Kadın Ve Erkek Cinselliği

vicdan

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
20 Kasım 2006
1.098
25
sevgili01.gif


İnsanların bağımsız birer eyleyen olmayıp, yönlendirilebilir olmalarını sağlayan araçlardan bir tanesi cinsel eylemin sınırlarının çizilmesidir. Erkek ve kadın için ayrı ayrı tanımlanmış cinsel rol ve davranışlar, erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğini sürdürecek/yeniden üretecek şekilde kurumlaşmıştır. Bu kurumlaşmada kadın cinselliği, erkeğin talebine yanıt verecek şekilde tanımlanmıştır. Bireyin kendi başına değil de, kendisinde varolan ve bir gereksinimi karşılayan şeylerden ötürü toplumsal olabildiği bugünkü durumda, kadın kendisini ortaya koyarak değil (kendisi olabilme şansı, aynı zamanda bu nedenden de hiç olmadığından) kendinde olanı, bedenini ortaya koyarak toplumsallaşabilir. Kadın, tanımlanmış normlara göre "güzel" olduğu ölçüde ya da anneliği aracılığıyla toplumsallaşabilmekte. Bunun dışında kalan, kadınların cinsiyetleri bile tartışma konusu olmaktadır.

Kadın ve erkek cinselliğinin farklı tanımlanışı, cinsel rollerin, dolayısıyla toplumsal konumlanışın da farklı olması anlamına geliyor. Cinsel davranışın tanımlanmış olan biçimlerindeki en küçük farklılaşmanın bile küfürlerin ve alayların konusu olması (kaldı ki kadın bedeni herşeyiyle küfür malzemesi) vurgunun cinsel eylemin kendisinden çok, dışlama aracılığıyla dayatılan bir toplumsal kurumlanışın reddedilişine olduğunu gösteriyor.

Cinsel eylemin sınırlanışının, eylemin kendisiyle değil de toplumsal kurumlanışla belirlendiğinin çarpıcı örneklerini yine Antik Yunan ve Roma'da bulmak olası: kurulabilecek cinsel ilişkiyi belirleyen şey tarafların köle ya da yurttaş, kadın ya da erkek, yetişkin ya da çocuk olmalarıdır. Burada anahtar sözcükler "aktiflik" ve "pasiflik"tir. Yurttaş yetişkin erkek aktif olmalıdır; onun pasifliği hiçbir şekilde hoş görülemez. Hele de aktif lezbiyenlik yapan kadın aşağılıktır, öyle ya yetişkin yurttaş erkeğin rolüne soyunmuştur. Ancak, yetişkin, yurttaş ve aktif erkeğin de tanıması gereken bazı erkler vardı: karısı, köleleri ve metresiyle ilişkiye girebilir fakat hayvanlarla, tanrılarla ve ölülerle giremezdi. Yine de bir kölenin efendisinin içine girmesi hoş karşılanmazdı. ("becermenin" iktidarı ve küfürlerdeki yansısı burada gelişmeye başlamış olsa gerek)

Bir diğer önemli gösterge de, Atina yasalarında, bir oğlana ya da kıza tecavüz edenler için konan cezaların aynı olması, tazminatın toplumsal konuma göre değişmesidir.

80’lerde Türkiye’de kadın hareketi, kendisini ifadelendirmeye çalıştığında, sosyalistlerin de içinde olduğu geniş bir kesim tarafından, cinsel eylemin genel eylemden aşağı görülerek ayrıklaştırılmış olmasından yararlanarak "bunlar cinsel özgürlük istiyorlar" diye saldırıya uğramıştı. Erkeğin cinsel rolüne yönelik tehditin motive ettiği bu saldırıların gerçeğinin farkına varılmadığından "hayır..." diye başlayan bir dizi savunmayla ne kadar "masumane" istekler dile getirildiği anlatılmaya çalışılmıştı. Öyle ya, kadınların bildikleri (yaşadıkları değil) aslında sadece gördükleri cinsel davranış erkeğinkiydi. Bu cinsel davranışın özgürcesi de her önüne gelenle yatağa girmek olabilirdi! Böyle bir kavrayışın, biraz daha derinleşerek, cinsel eylemin tene, aslında tene de değil cinsel organlara indirgenmesine dayadığı görülebilir. Kadın vajinası, bunun sonucunda, erkek için olduğu kadar, kadın için de saplantı durumuna geldi. Tecavüze uğrayan kadınlar için fiziksel acıdan çok, kişiliklerinin tümden yok edildiği duygusu ağırlıktadır. Ama, fiziksel farklılıkları bir yana, erkeğin laf atmasıyla, tecavüz etmesi arasında bir fark yok. Başka birçok durumda olduğu gibi, bu iki durumda da kadınların onuru çiğneniyor, varlıkları yok sayılıyor.



 
Güdüler vücudun ihtiyaçlarını karşılamak için insanı harekete geçiren bir iç enerji olarak beden ve ruhsal bütünlüğün korunması açısından oldukça önemlidirler.


Cinsellik güdüsü de (libido) aynen diğer güdüler gibi her normal kadın ve her normal erkekte vardır ve normal şartlarda karşı cinse yönlenmiştir.


Güdülerin yönlendirdiği davranışların ifade bulması, yani belli bir güdünün "doyurulması" için izlenen yol bireyden bireye farklı olabilir. Bu farklılığı yaratan, öncelikle bireyin üst benliğinin belli bir davranışa geçmeden önce o davranışın uygun olup olmadığını denetlemede izlediği yoldur.

Sosyal davranışlarımızı yönlendiren üst benlik, açlık hissi ortaya çıktığında bu arada başka bir konuyla ilgileniyorsak, bizi direkt yemek yeme avranışına yönlendirmek yerine, bu davranışı uygun olan bir zamanda gerçekleştirebilmemiz için açlık giderme davranışımızı belli bir süre ertelememizi sağlar.

Benzer bir şekilde cinsellik güdüsü de, direkt cinsel davranışa yönlenmek yerine, üst benlik tarafından çok sıkı bir şekilde denetlenerek belli bir süre ertelenir. Üst benlik cinsellik davranışını ertelemede o kadar etkin olabilir ki, ihtiyaç çok belirgin bir şekilde ortaya çıksa dahi, bu güdünün doyurulması etkin bir şekilde engellenebilir.

Özellikle cinselliğin "ayıp" olarak değerlendirildiği aile veya toplumlarda üst benlik bu konuda katı bir tutumla ihtiyacı bastırarak kişinin bilincinde bu ihtiyacı duymasını bile tümüyle engelleyebilir. Ancak böyle bir durumda ihtiyaç bilinç altında devam eder.

Yukarıdaki açıklamalardan çıkarılması gereken özet, cinselliğin ifade edilmesinde her bireyin ailesinden ve yakın çevresinden öğrendiği davranışların çok etkili olduğudur. Cinsellik karşı cinsten iki birey arasında yaşanan çok özel bir iletişim şeklidir ve normal bir birey kendi kişiliğince uygun kabul ettiği şartlar ortaya çıkana kadar bu güdünün doyurulmasını erteleyebilir.


Cinsellik Güdüsünün Dozajı

Cinsellik güdüsü yani duyulan cinsel arzunun "dozajı" veya şiddeti her bireyde farklıdır. Hatta bir birey belli bir zaman dilimi içerisinde geçici olarak cinsel arzusunda azalma veya artma hissedebilir.

Artmış Cinsel Arzu

Bazı bireyler çok fazla cinsel arzu duyduklarını hissederler ve bunun normal olmadığını düşünürler. "Aşırı cinsel arzu" olarak tanımlanan, çoğu durumda yapısal bir özelliktir ve bireyde baştan beri vardır. Bazı insanlar yapısal olarak cinselliğe daha "düşkündürler".

Bazen bir birey hayatının belli bir döneminde diğer dönemlerine göre daha fazla cinsel arzu duyduğunun farkına varabilir.

Cinsel arzunun anormal bir şekilde yüksek olduğunun belirleyicisi, bu arzunun veya bu arzudan doğan cinsel davranışın insani çok fazla meşgul etmesi ve günlük yaşantısını olumsuz etkilemesidir. Bu tanımın dışında kalan "yüksek dozlu cinsel arzu" anormal kabul edilmez.
 
Cinsel takıntılar da dayanılmazı zor olan, büyük utanç ve acı veren takıntılar arasındadır. Bazı kişilerin aklına hiç istemedikleri zamanda hiç istemedikleri kişilerle ilgili cinsel düşüncüler, erotik görüntüler gelir.
Zaman zaman hastalarımız yüzleri perperişan, gözyaşlarına boğulmuş halde odamıza girerler ve sesleri boğularak, tıkanarak, utanarak anlatırlar: ‘Kızlarıma tecavüz etmekten korkuyorum. Anneme cinsel arzu duyuyormuş gibi bir hisse kapılıyorum. Üç yaşındaki yeğenimi öptükten sonra penisimin sertleşip sertleşmediğini kontrol ediyorum.’ Bu kişiler ya kızlarının saçlarını bile okşamaz olur, annelerine yaptıkları ziyaretleri bayramdan bayrama seyrekliğine indirirler, veya gerçekten sapık olup olmadıklarını kontrol maksadıyla olur olmaz yerde olur olmaz şekilde yakınlarına dokunup onları sinir ederler.

Dindar insanları cinsel takıntılar gelir, ibadet sırasında bulur hep. Tekbir alıp namaza durduklarında gözlerinin önüne sevişen kadınlar ve erkekler gelir. Kitabın ilk bölümünde bahsi geçen Mehmet takıntılarından kurtulmak için hacca gitmiş, ‘Kabe’nin duvarlarında adeta seks filmi oynuyor,’ demişti. Hıristiyan kadınların kendilerini Hazret-i İsa ile cinsel ilişkide gördüklerine zaman zaman rastlanır.

İnsanların cinsel organlarına bakma takıntılarına da çokça şahit oluruz. Kadınların cinsel organlarına bakma dürtüsü duyan erkekler, gözleri erkeklerin kasıklarına kayacakmış korkusu yaşayan kadınlar sık sık bize başvururlar. Bu kişiler erkekse kadınları rahatsız etmekten, kadınsa ‘hafifmeşrep’ damgası yemekten büyük korku duyarlar.

Halbuki daha önce de belirttiğimiz gibi, obsesifler ahlaki kurallara katı biçimde bağlı insanlardır. Kendilerine büyük haksızlık eder, ‘sapık’ olduklarının anlaşılacağı endişesiyle izole bir hayat yaşamaya başlarlar. Bir bayan hastamız ‘Erkeklere bakar, onlara gülümserim, orospu zannederler, rezil olurum’ takıntısı yüzünden kendisini eve hapsetmiş, on adım ötedeki bakkala bile gidemiyordu. Ailenin gazeteden deterjana kadar bütün ihtiyaçlarını kocası satın alıyordu. Çocuklarının veli toplantısına kocası katılıyordu. Nemelazım erkek öğretmenlere, erkek velilere kaş göz edebilirdi. Acilen diyelim bir kibrit lazım olduğunda, kocası da evde yoksa, evinin hemen önüne park ettiği arabasına atlıyor, uzak bir semtten kibriti alıp dönüyordu. Uzak semtlerde daha rahattı, çünkü erkeklere baksa bile oralarda tanınmıyordu. Hatta sonunda oturduğu mahalleden taşınmıştı.

Eşcinsellik takıntıları da pek çok ‘normal’ erkeğin hayatını mahveden takıntılardır. ‘Ben eşcinsel miyim?’ sorusu zihinlerini kavurur. Ömürleri boyunca hiçbir erkeğe ilgi duymamışlar, sadece ve sadece kadınları hayal etmekten, kadınlarla beraber olmaktan zevk almışlardır. Ancak erkeklerle sevişirken görürler kendilerini. Yakın arkadaşlarıyla, amca çocuklarıyla, tanımadıkları erkeklerle homoseksüel ilişki halindeki pozları gözlerinin önünden gitmez. Erkek soyunma odası türü yerlerde dehşete kapılırlar. Eşcinsel görünce yılan görmüş gibi paniğe kapılan, eşcinsel görmemek için yıllardır Beyoğlu’na ayak basmamış hastalarımız vardır.
 
İlk bakışta aralarında bağlantı kurulamayan ve iki ayrı kelime gibi görünen bu kavramların, son araştırmalarda elde edilen bulgulara göre, birbirini tamamlayan, yaşam sisteminin açıklanmasında önemli veriler olduğu anlaşılmıştır.

Tarih boyu cinsellik ile ilgili pek çok anekdot okumuşsunuzdur. Bunlardan özellikle kişisel olanları, belleklerde yoğunlaşmıştır. Toplumsal değerlerin başında gelen cinsellik hakkındaki değer yargıları, bireylerde ve uluslarda şartlanmalar istikametinde ve astrolojik etkilerle olgunlaşmaktadır. Bir bakıma, Doğu ve Batı Kültürleri arasındaki fark da bu şekilde belirginleşmiştir.

Yeryüzünde ilk insanın, ortaya çıkışından beri varolan, ilk çağlardan itibaren zikredilen, "temel içgüdü"lerden biri kabul edilen cinselliğin, acaba 'gen'lerle ne gibi bağlantısı olabilir?

Kadın ve erkek arasındaki en yakın ve paylaşımcı eylem olan cinsel ilişki sırasında aktarılan erkek spermi ile, kadın yumurtası arasındaki 'bir'leşme, sadece basit bir üreme fonksiyonu olarak nitelendirilebilir mi?

Bu nokta, filozofların ve bilim adamlarının dikkatini çekmiş, kendini tanıma, yaşam sistemini anlama konusunda çalışmalarda bulunanlar, zaman içinde fikirlerini açıklamışlardır.

Eflatun "Sempozyum" adlı eserinde "Neden cinsellik vardır?" sorusuna, Aristophones'in meşhur konuşmasındaki öneriyle yanıt vermiş ve konuyu "bir tamirat/yenileme" şeklinde ele almıştır.

Eflatun'un çözümü; daha sonraki çağlarda, cinsel içgüdüleri, yaşamı koruma ve yaşama isteklerini içerdiği gerekçesiyle, Freud tarafından da benimsenmiştir. Aynı soruya cevap arayan pek çok düşünür, sonunda kendini biyolojik evrim ilmi içinde bulmuştur. Bu ilim, yaşayan dünyanın, dört milyar yıl önceki mütevazı başlangıcından şimdiki haline, ne şekilde ve niçin geldiğini incelemektedir.

Charles Darwin, "The. Origin of Species" isimli meşhur eserinde, cinsellikten ve onun değişimlerdeki rolünden bahsetmiştir. Darwin'e göre, bir "tabiat kanunu" olarak, yaşamın devamı için eşleşme gereklidir.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Alman Biyolog August Weismann, ölümlü ve ölümsüzü biyolojik terminoloji ile açıklayarak cinsellikle evrimi ilişkilendirmiştir. Weismann'a göre cinsellik, evrimi hızlandıran bir faktördür; çünkü tabiatın seçmesi için içeriği sürekli değişen bir depo sunmaktadır.

Ama, esas önemli açıklama ve bağlantılar, yaklaşık elli sene önce keşfedilen DNA ve genetik ilmi sayesinde olmuştur. Varlığın bu boyuttaki, ifade edilen en küçük şekil birimi olan ve hücrenin temelini oluşturan DNA= DeoksiriboNükleikAsit, içinde canlı ile ilgili tüm bilgilerin bulunduğu, aynı bilgiyi içeren ama, pozitif ve negatif gibi birbirini tamamlayan iki ayrı polinukleotid zincirinden oluşmuştur. Bunlardaki (nükleotid) bilgi, bir canlı oluşturmak üzere, hem depolanıp hem de transfer edilmek için hazırlanmıştır.

DNA molekülünde belli yapı taşlarını üretmek için gereken genetik şifreyi taşıyan "gen" adlı bir bölge vardır. Bu bölge, o organizma ile ilgili her bir özelliği tek tek belirleyen konfigürasyonlara (yapı şekli) sahiptir.

Genler, bir organizmanın karakteristiklerini belirleyen talimatlarla yüklüdür. Bunlar için gereken sistem ise, çevre tarafından sağlanır.

Organizmaların oluşması için genlerin aktarımı, üreme fonksiyonu ile gerçekleşir. Üreme, insanda, kadında yumurta, erkekte sperm üretimi ile başlar. Yarısı anneden, yarısı babadan gelen DNA molekülleri, yumurta ve sperm içinde paketlenerek saklanır, böylece daha sonraki kuşaklara aktarılır. Aktarma işlemi, görüldüğü gibi, cinselliğin bir sonucu olarak gerçekleşir.

Cinsel ilişki yoluyla, iki ayrı cinsten gelen DNA molekülleri kırılır ve tekrar yeni bir şekilde birleşir. Kadın ile erkekten gelen, hata yüklü de olabilen DNA'lar bir bütün teşkil eder, cinsel ilişki evresinden sonra yeniden gençlik kazanırlar.

DNA'larda meydana gelen bozuklukların düzeltilmesinde cinsellik çok önemli yer tutar; çünkü hatalı DNA oluşumuna yol açan mutasyonları kısıtlar. Bu kısıtlama işlemi, hatalı kodun, kadınla erkeğin birleşmesi sırasında, tamir enzimlerince uzaklaştırılması ile gerçekleşir.

Yaklaşık dört milyar yıl önce başlayan insan neslinin sağlıklı bir şekilde devamı, her türlü değişikliğe rağmen, cinsellik sayesinde olmuş, anne ve babadan aktarılan genetik veriler harmanlanıp onların sahip olduğu özelliklerin dışındaki bilgilerin de yeni kuşaklarda ortaya çıkmasına zemin hazırlanmıştır.

Kısaca belirtmek gerekirse, cinsellik; varlık ile ilgili tüm bilgileri içeren genleri tamir eden, mutasyonları, bozulmaları kontrol altında tutarak, onları (genleri) sağlıklı tutan çok gelişmiş bir sistemdir. Böylece o tür, her türlü mikro ve makro değişime rağmen, yaşamını devam ettirir, ortak özellikler havuzundan her an yeni oluşumlarla kendini tamir etmeye devam eder.

Geçtiğimiz günlerde, basında yer alan bir habere göre, kiotech firması tarafından üretilen ve İngiltere'de satışa çıkarılan Xcite adlı ıslak mendilin kokusu, sürenin cazibesini artırmaktadır. Kadın ve erkekler için iki farklı türde üretilen bu mendiller, insanlara cinsellik sinyali göndermek ve karşı cinsi kendine çekmek için salgıladığı `feromon' adlı kimyasal maddeyi içeriyor. Aslında bir hormon olan feromon (Pheromone), erkekte ter ve idrarda, kadında ise vajinal salgılarda,koltuk altı teri,tükürük ve çapakta bulunuyor. Feromon baskısını ister istemez hissediyor ve cinsel yönden uyarılıyoruz.

Mistizm'de cinsellik hareketlerine "kader" kavramı ile değinmede, cinsellik arz eden konumu üstü kapalı şekilde, "Gen"lere bağlamaktadır.
 
Kadın ve erkeklerin orgazm konusunda birbirlerini yanılttığı birtakım düşünce ve tutumlar içine girebildiklerine sık sık tanık olunur. Sonuçta ortaya çıkan yanılgıların, yaygınlık kazanmış olan bazılarının üzerinde durmak gerekir. "Eğer erkek yeterince dayanabilirse, her kadın orgazma gelebilir !" Bu iddia ancak kısmen doğrudur.


Uzun süren bir koitusun sonunda erişilen doruk, teknik olarak orgazm sayılsa bile, hedefe varmak için girişilen acele ve endişe içinde, işin bütün zevki kaybolup gidecektir. Yazdığı kitaplar satış rekorları kıran ünlü fahişe Xaviera Hollander, en yoğun orgazmların, ilk 5 dakika içinde gerçekleştiğini söylemektedir. Aslında birçok bilimsel araştırma da bu iddiayı doğrulamaktadır. Dolayısıyla zevkli bir cinsel birleşmenin anahtarı, özenli ve uzun ön oynaşma süreci olmaktadır. ;


;"Kadın gelmeye başlayınca, erkek mümkün olduğunca sert hareket etmelidir !" Oysa bunun tam tersi geçerlidir; erkek olabildiğince hareketsiz kalmalıdır. Ancak böyle olursa, hem kadın hem de erkek, kadının kasılan dölyolu kaslarının farkına ve hazzına varabilir.



Hollander, kendi kendilerini uyararak ulaştıkları orgazmların, niye cinsel birleşmede ulaştıklarından daha yoğun olduğunu soran çok sayıda kadının mektubuna verdiği cevapta, meseleyi, dölyolu kaslarının kasılmasını algılayabilmeye bağlamaktadır. Her ne kadar bu konuda kadından kadına farklılıklar söz konusuysa da, genel olarak orgazm sırasında erkeğin sert hareket etmesini gerekçeleyen herhangi bir ipucu yoktur.
;

;"En iyi orgazmlar, eşanlı olanlardır !" Bu da yanlıştır. Uzun süre birlikte olmuş insanların eşanlı olarak orgazma gelmesi hem mümkün, hem de zevkli olabilir. Ancak bu, doğal olursa haz verebilir. Aksi durumda, duyguları geri plana iten bir koşuşma söz konusudur.
Eşlerden birinin önce gelmesi, hiçbir şekilde diğerinin orgazma ulaşmasını engelleyemeyeceği gibi, tersine, eşlerin üzerinden yetişme ya da erteleme endişesini kaldıracağı için, birleşme sürecinin zevk boyutu öne çıkabilecektir.
 
Yeni evlenen genç kızların yaşadığı ‘ilk gece’ stresi, geleneklerin baskısı, çekingenlik, tüm bir ömrü etkileyecek vajinusmus hastalığının sebepleri arasında sayılıyor. Üstelik yeni yüzyılla birlikte azalması beklenen bu hastalık, tam tersine artıyor. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Cinsel İşlev Bozuklukları Birimi Sorumlusu Prof. Dr. Arşaluys Kayır, ‘Vajinusmus hastalığının tıbbi açılımı, birleşme sırasında vücut kaslarının kasılmasıdır. Kadınların çekingen kalması ve geçmişten günümüze gelen söylemlerin olumsuz etkisi, bu strese yol açıyor. Bu hastalık sadece evlenecek olan kadınlarda değil, uzun yıllar evliliğini sürdüren kadınlarda da görülebiliyor’ diyor.

Prof.Dr. Kayır, bu hastalıkla ilgili şikayetlerin yüzde 80’inin eğitimli kadınlardan geldiğini belirterek, ‘Günlük stres, hastalığın ortaya çıkmasında en önemli etkenlerden biri’ diye konuşuyor.

Vücuduna ve cinsel organına yabancı olan kadınların bu hastalığı daha fazla yakalandığına dikkat çeken Prof. Dr. Arşaluys Kayır, ‘Kentsel nüfus içinde yer alan, çalışan kadınlar orgazmı biliyor, ancak etkin yaşayanların sayısı az. Bunun için vajinusmus hastalığı gündeme geliyor. Geçtiğimiz yıllara göre şikayetler yüzde 50 artış gösterdi. 25 yaş üstü olan kadınların vücutlarını tanımamasından kaynaklanan bu hastalıkta, çiftlerin birlikte psikolojik danışmanlık hizmeti almasını öneriyoruz. Eğitimli çiftler bile bize başvururken, bir tedirginlik ve çekingenlikle geliyor. Öncelikle bunun aşılması gerekmektedir’ diyor. Prof.Dr.Kayır, vajinusmus sorununun ortadan kalkması için eşler arasında tensel uyum egzersizleri yapılması gerektiğini belirterek, ‘Cinsel birleşmeye geçmeden dokunuşlarla tensel uyum egzersizleri yapılması, sorunun aşılması acısından büyük önem taşıyor’ mesajlarını iletiyor.
 
Sevgilinizin boynunuza yumuşak bir öpücük kondurduğunu düşünün... Ya da kulağınıza aşk sözleri fısıldadığını... Hatta gece yatakta ayaklarınıza masaj yapmaya başladığını hayal edin...



Her insanın fantazilerinin, cinsellikten aldığı zevkin farklı olması gibi uyarılma noktaları da birbirinden farklıdır. Kimileri yumuşak okşayışlardan, kimileri daha sert ve tutkulu davranışlardan, kimileri ise öpülmekten hoşlanır. Üstelik her insanın öpülmesini, okşanmasını istediği noktalar da farklı olabilir. Fakat sinir sisteminin herkeste aşağı yukarı aynı olduğu düşünülecek olursa, aslında küçük farklılıklar dışında vücudumuzun bazı bölgelerinin bu tür uyarılmalara son derece müsait olduğu görülür. İşte yukarıdan aşağıya doğru kadın ve erkeklerin erojen noktaları...

Kulak: Kadınların büyük çoğunluğu kulağın ve kulak çevresinin erojen olduğunu söylüyor. Erekler de kadınlar da özellikle seks sırasında kulaklarına fısıldanmasından, kulaklarının öpülmesinden hatta ısırılmasından hoşlanıyor. Ayrıca yine her iki cins de partnerlerinin nefesini kulaklarında hissetmenin kendilerine çok büyük haz verdiğini belirtiyorlar. Fakat işin sırrı yumuşak davranmakta. Aksi halde karşı taraf tahrik değil rahatsız oluyor.

Boyun: Sinir sistemi gelişmiş olan boyun bölgesi hem erkeklerin hem de kadınların erojen noktalarından. Bu sebeple gerek kadınlar gerekse erkekler boyunlarının öpülmesi, okşanması, yalanması ya da hafifçe ısırılmasından hoşlanıyorlar. Kadınlar boyun temasını ön sevişmenin olmazsa olmaz etaplarından biri olarak görüyor, boyunlarına yapılan temasın, hatta masajın ön sevişmenin başlangıç noktası olduğunu söylüyor. Erkekler de kadınlar gibi boyunlarına masaj yapılmasının cinsel arzuyu arttırdığı görüşünde.

Ağız: Ağız için söylenebilecek pek bir şey yok aslında. Siz öpüşmekten zevk almayan kadın ya da erkek gördünüz mü? Hayır değil mi? Fakat unutulmaması gereken bir şey daha var. Erkekler dudaklar ve öpüşme konusunda kadınlara oranla biraz daha şiddetten hoşlanıyor. Kadınlar french kiss'i ya da masumane öpücükleri tercih ederken, erkekler kadının öpüşürken dudaklarını sıkıştırmasından ya da ısırmasından zevk duyuyor.

Sırt: Kadınlar ense kökünden itibaren omurgaları boyunca partnerlerinin yavaşça aşağı kaymasından çok hoşlanıyor. Partnerlerinin ellerini, parmaklarını, dillerini ya da dudaklarını kullanarak küçük dokunuşlarla yukarıdan aşağıya inmesini tahrik edici buluyor. Aynı şey erkekler için de geçerli. Onlar da birlikte oldukları kadının göğüslerini, yüzünü, nefesini sırtında hissetmekten hoşlanıyor.

Göğüsler: Kadınların en erojen noktalarından olan göğüsler, hem kadının tahrik olup cinsel doyuma ulaşmasına yardımcı oluyor hem de onun cinsellikten ne kadar zevk aldığını gösteriyor. Hemen her erkek göğüslerin, kadının erojen noktalarından biri olduğunu bilse de bazı yanlışlar yapabiliyor. Örneğin kadınlar göğüslerinin okşanmasından çok fazla tahrik olmuyorlar. Kadınlar, erkeğin eliyle göğüslerini okşaması yerine parmakla, dudakla, dil ya da cinsel organlarıyla göğüslerine dokunmasından zevk duyduğunu söylüyor. Erkekler bu konuda kadınlar kadar görüş birliğine varabilmiş değil. Kimi erkekler kadının göğüslerini sıkması, ısırması ya da yalamasından zevk aldığını söylerken kimileri bundan nefret ediyor. İyisi mi, siz siz olun erkeğinize bu konuda ne düşündüğünü sorun!

Karın: Son derece hassas ve yumuşak bir bölge. Sevişme anında kadınlar göbek deliklerinin ellenmesinden, yalanmasından, okşanmasından tahrik olabiliyor. Erkeklere gelince... Erkekler de en az kadınlar kadar bu bölgenin kendilerini tahrik ettiğini söylüyor. Fakat erkekler bu konuda biraz daha yaratıcı. Partnerlerinin dilleri ya da dudaklarının yanı sıra saçlarının, göğüslerinin bu bölgeye temas etmesinden çok büyük haz alıyorlar. Fakat bu bölgeye dokunurken ya da okşarken, nazik davranmak gerekiyor. Aksi halde sevgilinizin canı yanabilir.

Popo: Kadınların erojen bölgelerinden biri de kalçalarıdır. Hemen hemen her kadın, popolarının okşanmasından, öpülmesinden, yoğurulmasından, hafifçe vurulmasından ve partnerlerinin parmaklarının popo çizgisi boyunca gezinmesinden hoşlanır. Fakat daha fazlasını istiyorsanız dikkatli olmalısınız. Çünkü bazı kadınlar anüslerinin ellenmesinden zevk alırken, bazıları bunu tiksindirici buluyor. Bunu deneyerek veya konuşarak çözümleyebilirsiniz.

Erkekler de popolarının okşanmasından, öpülmesinden, ısırılmasından zevk alıyor. Fakat nazik olmanız kaydıyla. Penisle anüsleri arasındaki bölge son derece duyarlı olduğundan en ufak bir darbe bile çok büyük ağrıya neden olabilir. Bazı uzmanlar kadınlarınki gibi ereklerin de G noktası olduğunu ve bunun anüsün 3-5 cm. içinde olduğunu belirtiyor. Bu varsayıma göre erkekler henüz bunu keşfetmemiş olsalar dahi, sadece bu bölgelerinin okşanmasıyla orgazm olmaları mümkün görünüyor. Fakat bazı erkekler bu konuda çok hassaslar ve böylesi dokunuşlardan nefret ediyorlar. O yüzden bu bölgelere dokunmadan önce kesinlikle onun fikrini almalısınız.

Bacaklar: Ayak bileğinden başlayın ve yavaşça yukarıya çıkın. Avuç içiniz ya da parmaklarınızla dairesel hareketler yaparak baldırlarını özellikle de en erojen nokta olan baldırların iç taraflarını okşayın. Kadınların bu dokunma işlemine bayıldığını göreceksiniz. Erkekler de en az kadınlar kadar baldırlarının içinin okşanmasından tahrik oluyor.

Ayak: Yine tam olarak fikir birliğine varılamayan bir nokta. Kimi kadınlar erkeklerin ayaklarını öpmesini, parmaklarını yalayıp emmesini tahrik edici bulurken kimileri bunu çok pornografik ve iğrenç buluyor. Aynı şey erkekler için de geçerli. Üstelik erkeklerin büyük çoğunluğu parmaklarının okşanmasından, öpülmesinden nefret ediyor. Partnerinizin bu konudaki tutumunu değiştirmek veya değiştirmemek size kalmış. Bu konularda fazla ısrarcı olmamakta fayda var.
 
Yöntem 1

Başlamış olan bir orgazm refleksini geri döndürmenin en iyi yollarından birisi skrotum (testis torbası) ile anüs arasındaki tam orta noktaya kısa ve güçlü ani basınçlar uygulamaktır; ayrıca penisin kavernöz cisimlerinin tam vücuda yaklaştığı yere de benzer biçimde 8-10 basınç uyguladığınızda başlamakta olan bir orgazm refleksi durdurulabilir. Burada önemli olan psikolojik uyarılardan birisi, eşinizin dikkatini başka bir yöne çekmektir. Eşiniz geri dönülmez noktaya yaklaştığının işaretini size verdiği zaman mutlaka bu uyarımı verin ve ilişkinin durmasını sağlayın. Eşiniz biraz dinlendikten sonra tekrar uyarıma geçebilirsiniz.

Yöntem 2

Bu yöntemi erkek uygulamalıdır. Penisin vajinadan çıkarılıp, çok sığ ve yavaş girişlerle devam edilmesi, boşalmaya yakın tamamen dışarı çıkarılması ve biraz sonra devam edilmesi gerekir. Taocu sevişme yönteminin özü de bu yönteme dayanır.

Yöntem 3

Eşinizin kritik noktaya yaklaşması halinde bir kaç kez derin nefes alarak aşağı doğru basınç uygulaması (ıkınması) geçici olarak boşalmayı durdurur.

Yöntem 4

Bu yöntem için kadının üstte olduğu pozisyonlar seçilmelidir. Kritik noktaya gelindiği zaman penis dışarı çıkarılmalı ve penisin başının çevresi baş ve işaret parmağı ile ani olarak sıkıştırılmalıdır. 4-5 sıkıştırma uyarısı erkeğin orgazm refleksini kaldıracaktır.

Yöntem 5

Boşalma sırasında testisler yukarı doğru çekilir. Bu çekilmenin engellenmesi orgazm refleksini geri döndürebilir. Bunun için yukarı çekilmekte olan testisleri baş parmağınız ile işaret parmağınızın altında kalacak biçimde testis torbasını boğumlayan ve yukarı çekilmekte olan testisleri baş parmağınızla işaret parmağınızın oluşturduğu halkanın altında bırakacak biçimde sıkıştırın ve acıtmadan hafifçe testislere aşağı doğru basınç verin.

Yanlış bildiklerimiz

Erkekler duygularını belli etmez; her zaman karşı cinse güçlü olduğunu hissettirmelidir. Kadına karşı hep baskın olmalıdır.

Erkekliğin ölçüsü cinsel güç ve erkeğin cinsel performansıdır. Ne kadar fazla cinsel ilişki de bulunursa bir erkek o kadar güçlüdür.

Her zaman erkek yöneticidir ve her şeyi zaten doğal olarak bilir! Kadın ise pasif kalmalıdır.

Erkekler her zaman cinsel ilişkiyi isterler ve her zaman “sapasağlam” hazır olmalıdırlar.

Cinsellik aslında sadece penisin vajinaya girmesinden ibarettir.

Kadınlar cinsel ilişkiden çok zevk alırlar.

Cinsellik için mutlaka ereksiyon gereklidir.

Cinselliğin temel amacı orgazm olmaktır, orgazm bitince cinsellik de biter.

Cinsellik hakkında keşfedecek pek yeni bir şey olmaz.

Orgazmı yaşamak için ne yapmalısınız?

1. Önce sorunun sizden mi yoksa karşınızdakinden mi kaynaklandığını bilmelisiniz. Eğer sizden kaynaklanıyorsa size itici gelmesi olası yönleri saptamalı ve bu konuda kendinizi geliştirmelisiniz.

2. Eğer sorun ondansa onun sorununu saptayınız. Örneğin problemi erken boşalmaksa onu eğitmeye çalışın.

3. Farklı cinsel fantezileri gerçekleştirerek onun hayal dağarcığını genişletin.

4. Onda psikolojik travmaya yol açacak davranışlardan kaçınınız.

5. Mükemmel uyumun karşılıklı fedakarlıkla gerçekleştirilebileceğini unutmayın.
 
Kadın üreme organları (genital organlar) dışta yer alanlar ve içte yer alanlar olmak üzere ikiye ayrılır. İç genital organlar kadın iskeletinde bacakların hemen üzerinde yer alan leğen kemikleri ve bel kemiği tarafından oluşturulan kemik çatının (latince pelvis) içinde koruma altına alınmışlardır.
Kadın Organlarının Yapısı ve İşleyişi

Yandaki resimde kadın genital organları önden bakışta şematik olarak görülmektedir.
Kemik Çatı

Kadın doğası gebe kalmaya, rahim içinde gelişmekte olan bebeği büyütmeye ve nihayet olgunlaşmış bebeği dünyaya getirmeye göre düzenlenmiştir. Bu görevleri yerine getirmek amacına yönelik olarak kadının kemik çatısı erkeğin kemik çatısına göre belirgin farklılıklar gösterir:
Yandaki resimde solda alt alta yer alan iki resimde erkeğin kemik çatısı üstten ve önden bakışta, sağda alt alta yer alan iki resimde ise kadının kemik çatısı üstten ve önden bakışta görülmektedir. Dikkatlice bakıldığında erkeğin üstten bakışta kemik çatı açıklığının kalp şeklinde, kadının kemik çatı açıklığının ise yuvarlak olduğu görülebilir. Bu farklılık erkeğin leğen kemiklerinin yapısının daha çok ağır yük taşımaya yönelik, kadının leğen kemiklerinin yapısının ise bebeğin başının doğum esnasında leğen kemikleri tarafından oluşturulan doğum kanalına girmesine yönelik yapılanmasından kaynaklanmaktadır.

Yine benzer bir şekilde önden bakışta erkeğin leğen kemikleri alt açısı dar, kadının leğen kemikleri alt açısı bebeğin doğum kanalından dışarıya rahatça çıkabilmesine olanak tanımak için geniş açılı olarak yapılandırılmıştır.

Kadının kemik yapısının üzerinde yer alan kaslar ve bağlar bebeğin doğum kanalından geçerek dış dünyaya çıkma sürecinde ona mümkün olan en geniş alanı sağlamak amacına yönelik olarak gevşemeye elverişli olarak yapılandırılmışlardır. Erkeklerin leğen kemikleri daha çok yük taşımaya elverişli olacak şekilde biçimlendirildiğinden kaslar ve bağlar çok fazla gevşeme göstermezler. Kadınlarda bel ağrısının erkeklere göre daha sık görülmesinin en muhtemel nedeni budur.

Dış Genital Organlar

Kadın dış genital organları vücudu örten cilt tabakasının bir devamıdır ve kadın iç genital organlarına giriş kapısını, bebeğin doğduğu "doğum kanalından" çıkış kapısını oluştururlar. Dış genital organlara topluca vulva adı verilir.


Dış genital organların karşıdan bakıldığında görüntüsü

Kadın dış genital bölgesinin genel yapısı

Vulva, kadın dış genital bölgelerine karşıdan bakıldığında üstte "çatıyı" oluşturan leğen kemiklerinin birbiriyle orta hatta birleştiği bölgenin oluşturduğu kabarıklık olan pubis tepesi, altta anüs ve yanlarda büyük (dış) dudaklar adı verilen yapılarca sınırlanan bölgedir.
Pubis tepesi cilt ve altında yağ dokusu içerir, üzeri genital kıllarla kaplıdır. Pubis tepesinin hemen altında klitoris bulunur. Dış genital organların bir tabaka altında kadının doğum yapmasında, idrar ve dışkı çıkışı gibi işlevleri istemli olarak yürütmesinde önemli yeri olan kaslar bulunur. Bu kaslara topluca pelvis tabanı kasları adı verilir.

Dış (büyük) dudaklar

Dölyolu (vajina) girişini sağlı sollu örten cilt kıvrımlarının dışta yer alanlarıdır. Dış dudaklar önde genital kılların olduğu pubis tepesinde, arkada ise anüsün hemen üstünde birleşirler. Üzerleri genital kıllarla kaplıdır ve cilt altında yağdokusu içerirler.

İç (küçük) dudaklar

Sağlı sollu dış dudakların iç yüzlerinde yer alan, klitorisin üst kısmından vajina girişinin altına uzanan kıvrımlı yapılardır. İdrar deliği ve vajina girişinin etrafını sararlar. İç dudaklar normal şartlarda bacaklar kapalıyken görünmezken bazı kadınlarda dış dudaklardan daha geniş olduklarından dışarı taşabilirler. Kılla kaplı değildirler ve ciltaltı yağdokusu içermezler.

Vajina girişi

İç dudakların devamında yer alan ve kızlık zarına kadar devam eden 1-2 santimetrelik bir kısımdır. Kızlık zarı yırtıldıktan sonra vajinayla birleşir.

Kızlık zarı

Latince de hymen ("himen" okunur) olarak adlandırılan bu yapı, ince olmasına karşın nispeten esnektir ve ortasında bir veya daha fazla sayıda delik içerir. Her kadında farklı yapıya sahip olmasına karşın, genellikle ilk ilişki esnasında hafif bir kanamayla yırtılır ve böylece vajina girişiyle vajinanın birleşmesini sağlar.

Kızlık zarının kadın genital organlarını enfeksiyondan koruduğu söylense de, ortasında adet kanamasının akmasını sağlayacak deliği veya delikleri olan bu yapının bakterilerin geçişini nasıl engellediği açıklanamadığından, bu işlevi tartışmalıdır.

Klitoris

Klitoris hemen pubis tepesi altında yer alan bir yapıdır ve üstte ve yanlarda iç dudaklarla çevrilidir. Klitorisin hemen alt kısmında idrar deliği, idrar deliğinin altında ise vajina girişi bulunur. Klitorisin dıştan görünen düğme şeklindeki parçasının yanında vulvanın içine tümüyle gömülü şekilde yanlara doğru uzanan iki kolu vardır ve bu haliyle klitoris gerçekte Y şeklinde bir yapıdır. Klitoris cinsel ilişki esnasında aynen erkeğin penisi gibi sertleşebilme özelliğine sahiptir. Kan damarlarından oldukça zengin bu yapı kadın orgazmında önemli görevler üstlenir.

İdrar Deliği (uretra ağzı)

Klitorisin hemen altında, iç dudakların önde birleştiği yerde bulunan ve idrarın dışarı boşaltılmasını sağlayan idrar deliği aşağıda anlatılacak olan uretra adlı yapının son kısmını oluşturur.

Perine

Perine dış dudakların arkada birleştiği yerle anüs arasında yer alan bölgedir. Ciltle kaplı olan bölge ciltaltında idrar ve dışkı işlevlerinin kontrolünü sağlayan kasları barındırır. Bu kaslar doğum eylemi esnasında mümkün olduğunca gevşeyerek bebeğin başının doğmasına izin verirler.

Doğum eyleminin son aşamasına gelindiğinde bebeğin doğumunu kolaylaştırmak amacıyla perineye yapılan kesiye epizyotomi (doğum kesisi) adı verilir. Bu kesinin amacı bebek doğarken bu bölgenin yırtılmasını ve altta bulunan perine kaslarının zarar görmesini engellemektir.

Vulvada bulunan salgı bezleri

Dış genital bölgenin kurumasını önlemek ve cinsel ilişkide gerekli kayganlaşmayı sağlamak işlevini yürüten birkaç adet salgı bezi vardır. Bunlar arasında en önemlileri idrar çıkış deliğinin yanlarında yer alan Skene bezleri ve vajina girişinin yakınında sağlı sollu yer alan Bartholin ("bartolin" okunur) bezleridir.

Makat (anüs)

Makat kalın bağırsağın son kısmıdır ve depolanan dışkının dışa atılmasını sağlar.
Bu yapının vajinaya ne kadar yakın olduğuna dikkat edin. Bu anatomik yakınlık nedeniyle kalın bağırsaktan dışkılama esnasında gelen bakteriler vajinayla yakın temasta olurlar ve enfeksiyon tehlikesi oluştururlar.

Kadınların tuvalet sonrası temizlikte dikkat etmeleri gereken çok önemli bir kural vardır:

Temizlik arkadan öne (anüsten vajinaya) doğru değil, önden arkaya doğru yapılmalıdır. Zira arkadan öne temizlik kalın bağırsak bakterilerinin vajinaya ve buradan da uretra ağzına bulaşmasına ve bu bölgelerde sık sık enfeksiyonlar yaşanmasına neden olabilir.

Kızınıza tuvalet eğitimi verirken de bu kuralı öğretmeyi ihmal etmeyin.

İç genital organlar

;;İç genital organlar penisi içine kabul eden vajinayla başlar, rahim içine giriş kapısı olan ve aynı zamanda sperm için bir depo görevi üstlenen rahim ağzıyla, bebeğin büyüyerek geliştiği ve gebe olunmayan dönemlerde adet kanamasının oluştuğu rahim ile devam eder, buradan sağlı sollu rahimin her iki yanında boynuz gibi yer alan Fallop tüplerine uzanır ve her bir Fallop tüpü, uçlarında bulunan saçaklarıyla yumurtalıklarla yakın temas eder.

Vajina
Vajina, vajina girişiyle başlayan ve uç kısmında rahim ağzının yer aldığı boru şeklinde ve yaklaşık 10 santimetre uzunluğunda bir yapıdır. Vajina girişinde bulunan salgı bezleri ilişki esnasında vajina girişi ve vajinanın kayganlaşmasını sağlar.

Normalde ön-arka duvarları birbiri üzerine katlanmış olarak duran bu yapı, doğum eyleminde doğum kanalının yumuşak kısmının yapısında yer alır ve bebeğin başının geçmesine müsaade edecek kadar esner. ;;
;; ;;




Uretra

İdrarın depolandığı mesanenin devamında yer alan bu boru şeklindeki yapı idrar boşaltım sisteminin son basamağını teşkil eder.

Uretra kadında erkekten çok daha kısadır. Bu kısalık ve genital sistemin vajina ve anüse yakınlığı, kadınlarda idrar yolu enfeksiyonlarının daha sık yaşanmasına neden olur. Yine ilk cinsel deneyimlerini yaşayan kadınlarda ilişkinin verdiği "tahriş", ilişki sonrasında sık idrara çıkma, idrarı zor yapma, idrarı boşaltamamış olma hissinin yaşanmasına neden olabilir.

Rahimağzı

Rahimağzı spermler için rahim içine giriş ve doğumda bebek için rahimden çıkış kapısıdır. Vajinanın devamında yer alır. Rahimağzı kanalında yer alan salgı bezleri gebeliğe elverişli günlerde spermlerin geçişini kolaylaştıran, gebeliğe elverişli olmayan günlerde bu geçişi zorlaştıran salgılar üretir. Rahimağzı salgıları ayrıca vajinadan rahim içine bakterilerin girişini engeller. Normal şartlarda sert bir koni biçiminde ve birkaç milimetre açıklığında olan bu yapı doğum eylemi esnasında yumuşar, incelir (bu incelmeye "silinme" denir) ve yaklaşık 10 santimetre açılarak bebeğin çıkmasına izin verir.


Rahim

Rahim (uterus), ucunda rahimağzı bulunan, yanlarda da boynuz şeklinde Fallop tüpleri yer alan, kasılma yeteneği güçlü kaslardan oluşan armut şeklinde bir yapıdır. Rahim içindeki boşlukta rahim iç tabakası (endometrium) yer alır. Rahim gebe olunmayan dönemde mandalina büyüklüğünde sert bir yapıdır ve ağırlığı yaklaşık 60 gramdır. Gebelikte rahim yaklaşık 3 kilogramlık bir bebeği içinde taşıyacak şekilde büyür ve doğum eylemi başladığında güçlü kaslarının kasılmasıyla, rahimağzının da gevşeyerek açılmasıyla bebeğin doğması sağlanır. Rahimin bilinen tek işlevi doğmamış bebeğin gelişmesini sağlayacak ortamı oluşturmak, bebeği dıştan gelebilecek darbelerden korumak (bu işlevi amniyos sıvısıyla elele yürütür) ve doğum eyleminde kasılarak bebeği dış dünyaya çıkarmak için anne adayının ıkınmalarıyla birlikte gerekli itici gücü oluşturmaktır. Menopoza giren bir kadında rahimin görevi de tamamlanmıştır ve boyutları giderek ufalır.


Rahim boşluğu ve rahim iç tabakası (endometrium)

Rahimin içinde yer alan boşluk rahim iç tabakasıyla kaplanmış durumdadır. Döllenmiş yumurta hücresi Fallop tüplerinden geçerek endometriuma ulaştığında burada en "verimli" bulduğu bölgeye yerleşir ve çoğalmaya ve gelişmeye başlar.

Rahim iç tabakası her adet döngüsünde yenilenir ve gebelik oluştuğunda embriyo rahim boşluğunda gelişimini sürdürür. Gebelik gerçekleşmediğinde bu tabaka yeniden oluşturulmak üzere rahimağzı yoluyla vajinaya, buradan da dış ortama atılır. Kanamayla beraber olan bu sürece adet kanaması adı verilir.





 
Cinsel açıdan erkeğin üremedeki rolü kadına göre daha basittir. Erkek sperm üretir ve döllenmenin gerçekleşebilmesi için bu spermleri kadının dölyoluna ( vajina ) boşaltır. Erkeğin cinsel organları bu işlevi yerine getirecek biçimde oluşmuşlardır. Sperm üretme sistemi iki erbezinden (testis ) oluşur. Bu bezler aynı zamanda ergenlikte çeşitli bedensel değişikliklere yol açan hormonları da üretirler. Spermi kadının dölyatağına ( uterus ) ulaştıran organa penis denir. Penis aynı zamanda idrarın boşaltılmasını sağlar. Spermi erbezlerinden penise taşıyan bir kanal sistemi vardır. Bu sistem depolama bölgeleri içerir. Bu yüzden erbezleri, yalnızca spermin boşaltıldığı orgazm anında değil, sürekli olarak sperm üretebilir. Erkeğin cinsel organlarında spermlerin içinde yaşadıkları ve yüzdükleri sıvıyı üreten bir dizi salgı bezi daha vardır.

Bütün bu organların üreme için en önemlileri erbezleridir. Erbezleri, gövdenin dışında derisi kırışık bir torbanın içinde yer alır. Erbezleri önce gövdenin içinde oluşur, daha sonra doğumdan kısa bir süre önce torbanın içine inerler. Eğer bu gerçekleşmez ve zamanında tıbbi müdahale yapılmazsa erkek yaşamı boyunca kısır kalabilir.
Hayvan türlerinin önemli bir bölümünde, erbezleri, insanlarınkinden farklı olarak gövdenin içindedir. Sadece memelilerin bazı türlerinde erbezleri doğumdan belli bir süre önce, başlangıçta bulunduğu böbrekler yakınındaki bölgeden gövdenin dışına, erbezi torbalarının içine iner. Bazı türlerde erbezleri yine aşağıya iner ama gövdenin dışına çıkmaz, karın boşluğunun alt kısmında kalır. Bazılarındaysa daha değişik bir düzen görülür: erbezleri mevsimlerle birlikte yer değiştirirler. Çiftleşme döneminde gövdenin dışına çıkarlar, dönemin kapanmasıyla da yine karın boşluğunun içine çekilirler. Bu mevsimlik hareket de göstermektedir ki, canlıların çoğunda erbezlerinin etkinliği, gövdenin dışına çıkmalarıyla sağlanmaktadır. Başka bir deyişle insanlarda olduğu gibi hayvanların çoğunda da sperm üretimi ancak gövdenin dışında bulunan ve dolayısıyla sıcaklığı gövde sıcaklığının biraz altında kalan erbezleri tarafından gerçekleştirilebilmektedir. Erbezi torbaları yün kumaşla sarmalanan erkek farelerin kısırlaştığı deneylerle saptanmıştır.

Buna karşılık ancak vücut sıcaklığındaki bir erbezinde sperm üretebilen türlerin sayısı da çoktur. Üstelik, bunlar, erbezleri gövde dışında kalan türlere çok benzeyen, akraba türlerdir. Birbirine çok yakın türlerin oldukça farklı ısı düzeylerinde üreme faaliyetini yürütebilmelerinin nedeni henüz anlaşılmış değildir.

Erbezi torbasına sahip türlerde bu organın yeri de oldukça değişiktir. İnsanlarda torbalar penisin arkasındadır; buna karşılık bazı keseli hayvanlarda penisin önünde ve şebeklerde de penisin yanında bulunur.
Torba, birer erbezi içeren iki bölüme ayrılır. Torbanın dışındaki ince çizgi bu ayrılma sınırını gösterir. Erkeklerin çoğunda sol erbezi sağdakine göre biraz daha aşağıdadır. Ancak her ikisi de küçük kaslar sistemiyle yukarı ve aşağı doğru hareket ederler. Torbanın derisine bağlı olan bu kaslara dartos, erbezlerine bağlı olan kaslara ise kremaster denir. Soğukta bu kaslar erbezlerini gövdeye doğru çeker. Sıcakta ise kaslar gevşer ve erbezleri aşağıya sarkar.

Bu karmaşık düzen gereklilikten doğmuştur. Çünkü erbezleri yeterli ölçüde spermi, gövde sıcaklığının biraz altında, 35°C'de üretirler. Eğer sıcaklık yüksekse sperm üretilemez, hatta baba olma yeteneği bütünüyle ortadan kalkabilir. Uzun süre bisiklet sürmenin, sıkı kilotlann sperm üretimi üzerinde olumsuz etki yaptığı söylenmektedir. Buna karşılık İskoçya türü etekliğin verimliliği artırdığı öne sürülmektedir.

Her bir erbezi 250 kadar bölmeden oluşur. Bu küçük, sıkı sıkıya birbirine geçmiş borular ersuyu üreten kanalcıklardır. 800 kadar kanalcıkta her gün yüz milyonlarca sperm üretilir. Kanalcıklar birbirlerine bağlıdırlar ve hepsi birden daha geniş bir toplama kanalına açılırlar. Erbezinin üstünde sarılmış biçimde bulunan bu toplama kanalına "epididimis" adı verilir. Yaklaşık 6 metre uzunluğundaki epididimis içinde spermler hareket etmeye alışırlar.

Kanalcıklarda yeni spermaların üretilmesiyle birlikte daha önceden üretilmiş spermler, epididimis'e itilir. Eski spermler burada bir süre beklerler. Boşaltım için on-on beş gün kadar bekleyen spermler boşaltım olmazsa ölürler. Epididimis, "vas deferens" (sperm kanalı) adı verilen ve kalın kas duvarlarıyla çevrili bir başka kanalla bağıntılıdır. Kan damarları ve sinirlerle birlikte bu kanal sperma kordonunu oluşturur. Her bir erbezinden çıkan sperma kordonu bir kavis çizerek penisin tabanına kadar gelir. Kasık kemiğinin ön ve üst tarafından dolanan kordon böbreklerden idrar torbasına giden idrar yolunu çevreler, döner ve sonunda, idrar torbasının arkasından aşağıya doğru iner.

İki sperm kanalının son bölümleri diğer bölümlere göre daha geniştir. Buralarda spermler depolanır. sperm keseleri adı verilen iki küçük bezden gelen kanalları birleştiren sperm kanalı ; prostat bezinin çevresine ulaşır. Burada iki kanal birleşir ve idrar yoluna girerler. İdrar kanalı, penis boyunca idrar torbasında uzayan kanaldır. Prostatın altında bazı bezler idrar yoluna salgı yapar. Bunlara Cowper ve Littre bezleri adı verilir.

Bu bezler cinsel birleşme sırasında penisin ucunun ıslanmasını sağlarlar; ayrıca spermin içinde yüzdüğü sıvıyı da salgılarlar. Bu sıvı sperm için gerekli olan oksijen ve besini verir. Sıvının içinde bir pervane görevini yapan kuyruk hareketleri yoluyla yüzen spermler bu sıvılarla birlikte meniyi oluşturur. Bezlerden gelen salgıların kimyasal bileşimleri o kadar belirgindir ki, giysilere bulaşmış olan meni üzerinde yapılan kimyasal deneyler, tecavüz suçlarında kanıt olarak gösterilebilmektedir.

Prostat bezinin ürettiği kimyasal maddeler arasında bulunan bir dizi maddeye prostaglandinler denir. Bu maddeler kadının dölyatağında birleşme sırasında görülen kasılmaları kolaylaştırır ve spermin kadının üreme organlarına doğru yol almasına yardımcı olabilir.Penis idrarın dışarıya atılmasını sağlar..İdrarın boşaltılması sırasında penisin inik ve yumuşak olması en uygunudur. Ama yumuşak bir penis spermleri kadının dölyatağının derinlerine taşımak açısından hiç elverişli değildir. Bu yüzden bir erkek cinsel açıdan uyarıldığında penisi de sertleşir ve dikleşir. Bu yolla cinsel ilişki daha kolaylaşır.

Peniste gözenekli dokulardan oluşan üç sütun yer alır. Üstte ve yanlarda iki Korpora kavernoza bulunur. Bu tabakalar tabanda kasık kemiğine bağlıdırlar. Alt tarafta ise daha küçük olan Korpus spongiozum tabakası yer alır. Bu tabaka penis başındaki dokuları da oluşturur. Her üç sütuna da kan damarları bağlıdır. Bir erkek cinsel açıdan uyarıldığında kan hızla bu dokulara dolar. Mantar biçimindeki dokular kanı çabucak emerler ve şişerler. Penisin sertleşme olayı da buna bağlıdır. Sertleşme omurilikten gelen sinirsel uyarılar aracılığıyla meydana gelen otomatik bir olaydır. Sertleşmeye pek çok şey yol açabilir. Karşı cinse hiç dokunulmaksızın bir koklama ya da görme de penisin sertleşmesini sağlayabilir. Öte yandan, beyinden gelen mesajlar sertleşmeyi engelleyebilir. Penisin başında çok duygun sinirler vardır. Dölyatağının içindeki penisin sürtünmesi sonucunda baştaki sinirlerin uyarıcı etkileri erkekte orgazmı sağlar.

Hayvanlarının çoğunun penisinde, os penis adı verilen bir kemik (veya kıkırdak) bulunmasına rağmen, insanda böyle bir şeye rastlanmaz. Hayvanlarda bu kemiğin işlevi, penisin sertliğini sağlamaktır. Bütün etoburlar (köpekler, kediler, fokbalıkları, ayılar), yarasalar ve maymunlarda bir os penis vardır. Buna karşılık toynaklılarda (at ve inek gibi hayvanlar), kanguru gibi keseli hayvanlarda ve balinalarda böyle bir kemik yoktur. İnsanda koni biçiminde olan penis başı ( glans ) da çeşitli hayvan türlerinde çok farklı biçimler almıştır. Bazı keselilerde olduğu gibi iki parçalı veya çatallaşmış da olabilir, bütün diğer memelilerdeki gibi tek parçalı da olabilir. Bazı maymun türlerinde penis başı çok küçüktür. Buna karşılık insanda oldukça büyüktür ; penisin toplam uzunluğunun dörtte biri kadardır ve penisin en duyarlı kısmıdır.

Orgazm aşamasına ulaşılmadan önce Cowper ve Littre Bezleri'nden belirli ölçüde sıvı salgılanır. Bu sıvı penisin başını ıslatır ve uyarıcı etkileri artırır. Sıvının bir başka önemli görevi de idrar yolunda spermlere zararı dokunacak maddeleri işe yaramaz hale sokarak spermin idrar yolundan geçişini sağlamaktır. Bundan sonra, sinirsel uyarılar meni kanalı, meni bezleri ve prostat bezi çevresindeki kasları harekete geçirirler. Bu hareketler bir pompa işlevini görerek spermlerin ve öteki bezlerden gelen sıvıların idrar yoluna boşalmasını sağlar. Penisin süngerimsi dokularının çevresindeki bir dizi kasın kasılmasıyla birlikte meni idrar yolunda ilerler ve dışarıya atılır. Bu arada kaslar idrar torbasına giden kanalı kapatırlar. Böylece idrarın meniye karışması önlenmiş olur.

Sünnet, yani penisin başındaki derinin alınması dünyanın en eski adetlerinden birisidir. Özellikle Müslüman ülkelerde uygulanan sünnet sağlık açısından yararlı bir işlemdir. Çünkü sünnetsiz kişilerin sürekli yıkanmamaları durumunda, baş derisinin altında smegma adı verilen bir salgı birikebilir. Görülen bir başka durumda sünnetli kişilerde ya da eşlerinde penis ve rahim kanserlerine çok az rastlanmasıdır. Bu elverişli durumların bir sonucu olarak sünnet çeşitli ülkelerde giderek yaygınlaşan bir olay haline gelmektedir. Sünnetli erkeklerin cinsel açıdan doyuma daha çok ulaştıkları inancı ise yanlıştır. Bir görüş, açıkta kalan penis başının bütün gün pantolona sürtünmesinin cinsel duyarlığı azalttığı yolundadır. Bu yüzden erkekler orgazma ulaşmak için uzun sürelere gereksinim duymaktadırlar. Ne var ki yapılan araştırmalar sünnetli ve sünnetsiz kimseler arasında orgazma ulaşma açısından bir fark olmadığını ortaya koymuştur.

Penisin boyutları üzerine pek çok yanlış kanı yaygındır. Kimi erkekler penislerinin kısalığından dolayı çeşitli karmaşık ruhsal durumlara girmektedirler. Oysa penisin büyüklüğü ya da küçüklüğüyle cinsel ilişkide başarı arasında bir ilişki yoktur. Penisin büyük olması kişinin "daha erkek" olmasını gerektirmez. Cinsel ilişkide doyuma ulaşma penisin büyüklüğü ya da küçüklüğüyle değil, cinsel teknikle ve esas olarak da psikolojik uyumla ilgilidir.

Erkeğin sertleşme ve sperm üretme yeteneği, kadının menapoz dönemini tamamlamasından çok sonra da devam eder.

ABD'de yapılmış bir araştırmaya göre, erkeklerin %90'ı ; 50 yaşına geldiğinde sertleşme yeteneğini korumaktadır. Altmış yaşındayken sertleşme yaşayabilenlerin oranı yüzde 80'in biraz üzerinde, yetmiş yaşındakilerin oranı yüzde 70 ve seksen yaşındayken sertleşme yeteneklerini sürdürenlerin oranı da yüzde 25'tir. Ancak bu oranların orgazm yeteneğiyle doğrudan bir ilişkisi yoktur. Kinsey ve çalışma arkadaşları tarafından yapılmış bu araştırmaya göre, elli yaşındaki ABD'li erkekler ortalama haftada iki kez, yetmiş yaşındakiler de bir kez orgazm yaşamaktadırlar.
 
Sorunun karmaşıklığı ve bireylere özgü oluşu göz önüne alındığında işe yarayan tek bir yöntemin olamayacağı açıktır.
İçlerinde sildefanil (viagra) de olmak üzere cinsel uyarılma üzerine etkili olduğu düşünülen bir grup ilaç halen araştırılmaktadır. Bu ilaçların çoğu genital bölgedeki kan akımını artırarak etkili olmaktadırlar.

Hem kadınlar hem de erkeklerde "testosteron hormonu" libido (cinsel istek-enerji) açısından önemli olduğundan cinsel istek azalmasının tedavisinde -tabi ki hekim gözetimi altında- kullanılabilmektedir.

Testosteron tedavisi ile karaciğer hasarı, kalp hastalığı riskinde artış olması gibi yan etkilerin oluşabileceği de dikkate alınmalıdır.
Yine menopoz sonrası dönemlerde kullanılabilen bir takım hormon tedavileri ile antidepressanlar cinsel istek problemlerinde tedavi olanağı sunabilmektedir.

"Feromon"ların cinsel istek bozukluklarının tedavisindeki yeri de giderek daha fazla araştırılmaktadır.

Bunlar dışında eğitim amaçlı erotik videolar da yararlı olabilir. Ancak cinsel tiksinti bozukluğu olanlarda erotik videolar kaygıyı artırabileceği için önerilmez.
 
Cinsel uyarılma cinsel yanıt döngüsünün ikinci evresidir. Cinsel uyarılmanın kesin olarak psikolojik bir yönü olsa da aynı zamanda fizyolojik değişikliklerin görüldüğü ilk evredir. Kadınlarda genellikle pelvik bölgeye kan akımının olması, vajinal ıslanma ve genişleme ile dış genitallerin şişmesi ile karakterizedir. Bu değişikliklerin altında yatan mekanizma çok açık olmasa da cinsel uyarılma otonom sinir sisteminin uyarılması ile ilişkilidir.

Kadın Cinsel Uyarılma Bozukluğu (KCUB) Cinsel yanıtın genel uyarılma yönünün ortadan kalkmasıdır. Bu durumda kadınlarda vaginal kayganlaşma ya da genişleme olmadığı gibi erotik duyumlar da hissedilmez. Fiziksel temas tiksindirici gelebilir veya belli bir noktaya dek temas zevk verebilir. Uyarılma sorunu olduğunda orgazmla ilgili sorun da olacaktır. Bir araştırmada mutlu bir evlilikleri olan kadınların % 33'ü cinsel uyarılmayı sürdürmede zorluk tanımlamışlardır. Bütün işlev bozuklukları gibi KCUB da cinsel uyarıma yanıtı olan bir kadında yaşamın belli bir döneminde ortaya çıkabilir ya da en başından beri yanıt olmayabilir. İşlev bozukluğu yalnız belli durumlarda görülebilir ya da genelleşmiş olabilir. Örneğin; yaşam boyu ve durumsal KCUB olan bir kadın her zaman uyarılma güçlüğü yaşayacak ve bu yalnızca eşiyle ortaya çıkacaktır.

Masters ve Johnson normal tepki veren kadınların özellikle adet öncesi dönemde istekli olduğunu bulmuştur. Yakın zamanlı bir araştırma da bu sorunu yaşayan kadınların adeti izleyen dönemde daha istekli olduğunu belirlemiştir. Bir üçüncü grup kadının da tam yumurtlama (ovulasyon) döneminde en yoğun cinsel uyarılmayı hissettiği belirtilmektedir.

Cinsel uyarılma ile ilgili sorunlar bazı fiziksel durumlar ve yaşam dönemleri ile ilişkili olabilir. Diyabet, sigara kullanımı, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve sinir hasarı hem kadın hem de erkekte cinsel uyarılmayı olumsuz etkileyebilir. Emziren kadınlarda vajinal ıslanmada azalma olabileceği belirtilmiştir. Menapoz döneminde ve sonrasında östrojenin azalması da uyarılmayı zorlaştırabilir. Bazı ilaçlar da uyarılmayı bozabilir. Antidepresanlar, antihipertansifler ve antihistaminikler sıklıkla bu yan etkiye sahiptir.

Bu işlev bozukluğunun en yaygın nedenleri arasında suçluluk ve düşmanlık yer almaktadır. Suçluluk genellikle cinsel ilişkiden hoşlanma isteği ile bunu yapmaktan duyulan korku arasındaki iç çatışmayı içine alır. Düşmanlık sıklıkla eşle ilgilidir. Kadında cinsel uyarılmayı artırmaya yönelik tedaviler Genital bölgeye kan akımını artırarak ya da ıslanmayı kolaylaştırarak etkinlik gösteren ürünler üzerine denemeler sürse de bunlar henüz deneysel düzeydedir. Bazı vazodilatör kremlerin cinsel uyarılmayı düzeltici etkisi sınanmaktadır. Sempatik sinir sistemini uyaran ilaçlar, yohimbin, sildefanil gibi ağızdan kullanılan ilaçlar da araştırılmaktadır. Bu ilaçlar kan akımını artırarak ya da sinir sisteminin bazı bölümlerini uyararak çalışırlar. Efedrin cinsel uyarılmayı ve orgazmı artırabilir. Ancak bu konuda çalışmalar sınırlıdır. Yan etkiler de kullanımı kısıtlamaktadır.

Trazodonun cinsel uyarılmayı artırabildiği belirtilmektedir. Öte yandan kadınlarda depresyon tedavisinde cinsel yan etkileri olmayan antidepresanlar seçmek de önemli görünmektedir.Nefazodon ve mirtazapin bu yönden daha güvenlidir. Kadın Orgazmik Bozukluğu Kadın cinsel yanıtının orgazm kısmıyla ilgili bir bozukluktur. Bu durumda kadın cinsel olarak uyarılır ancak odaklanma, yoğunluk ve süre yeterli olduğu halde orgazma ulaşamaz. Yaşam boyu orgazm bozukluğunda kadın bir eşle ya da masturbasyon ile hiç orgazma ulaşamamıştır. Bu bozuklukla ilgili olarak normalde varolan kişisel varyasyonların farkında olmak önemlidir. Bir diğer önemli konu da kadının cinsel birleşme yoluyla orgazm olmamasının kadında bir sorun olduğu şeklinde yorumlanmasıdır. Birleşme olmadan klitorisin uyarılmasıyla orgazma ulaşan ancak klitoris uyarılmadığında sadece birleşme ile orgazma ulaşamayan bir kadın orgazm bozukluğu olarak değerlendirilemez. Çoğu kadın birleşme sırasında orgazma hem klitorisin elle uyarılması hem de penil vajinal uyarılma ile ulaşırlar. Kinsey 35 yaşın üzerindeki evli kadınların yalnızca %5'inin yaşamlarında hiç orgazma ulaşmadığını bulmuştur. Orgazm sıklığı yaşla artar.

Kadın orgazm bozukluğunun en önemli nedenlerinden biri "cinsellik eşittir cinsel birleşme" tarzı düşünmedir. Birleşme ve orgazmın başlıca amaç haline gelmesi orgazmı engeller.Kadının eşine kızgın olması da nedenlerden biri olabilir. Bir başka neden etkin olmayan cinsel tekniklerdir. Bazen kadın ve/veya cinsel eşi etkili bir şekilde uyarmayı beceremez. Sevişmek "bildiğimiz" değil öğrendiğimiz bir şeydir. Kaygı da cinsel tekniklerin etkin olmasını etkiler. Cinsellikle ilgili aileden ya da dinden öğrenilenler de bazen kadında kaçınmaya ya da açıkça etkin cinsel uyarımın reddedilmesine neden olabilir. Bazen kadın için orgazm kendini kaybetmek anlamına gelebilir. Bu konudaki kültürel beklentiler ve sosyal kısıtlamalar da oldukça önemlidir.

Orgazm bozukluğunun tedavisinde sildenafil kullanımının yararlı olduğuna ilişkin bilgiler vardır. Ayrıca ilaç kullanımına ikincil olan cinsel işlev bozukluklarında da yararlı olabilir. Buspironun kadın orgazm bozukluğunda yararlı olabileceği de ortaya atılmıştır.
 
1. Adım: Gerçekleri bilmek

SERTLEŞME SORUNLARI (EREKTİL DİSFONKSİYON) HAKKINDA

Sertleşme sorunu, yeterli düzeyde cinsel performans için gerekli sertleşmeyi sağlayamama ve/veya sürdürememe durumu olarak tanımlanır. Her zaman, hiç sertleşme sağlayamama anlamına gelmez. Türkiye’de sertleşme sorunu bulunan erkeklerin % 80’inden fazlasında tam bir işlev kaybı değil, hafif ya da orta derecede sertleşme sorunu bulunduğu saptanmıştır.

Erkeklerde cinsel sağlığın genel sağlığın ayrılmaz bir parçası olduğu çoğunlukla gözardı edilir. Gerçekte, sertleşme sorunu bulunan hastaların yalnızca küçük bir bölümüne tanı konulur, bu da sertleşme sorunu yaşayanların çoğunun soruna sessizce katlanmakta olduğu anlamına gelir. Sertleşme sorunu birçok erkeğin konuşmaktan rahatsızlık duyabileceği bir konudur.

Gerçek: Türkiye’de 40 yaşı üzerindeki erkeklerin % 69’u çeşitli derecelerde sertleşme sorunu yaşıyor..

SERTLEŞME SORUNU HAKKINDAKİ YANLIŞ İNANIŞLAR

1. “Tümüyle kafanızda yarattığınız bir sorundur.”

Son 25 yılda sertleşme sorunlarının tıbbi bir durumdan kaynaklandığı açıklığa kavuştu. Sertleşme sorununun çoğunlukla psikolojik bir yönü olsa da (depresyon, endişe ve stresin rolü olabilir), hemen her zaman fiziksel bir nedeni bulunur.

2. “Sertleşme sorunu yanlızca yaşlı erkeklerde görülür.”

Bu durum 40 yaşın üzerindeki erkeklerde daha sık görülmekle birlikte, her yaştaki erkekte meydana gelebilir. Yapılan bir çalışma, 40 ile 70 yaşları arasındaki erkeklerin yaklaşık yarısının zaman zaman sertleşme sağlama ve/veya sürdürmede sorun yaşadığını ortaya koymuş. Sertleşme sorunlarının oranı yaşla birlikte artsa da, tek başına yaşlanma sertleşme sorununun bir nedeni olarak görülez. Sertleşme sorunlarının yaşlı erkeklerde daha sık görülmesinin nedeni, yüksek kan basıncı gibi yaşa bağlı hastalıklardır.

3. “Cinsel ilişki için çok yaşlısınız.”

Tüm yaşlardaki çiftler cinsel ilişkiyle ilgilidir. Cinsel yaşam sağlıklı bir ilişkinin önemli bir parçasıdır. Gerçekten de, yapılan birçok araştırmada aktif cinsel yaşamın yaşlanmanın çok doğal bir parçası olduğu gösterilmiştir.

4. “Kalp hastalığınız varsa cinsel ilişkiye girmek kalp krizine yol açabilir.”

Kalp hastalığı önemli bir tıbbi durumdur ancak cinsellikten zevk alamayacağınız anlamına gelmez. Kalp hastalığı nedeniyle tedavi gören pek çok erkekte, sertleşme sorunu da güvenli ve etkili bir şekilde tedavi edilebilir. Sertleşme sorunu ile ilgili herhangi bir tedaviye başlamadan önce, kalbinizin cinsel aktivite için fiziksel gereksinimleri karşılayabilecek güçte olup olmadığını doktorunuza sormalısınız.

SERTLEŞME NASIL OLUŞUR?

Uyarıldığınız zaman beyniniz bir dizi olayı başlatmak üzere sinyal gönderir. Penis içindeki kan damarları gevşeyip genişleyerek penise gelen kan akımını hızlandırır. Aynı anda penis içinde uzanan, korpora kavernoza adı verilen süngersi oluşumlar da şişer ve toplardamarlar üzerinde baskı oluşturarak penis dışına çıkan kan akımını kısıtlarlar. İçeri giren kanın dışarı çıkandan daha fazla olması sonucunda penis büyüyerek sertleşme meydana gelir.

Bu süreç çok basit olmakla birlikte sertleşmenin, beyin, kan damarları, sinir ve hormonların bir bütün olarak mükemmel bir denge içinde çalışmasının bir sonucu olduğunu unutmamak gerekir. Eğer bu sürecin bir parçası bile sağlıklı yürümüyorsa, erkeğin sertleşme sağlama veya sürdürme yeteneği etkilenebilir.

Gerçek: Sigara, şişmanlık, alkol alışkanlığı veya ilaç kullanımı, normal dolaşım ya da sinirsel işlevleri bozarak sertleşme sorunlarının oluşumuna katkıda bulunabilir.

SERTLEŞME SORUNU NASIL OLUŞUR ?

Eğer sertleşme sorununuz varsa, sertleşmeyi sağlayan süreç bozulmuş olabilir. Sertleşmenin sağlanması ve sürdürülmesi için gereken penise gelen kan akımı, yüksek kan basıncı, yüksek kolesterol, şeker hastalığı veya damar sertleşmesi gibi tıbbi bir bozukluğun sonucunda azalabilir.

Beyin ve penis arasındaki bağlantı, omurilik yaralanması, multiple skleroz, inme ya da prostat veya kalın bağırsak ameliyatı gibi durumların yol açtığı sinir zedelenmeleri nedeniyle engellenebilir.

Sertleşmeyi sağlama ve sürdürme sürecini engelleyen diğer faktörler arasında, karaciğer ya da böbrek hastalıkları, depresyon, stres ve çeşitli ilaçlar bulunur.

SERTLEŞME SORUNUNA YOL AÇABİLECEK NEDENLER

● Yaşam biçimiyle ilgili faktörler:

● Sigara

● Alkol alışkanlığı

● Stres

● Şişmanlık

● Sık görülen tıbbi durumlar:

● Şeker hastalığı

● Kalp hastalığı

● Yüksek tansiyon

● Yüksek kolesterol

● Damar sertliği

● Depresyon

● Prostat kanseri ameliyatı

● Bağırsak kanseri ameliyatı

● Böbrek yetersizliği

● Omurilik yaralanması

● Multipl skleroz

● Bazı ilaçlar (uzun süre kullanıldığında):

● İdrar söktürücüler (diüretikler)

● Tansiyon ilaçları

● Kolesterolü düşüren ilaçlar

● Şeker hastalığı ilaçları

● Depresyon ilaçları

● Kanser tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar

● Bazı ülser ilaçları


RİSKİNİZİ NASIL AZALTIRSINIZ?

Sertleşme sorunlarının oluşma riskini azaltmanın belki de en iyi yolu sağlıklı bir yaşam sürdürmektir. Sigara içmek, fazla yağlı gıdalar tüketmek ve aşırı alkol almak, sertleşme sorunlarının görülme olasılığını önemli ölçüde artıran durumların ortaya çıkmasında rol oynayabilir. Bunlardan kaçınmak riski azaltmak açısından önemlidir.

Doktorunuza yapacağınız düzenli kontrol ziyaretleri de, şeker hastalığı veya yüksek kan basıncı gibi sertleşme sorununa neden olan hastalıkların belirlenmesine yardımcı olabilir.

Gerçek: Sertleşme sorunu ile ilgili endişelenmek durumu müzminleştirebilir veya şiddetlendirebilir. Eşinizle sorunları açıkça konuşmanız bu endişeyi hafifletmeye yardımcı olabilir.


SERTLEŞME SORUNLARI YAŞLANMANIN KAÇINILMAZ BİR SONUCU DEĞİLDİR!

Yaşlanma ile birlikte erkeklerin cinsel uyarılmaya karşı verdikleri yanıtlarda doğal olarak bazı değişikliklerin meydana geldiğini bilmekte yarar var: Sertleşmeyi sağlamak ve orgazma ulaşmak daha uzun zaman alabilmekte, doğrudan uyarı gereksinimi daha fazla artmakta ve sertleşmeler arasında daha çok zamana ihtiyaç duyulabilmekte.

Ancak yaşlandıkça cinsellikten zevk alma yeteneğimizin azaldığı yanlış bir inanıştır. Yapılan çok sayıda çalışmada aktif cinsel yaşamın tüm yaş gruplarında normal olduğu kanıtlanmıştır.

Sertleşme güçlüklerinin oranı 40 yaşın üzerinde artmakla birlikte, sertleşme sorunları yaşlanmanın doğrudan bir sonucu olarak düşünülmemektedir. Daha çok, erkekler yaşlandıkça sertleşme sorunu görülme sıklığını ve şiddetini, yüksek kan basıncı ve şeker hastalığı gibi yaşa bağlı hastalıklar artırıyor gibi görünmektedir.


SORUNDAN KAÇMAK NEDEN ÇÖZÜM DEĞİLDİR ?

Pek çok erkek halen, davranışlarını değiştirerek veya bir çözüm bularak sertleşme sorunları ile tek başlarına başa çıkabileceklerine inanıyor. Daha da kötüsü bazı erkekler sorundan kaçarak, kendileri ve performansları üzerinde baskı oluşturacak şekilde kendilerini suçluyor. Bu baskılar kaçınılmaz olarak stres ve endişeleri artırıp, bunun sonucunda da performansı daha fazla düşürüyor.

Sertleşme sorununun genellikle dolaşım ve/veya sinir sistemine ait fiziksel bozuklukların yol açtığı tıbbi bir durum olduğunu unutmamak çok önemli. Sorunu kendi başına çözmeye çalışmak veya kendine baskı yapmak sertleşme sorununu ortadan kaldırmaz. Sertleşme sorunu tıbbi bir durum olduğundan, en iyi yanıt doktorunuz tarafından önerilen tıbbi tedavilerle elde edilir. Doktorunuzla sorunu konuşmanız bu nedenle büyük önem taşır.



2. Adım: Sorunu tanımak

SİZDE SERTLEŞME SORUNU VAR MI?

Sertleşme sorunu olan hastaların çoğu, sertleşmeyi sağlama veya sürdürmede hafif ya da orta derecede bir zorluk yaşarlar, orgazm ve boşalma yeteneği gibi işlevler genellikle normaldir.

Sertleşme sorununun belirtileri şunlardır:

● Sertleşmeyi sağlayamama ya da sürdürememe

● Cinsel birleşme için yeterli sertlikte sertleşme sağlayamama

● Cinsel birleşme sırasında sertleşmeyi sürdürememe

● Tam bir cinsel birleşme için yeterli süreli sertleşme sağlayamama

● Cinsel birleşmenin tatmin edici olmaması

Sertleşme sorununun sizin de yaşadığınız bir sorun olup olmadığını anlamanıza yardımcı olması için, broşürün son bölümüne bakınız ve arka kapağın iç tarafında yer alan kısa değerlendirme formunu yanıtlayınız.

İpucu: Sertleşme sorununu doktorunuzla konuşmak en iyi yaklaşımdır.


SERTLEŞME SORUNU EŞİNİZİ NASIL ETKİLEYEBİLİR?

Sertleşme sorununu bulunan pek çok erkek, durumlarıyla çok fazla meşgul olduklarından, sertleşme sorununun eşleri ve ilişkileri üzerinde ne kadar olumsuz bir etki yaratabildiğinin farkına varmamaktadır.

Örneğin, sertleşme sorunu olan erkekler duygusal olarak eşlerinden uzaklaşmaya başladıklarını farkedebilirler. Erkekler hayal kırıklığı, korku, kızgınlık, boyun eğme ve kaçınma duygularıyla mücadele ederken, eşleri de aynı derecede yıkıcı duygular hissedebilmekte ve kendilerini reddedilmiş, çekici olmayan ve hatta sevilmeyen biri olarak görebilmektedirler.

Eşlerindeki sertleşme sorununu iş stresi veya yorgunluk gibi dış kaynaklı faktörlerin sonucu olarak görmeleri de sorunu ağırlaştırmaktadır. Eşler sertleşme sorununun belirtilere yol açan tıbbi bir durum olabileceğini anlayamayabilir veya başında farkedemeyebilirler. Sonuç olarak tüm ilişki stres altına girebilir.
Eşiniz size yardımcı olmak isteyebilir, ancak eşlerin sertleşme sorununun belirtilerini tartışmaya istekli olmamaları da sık rastlanan bir durumdur. Bu kişiler bilinçli olarak sessiz kalarak üzerinizde fazladan bir yük oluşturmamaya çalışırlar ve konuşmayı sizin başlatmanızı bekleyebilirler.

Yakınlık ve sağlıklı bir ilişkiyi sürdürebilmek için eşinizle iletişim kurmanız önemlidir. Onlarla sertleşme sorununun nedenleri ve olası tedavileri hakkında konuşmanız temeldir ve sertleşme sorununun her ikiniz üzerinde yaratabileceği endişe ve stresin azaltılmasına yardımcı olacaktır.



3. Adım: Sorunun tedavisi

DOKTORUNUZLA KONUŞMAK

Eğer sertleşme sorununuz olduğunu düşünüyorsanız, doktorunuza danışmak sorunun çözümü için en temel adımdır. Günümüzde doktorlar bu durumla rutin olarak ilgileniyor ve sertleşme sorunundan etkilenen başka pek çok hastanın sorularına çözüm bulmaya çalışıyor.

Doktorunuz kesin tanı koymak için standart bir fizik muayene yapabilir ve tıbbi özgeçmişinizle ilgili sorular sorabilir. Bu soruları açık ve dürüstçe yanıtlamanın çözümün anahtarı olduğunu unutmayın.

İpucu: Eğer konuşmayı kolaylaştıracaksa, doktorunuzla sertleşme sorunu ile ilgili randevunuzda eşinizin de bulunmasını isteyebilirsiniz.

TEDAVİ SEÇENEKLERİ

Sizin için uygun seçeneği bulmak

Hemen hemen tüm sertleşme sorunları tedavi edilebilir. Aslında birçok tedavi seçeneği bulunduğunu henüz bilmiyor olabilirsiniz.

Bütün tedavilerin kendine özgü üstünlükleri ve riskleri var. Sizin için hangi seçeneğin uygun olduğuna yanlızca doktorunuz karar verebilir.
Ağızdan tedavi

Bu, sertleşme sorununun altında yatan nedenden bağımsız olarak etki gösteren ve ağızdan alınan haptır. İlaç kullanıldığında, erkekte doğal sertleşme sürecinin oluşabilmesi için cinsel uyarı gerekir. Ağızdan tedavi genel olarak etkili ve güvenilirdir.

Vakum Tedavisi

Bu tedavide, bir vakum pompası, kapalı plastik bir silindir ve sıkıştırıcı bir halkadan oluşan bir vakum aygıtı (VCD) kullanılır. Penisin bu silindirin içine yerleştirilip pompa kullanılarak havanın dışarı atılmasıyla oluşturulan negatif basınç, sertleşmeyi sağlayan dokuların kanlanmasını sağlar ve böylece sertleşme oluşturulur, daha sonra penisin tabanına yerleştirilen sıkıştırıcı bir bant ile sertleşmenin devamı sağlanır.

Transüretral Tedavi

Transüretral tedavi, penisin idrar yolu ağzından bir kanül veya süpozituar uygulama sisteminin yerleştirilmesinden oluşur.

Penise Enjeksiyon Tedavisi

Penise enjeksiyon tedavisi, cinsel birleşmenin öncesinde, ince bir iğne aracılığıyla bir ilacın doğrudan penisin kenarından penis kasına enjekte edilmesinden oluşur.

Penis İmplantları (Protezleri)

Bu tedavi, peniste sertleşmeyi sağlayan dokuların yerine bir protez yerleştirilmesinden oluşur. İmplantların başlıca iki tipi vardır: Bir, iki veya üç bileşenli şişirilebilir (hidrolik) aygıtlar ve orta sertlikte yumuşak protezler. Bu iki tip aletin uygulanması da, geri dönüşsüz bir ameliyat gerektirdiğinden genellikle yalnızca diğer tedavi seçeneklerinin başarısız olduğu hastalarda düşünülmektedir.

Profesyonel Danışmanlık

Psikoterapi ve/veya tek başına davranışçı tedavi, sertleşme sorununun hiçbir fiziksel nedeninin bulunmadığı bazı hastalarda veya tıbbi girişimleri ve ameliyatı reddeden hastalarda yararlı olabilir.

TEDAVİDEN SONRA NELER BEKLENMELİ?

Cinsel sağlığınızı iyileştirmek ve sertleşme sorununuzu tedavi etmek kendinize olan güveninizi yeniden kazanmanızı sağlar. Böylece pek çok erkek, eşiyle özel yaşamını tekrar kurabilir ve cinsel duygularını yeniden yaşayabilir. Ancak unutulmaması gereken birkaç nokta var:

Tedaviler doğrudan cinsel isteği artırmaz.

Siz ve doktorunuzun tedavi seçimi hemen ve her zaman sonuç vermeyebilir. Eğer beklediğiniz sonuçları alamazsanız doktorunuzu arayınız. Onunla birlikte sizin için en uygun tedaviyi ve dozunu belirleyebilirsiniz.

Tedavi, ilişkinizin temelinde yatan diğer sorunları çözmez.
Eşiniz ve doktorunuzla iletişim yollarını açık tutmanız, tedavinin etkisinin kalıcı olmasına yardımcı olur.

Unutmayın, sertleşme sorununuz olduğunu düşünüyorsanız, doktorunuzla konuşmak bu sorunun tedavisinde atacağınız en temel adımdır.
 
Sağlıklı bir cinsel ilişki için vagina kayganlaştırılmış olmalıdır. Vagina girişinde ve rahim ağzındaki özel salgı bezleri (Bartholin ve Skene bezleri) sümüksü kıvamda kaygan bir sıvı salgılayarak vajen kayganlığını sağlamaktadırlar. Bu salgı ilişki öncesi dönemde kadının cinsel olarak uyarılması ile optimum seviyededir.

Bazı durumlarda vagina kayganlığı yeterli olmaz ve vajinal kuruluk yakınması oluşur. Böyle bir durumda cinsel ilişki beklenen düzeyde değildir ve kadın açısından ağrılı olabilir.

Vajinal kuruluk yakınması genellikle menopoz sonrası yıllarda kadınlık hormonu (estrojen) eksikliğine bağlı olarak oluşur ve menopoz tedavisi ile giderilir. Ancak normal erişkinlik yıllarında da vajinal kuruluk yakınması olabilir.

Üreme çağında vajinal kuruluk nedenleri:

Yeterli cinsel uyarının olmaması
Cinsel isteksizlik
Depresyon
Vajinal enfeksiyonlar
Hormonal dengesizlikler ("hiperprolaktinemi")
Emzirme (laktasyon) dönemi

Vajinal kuruluk nedeni saptandıktan sonra tedavi ona göre planlanır.

Günümüzde vajinal kuruluk yakınması olan kadınların kullanabileceği vajen kayganlığını arttırıcı jeller kullanılmaktadır. Jel, cinsel ilişki öncesi vajene uygulanarak vajen kayganlığı sağlanmaktadır.
 
Kadınlarda cinsel ilişkinin dört ayrı evresi (fazı) vardır.

1. Uyarılma fazı: Cinsel uyarılmanın ilk belirtisi memelere ve genital organlara giden kan miktarında artma ve göllenmedir.
Bu göllenme vajinal dokuların arasına sıvı sızmasına ve bu sayede vajinal salgılarda (sekresyon'larda) artış ve ıslanmaya neden olur.

Benzer şekilde meme uçları biriken kana bağlı olarak belirginleşir. Rahim yukarıya doğru çekilir, büyük dudaklar şişer ve açılır, klitoris kabarır.

Uyarılma fazında;
. 10-30 saniye içinde vajinada ıslaklık başlar
. Vajinanın alt kısmı genişler
. Rahim ağzı ve rahim yukarı doğru çekilir
. Labialar (dudaklar) düzleşir ve araları açılır
. Küçük dudaklar büyür
. Klitoris büyür
. Meme uçları kasların kasılması sonucu dikleşir
. Memelerin boyutları büyür.

2. Plato fazı: Bu faz esnasında vajinanın dış 1/3 kısmındaki kan göllenmesi nedeni ile vajinanın şekli değişir.

Rahim iyice yukarıya doğru çekilir. Klitoris daha da belirginleşir ve büyük dudakların rengi koyulaşır.

Plato fazında;
. Cinsel arzularda artış iyice belirginleşir
. P-70 kadında ateş basması olur
. Kalp hızı artar
. Kan birikimine bağlı olarak vajinanın dış kısmı iyice şişer
. Vajen üst kısmı balonlaşır ve vajinada hafif bir ağrı olur
. Eğer uzun sürerse vajinal ıslaklık azalabilir
. Klitoris iyice şişer
. Küçük dudaklar normalin 2-3 katı büyür
. Dudakların açılması ile vajina girişi daha belirgin hale gelir
. Küçük dudakların rengi koyulaşır
. Memelerin uç kısmında "areola" adı verilen koyu renkli alan belirginleşir.
. Emzirmemiş kadınlarda meme boyu % artar. Emzirenlerde bu artış olmayabilir
. Bacaklarda ve kalçalarda kasılmalar olur
. Kadının vücudu tam bir cinsel birleşmeye hazırdır.

3. Orgazmik faz: Kadın orgazmının en kısa süren fazıdır.

Rahim, vajina ve anüsde (makad deliğinde) eş zamanlı, ritmik ve düzenli kasılmalar olur. Bu kasılmalar 0.8-1 saniye aralıklarla gerçekleşir. Kadında bir orgazm esnasında bu türden 3-15 kasılma olur.

Orgazmik fazda özetlemek gerekirse;
. Yukarıda belirtilen kasılmalar olur
. Ateş basması tüm vücuda yayılır
. Orgazm esnasında kişinin beyin dalgalarında değişimler görülür
. Üretra'dan (mesanenin dışa açıldığı yer) sıvı salgısı olur. Bazı yazarlar bunu "kadının boşalması" olarak tanımlar
. Kadının yüz kasları da kasılır ve bu da sanki "acı duyarmış gibi" bir görünüm yaratır
. Vücutta bulunan hemen hemen bütün kaslar aynı anda kasılır ve orgazmın tam zirve noktasında kadın vücudu adeta kaskatı kesilir.

4. Çözülme fazı: Önceki fazlarda gerçekleşen değişimlerin normale dönme sürecidir.

Bu fazda;
. Vajina, normal dinlenme halindeki durumuna döner
. Memeler, büyük ve küçük dudaklar ile rahim normal renk, boyut ve pozisyonuna döner
. Klitoris ve meme uçları hassaslaşır ve ağrıya duyarlı bir hal alır
. Ateş basması kaybolur
. Hızlı soluk alıp verme ve terleme görülür
. Kalp hala daha hızlıdır

Eğer seksüel uyarı devam ederse kadınlar ard arda birden fazla sayıda orgazm yaşayabilir. Kadınlar "multiorgazmik"tir, yani erkeğin tek bir boşalması sırasında çok sayıda (15-20 kez bile) orgazm yaşayabilirler. Oysa erkeğin yeniden orgazm olabilmesi için yaklaşık 20-30 dakikalık bir dinlenme süresine ihtiyacı vardır.
 
Artrit, Koroner Hastalıklar, İnme, Diyabet, Parkinson, Cerrahi girişimler ve uzun süre kullanılan ilaçların yan etkileri cinselliği etkileyebilir. Özellikle hayatı tehdit eden veya vücut görüntüsünde değişikliğe yol açabilecek ve özgüveni azaltacak bazı hastalıklar psikolojik olarak ta cinselliği etkiler. Partnerlerden biri diğer partner hasta ise cinselliği istemenin uygun olmayacağı kanısına kapılır. Yaşam tarzında da oluşan değişiklikler, emeklilik, çocukların evden ayrılması, bazı kayıplar, bu durumu olumsuz etkiler. Sigara kullanımı, aşırı alkol tüketimi, uyuşturucu, kötü beslenme de cinsel sorunları etkileyebilir.
 
Biz kadınlar her konuda olduğu gibi birlikte olduğumuz erkeği seks konusunda bencillikle suçlamaya çok meraklıyız. Üstelik erkeklerin cinselliği en basit ve ilkel haliyle yaşadığını düşünüyoruz. Oysa nasıl bizim yatakta taleplerimiz varsa onların da bizden birtakım talepleri var. Eğer kendi isteklerimizin yanısıra zaman zaman bu beklentileri de göz önünde bulundurursak hem yatakta çok daha fazla tatmin olabilir, hem de partnerimizle aramızdaki iletişimi güçlendirerek birlikteliğimizi sağlamlaştırabiliriz.

Doğal olun

Erkeklerin yatakta kadınlardan ilk ricası kendileri gibi olmaları... Nedense çoğu kadın seks sırasında kendi karakterine hiç uygun olmadığı halde şu olmalıyım psikolojisine giriyor ve kendini komik duruma düşürüyor ya da aksine kendini frenleyerek terbiye sınırları içinde kalmaya çalışıyor. He iki durumda da yapay görünme kaçınılmaz. Oysa erkek kısmının çok basit bir beklentisi var; nasılsanız öyle davranın. Sekste doğallıktan şaşmayın.

Yaratıcı olun

Yatakta ya erkeklerin kontrolü elinde tuttuğpu klişelerden kurtulamıyoruz ya da tembellik etmek işimize geliyor. Fakat sebebi ne olursa olsun çoğumuz yatakta hayal gücümüzü kullanmıyoruz. Erkeklerse bu durumdan sandığınız kadar hoşnut değiller. Eğer bugüne kadar yatakta hep partneriniz sizi yönlendirdiyse şimdi sıra sizde. Bu sorumluluğu paylaşmaya çalışın.

Şaşırtın

Cinsel hayatın sadece yatakta geçirdiğiniz zamanla sınırlı olduğunu düşünmeniz büyük yanılgı. Çünkü erkekler gün içinde de cinselliği anımsatan, seks vaad eden küçük detaylarla şaşırtılmak istiyorlar. Kısa bir telefon konuşması, bir mesaj, umulmadık anda seks... Bu tür sürprizler cinsel hayatınızı zenginleştirecek ve sizi birbirinize daha çok bağlayacaktır.

Kendinize güvenin

Yatakta sürekli vücudunu saklayan kadınların erkeklere ne kadar itici geldiğini tahmin edemezsiniz. Her kadının vücudunda aynaya baktığında beğenmediği bir yer vardır fakat bunu yatak odasına taşımayın. Siz ne kadar rahatsız olsanız da küçük göğüsleriniz ya da büyük kalçalarınız partnerinizin hoşuna gidiyor olabilir. Bu nedenle cinselliği yaşarken beğenmediğiniz yerlerinizi saklamak yerine beğendiniz yerlerinizi ön plana çıkartın.

Sürekli seks düşündüklerini sanmayın

Sevişmenin sıkça akıllarına geldiği doğru ama bu her erkeğin potansiyel seks manyağı olduğu anlamına gelmiyor. Şunu sakın unutmayın; ne kadar duyarsız görünürlerse görünsünler ilişkinin her yönü üzerine kafa yoruyorlar, şefkat ve yakınlık arıyorlar
 
Cinsel enerji, en yaratıcı enerjidir. Eğer derinliklerine bakarsanız, büyük ve yaratıcı olanaklarını görebilirsiniz. Seksin sadece küçük bir yanı çocuklarınızı size sağlamış olmasıdır. Öteki, yani daha yüksek yanı, sizin sonsuzlukta yaşayabilmenize imkan oluşturmasıdır. Cinsel enerji, yaşam enerjisidir. Bedenin gerçeğini kavrayan kişi, evrenin gerçeğini de kavrayacaktır." Uzakdoğu kökenli "seks yogası" olan "tantra"nın felsefesini özetleyen bu cümleler Uzakdoğulu bilge Bhagwan Shree Rajneesh'e, takipçileri tarafından kullanılan adıyla Osho'ya ait, "Okşanırken tatlı prenses, sevişmeye ebedi yaşam gibi katıl", "Öteki yalnızca bir kapıdır. Bir erkekle sevişirken aslında varoluşun kendisiyle sevişiyorsun", "Seks yalnızca başlangıçtır, son değildir. Ama başlangıcı kaçırırsan, sonu da kaçırırsın". Bu cümleler de seksi temel enerji olarak alıp, onu dönüştürme ve yaşamı daha doyumlu bir hale getirme yöntemlerini içeren seks yogasının özünü anlatıyor.

Zamanımızda cinselliğimizle yüz yüze gelmek konusunda önceki dönemlere kıyasla daha çok ilerleme kaydediyoruz. Sigmund Freud ve takipçilerinin çalışmaları, "cinsel tabu"cular ve toplumsal hayatın "gönüllü ahlak polisleri" gibi, insanların seks yaşamlarının karanlık köşelerde, utanç içinde yerine getirilmesi gereken müstehcen, onur kırıcı ve önemsiz bir şey olarak tanımlama eğiliminde olanları, yollarından döndürdü. Batı'da seks ancak Freud'dan sonra daha rahat bir şekilde açığa çıkabildi. Oysa binlerce yıl önce Uzakdoğu, seks konusundaki kompleksleri aşmış ve onu yaşamın bir parçası olarak kabullenmişti.

Seks yogasında, kadın ve erkeğin cinsel ilişkisi, insan yaşamının tamamlayıcı bir parçası ve daha gelişmiş bir insan ırkına doğru evrimsel gelişmenin bir parçası olarak algılanıyor. Sevgi, şefkat, saygı, onur ve kutsallık, insanın daha göze görünür olan diğer fiziksel nitelikleri kadar, onun bir parçası olarak görülüyor. Seks yogasmda dişi, erkekten daha aşağı değil, biri diğerine zıt değiller; fakat her ikisi de yaşamın daha yüksek, daha tam ve daha derin zevklerini yansıtan bir birliği arıyor ve buna ulaşıyorlar. Seks yogası, bu birliğe hazırlanmak için eğitim ve disiplin sağlıyor. Bu bilgi, kadim tantra bilgeliğine' dayanıyor. "Tantra yoga", insan cinselliğiyle ilgilenen tek yoga türü. Karmaşanın yerine zevk, çaresizliğin yerine umut sunuyor. Hem de izlediği yöntemler ve öğrettiği adımlarla sadece yatakta değil; hayatın her alanında.

Seks ayininden utanmayalım

20 yıldan uzun bir süre jinekoloji ve psikosomatik tıp konusunda çalışmalar yapan, cinsel isteksizlik ve iktidarsızlık gibi pek çok konuda araştırmaları bulunan Omar Carrisun, "Tantrik düşünce ve yöntemler, doğru eşle, doğru zamanda ve doğru bir zihin durumunda yapılan cinsel birleşme, yaşamda yeni bir boyuta giden kapıyı açmanızı sağlar" diyor ve şöyle devam ediyor: "Günümüzde çok fazla erkek ve kadın kendilerini aslında hoşlanmadıkları kişilerle cinsel birleşme yaşamak zorunda hissediyorlar. Bu deneyimi, asgari bir zevk, azami bir yetersizlik ve hüsran duygusu hissederek aynı kişiyle ya da farklı eşlerle tekrarlıyorlar. Oysa seksin bir zorunluluk değil de seçim olduğunu, eşlerin de utanç verici, yavan bir süreçteki bir piyondan daha değerli ve arzulanabilir olduğunu düşünselerdi, ıstırapları sona ererdi."

Seks yogası öğrencileri olan guruların söylediklerine göre, tantranın cinsel prensiplerini içten bir şekilde inceleyip uygularsanız, cinsel birleşmenin tacı olan kendinden geçme anını, şimdi bildiğiniz gibi kısacık birkaç saniyeden bir saat ya da daha fazla bir zamana yayabilirsiniz. Bu aslında uzatmadan da öte. "Tantrik seks", yorgunluk ye tükenmeyle değil, tam gevşeme ve yeniden canlanmayla sona eriyor.

Osho, seks yogasının temelleri olan "sutra"ları şöyle sıralıyor: "Birinci sutraya göre, cinsel birleşme süresince, başlangıçtaki ateşi korumaya özen gösterin ve ateşi sonlandıran közleri önleyin, ikinci sutra'ya göre kucaklaşma anı duyularınızı yapraklar gibi sarsıyorsa, kiminle kucaklaştığınıza bakmadan kendinizi bu sarsıntıya bırakın. Üçüncü sutraya göre hiç bir dokunuş olmadan, sadece birleşmeyi hissetmenin bile bir dönüşüm olduğunun farkına varın."

Osho, tantra felsefesini gündelik hayatın bir parçası yapmanız için başka birkaç öneride daha bulunuyor: "Uzun zamandır görmediğiniz bir arkadaşını görüp sevindiğinizde, bu sevinci her yanınıza sindirin. Bunu, hoş hissettiğiniz pek çok farklı anda yapabilirsiniz. Öfkelendiğiniz zaman sizde bu öfkeyi uyandıran insana odaklanmayın; öfkenize odaklanın. O kişiye içinizde yatan bu gizli gücü açığa çıkardığı için minnet duyun. O sizde bir yere çarptı ve o çarptığı yerde aslında gizli bir yara vardı. Sadece bunun farkına varın. Sonra olumlu ve olumsuz duygularınızla ilgili farkındalıklarınızı kendiniz için kullanın. Farkına varmanız, bir şeyi derinleştiriyorsa bu iyi bir şeydir. Bir şey, farkına varmanız sayesinde yavaş yavaş yok oluyorsa bu kötüdür.”

Seksin sekiz yönü

Tantrik Hindu metinlerinde cinsel birleşmenin sekiz yönü olduğu anlatılıyor: "Smarnanam" yani düşüncenin sekse odaklanmasına izin vermek, "kirtanam" yani bir başkasıyla seks konuşmak, "keli" yani karşı cinse eşlik etmek, "prekshenam" yani flört etmek, "guhyabhashanam" yani karşı cinsle samimi konuşma yapmak, "sarrtkalpa" yani cinsel ilişki arzusu, "adhyavasayam" yani kendini ona vermek için kesin karar ve "kriyanishpatti" yani fiziksel birleşme.

İşte seks yogası, tüm bu aşamaların farkına varmayı, orada gizlenen gücü açığa çıkarmayı ve bedeninizi kullanmayı öğretiyor. Omurganın seks yogasında büyük önemi var. Çünkü omurga, varlığın merkezi ekseni. Her biri farklı sinir sistemlerine bağlı olan omurlar da, omurilikten kuyruksokumuna kadar uzanan merkezi omurilik kanalı da seks yogası için yaşamsal. Çünkü tantra uygulamaları, bu geçit boyunca "kundalini" denilen, uyuyan gizemli gücü, omurganın tabanından başa doğru yükseltiyor. Kundalini, yükselirken beyne doğru giden yoldaki, adlarına "çakra" denilen, yedi güç merkezini harekete geçiriyor. Çakralar Uzakdoğu bilimlerine göre insanların yaşam enerjilerini aldığı ve beden içinde döndürürek dağıttığı yerler.
Eğer seks yogası yapmak istiyorsanız, nefes alma tekniklerini öğrenmelisiniz. Gün içinde çok kısa aralar dışında nefes her iki burun deliğinden eşit olarak akmıyor. Bunun yerine yaklaşık 24 dakika boyunca sol burun deliğinden çıkıyor, sonra bu kadar süre için sağ burun deliğine geçiyor. Omurgadaki sağ ve sol oluklarda yer alan enerji kanalları, burun deliklerine kozmik enerji taşıyorlar. Sağ burun deliğinden akan akım eril, elektrikli, sıcak ve astral görüşe göre ateş kırmızısı renginde. Gurular bunu "güneş nefesi" diye adlandırıyorlar. Sol burun deliğinden akan yaşamsal hava ise dişi, manyetik, serin ve astral görüşe göre soluk beyaz renkte. Buna "ay nefesi" deniyor. Seks yogası konusunda deneyimli olanlar, nefeslerinin sağ ya da sol burun deliğinden akışını kontrol ederek günlük hayatlarındaki pek çok konuya hükmedebiliyorlar. Örneğin genel olarak fiziksel çaba, tutku, kuvvet ya da mücadele içeren tüm eylemler, seks, aktif sporlar, kumar ve hile ya da yarışmalar, nefes sağ burun deliğinden akarken kişiye başarı vaad ediyor. Müzik yapmak, dans, ibadet, herhangi bir konuda kursa başlamak, bilimsel çalışmalar, tohum ekmek, düğün törenleri gibi aktivitelerse, nefes sol burun deliğinden akarken daha doyurucu oluyor. Tantrayı ileri düzeyde uygulayanlar nefes akışını sadece irade ile kontrol edebiliyorlar. Tantrik metinlerde, gün doğumundan gün batımına kadar sadece sol burun deliğinden, gün batımından gün doğumuna kadar da sağ burun deliğinden nefes alınmasının hastalıkları uzak tuttuğu. Ömrü uzattığı ve bilgelik bahşedeceği de iddia ediliyor.

Nefes akışına hakim olmak, tüm tantra uygulamalarında işlevsel bir devamlılık
sağlıyor. Hindistan ve Tibet'te neredeyse guru sayısı kadar farklı nefes alma tekniği var. Ama tüm seks yogası yöntemlerinin üç soluma aşamasıyla ilişkisi bulunuyor: Nefes alma, tutma ve nefesi verme. Temel nokta, bu soluma döngüsünün üç anı arasında doğru oran kurarak ahenk sağlamak. Çünkü nefes almak, insanın bioritminin formunu da belirliyor. Solunum oranını yavaşlatıp hızlandırırsanız hem fiziksel, hem de" zihinsel değişiklikler ortaya çıkıyor.

Tantracılar, düşüncelerini kontrol etmek istedikleri kişinin solunum oranına dikkat ederek, istedikleri herhangi biriyle telepatik iletişim kurabiliyorlar. Hatta bu şekilde diğer kişinin soluma hızını artırabiliyor ya da yavaşla tabiliyorlar.

Renklerin sekse etkisi

Hindistan ve İran'daki ilk gizemcilik okullarından bazılarında müritler yıllar boyunca tek bir rengin doğasını ve etkisini incelerlermiş. Örneğin mor ışık, dişi hormonların faaliyetini artırıyor, kırmızı ışık erkek üreme organlarını harekete geçiriyor. Seks yogasının asıl odak noktasını oluşturan gizli cinsel birleşme ayinine hazırlananlar, arınma safhasında renkleri kullanıyorlar. İnsan bedenindeki yedi enerji merkezi yani çakra, yedi renge karşılık geliyor. Kuyruk sokumunun olduğu kök çakra kırmızı, göbeğin iki parmak altındaki çakra sarı, göğüs kafesinin altındaki güneş çakrası sarı, kalbimizin olduğu yerdeki çakra yeşil, boğazımızın bulunduğu yerdeki çakra mavi, alnımızın ortasındaki çakra çivit ve kafamızın tepesindeki çakra mor renge sahip.

Nefes ve renkler kadar sesin de tantrada büyük önemi var. Yapılan araştırmalar bir araba kornasından çıkan 90 desibellik bir gürültünün bile kalbe pompalanan kan miktarını iki katına çıkardığını ortaya koymuş. Tantraya göre alfabenin her harfin çıkarmamızı sağladığı sesin, bir enerji titreşim gücü bulunuyor. Örneğin tantra metinlerine göre "Om" sesi tüm yaradılışı kapsıyor. Güç sözlerinin en büyüğü olarak kabul edilen bu söz, doğru bir şekilde söylendiği zaman bedende ve zihinde ahenk ve denge yaratıyor. Sesler üzerinde deneyimler yaşamak, tantrayı öğrenen kisiye kendi iç sesini duyma ve farklı iç seslerin ne anlama geldiğini ayırt edebilme yeteneği kazandırıyor.

Koku eğitimi de tantranın önemli adımlarından biri. Her yaşamın kendine özgü bir kokusu bulunuyor. Kötü bir yaşam da tıpkı azizlerin yaşamı gibi belli bir koku yayıyor. Bir keresinde ünlü Fransız dedektifi Vidocq şöyle demiş: "Beni bin kişilik bir kalabalığın ortasına koyun. Sadece koku duyusuyla ahlak yasalarını ihlal edenleri ayırt edeyim." Vidocq, suç içeren her mesleğin kendine özgü bir kokusu olduğunu ve kendisinin bunları ayırt edebildiğini söylüyordu. Mesleğindeki sürekli başarısı belki de bunun bir kanıtıydı.

En afrodizyak kokular

Tantraya göre koku, insanın en eski içgüdüleri olan seksi ve dini güdüleri etkilemenin en kadim yolu. Güzel kokuların gizli gücünü bilen eski uygarlıklardaki rahipler ve büyücüler bedene sürülen yağları ve değerli merhemleri öyle güçlü bir şekilde hazırlamışlar ki, bunların bir kısmının kokusu binlerce yıl dayanmış. Kokunun gücünün en büyük ispatı ünlü fahişelerin ve büyüleyici kadınların tarihlerinde yer alıyor. Hem kutsal, hem de din dışı edebiyat, erkekler üstündeki tuhaf güçlerini çoğunlukla sihirli parfüm sanatına borçlu olan İsrail kralı Ahab'ın karısı İzabel, Samson'un Delilah'sı, Kleopatra, Kraliçe Josephine gibi kadınların hikayeleriyle dolu. Shakespeare, "Antomus ve Cleopatra" adlı oyununda Nil kraliçesinden şöyle bahsediyor; "O kadar parfüm sürmüştü ki, rüzgarlar sevdalanmıştı".

Örneğin seks açısından en ünlü kokulardan ve afrodizyak yönü çok güçlü olan tek bir misk tanesi bile, hacminde dikkate değer hiçbir eksiklik olmadan birkaç milyon küp havayı kokutabiliyor. Ama tek damlası bir odayı uzun süre kokutan miskin yarım kilosu 40 bin dolara satılıyor. Her zaman misk kokusuyla dolu dantel bir mendil taşıyan Kraliçe Josephine'in de en sevdiği kokuymuş bu. Söylentilere göre Napolyon'un tutkusunu alevlendirmek için bunu o kadar çok kullanırmış ki, dairesinin duvarlarından yıllar sonra bile bu koku yayılıyormuş.

Sesk yogası uzmanlarının da özellikle kullandığı kokular var. Onlar kokulardan, kundalini enerjisinin çöreklendiği kuyruk sokumunu uyarmak için yararlanıyorlar. Seks ayinlerinde daha çok misk, yasemin, paçuli, hint sümbülü, sandal ağacı ve safran kullanıyorlar. Bazı tantracılar cinsel ritüeller sırasında partnerlerinin bedenlerinin farklı bölümlerini farklı parfümlerle sıvıyorlar. Eller için yasemin yağı, yanak ve göğüsler için paçuli, kasıklar için misk, uyluklar için sandal ağacı ve ayaklar için de safran. Siz de bunu sevişirken deneyin; ancak sentetik kokulardan kaçının.

Bu yöntemleri iyi bilmenin ötesinde iyi bir seks yogası uygulayıcısı olmak istiyorsanız, tutkuları, tembelliği, asılsız bilgiyi ve öfkeyi de aşmış olmanız gerekiyor. Benzer şekilde zeki, duyularını kontrol edebilen, tüm varlıkları incitmekten kaçınan, her zaman ve herkese karşı iyi olan, saf ve inançlı olanlar tantra eğitimine kabul ediliyorlar. Obur, aşırı derecede sekse düşkün, arsız, açgözlü, cahil, ikiyüzlü, zevk düşkünü ve ayyaşlar özel olarak reddediliyorlar. Cinsel birleşme yani seks ayini, ancak uygun bir hazırlanma döneminden ve yeterliliğin ispatlanmasından sonra gerçekleşiyor. Bu süreç genellikle bir yıl alıyor.

Seks yogasının cinsel birleşme aşamasına ancak bundan sonra geliniyor. Bu noktada, eğer bu aşamayı birlikte kat ettiğiniz bir eşiniz yoksa kendinize sizin gibi tantrayı öğrenmiş bir partner seçmeniz gerekiyor. Değişik sevişme pozisyonları, orgazm olmamak için kendini tutma yöntemleri ve saatler sürebilen bir teslimiyet, yani asıl eğlence ve gelişim ise bundan sonra başlıyor. Çünkü bu noktadan sonraki birkaç yıl süren deneyim süresince kuyruk sokumundaki kundalininin yılankavi gücü, doğal bir şekilde yukarıya doğru hareket etmeye başlıyor. Bu durum astral bedendeki tüm çakralarınızı harekete geçirse de, en güçlü etki cinsel organlarda yoğunlaşıyor ve bir dereceden sonra tamamen sizi sarmalayan güç ve eylem alanınız olan auranıza boşalıyor.

Bu konuyla ilgileniyorsanız Osho'nun Okyanus Yayınları’ndan çıkan "Tantra Öğretisi" ve Omega Yayınları'ndan çıkan "Tantra, Spritüellik ve Cinsellik" isimli kitaplarıyla, Omar Garrison'un Okyanus Yayınları'ndan çıkan "Tantra/Seks Yogası" adlı kitabına göz atabilirsiniz.

 
Cinsel ilişkiden önce tüm kızgınlıklarınızı unutun. Sakinleşin. Siz rahatlarsanız eşiniz de rahatlayacaktır.

-Önsevişme, siz birbirinize dokunmadan önce başlar. Tatlı konuşmalar, yumuşak yastıklar, dinlendirici bir müzik her ikinizin de enerjisini artırır.

-Yemek yedikten sonra sevişmeyin. Vücut enerjisinin başka bir rakibi olmamalı. Dolu mideyle cinsel ilişki spermi azaltır ve hazımsızlığa neden olur. Sevişmeden önce soğuk içeceklerden, dondurmadan ya da buzdan kaçının. Aksi takdirde vücut bunları ısıtmaya çalışarak cinsel enerjiyi de harcar.

-Yorgun, aç ve kızgınken cinsel ilişkiden kaçının.Harcanan enerji dengesizliğe neden olabilir.

-Sevişmeden yarım saat önde tuvalet ihtiyaçlarınızı giderin. Dolu idrar torbasıyla cinsel ilişkiye girmek sıkıntı vericidir.

-Aşırı soğuk ya da aşırı sıcak havalarda sevişmek elektromanyetik alanda dengesizliğe yol açabilir.

-Sevişmeden önce ve sonra çok çalışmayın. Kaslar gevşediğinden enerji toparlamak zorlaşır.

-Cinselliği teşvik edici ek ilaç ya da maddeler kullanmayın. Kendi silahlarınızı kullanın.

-Vajinaya çok güçlü yüklenmeyin. Bu beraberinde bitkinlik, vajinada duygusuzluk ve ağrı getirebilir.

- En iyi sevişme zamanı bahardır. Spermin en fazla olduğu dönemdir.
Mekanik seksten kaçının. Cinsel ilişki bir şölen olmalıdır. Kadının masturbasyon aracı olarak kullanılması cinsel enerjinizin geri dönüşümünü engeller.

-Hareketleri planlamaktan kaçının. Sürpriz ve doğaçlama olmasına fırsat verin.
 
İçimizi bir veriş, bir sunuş kıvancıyla doldurabildiği gibi vermeye can attığımız armağanları eşimize sunmaktan bizi alıkoyan bir korku da yaratabilir.

Cinsellik bize, bir kendine güven duygusu da verebilir; bizi sıkıntıya, kaygılara da boğabilir. İstekle gerçekleşen bir cinsel yaklaşım da vardır; çeşitli isteksizliklere karşın cinsel ilişki kurmak da. Cinsellik kişinin gururunu okşayan bir şey de olabilir; kişiyi utançtan utanca sürükleyen bir şey de! Cinsellik, yatağımızı her şeyin ötesinde bir sevgiyle doldurabilir; suçluluk duygusundan, korkudan, öfkeden doğan yumruklarıyla sevgiyi yataktan da kovabilir.

Kendimize dikkatli bir gözle bakarsak, geçirdiğimiz günün her saatiyle ilgili duyguların cinsel birleşmeye yansıdığını görürüz. Öğleden sonra yaptığımız, sonuçsuz kalmış bir tartışma bizim cinsel birleşmeye bir öfke tortusuyla yaklaşmamıza yol açabilir. Ya da sabahleyin aldığımız bir doğum günü armağanı, bir güzel dost mektubu, pırıltısını ve sevincini o geceki cinsel eylemimize katar. Öte yandan, evliliğin başlangıcında ortaya çıkan ve yıllar boyu sürüp giden anlaşmazlıkların kızgınlığı ve hıncı ile bunların etkileri kolayca hatırlanabilir. Oysa evlenmeden, hatta birbirimizi tanımadan çok önceki yılların birikimi olan birçok duyguların da yatağımıza sızmakta olduğunu... bu eski duyguların bugün hâlâ yaşama ve sevme yöntemlerimize etki yaptığını kavrayıp bunları ayrımlamak zordur.

Çocukluğumuzdan kalma duyguları, bilerek ya da bilmeyerek, cinsel eyleme, eşimize beslediğimiz sevgiye (ya da sevgisizliğe) yansıtmamız kabildir. Örneğin sevginin verilebilecek, inanılabilecek bir şey olduğunu hissetmek gibi. Bu tür duygular çocukluğumuzda ana babamızdan gördüğümüz sevgiden kaynaklanır. Onlar bizden karşılıksız, hiçbir şey beklemeden sıcak, sağlam bir sevgi verebilmişlerse biz de büyüyünce kurduğumuz yakın ilişkilerde köle olmadan, kölelik beklemeden sıcak ve sağlam bir sevgi göstermeyi başarabiliriz.

Çocukluktan kaynaklanan birçok duygu cinsel yaşamda ve evlilikte başımıza irili ufaklı dertler açar. Bu duygular şiddetle arzulayıp elde edemediğimiz çeşitli doyumlarla ilgili olabilir. Çocukluğumuzda yeterince sevilip beğenilmemişsek yetişkinliğimizde kendine güvenemeyen biri olup çıkabiliriz. Çocuklukta son derece önemli olan sevilme arzumuza kavuşamamışsak şimdi bize sunulan sevgiye inanıp güvenmekte güçlük çekeriz.

Çocukluğumuzun korkuları da cinsel yaşamımızı ve evliliğimizi etkileyebilir. Bunlar, gerçek olayların doğurduğu korkular olabildikleri gibi, çocukluk hayallerinin yarattıktan da olabilir. Gözümüzde canlandırdığımız dehşetli şeyler, karabasanlar, ödümüzü koparan cezalar; cinsellikle ilgili her şeyimize suçluluk ve utanç gölgesi düşüren korkular; kendimize olan güvenimizi sarsıp sevilmeye layık olmadığımızı bize fısıldayan kuşkular, hep bu çocukluktan kalan tortulardır.

Küçüklüğümüzde baş gösteren öfke ve hınçlar da yetişkinlik yaşantımıza yansıyabilir. Kardeşlerimize, annemize, babamıza duyduğumuz kızgınlığı şimdi eşimizden çıkartabiliriz. Bunun bilincinde değilizdir belki de. Hatta o ilk öfkeleri çoktan unutmuşuzdur. O öfke anlarında neler duyup düşündüğümüz de belleğimizden iyice silinmiş olabilir. Çoğumuzun anımsadığı, "Ben de evden kaçarım o zaman pişman olurlar." düşüncesidir. Çocukların öfke anlarında düşledikleri renkli ve heyecanlı öç alma yöntemleri gerçekleşmediği gibi anılardan da çarçabuk silinir, gider. Ne var ki bilinçaltında yaşarlar.

Böyle hayallerin yıllar yılı içimizde gizli olarak yaşayabilmesi kimimize doğal, kimimize ise garip gelecektir. Ne var ki bunlar çoktan unutulmuş oldukları halde tam cinsel ilişki sırasında dirilip bizimle birlikte yatağa girebilirler. Bizimle birlikte sofraya oturup eşimizle aramızdaki bir metrelik mesafeyi birkaç kilometreye çıkartabilirler. Ufacık bir kusur piresini kocaman bir suç devesine dönüştürebilirler. Kökü geçmişte olan bu tür duygular bilinçdışı da olsalar cinsel eylemlerimiz sırasında bizi rahatsız ederler.

Oysa biz burada, bugünü yaşamaktayız! Geri dönüp her şeyi yeni baştan kurmamıza imkân yoktur. Evliliğimiz çok eski de olsa, ancak "bugün"le işe başlayabilir, onarımı ancak "bugün"den başlatabiliriz. Geçmişteki olayların üstünde durmanın en önemli yararı "bugün"ümüze ve "yarın"larımıza ışık tutmalarını sağlamaktır.
 
X