dini paylaşım alanı

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İçinde Allah’ın kürsüsü zikredildiği için “Âyetü’l-kürsî” adıyla anılan bu âyet hem muhtevası hem de üstün özellikleri sebebiyle dikkat çekmiş, hakkında hadisler vârit olmuş, çok okunmuş, şifa ve korunmaya vesile kılınmıştır. Kelime-i şehâdet ve İhlâs sûreleri nasıl İslâm inancının özünü ihtiva ediyor ve insanlara Allah Teâlâ’yı tanıtıyorsa Âyetü’l-kürsî de –onlardan daha geniş ve detaylı olarak– bu özelliği taşımaktadır. Bir önceki âyette peygamberlerin getirdiği bunca âyet ve “beyyine”ye (imana götüren işaret ve delil) rağmen insanların ihtilâfa düştükleri, kiminin küfrü kiminin imanı tercih ettiği zikredilmişti. İnsanı imana götüren deliller, aklını kullanarak üzerinde düşüneceği “kendisinde ve yakından uzağa çevresinde (enfüs ve âfâk)”, peygamberleri desteklemek üzere Allah’ın onlara lutfettiği mûcizelerde ve vahiy yoluyla yapılan “sağlam delillere dayalı sözlü açıklamalar”da görülmektedir. Bu âyet gerçek mâbudu arayanlar için eşsiz ve başka hiçbir kaynaktan elde edilemez bir açıklamadır, delildir.
Şevkânî’nin Buhârî, Müslim, Nesâî, Ahmed b. Hanbel gibi sahih kaynaklardan derlediği hadislerden birkaçı bile bu âyetin önemi hakkında bir fikir edinmeye yetecektir:
Hz. Peygamber, Übey b. Kâ‘b’a “Allah’ın kitabından hangi âyet en büyüğüdür” diye sorup “Âyetü’l-kürsî’dir” cevabını alınca onu tebrik etmiştir (Müslim, “Müsâfirîn”, 258).
Yine Übey’in hurmasına şeytana tâbi bir cin musallat olmuş; vermeyi, dağıtmayı seven Übey’i bundan vazgeçirmek üzere hurmayı aşırmaya başlamıştı. Übey mahlûku takip ederek yakaladı. Garip bir şekli vardı. Onunla konuşunca kimliğini ve maksadını anladı. Kendilerinden nasıl kurtulabileceğini sorunca “Bakara sûresindeki kürsü âyeti ile” dedi ve ekledi: “Onu akşamda okuyan sabaha kadar, sabahta okuyan akşama kadar bizden korunmuş olur.” Sabah olunca Übey durumu Hz. Peygamber’e aktardı. Resûlullah, “Habis doğru söylemiş” buyurdu.
Buhârî’de de Ebû Hüreyre’den naklen yukarıdakine yakın bir rivayet vardır. Hz. Peygamber’e hadiseyi anlatınca şeytan olduğunu öğrendiği hırsız Ebû Hüreyre’ye şöyle demiştir: “Yatağına yatınca Âyetü’l-kürsî’yi oku, devamlı olarak Allah’tan bir koruyucun olacak ve sabaha kadar sana şeytan yaklaşamayacaktır.”
Allah varlığı ezelî, ebedî, zaruri ve kendinden olan, her şeyi yaratan, her şeyin mâliki ve mukadderatının hâkimi, her şeyi bilen ve her şeye kadir olan... yüce mevlânın öz ismidir. Bu öz isim zikredildikten sonra hem O’nun vahdâniyeti (birliği, tekliği) hem de İslâm’ın getirdiği imanın tevhid (Allah’ı birleme, bir bilme) özelliği açıklanmak üzere “O’ndan başka tanrı yoktur” buyurulmuştur.
Müşrikler elleriyle yaptıkları putlara tapmakta idiler. Bunlar cansız eşyadan yapılırdı. Canı bile olmayan varlığın ilâh olamayacağını ifade etmek üzere hemen arkasından “O diridir” buyurulmuştur. Evet Allah diridir, O’nun hayat sıfatı vardır ve tıpkı diğer isimleri ve sıfatları gibi bunun da mahiyetini ancak kendisi bilmektedir.
Gerek Araplar’daki gerekse diğer kavimlerdeki müşriklerin çoğu büyük bir Allah’a inanmakla beraber bunun yanında –her birine bir işlev tanıdıkları– sözde tanrılara inanmışlardır. Bu inanç tevhide aykırıdır. Tevhidi açıklayarak başlayan âyet, Allah Teâlâ’nın “kayyûm” sıfatını zikrederek “küçük, aracı, özel görevli... tanrılar”a gerek bulunmadığını ifade etmektedir. Çünkü kayyûm, “bütün varlıkları görüp gözeten, yöneten, bir an bile onları bilgi ve ilgisi dışında tutmayan” demektir.
“Onu ne uyku basar ne uyur” cümlesi, hay ve kayyûm sıfatlarını pekiştirmekte ve biraz daha anlaşılmasını sağlamaktadır. Uyku basan veya fiilen uyuyan birinin gözetim, yönetim, koruma gibi işleri yerine getirmesi mümkün değildir. Allah Teâlâ’nın kayyûmluğu kâmil ve kesintisiz olduğuna, daha doğrusu kayyûm sıfatı bunu ifade ettiğine göre O’nu ne uyku basar ne de uyur.
Yerde ve gökte ne varsa –başka hiçbir kimseye değil– O’na aittir; yaratanı da gerçek sahibi de O’dur. Âyetin bu mânayı ifade eden parçası “Yalnız O’na aittir” kısmıyla tevhidi öğretirken “başkasına değil” mânasıyla de şirkin çeşitlerini reddetmektedir. Çünkü müşrik toplumlar varlıkları yaratılış, aidiyet ve yetki bakımlarından çeşitli tanrılar arasında paylaştırmışlar; meselâ yıldız, gök, yer... tanrılarından söz etmişlerdir. “Yerde ve gökte” tabiri Arapça’da “bütün varlıklar” mânasında kullanılmakta, adına yer ve gök denilmeyen veya maddî mânada yere ve göğe dahil bulunmayan mekânlar ve buradaki varlıklar da bu ifadenin içine girmektedir.
Allah’a ortak koşan kâfirlerin bir kısmı, bu ortakların O’na denk olduklarına değil, O’nun nezdinde reddedilemez şefaat, geri çevrilemez aracılık hakkına sahip bulunduklarına inanmakta ve putlara bu anlayış içinde tapınmaktadırlar. “Allah katında, O izin vermedikçe hiçbir kimse şefaat edemez” mânasındaki cümle bu inancın asılsızlığını ortaya koymakta; şefaatin de izne bağlı bulunduğunu, O izin vermedikçe ve dilemedikçe kimsenin böyle bir yetki ve imkâna sahip olamayacağını özlü ve etkili bir şekilde zihinlere yerleştirmektedir. Allah katında kendisine şefaat izni verilenlerin durumu ve yetkileri, ödül törenlerinde ödülleri vermek üzere kürsüye çağrılan şeref konuklarınınkine benzemektedir. Ödülün kime verileceğini bilen ve belirleyen onlar değildir. Ancak bu merasimi tertipleyenlere göre onlar, şerefli, saygıya lâyık, büyük kimseler olduklarından kendilerine böyle bir imtiyaz verilmiştir. Allah katında şefaatlerine izin verilecek olanlar da Allah’a yakın ve sevgili kullar olacaktır.
Allah’tan başka bütün şuur ve bilgi sahiplerinin bilgileri sınırlıdır, doğru da yanlış da olmaya açıktır. Bu genel gerçek şefaat meselesine uygulandığında kimin şefaate lâyık olduğunun da ancak Allah tarafından bilineceği anlaşılır. Çünkü dış görünüşü (mâ beyne eydîhim) itibariyle şefaate lâyık görülenlerin, kullar tarafından görülemeyen ve bilinemeyen iç yüzleri (mâ halfehüm) itibariyle böyle olmamaları mümkündür. Allah birdir ve yalnızca O ibadete lâyıktır; çünkü O’ndan başka olmuşu, olacağı, gizliyi, açığı, geçmişi, geleceği, görüleni, gaybı bilen yoktur.
Kürsî (kürsü), “koltuk, sandalye, taht” anlamlarına gelir. Mecazi olarak saltanat, hükümranlık, mülk mânalarında da kullanılmaktadır. Allah Teâlâ’nın üzerine oturulan maddî alet mânasında kürsüsü olamayacağından –bu O’nun bizzat açıkladığı yüce sıfatlarına aykırı düştüğünden– burada kürsüden bir başka mânanın kastedilmiş olması gerekir. Esasen Kur’an’da Allah’a nisbet edilen, “Allah’ın...” denilen her şeyi, O’nun varlığına dahil veya kullandığı bir şey olarak anlamak da doğru değildir. Meselâ “Allah’ın evi, Allah’ın ruhu, Allah’ın emri, Allah’ın kölesi” tamlamalarında Allah’a ait olan şeyler böyledir. Bunlar ne O’nun varlığının bir parçasıdır ne de kullandığı araçlardır; önem ve şereflerinden dolayı O’nun” diye tanımlanmışlardır. İbn Abbas’a göre kürsüden maksat ilimdir. O’nun ilmi her şeyi kaplar. Âyetin bu kısmını, “kürsüden maksat O’nun hükümranlığıdır ve buna sınır yoktur, hiçbir şey O’nun dışında kalamaz” veya “Allah semavatı, arzı, arşı Kur’an’da zikretmiş, fakat bunlardan maksadın ne olduğunu açıklamamıştır. Kürsüsü de böyle bir varlıktır, yerleri ve gökleri içine alacak kadar geniştir. Ne ve nasıl olduğunu ise ancak kendisi bilmektedir” şeklinde anlamak mümkündür.
Yüce, kâmil, eşsiz sıfatlarının bir kısmı âyette zikredilen yüce Allah’a, kulların sonsuz gibi gördükleri kâinatı korumak, gözetmek ve yönetmek elbette güç gelmeyecek, O’nu yormayacak, meşgul bile etmeyecektir. Çünkü O yücelerden yücedir, kimse bilmez nicedir.





Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 398-401
 
İsa'nın Rab olduğunu ağzınla açıkça söyler ve Tanrı'nın O'nu ölümden dirilttiğine yürekten iman edersen, kurtulacaksın.
(Romalılar 10:9)

Rab'bi adıyla çağıran herkes kurtulacak.
(Romalılar 10:13)

Şimdiye dek benim adımla bir şey dilemediniz. Dileyin, alacaksınız. Öyle ki, sevinciniz tam olsun.
(Yuhanna 16:24)

Rab, bugün de şükrediyorum varlığın, sevgin için. Biz daha günahkarken bizi kurtardığın, merhametin için teşekkür ediyorum Rab. Lütfen yüreklerimizde çalışmaya devam et, öyle ki hep sevginde kalalım. Seni tanımayanlara, kimliğini bilmeyenlere kendini göster Rab, onlara kendini tanıt diye yalvarıyorum sana Rab. İsa Mesih adıyla, amin.
 
Allah razı olsun.Yapacağım dediğiniz gibi.Allah bana 8 ay önce büyük bir dert verdi.Ondan sonra sürekli bir hüzün hali var bende.Yüreğim sürekli yanar halde.Değiştirebileceğim yada elimde olan bişey de değil.Ama dua ile kader değişir mi bilmiyorum o konu ile ilgili de çok etmek istiyorum.Yani böyle şiddetli istekler var ama olacaktır inşallah

Merhaba,
"Hayır ve şer Allah'tan gelir" düşüncesinden kurtulmanızı isterim çünkü öyle değil. Kötülük iblistendir. Kader diye bir şey yoktur. İnsanın özgür iradesi vardır. Rab her şeyi bilir çünkü o bizim yüreğimizi biliyor ta küçüklüğümüzden beri. Ben 15 dakika sonra biri bana tokat atsa ne yapacağımı kendim bile bilmiyorum şu an ama O biliyor çünkü benim yüreğimi biliyor. Biri tokat attığında benim ona nasıl davranacağım benim seçimime bağlı. Ya Tanrının istediğini yapacağım ya da şeytanın. Bu yüzden Rab'bi iyi tanımak gerekiyor.

Rab size kendini sizin anlayabileceğiniz şekilde göstersin diye dua edeceğim. Siz de kendiniz: "Rab bana kendini göster, yollarını bileyim" diye dua edebilirsiniz. Çünkü O kendini yürekten arayanlara kendini buldurtur! Hamdolsun.

Küçüklükten beri bize çok şey söylüyorlar Yaratan ile ilgili. Ama en doğrusu sizin O'na size kendisini tanıtmasını istemenizdir.

Rab sevecen ve lütfedendir. Tez öfkelenmez, sevgisi engindir. (Mezmurlar 103:8)

Rab aydınlık yüzünü size göstersin, sizi bol bol bereketlesin. Esenlikler. :)
 
Merhaba,
"Hayır ve şer Allah'tan gelir" düşüncesinden kurtulmanızı isterim çünkü öyle değil. Kötülük iblistendir. Kader diye bir şey yoktur. İnsanın özgür iradesi vardır. Rab her şeyi bilir çünkü o bizim yüreğimizi biliyor ta küçüklüğümüzden beri. Ben 15 dakika sonra biri bana tokat atsa ne yapacağımı kendim bile bilmiyorum şu an ama O biliyor çünkü benim yüreğimi biliyor. Biri tokat attığında benim ona nasıl davranacağım benim seçimime bağlı. Ya Tanrının istediğini yapacağım ya da şeytanın. Bu yüzden Rab'bi iyi tanımak gerekiyor.

Rab size kendini sizin anlayabileceğiniz şekilde göstersin diye dua edeceğim. Siz de kendiniz: "Rab bana kendini göster, yollarını bileyim" diye dua edebilirsiniz. Çünkü O kendini yürekten arayanlara kendini buldurtur! Hamdolsun.

Küçüklükten beri bize çok şey söylüyorlar Yaratan ile ilgili. Ama en doğrusu sizin O'na size kendisini tanıtmasını istemenizdir.

Rab sevecen ve lütfedendir. Tez öfkelenmez, sevgisi engindir. (Mezmurlar 103:8)

Rab aydınlık yüzünü size göstersin, sizi bol bol bereketlesin. Esenlikler. :)
Allah razı olsun çok teşekkür ederim.Sen Allah’ı yüreğinde nasıl biliyorsan sende o haslet vardır denir ya hani.Ne güzel ki sizde kulluk çerçevesinde sevecen ve sevgi dolu verici birisiniz belli ki.Bende Allah’ı çok seviyorum çok bonkör, lütfeden ve yalnız bırakmayan olarak görüyorum.Bazen dünyevi isteklerim olduğunda - şu sıralar Allah’ın izniyle evlilik yoluna kolay ve güzel şekilde girmek gibi bir duam var- utanıyorum bazen bu tarz isterken.Onu az andığım zamanlara rağmen bana duamın karşılığını dünyada verir mi diyorum.Ama yine de istiyorum çünkü istemezsem daha büyük günah.Öfkemi, ani hareketlerimi yenmek,şeytana uymamak,sabırlı olmak…Hepsi de dileğim.
Kader değişir mi derken, davranış biçimi bizim seçimimiz ama bu olayın başıma geleceği ezelden belliydi ya hani o kader değil mi mesela…
 
Âmentüde yer alan “Hayır ve Şer Allah’tandır” ifadesinin açılımı nedir?

“Hayır ve şer Allah’tandır” demek, bunları yaratanın Allah olduğunu dile getirmektir. Çünkü Yaratıcı Allah’tır ve O’ndan başka yaratıcı yoktur. İşin kula bakan yönü ise hayrın ve şerrin kulun cüzi iradesi ile tercih edilmiş olmasıdır. Bundan dolayı da insanlar hayır ve şer, iyi ve kötü bütün davranışlarından sorumludur.
“Âmentü” esaslarında ifade edildiği üzere her Müslüman kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanır. Yani âlemlerin yaratıcısı olan Allah Teala hayrı da şerri de külli irade ile diler ve yaratır. Çünkü âlemde her şey O’nun irade, takdir ve kudreti altındadır. Âlemde O’ndan başka gerçek mülk ve kudret sahibi, tasarruf yetkisi olan bir başka varlık yoktur. Ancak Allah’ın hayra rızası vardır, şerre ise rızası yoktur. Hayrı seçen mükâfat, şerri seçen ceza görecektir. Şerrin Allah’tan olması, kulun fiilinin meydana gelmesi için Allah’ın yaratmasının devreye girmesi demektir. Yoksa Allah, kulların kötü fiilleri yapmalarından hoşnut olmaz ve şerri de emretmez.
İslam âlimlerine göre, Allah’ın şerri irade edip yaratması kötü ve çirkin değildir. Fakat kulun şer işlemesi ve şerri tercih etmesi kötüdür ve çirkindir. Mesela usta bir ressam, sanatının bütün inceliklerine riayet ederek çirkin bir adam resmi yapsa, o zatı takdir etmek ve sanatına duyulan hayranlığı belirtmek için “ne güzel resim yapmış” denilir. Bu durumda resmi yapılan adamın çirkin olması, resmin de çirkin olmasını gerektirmemektedir.
Yüce Allah, mutlak anlamda hikmetli ve düzenli iş yapan yegâne varlıktır. O’nun şerri yaratmasında birtakım gizli ve açık hikmetler vardır. Canlı ölüden, iyi kötüden, hayır şerden ayırt edilebilsin diye, Allah eşyayı zıtlarıyla birlikte yaratmıştır. Ayrıca insana şer ve kötü şeylerden korunma yollarını göstermiş, şerden sakınma güç ve kudretini vermiştir. Dünyada şer olmasa hayrın manası anlaşılamaz, bu dünyanın bir imtihan dünyası olmasındaki hikmet gerçekleşemezdi. Şer, Allah’ın adalet ve hikmeti gereği veya kendisinden sonra gelecek bir hayra vasıta olmak ya da daha kötü bir şerri defetmek için yaratılmıştır.
Allah’ın kudreti ile meydana gelen her işte gerek birey gerek toplum için birtakım faydalar bulunabilir. Bizim şer veya hayır olarak gördüğümüz her şey sonucu itibariyle gördüğümüz gibi olmayabilir. Bir âyette bu husus şöyle açıklanmaktadır: “Umulur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırdır. Ve yine umulur ki, sevdiğiniz bir şey de sizin için şerdir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.” (Bakara, 2/216)
 
Bela ve musibetler kader midir?

Bela ve musibetleri üç grupta değerlendirmek gerekir: a) İnsan iradesinin söz konusu olmadığı bela ve musibetler (doğal afetler gibi). b) İnsan iradesinin kısmen söz konusu olduğu bela ve musibetler (kısmen kabahatli olunan trafik kazaları gibi). c) İnsan iradesinin söz konusu olduğu bela ve musibetler (alkollü araç kullanarak sebebiyet verilen kazalar, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu maruz kalınan hastalıklar gibi).
Bu sayılanların hepsi Allah’ın takdiri iledir. Mümine düşen ise, kaderini bilmediğinden dolayı her çeşit bela ve musibete karşı tedbir almak, bunlara maruz kalınması durumunda ise sabredip kadere inanarak teslimiyet göstermektir. Şunu unutmamak gerekir ki Allah sonsuz rahmet ve inayet sahibidir. Dolayısıyla musibete maruz kalan bir kimseyi, sabretmesi kaydıyla büyük mükâfatlara nail kılacaktır. Ayrıca Allah insanları imtihan ettiği için, dilerse birtakım bela ve musibetler verebilir. Nitekim Hz. Peygamberin (s.a.s.) haber verdiğine göre tarih boyunca en büyük sıkıntılara peygamberler ve salih insanlar maruz kalmıştır (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 173). İnsanlar bu durumda kulluklarının gerektirdiği tutum içinde olmalıdırlar.
 
Allah razı olsun çok teşekkür ederim.Sen Allah’ı yüreğinde nasıl biliyorsan sende o haslet vardır denir ya hani.Ne güzel ki sizde kulluk çerçevesinde sevecen ve sevgi dolu verici birisiniz belli ki.Bende Allah’ı çok seviyorum çok bonkör, lütfeden ve yalnız bırakmayan olarak görüyorum.Bazen dünyevi isteklerim olduğunda - şu sıralar Allah’ın izniyle evlilik yoluna kolay ve güzel şekilde girmek gibi bir duam var- utanıyorum bazen bu tarz isterken.Onu az andığım zamanlara rağmen bana duamın karşılığını dünyada verir mi diyorum.Ama yine de istiyorum çünkü istemezsem daha büyük günah.Öfkemi, ani hareketlerimi yenmek,şeytana uymamak,sabırlı olmak…Hepsi de dileğim.
Kader değişir mi derken, davranış biçimi bizim seçimimiz ama bu olayın başıma geleceği ezelden belliydi ya hani o kader değil mi mesela…
Kader değişir mi?

İnsan, kaderinin ne olduğunu bilmemektedir. Dolayısıyla insana düşen Allah’ın verdiği akıl, irade ve imkânlar çerçevesinde görevlerini en iyi şekilde yapma gayret ve şevki içinde olmaktır. Allah’a bakan yönüyle ise kader O’nun olmuş ve olacak her şeyi bilmesidir. Esasen O’nun her şeyi bilmesi, O’nun mutlak ulûhiyetinin gereğidir. Bu açıdan bakıldığında kaderin değişmesinden söz etmek Allah’ın ilminin değişmesinden söz etmek demektir; bu ise mümkün değildir. Dolayısıyla kaderde değişme bahis konusu olamaz.
Ancak bazı İslam âlimleri Allah’ın dilemesi hâlinde kaderin değişebileceğini söylemişlerdir. Onlara göre, kader, Allah’ın takdiri, kaza ise bunun gerçekleşmesidir. Bazen Allah, kuluna lütufta bulunarak takdir ettiği hükmü gerçekleştirmeyebilir.
Kaderin değişebileceğini belirten âlimler kaderi, kader-i mutlak (değişmez kader) ve kader-i muallâk (şarta bağlanmış kader) diye ikiye ayırmışlardır. Değişmenin ilkinde değil, ikincisinde yani şarta bağlı kaderde olabileceğini kaydetmişlerdir. Onlara göre, sadakanın belayı def edeceğini, sıla-i rahim yapmanın ömrü uzatacağını belirten hadisler bunu teyit etmektedir. Esasen, Allah’ın ezeli ilmi bağlamında düşünüldüğünde, bu ikinci kaderde de bir değişikliğin olmadığını, zira Allah’ın, şarta bağlı konularda da kulların nasıl davranacaklarını bilerek kaderi belirlediğini söyleyebiliriz
 
Allah razı olsun çok teşekkür ederim.Sen Allah’ı yüreğinde nasıl biliyorsan sende o haslet vardır denir ya hani.Ne güzel ki sizde kulluk çerçevesinde sevecen ve sevgi dolu verici birisiniz belli ki.Bende Allah’ı çok seviyorum çok bonkör, lütfeden ve yalnız bırakmayan olarak görüyorum.Bazen dünyevi isteklerim olduğunda - şu sıralar Allah’ın izniyle evlilik yoluna kolay ve güzel şekilde girmek gibi bir duam var- utanıyorum bazen bu tarz isterken.Onu az andığım zamanlara rağmen bana duamın karşılığını dünyada verir mi diyorum.Ama yine de istiyorum çünkü istemezsem daha büyük günah.Öfkemi, ani hareketlerimi yenmek,şeytana uymamak,sabırlı olmak…Hepsi de dileğim.
Kader değişir mi derken, davranış biçimi bizim seçimimiz ama bu olayın başıma geleceği ezelden belliydi ya hani o kader değil mi mesela…
Rabbim dularınızı hayırla kabul eylesin inşaallah.
içinde bulunduğunuz beliriszlikler zamanla netleşecek eevellallah...
Dua müminin silahıdır'' hadis
Duanız olmasaydı ne öneminiz vardı'Furkan 77

O ndan yürekten isteyeceğiz. O ndan gayrısı yok.. ol deyip olduracak olan O..
 
Allah razı olsun çok teşekkür ederim.Sen Allah’ı yüreğinde nasıl biliyorsan sende o haslet vardır denir ya hani.Ne güzel ki sizde kulluk çerçevesinde sevecen ve sevgi dolu verici birisiniz belli ki.Bende Allah’ı çok seviyorum çok bonkör, lütfeden ve yalnız bırakmayan olarak görüyorum.Bazen dünyevi isteklerim olduğunda - şu sıralar Allah’ın izniyle evlilik yoluna kolay ve güzel şekilde girmek gibi bir duam var- utanıyorum bazen bu tarz isterken.Onu az andığım zamanlara rağmen bana duamın karşılığını dünyada verir mi diyorum.Ama yine de istiyorum çünkü istemezsem daha büyük günah.Öfkemi, ani hareketlerimi yenmek,şeytana uymamak,sabırlı olmak…Hepsi de dileğim.
Kader değişir mi derken, davranış biçimi bizim seçimimiz ama bu olayın başıma geleceği ezelden belliydi ya hani o kader değil mi mesela…

Kader anlayışı "Hayır da şer de Allah'tan gelir" anlayışıdır. Misal yukarıda "Ayrıca Allah insanları imtihan ettiği için, dilerse birtakım bela ve musibetler verebilir. " denmiş. İnsan imtihan edilmek için yaratılmadı ki...

İnsan sevilmek için yaratıldı. Rab insanlarla bir aile ilişkisi kurmak istediği, cömertliğini, zenginliği paylaşmak istediği için ve daha pek çok nedenle yarattı. Cehennem insanlar için yaratılmadı, şeytan için yaratıldı. İnsan sınanmak için yaratılmadı. Tevrat'ta Yaratılış bölümünü okuyabilirsiniz bu konuyla ilgili.

Tevrat, Zebur ve İncil bir bütün olarak Kutsal Kitap'ı oluşturmaktadır. Maalesef bize Zebur geldi Tevrat'ı geçersiz kıldı, İncil değiştirildi gibi şeyler söylendi ama gerçek bu değil. Eğer okursanız anlayacaksınız zaten. :)

İncil'de der ki: Kutsal Yasa'yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa'dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak. (Matta 5:17-18)
Rab Kutsal Kitap'ta kendini tanıtıyor aslında. Ufak bir soru: İncil değiştirildiyse kendi sözünü koruyamayan Allah beni nasıl koruyacak?

Hiç kaygılanmayın; her konudaki dileklerinizi, Tanrı'ya dua edip yalvararak şükranla bildirin. O zaman Tanrı'nın her kavrayışı aşan esenliği Mesih İsa aracılığıyla yüreklerinizi ve düşüncelerinizi koruyacaktır. (Filipililer 4:6-7)

Siz isteklerinizi iletebilir, O'ndan cevap vermesini isteyebilirsiniz. Yaşayan, diri Tanrı sizi yanıtlayacaktır. :)

Şimdiye dek benim adımla bir şey dilemediniz. Dileyin, alacaksınız. Öyle ki, sevinciniz tam olsun. -İsa Mesih (Yuhanna 16:24)
 
X