacak.
Seni dünyada en bilindik isminle çağıracaklar. Ey Müslüman, ey küfürbaz, ey isyankâr, ey inkârcı, ey hak yiyen, ey namaz düşmanı, ey ırkçı, ey iftiracı, ey iyiliksever, ey hak sever gibi neyi hak etmişsen. İnsanların seni dünyada nasıl çağırdığı değil, senin neyi hak ettiğin önemli olacak. Mümin'e en sevdiği isimle, kötüye ve imansıza en hak ettiği isimle.
Kimliğini eline al ve bak. Eskimiştir. Yıpranmıştır. Çok güngörmüştür o kimlik. Nelere şahit olmuştur, kim bilir. Belki yenilemek isteyeceksin. Pırıl pırıl, buruşmamış, yıpranmamış, taze bir kimliğin olacak. Ama unutma kimliğin değişse de giden günler geri gelmeyecek. Ömür tazelenmeyecek. Doğduğun
tarih orada öyle duracak. Eşini bekleyecek. Yani kimliği sona erdirecek ölüm tarihini.
***


SALAVAT GETİRMEK İBADETTİR
Allah bize Efendimiz'e (s.a.v.) salavat getirmemizi emreder. Biz de Efendimiz'e olan bağlılığımızı ve sevgimizi ona çokça salat ve selam getirerek ortaya koymalıyız. Esasen bu, Yüce Allah'ın emridir. Bu konuda Kuran-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur: "Allah ve melekleri, peygambere çokça salavat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin." (Ahzab,56)
Salavat getirmekte tembellik edenler için de Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Gerçek cimri, yanında anıldığım halde bana salavat getirmeyendir."
Bir hadisinde de bir defa salavat getirene on misliyle karşılık verileceği, Allah'ın rahmet ve selamını kazanacağı müjdelenmiştir. Kalbinde nifak olan manevi hastalar peygambere salattan rahatsız olurlar.

***

BÜYÜKLERİN DUALARI
Ma'ruf-u Kerhi'nin duası
Dinim için, dünyam için, beni ilgilendiren meselelerim için kerim olan Allah bana kâfidir. Bana zulmedenden daha kuvvetli bulunan âlim olan Allah bana yeter. Bana kötülükle yaklaşanın belini kırabilecek derecede şiddet ve kuvvete sahip olan Allah bana kâfidir. Rahim olan Allah ölüm anında bana kâfidir. Kabirde sorguya çekildiğim anda Allah bana kâfidir. Hesap zamanında Kerim olan Allah bana kâfidir. Mizanın yanında latif olan Allah bana kâfidir. Sıratın yanında, kadir olan Allah bana kâfidir. Allah bana kâfidir. İlah ancak O'dur. O'na yaslanırım. O büyük arşın sahibidir.
 
(Toprağı) iyi ve elverişli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle bol ve bereketli çıkar. (Toprağı) kötü ve elverişsiz olandan ise, faydasız bitkiden başkası çıkmaz. Şükredecek bir toplum için biz âyetleri işte böyle değişik biçimlerde açıklıyoruz. ﴾58﴿
Andolsun, Nûh'u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. Şüphesiz ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum" dedi. ﴾59﴿
Kavminin ileri gelenleri, "Biz seni açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz" dediler. ﴾60﴿
(Nûh onlara) şöyle dedi: "Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok. Aksine ben, Âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim." ﴾61﴿
"Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum." ﴾62﴿
Sizi uyarması ve sizin de Allah'a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı? ﴾63﴿
Derken kavmi onu yalanladı. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Çünkü onlar (vicdanları hakka kapalı) kör bir kavim idiler. ﴾64﴿
Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u peygamber olarak gönderdik. Onlara, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur. Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" dedi. ﴾65﴿
Kavminin ileri gelenlerinden inkar edenler dediler ki: "Şüphesiz, biz seni akıl kıtlığı içinde görüyoruz. Biz senin mutlaka yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz." ﴾66﴿
Hûd şöyle dedi: "Ey kavmim! Bende akıl kıtlığı yok. Aksine ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim." ﴾67﴿

sayfa158
 
NİHAT HATİPOĞLU
Rabbini özleyen hazırlık yapar.


İnsan sonunun ne olacağını bilmediği mahşeri heyecanla ve özlemle bekler mi? Eğer Rabbi’ne kavuşmaya hazırsa ve onu gerçekten seviyorsa ister elbet. Efendimiz (s.av.), Azrail onun ruhunu teslim almak için izin istediğinde Cebrail’e “Ben de Rabbimi özledim” diye buyurmuştu

'Allah'ı sevmek' cümlesi bile insanı heyecanlandırmaya yeter. Çünkü büyük bir işe girişmektir. Sevilen müsaade etmedikçe seven sevilene yanaşamaz. İtiraf edemez. Hele sevilen Rabbimiz ise, kişi bu işe girişmişse!
Kulun Rabbine vuslatı; kapıda duruşuyla ilgilidir.
Yeterince beklemişse, beklerken adaba aykırı hareket etmemişse, dünyevi bir beklentiyle değil, 'sevilen biri bana iltifat etsin' diye beklemişse vuslatı hak etmiştir. Hakkı dağıtan ğani'nin, ğinasıyla hak etmiştir. Yoksa hiçbir bekleyiş vuslatı hak etmez.
Büyüklerden biri diyor ki; "Mahşeri hasret ve heyecanla bekliyorum." Şaşırıyorlar. Çünkü söz, zor bir sözdür. Ne demek mahşeri hasretle beklemek! Öyle ya, cehenneme yuvarlanmak da var oradan. Ateşe, nara, nirana düşmek de.
Ya Rahman, affetmezse? Ya Rahmetiyle tecelli etmezse? O
zaman hasretle bekleyen ne yapacak?
Sorarlar o büyük zahide! "Neden bu heyecan?
Çünkü mahşer çetindir. Zordur. Ağırdır.
Yüktür. Nedamettir. Pişmanlık ehlinin gözyaşlarıdır.
Hasrettir. İtiraftır. Evladın, babanın birbirinden firar etmesidir." O zat, bu bakanların baktığından başka bir bakışla bakmaktadır. Şöyle der:
"Mahşerde Rabbimiz her kulu çağıracak. Beni de elbette çağıracak. O mahşerde sadece bir kez bana 'gel ey kulum' desin yeter bana. Beni muhatab alıp bana 'kulum' dedi ya, yeter bana. İsterse ateşe atsın sonrasında. İsterse nirana yaksın sonrasında.
Umurumda değil. Yeter ki bir kez, iltifat edip kulum desin." Kalbimi yokladım. Orada O'ndan hali – boşhiçbir zerre göremedim. Günahlarıma baktım, üst üste yığılsa tavana değecek.
Nice gönül yıkmış, nice gıybet etmişizdir. Bütün bunlara rağmen kalbimin O'nu arzu ettiğini gördüm. Meğer yıllar farkına varmadan bizi, O'nun hasretine gark etmiş.
Meğer ki Resulle her yol alışımız bizi O'na yaklaştırmış.
Meğer affı azabından önce geçtiği için onu özlemişiz.
Denilir ki; son nefesinde Cebrail, Efendimize (s.a.v.) gelip der ki; "Müsaaden varsa Azrail de girecek." Efendimiz (s.a.v.) sorar "Zamanı geldi mi"? Cebrail "Evet", der edeble. "O zaman girsin" der Efendimiz.
Hz. Azrail, Kuran'daki ismiyle – ölüm meleği- girer. Edeble. Ve hasretle. Ve der ki "Ey Resul!
Gök ehli sizi özlemişlerdir. Sizi beklemektedir." Efendimiz (s.a.v.) cevap verir: "Ben de Rabbimi özledim".
Bize yansıyan da efendim; işte o özleminizden milyarda bir parçadır. İşte o milyarda bir parça – bizi böyle kendinden geçirir ve 'Rabbi özledim' diyecek kadar çığ yapar. Sizde bu söz kemaldir efendim. Sizde bu söz vuslattır. Sizde bu söz cennettir efendim. Bizde bir ömür boyu korkudur efendim. Sizde bu söz haktır efendim, bizde kibir, enaniyet ve riyadır efendim. Velhasıl sizde bu söz sizdir efendim. Bizde bizdir efendim.

İKİ DOST DOKTORA GİDİNCE...

Bağdatlı Cüneyd ve Ebu Bekir Şıbli hastalanırlar. Beraberce doktora gitmeye karar verdiler. Ancak doktor Zerdüşt yani ateşe tapan bir doktordur. Doktor onları tedavi etmek ister. Şıbli teferruata girmez. "Şöyle bir sıkıntı için ilaç ver" der. Cüneyd ise ballandıra, ballandıra, teferruatıyla hastalığını anlatır. Detaya girer. Doktor da ikisine uygun ilacı verir. Aradan günler geçer. Şıbli ile Cüneyd karşılaşırlar. Şıbli Cüneyd'e sitem eder. "Neticede Zerdüşt olan ve yoldan çıkmış bir doktora bu kadar ballandıra ballandıra hastalığını anlatmanın anlamı neydi? Neden – haşa- şikayet eder gibi hastalığını anlattın?" Cüneyd şu cevabı verir: "Doktor İslam'a ne kadar bağlı olduğumu bilen ve bana saygı duyan bir adamdı. Ben ona şunu anlatmak istedim: Bak Allah kendisine bu kadar yakın olan dostuna bu kadar rahatsızlık veriyor. Bunları bunları önüne getiriyor. Ya düşmanına neler yapacak ahirette. Bunu düşün ve aklını başına al. Bunu ona anlatmak istedim. Onun için derdimi ona uzun uzadıya anlattım." Cüneyd sorar bu sefer: "Ya sen Şıbli neden bu kadar hasta olmana rağmen hiç şikayetini dile getirmedin?" Ebu Bekir Şıbli şöyle der: "Bak Cüneyd; ben dostumu düşmanıma şikayet edemedim. Yüce rabbimin imtihanı için verdiği hastalığı ona inanmayana anlatmaktan utandım."
 
"Rabbimin vahyettiklerini size tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir nasihatçıyım." ﴾68﴿
"Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikir (vahy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın ki, Allah sizi Nûh kavminden sonra onların yerine getirdi ve sizi yaratılış itibariyle daha güçlü kıldı. Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz." ﴾69﴿
Onlar, "Sen bize tek Allah'a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bizi tehdit ettiğin azabı bize getir" dediler. ﴾70﴿
Hûd, "Artık size Rabbinizden bir azap ve öfke inmiştir. Allah'ın, haklarında hiçbir delil indirmediği, yalnızca sizin ve babalarınızın uydurduğu bir takım isimler (düzmece tanrılar) hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Öyleyse (başınıza geleceği) bekleyin! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!" dedi. ﴾71﴿
Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayan ve iman etmemiş olanların ise kökünü kestik. ﴾72﴿
Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i Peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için ondan başka bir ilah yoktur. Gerçekten size Rabbinizden (benim peygamber olduğumu gösterecek) açık bir delil geldi. İşte size bir mucize olarak Allah'ın şu devesi... Bırakın onu da Allah'ın mülkünde yesin, içsin. Sakın ona bir kötülük etmeyin. Yoksa sizi elem dolu bir azap yakalar." ﴾73﴿




sayfa159
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…