Çocukluğumu düşünüyorum, hayallerimi, umutlarımı. Okuyacaktım, ailem izin vermese bile birileri el uzatacaktı. Çekip kurtaracaktı beni. çok bekledim, umutla bekledim. Olmadı. Kimse gelmedi.
Ailem beni kör bir kuyuya attı. Önce kuyuya alışmaya çalıştım. Kuyudan kendime yuva yapmaya çabaladım. Gideceğim bir yer, sığınacağım bir liman olmadığını bilerek, umutsuzlukla ama son bir umut kırıntısıyla belki de yaşımın verdiği saflıkla hayata tutunacağıma, herşeyin iyi olmasa bile nötr olabileceğine inandım. Geldiğim noktada ne umut kırıntısı, ne inanç, ne sevgi hiç birşey kalmadı. Tükendim ben. Hem de ailem tarafından damla damla tüketildim. 26 yaşındayken 90 oldum. Yaşamaya dair ne varsa noksan oldum. Bittim tükendim. Tükenecek zerrem kalmadı.
İtiraf ediyorum kocam olacak insanı hiç ama hiç sevmedim. Koynuna atıldığım zaman küçük bir kız çocuğu gibi korku ve iğreti duydum. 8 yılın ardından bakıyorum da Allahım bir gün, tek bir gün mutlu olamamışım. Boş bir çuval gibi yaşamışım. Ama artık kaldıramıyorum. Her an kalan aklımı da tüketip çığlık çığlığa ağlayarak bir köşeye pusabilirim. İnsan bu kadar sevmediği, çocukluğunu, gençliği bile isteye mahfedeceği, kurtulmak için ilk gelen tanımadığı adamın kucağına atacağı, canlı canlı gömeceği insanı neden doğurur? Neden doğurdun beni anne? Nerden geldiysem oraya gitmek istiyorum. Yokluğa, en yokluğa.. Ve sanırım ben gidiyorum. yokluğa, en yokluğa..