Kım bılır kacıncı mektup bu sana...

gercekten okuyunca cok kotu oldumm allah en kisa zmnda sana bana ve butun isteyenlere nasip etsin insallah cnm bi sorununuz var mi caresiz kalmis gibi gorunuyosn da

amin insallah rabbım tum ısteyenlere verır canım allah razı olsun. caresızlık degılde ümit bitiyo zamanla sanırım. 7. yıla eli bos gırmenın hüznü. ama benım regl tarıhı 18 aralıktı hala gelmedı ümitlenmeye basladım ama test yapıcak cesaretım yok cunku defalarca negatıf testler gormuslugum var
 
umarım en kısa zamanda allah size sağlıklı eli ayagı düzgün bir evlat nasip eder
rabbim bu konuda uğrasan kimsenin emeğini boşa cıkarmasın...
 
umarım en kısa zamanda allah size sağlıklı eli ayagı düzgün bir evlat nasip eder
rabbim bu konuda uğrasan kimsenin emeğini boşa cıkarmasın...

amin tum ısteyenlere verır ınsallah. ama bu aksam 1 haftalık gecımeden dolayı test yaptım negatıf cıktı off
 
yıne yazmka geldı ıcımden aylar sonra.
yıne bıraz buruk tabi...

karar verdım tam 26 ay sonra yenıden baska bı drla tedavıye baslamaya. sonuc ne gosterır bılmıyorum ama 2 sene sonra ancak bu cesaretı topladım. zor da olsa yenıden baslıyoruz işte. rabbim umarım bu sefer yüzüme guler.

melegım sana dogru yenı adımlarla yeni umutlarla gelıyorum. yenı doktorumuz umarım şansımız olur..

senı beklılyoruz....
 
qusel... canım duygularımıza, duygularıma tercüman olmuşsun yazdıklarınla.. çok içten,çok samimi ve inanılmaz istek özlem ümit dolu.. Allah kimseye sahip olamayacağı şeyi hayal ettirmezmiş öyle derler, bizimki çok mümkün çok ufak bi hayal oysa.. tez zamanda dilerim ki dileyen,yürekten isteyen herkese versin Allah birer sıpa.. bende çok istiyorum,bende özlemle bekliyorum.. ama bi yandanda neler okuyo,neler duyuyo ve görüyorum.. o yüzden bi yandanda Allah'a şükrediyorum,her zaman kötününde kötüsü var çünkü..
umudumu yitirmedim,Allah büyük ve isterse olur biliyorum.hayırlı zamanda nasip edecek inşallah!!!
 

ahh bebegım ahh ben hayal bıle edemıyorum kı artık son actıgım konuya bak
 
merhaba dırumuna cok üzüldüm kardeşim bende bekleyenlerdenim seninkinin yanında kısa sayılır ama Sanki uzun zaman gecmiş gibi problem ne kardeşim kaç yaşındasın öğrenebilir miyim

tesekkur ederım bunun uzunun kısası yokkı. acı ve uzuntu yıne aynı. pko var bende ama baş edemiyoruz onunla kılo var vs vs 27 yasındayım
 
Soğuk bir sonbahar sabahı,yağmurlu bir gecenin ardından , sıcacık kollarında ben yine yokum annem.......
CAMLARIN buğusundan bile daha buğulu gözlerim.....
Herhalinden belli hasret çektiğin...YÜREĞİN acıyor belki de parçalanıyor.
Hiç kimse anlamasın diye gülmeye çalışsanda gülemiyorsun ANNEM.....
Herkes beni soruyor sana,
için burkulsada sen başın dik cevap veriyosun onlara
"zamanı var herşeyin ,zamanı gelince gelecek BEBEĞİM"
Sonra gülüp geçiyorsun,kaldığın yerden devam etmek istiyorsun........
Duvarlar üstüne gelse de ,için ağlasada belli etmek istemiyorsun...................
Peki sonra ANNEM?.........
Neden sonra ağlayıp üzülüyorsun,evimize her gelişinde?
Seni her defasında çok üzüyorlar demİ ANNEM ?
YOKLUĞUMU BİLE BİLE SORUYORLAR BENİ SANA.....................
Yokluğum Sen'i ve BABAMI çooook üzüyor..
SADECE SİZ değilsiniz ki üzülen...... Bende aynı hüznü taşıyorum ANNEM...
"CENNET MELEĞİ" benim adımmm........
Cennetteyim ben ANNEM,küçük bir MELEĞİM,temiz ve masum.CENNET kokuyorum ben annem......
Küçücük kalbimle dualar ediyorum........Sana kavuşabilmek için....
Herşeyden çook istiyorum sıcacık kucağında olmayı,
sana CENNET KOKUSUNU getirebilmeyi,
ve herkese "işte geldim" diyebilmeyi .......En çok ta ağlayan gözlerini güldürebilmeyi............
Cevap ver ANNEM..Ne olur..Bu kadar mı çok istiyosun gelmemi,
yüreğin ve aklın bu kadar mı çok kaldı ben de?
Rüyalarına giriyorum ya hani yetmiyor demi ANNEM?....
Tam beni kollarına alıp MELEK yüzümü görecekken neden uyanıyorsun ANNEM...?
Neden bu kadar kısa sürüyor bu güzel an?....
BENİ rüyalrın da bile olsa gördüğüne çok seviniyor,şükrediyorsun ya hani bende en az senin kadar mutlu oluyorum ANNEM.......
Ama yine yarım kalıyor bu mutluluk......Yine içim buruk çünkü daha senin kollarına bir kez olsun gelemedim......
Ne BABAMI ne de seni bir kez olsun güldüremedim.evimizde koşturamadım,bahçemizde oynayamadım.
BABAMIN işten gelişine sevinemedim ve yeğenlerimle tanışamadım...
Herkes beni bu kadar beklerken gelememem daha acı.....
SANA söz veriyorum ANNEM bir gün mutlaka gelicem ben...İllaki gelicem
Ama şimdi sende bana söz ver ne olur .. Yokluğumda isyan etme,
gelmiyorum diye bana kızma ve her zaman ki sözünü unutma...
"ZAMANI VAR HERŞEYİN, ZAMANI GELİNCE GELECEK BEBEĞİM"

alıntıdır..
 
canım ya hani dedinya beni ağlattın diye bu mektuplada sen beni ağlattın.....

bu kadar mı benzer duyguları taşır ki insan.......
offffffffffffffffffff........söylenecek o kadar çok sözüm var ama inan bana boğazım da düğümleniyo diyemiyorum kimselere derdimi......
 

üzülme canım benım senınde dedıgın gıbı hersey duzelıcek allahın ıznıyle nasipse ölmeden o cennet kokusunu bizde tadıcaz
 
ALINTIDIR. Cok begendım arkadaslar.Sizde okuyun lütfen.


Beklemek ne demek bilir misiniz?

Otobüs beklemek, sıra beklemek, hafta sonunu beklemek değil ama benim anlatacağım. Daha uzun. Daha yorucu. Daha yıpratıcı. Hiç yılmadan, hiç usanmadan, ümitsizliğe kapılmadan bir bebeğe kavuşacağınız o anı beklemek…

Her yeni başlangıçtan sonra yine olumsuzu yaşamak, sevenlerinizin sizi avutmak için söylediği sözlere avunmuş gibi yapmak, eşinize bile göstermeden saatlerce ağlamak, gecelerce düşünmek ve sonra tekrar gücünüzü toplayıp yeni bir ümitle her şeye yeniden bir daha, bir daha, bir daha başlamak…

3 sene, yani 36 ay, yani 13140 gün bunu tekrar tekrar yaşamak…

Şubat 2003’te yüreğime düştün annem sen. Ayın 7’si, bir Cumartesi günüydü. Kar yağıyordu dışarıda, fırtına vardı. Ben sabahın sekiz buçuğunda taksi ile koşarak gittim doktora, sanki geç kalıyormuşum gibi seninle olan randevuma. Sabırsızdım çok. Bir an önce seni görmek, seni duymak, seni koklamak için vakit kaybetmemeliydim.

O an bilmiyordum belki de geçen zamanın değerini. Her şeye çok kolay sahip olmuştum hayatımda oysa. En iyi okulları bitirmiş, istediğim ve severek yaptığım öğretmenlik mesleğimle hayatta olmak istediğim yerdeydim. Çok mutlu bir evliliğimiz vardı babanla, aynı bugün olduğu gibi. Anlayacağın bir tek sen yoktun ortalıkta.

Mayıs 2003 oldu, geçen üç ay bir şey anlamadım. Sadece ‘acaba’lar ile yordum kendimi.

Temmuz ayında heyecanlanmaya başladım sanki çok yaklaşmışım gibi varlığına. Eylül, ekim derken daraldım. Yeni seneye yine aynı dilekle, seninle ama sensiz girdim…

Matematikçiyim ya çift sayıları severim. 2004 bizim yılımız olacaktı. Mart ayında, talihsizlik bu ya baban bel fıtığı ameliyatı oldu. Günlerce yatmak zorunda kaldı. Çok şükür her şey yolunda gitti.

O zaman aralığında konu başlıkları değişti sadece yaşantımızda. Sağlıklı günler ve gelecek için yoğunlaştık dağarcığımızda. Ama sen hep yüreğimdeydin inan bana. Her yeni başlayan günde, her sevinçli haberde, uçan kuşta, yağan yağmurda, seninle konuştum içimden. Ne çok sevdiğimi söyledim sana defalarca, her ne kadar sen cevap vermesen de bana…
Mayıs 2004, yeni bir doktora gittik. Her şey yeniden başladı, geçen bir buçuk seneyi arkamızda bırakarak. Tahliller, kontroller, ne kadar teknik varsa güncel olan hepsini sıraladık birer birer. Eş dost, akraba kim varsa halden anlayan moral verdiler bana.

Avunmadım annem, avunmuş numarası yaptım hep. Güler yüzlü olmaya çalıştım annem, içten içe hep ağlayarak. Çok kızdı baban bana kendimi yıpratıyorum diye, ama içtiğim onca ilacın içinde psikolojik açıdan beni rahatlatacak, olumlu düşünmemi sağlayacak, sana gerçekten bir gün kavuşacağımın garantisini verecek yoktu bir tanesi valla.

Denenmiş tüm yolların ertesinde, unutmayacağım bir 8 Aralık günü, bu işin doğal yolla asla olamayacağını öğrendik, hani o çok umutlandığım çift yıl olan 2004’ün son ayında. Böylece, sensiz ama her an seninle geçen iki seneyi hiç istemeden, korkarak çektirmek zorunda kaldığım rahim filminin olumsuz sonucuyla kapatarak.

Ocak 2005, yeni adres, yeni doktor, yeni umut, yeni başlangıç ama beraberinde eski tüm kötü, olumsuz anılar, anlar…

Evde çekmecelerde biriken onlarca gebelik testi çubukları. İkinci pembe çizgiyi görebilmek için yaptığım mikroskobik incelemeler. Sürekli aynı yere bakınca sanki çifti varmış gibi çocukça kendini kandırmalar…

Her negatif sonuçtan sonra uğursuz diye bir daha uğramadığım semt eczaneleri. Her şeyin ötesinde sıkıntı, huzursuzluk, yenilgi, hırs, başkalarından duymak istemeden duyduğum müjdeler, benden gizli üzülmeyeyim diye konu ile ilgili kapı aralığında fısıldaşmalar, sayfaları yazmaktan biten ajandalar, 2003-2004 takvimlerinde işaretlenmiş onca detaylar, okumaktan ezberlenen ilaç prospektüsleri…

Ama her şeyde sen, yine sen, hep sen…

‘tüp bebek yapalım’ dedi birileri. Adı hiç hoşuma gitmedi ama kabul ettim. Hem belki bir değil, birden fazla oluverirsiniz diye de çaktırmadan sevindim. Derhal ilaç hazinemize yenileri eklendi. Hatta kendi kendime iğne yapmayı da bu sayede öğrendim. Normalde fazla çalışan yumurtalıklarım, aldığım hormonlarla turbo moduna girdiler. Tedavinin son günlerinde ağırlıktan neredeyse yürüyemez oldum.

Bir cuma akşamı saat 12 civarı son çatlatma iğnemi olmam gerekiyordu. Olur da yanlış bir şey olur diye cesaret edemedim. Nöbetçi eczaneler yapmadılar. Hastaneler doktor reçetesi yok diye kabul etmediler. Elimizde iğne, arabada babanla öyle oturup güldük ağlanacak halimize. Bir semt kliniğinde iğne olup eve geldiğimizde saat biri geçiyordu.

Pazar sabahı daha herkes uyurken, biz yine yollarda yumurta toplatmaya gittik. Aynı saatte belki birisi bir yerlerde kendi tavuğundan yumurtalarını toplarken, ben genel anestezi altında mışıl mışıl uyuyordum.

Gözümü açtığımda her şey bitmiş, doktorumla baban sohbet ediyorlardı. Biliyor musun tam 34 tane hem de, ne demekse iyi kalitede yumurta toplanmış.

Baban ise ayrı bir odada kendine ait ‘materiyal’i (kabın üstünde öyle yazıyormuş )vermek için, epey komik şeyler yaşamış. Belki ilerde bir gün sana anlatır. Kendinden önce odadan çıkan kelli felli, esmer çok kıllı adamı görünce korkup gidip embriyologla bile görüşmüş, hani olur da maazallah materyaller karışır mı diye FPRIVATE Tabi böyle bir endişesi olduğu için üstüne bir de azarlanmış.

Böylece sana bir adım daha yaklaşmış olmanın huzuruyla eve geldik annem. Ama benim yumurtalıklarım birkaç gün daha sayıca çoğalmaya ve sağlığımı tehdit etmeye devam ettiler. Vücudum ödem yaptı, neredeyse hastanelik oluyorduk. Korkudan iyileştim.

Üç gün sonra telefon geldi. “Müjde! 14 tane bebeğiniz oldu” dedi birisi. Nasıl yani?..

Ertesi gün, bir arife günü, birkaç günlüğüne benden ödünç aldıkları seni, bana geri vermeye gittik. Eve döndüğümüzde artık iki kişi değildi nüfusumuz. Sen ve diğer üç kardeşin de içimdeydiniz. Sıcacık… Diğer kalan on taneniz de eksi bilmem kaç derecede uyutuldunuz.

Zaman hepten geçmez oldu. Bir sonraki on günü on değil sanki, yüz sayarak geçirdim. Hissetmeye çalıştım hep seni, konuştum senle. ‘Sakın beni yalnız bırakma’ diye hep yalvardım içimden.

B-HCG için kan verip sonucu beklemek ise en zoruydu her şeyin. 19,42 gibi çok düşük bir test sonucuyla yıkılmışken, yine de cesaretimi toplayıp doktoru aradım bir ara. ‘Tebrikler, hamilesiniz’ dediğini ise ancak kapatınca anladım telefonu. Çok küçük olduğun için zaten ancak o kadar çıkarmış bu oran. Bana kalsa her gün kan vereceğim. Nasıl üç gün beklerim?

Bir sonraki oran 96 oldu, haftasına 361 ve sonrasında 15 bin küsur. Bu arada sen yalnız olmak istemişsin içerde. Diğer kardeşlerini çokoprens almaya yollamışsın bakkala.

Evet annem, beraberiz artık. Hep buraya kadar hayal etmişim, hamile kalamadığım için kalmanın ötesine hiç geçememişim ki… Bir anda boşluğa düştüm. Sevinmek, heyecanlanmak, coşmak, hiçbir güdüm kalmadı. Ta ki gebeliğimin 7. haftasında kalbinin atışını duyana dek…

Şubat 2005, yine kar var dışarıda. “Fış fış kayıkçı, kayıkçının küreği, pıt pıt atar yüreği” şarkısı sardı tüm bedenimi. ‘İlk 12 hafta’ dedi doktor. ‘Mart sonunu bulalım, ondan sonra her şey yoluna girecek.’ Halbuki, Mart ayını sevmem, hep çok uzun gelir bana. Hem baban da ameliyat olmuştu yine soğuk bir Mart sabahında.

23 Mart, on bir haftalık olduk. Ayın 28 inde on ikinci hafta doluyor, yaşasın! Bir beş gün daha anneciğim…

Kontrolümüz var bugün. İlk defa huzurluyum bu kadar, ilk defa soru işaretlerimi yanıma almadan çıkıyorum evden. Hava pırıl pırıl. Bahar gelmiş…

Muayene odası, doktor, hemşire ablamız, sen ve ben. Baban içerde, birazdan gelecek seni görmeye.

***********

Sessizlik, karanlık, sıcak çok sıcak…
Neredesin annem?
Niye öyle miniciksin?
Niye hareket etmiyorsun?
Uyuyor musun yoksa?

***********

‘Eşinizi çağıralım mı’ diye sordu doktor, ‘Yok, gerek yok. Ben hallederim. O üzülmesin.’ Anlamış halbuki kimse onu çağırmayınca.

Akşamüstü saat beş suları. Yine bir ameliyat odası. Yanıyorum alev alev. Kıpkırmızıyım. Çıtım çıkmıyor. Doktorun eli elimde, onunki buz gibi…

Uyandım… Ağlıyorum sessizce. Eve geliyoruz vakitlice. Anneannen, deden gelmiş moral vermeye. Anneannen sıkıntısından otuz kap yemek pişirmiş, kim yiyecekse ve hangi moralle. Yetmemiş süpürgeyi açmış evi kazıyor. Baban balkonda dedene ağlıyor.

Ertesi gün babaannen, deden ve amcan geldiler İzmir’den. Şöyle yalnız kalıp böğüre böğüre ağlayacaktım oysa ben. Sustum, sessizce aktı yaşlar. Neden sonra tahriş oldu yanaklarım tuzdan.

Birileri bir yerlerde bir şeyler konuşup duruyor. Durmadan telefonlar geliyor. Ama halim yok, içim acıyor benim, ilgilenmiyorum. Hatta babanın cep telefonunu kurcalarken doktorla mesajlaşmalarını okuyorum hiçbir anlam vermeden. “Ya doktor bey, doğru söyleyin eşime bir şey olacak mı? Çok korkuyorum.” Sormuyorum bile ‘bu ne demek’ diye.

Birkaç gün sonra yine doktordayız. Cin gibiyim. Elimde padişah fermanı kadar bir soru listesi geleceğe dair. Daha ağzımı açmadan bir beyaz uzatıyor doktor elime. ‘Çok korkuttun bizi’ diyor. ‘Ama çok şükür her şey yolunda.’

Onun dediklerini anlamaya çalışırken kağıttaki “patoloji raporudur” yazısını görüyorum. Ne alaka?..

Bir anda kaset geri sarmaya başlıyor. Bir tek seni almamışlar içimden anneciğim. Ben seni kaybettim diye ağlarken günlerdir, diğer herkes benim için ağlıyormuş meğer.

Neyse, sonuçlar temiz çıkıyor ve ben yine allak bullak, üstelik suçluymuşum gibi bir ifadeyle eve dönüyorum.

Zaman geçmiyor. Ne yapacağım şimdi ben? Daha deneyecek bir şey kalmadı ki. Yoksun işte. Kabul edemiyorum. Yenemiyorum hırsımı, seni istiyorum ben. Ağlıyorum durmadan, ağlıyorum. Yastığımın bir tarafı hep yaş…

Şifa olur belki diye bir bahar tatili yaratıp Nisan ayında uzaklaşıyoruz bu şehirden. Her yer yemyeşil, hava çok güzel, huzur var her yanda. Ama ben çok kötüyüm. Durgunum, sesim çıkmıyor.

Baban sevineyim diye pinponda hep bana yeniliyor, havuzda hep geçiliyor. Ellerimiz, her yanımız buruş buruş, saatlerce suda oynuyoruz.

Bir sonraki Ağustos’a kadar seni rafa kaldırdık. Ben istemedim ama öyle gerekiyormuş. Yedekte eksi bilmem kaç derecedekiler var ya, işimiz kolay olacakmış nasıl olacaksa…

Hiçbir ilaç kullanmıyorum aylardır. Vücudum yeniden kendi ritmini kurmaya çalışıyor. Ama başarılı değil. Sinirliyim. Şiş gibiyim. doktor söktürücü veriyor. İlaç bitiyor, bende tık yok. Üç gün, dört gün, bir hafta, on gün. Hayır, daha da kötüyüm, patlayacağım. Kendimden, kadınlığımdan nefret etmeye başlıyorum.

Birkaç gün sonra, bir cumartesi öğleden sonrası daha önceden hiç önünden bile geçmediğim bir eczaneden yine gebelik testi alıyorum. Mümkün değil oysa, hala kendi hayal alemimde seninle beraberim ya…

Evde kimse yok, Haziran 18, 2005, Cumartesi. Baban şehir dışında, akşam kaçta gelecek bilmiyorum. Testi yapıyorum. Koyacak şanslı bir köşe arıyorum evde. Yok ki… Her yer daha önceden defalarca denendi.

Güneş pırıl pırıl dışarıda. Salonda, pencerenin dışına, en sıcak olan yere koyuyorum, sen de böyle parlak, aydınlık bir gelecek ol bize diye.

Balkondayım, yerleri yıkıyorum, suları sebepsizce döküyorum. İçerde sonuç hazır ama gidip bakamıyorum ki korkudan. Dakikalar değil, belki saat geçiyor senden uzakta. Nefesimi tutup yaklaşıyorum sana. Bir ikinci çizgiye hasretim duran yan yana.

Oradasın annem!!! İki çizgi güneşte parlıyor bana. Elim ayağıma dolanıyor. ‘Nasıl yani?’ diyerek binlerce kez okuduğum testing kullanım kılavuzunu bir daha okuyorum. hamile miyim şimdi ben? Ama tedavi? Hani tüp bebek? Eksi bilmem kaç derecedekiler ne oldu? Baban nerede?

Bize en yakın hastanedeyim, koşarak gittim. Kan veriyorum sakin. ‘Akşam sekiz gibi’ diyor hemşire. Gelemem ki baban evde olacak, hem akşam bir yere davetliyiz. Yarına kadar beklemeliyim.

Gece uyuyamıyorum heyecandan. Hiç kimseye hiçbir şey söylemiyorum.

Sabah oluyor, hava kapalı. Yağmur var dışarıda. Pazar günü, etraf sessiz. Bir şeyleri bahane edip dışarı çıkıyorum öğlene doğru. Yine koşarak hastaneye…

Zarf elimde.
Açamıyorum.
Açamam.
Bıktım olumsuzluklardan.
Yıldım yenilgilerden.
Ama içim kıpır kıpır, öleceğim sanki.
Yağmur yağıyor.
Ağlıyorum…
Elimde kağıt sonuç ‘pozitif’, hem de 9486 gibi çok sağlam bir B-HCG sonucu ile.

Annem sen neredeydin bunca zamandır? Madem kendin gelecektin niye demedin bana? Ben bilsem seni beklerdim hiç kendimi üzmeden. Hoş geldin anneciğim, sakın gitme uzaklara olur mu bir daha? Bir daha bekletme bu kadar kendini. Hem babana ne söyleyeceğiz şimdi?

Eve geliyorum. Baban klasik pazar sabahı görüntüsünde, pijamaları üstünde TV izliyor uzanmış koltukta. Hemen çift çubuk gebelik testini ve tahlil sonucunu paket yapıyorum kurdeleyle. Titreyerek babanın kucağına bırakıyorum, “Babalar Günü’n kutlu olsun!” diyerek. Evet anneciğim, o gün 19 Haziran, Babalar Günü. Gelebileceğin en iyi günde geldin sen yuvamıza. Hoş geldin!

Temmuz 10’ a kadar herkesten saklıyorum seni. Mümkün olsa, kendim bile bilmeseydim diye de düşünmüyorum değil oysa. Ya yine bir şey olursa, ya kalbin durursa diye aklım çıkıyor günde kaç bin defa. Her doktor randevusunda, o karanlık ekranda, sen zıp zıp zıpladığında benim de yüreğim hopluyor.

Biliyor musun, uzun zamandır ilk defa her şey olunda. Gün be gün yaşıyorum seni. Bekliyorum gelmeni. Önceden geçmeyen, geçse de hiç tadı olmayan günler şimdi daha anlamlı, pırıl pırıl her şey.

Mutlu kalkıyorum sabahları. Hem ağlamıyorum artık geceleri yatakta. Bir de kucağıma alsam seni, koklasam o sıcacık nefesini.


Şubat 2006 ayın 6’sında, hani üç sene evvel bu serüvene başlayıp ilk defa kapısını açtığımız bu hastanenin bir odasında, yine karlı bir kış sabahında, sen geldin anneciğim dünyamıza… Mutlulukların en büyüğü, huzurun ta kendisi, heyecanın hiç bitmeyeni, günün neşesi sen oldun bir anda…



CANIM OĞLUM,
Dilerim Tanrıdan,
Sağlıklı, huzurlu, mutlu, sevdiklerin ile beraber uzun bir hayatın olsun.
Şans hep senle olsun.
Sevmeyi ve sevilmeyi bil.
Hiçbir şey seni üzmesin,
Hakkını ara, hak yeme,
Hata yapmaktan korkma,
Aynı hatayı bir daha yapma ama,
Gökyüzünü, güneşi, yeşili, maviyi sev,
Kuşları, böcekleri tüm hayvanları koru,
Oku anneciğim, lütfen çok kitap oku,
Müziği sev, her fırsatta güzel melodiler dolsun kulağına,
Rakiplerin olsun her alanda, hırslı ol ama aşırıya kaçma,
Derdin varsa ağla,
Gözyaşlarını kimseden saklama,
Ben seni bu dünyaya getirmek için çok mücadele verdim anneciğim,
Sen de başladığın bir işi yarım bırakma.
Yolun hep açık olsun…


SENİ ÇOK SEVEN ANNEN…
 
hala nerdesin annem nerdesin.. ıyı degılım ben artık gel ne olur. ne süslü laflarım kaldı yazıcak ne dermanım bıktım tükendim bittimmmmmmm:2:
 
hala nerdesin annem nerdesin.. ıyı degılım ben artık gel ne olur. ne süslü laflarım kaldı yazıcak ne dermanım bıktım tükendim bittimmmmmmm:2:

1 sene daha gecmıs bu msj ı yazalı ama sen yıne YOKSUN!!!!!!
 
Bilirim, sen benim yüreğimin içine düşen en büyük imtihânsın.
- duâm odur ki ; Mükâfatım olasın ....



cok begendım bu yazıyı
 
vayyy be dedim yenıden okuyunca
yıllar gecmıs ben yas almışım ama sen hala yoksun ki
 
Bende o bekleyenlerdenim surekli kendini avutanlardan vardir Allahin bir bildigi sabir diyorum ama dile kolay 4 sene benimde.. yinede sabrediyorumda canini yakanlar olunca icim taaa icim yaniyor... ne vicdansizlar var diye uzuluyorum ... cok uzuluyorum hemde :'( bagira bagira aglayasim var cok canim yandi bugun.. olur belki, belki birgun :,,(
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…