Evlendim, iş güç sahibi oldum, çoluk çocuğa karıştım ama bir aile oluşturamadım, neden mi?
Birilerini suçlamak ne kadar anlamlı olur bilmiyorum ama eşim olarak seçtiğim kişi -ki tamamen aşık olarak, severek evlendiğim kişidir- kafasında tekdüze bir yaşam fikri olan, büyüdüğü aile ortamını baz alarak kafasında bir aile yaşam standardı benimsemiş bir insan. Tüm aile yapılarının kendi büyüdüğü aile yapısı gibi olmasını zanneden, farklı yaşam biçimlerinin olduğunu anlayamayan ve bu sebepten dolayı çok büyük bir açmazın içinde olan bir eş maalesef karım..
Küçüklüğümden beri İstanbul'da yaşamış olmanın da verdiği avantajla farklı kültürlerden gelen farklı aile yapılarını görme, gözlemleme şansım oldu. Tüm bunlara tecrübelerim kadar anlam ifade etmesede okuduğum romanlarıda eklersek iyi sayılabilecek bir birikimim var bu konuda.
Gözlemlediğim tüm aile yaşam biçimleri -ki bunların içinde sevgiye dayalı, kurallara dayalı ve hatta şiddete dayalı olanları var- birbirlerine göre artılar ve eksiler taşıyan biçimlerdi. Çocukken ve gençken aileleri doğulu, güneydoğulu, karadenizli ve İstanbullu olan arkadaşlarımın, kız arkadaşlarımın aileleriyle tanışma ve istemsizde olsa gözlemleme imkanım oldu. Şu anda içinde bulunduğum yaşın olgunluğuyla değerlendirme yapacak olursam şu aile yapısı iyiydi diğer kötüydü, normal olanı şu olmayanı bu diyemem.. Hepsinin kendine has getirileri ve götürüleri olduğu muhakkak.
Tam olarak hayalini kurduğum bir aile yapısı olmasada öncelikle sevgi ve muhabbetin olduğu aile yapısına daha sıcak bakmışımdır.
Hiç unutmam evlilik kararı aldığım günlerde kardeşten öte tuttuğum bir arkadaşımın "erken değil mi?" sorusuna verdiğim yanıtta, sanırım kurmadığımı düşündüğüm hayalle cevap vermiştim..
Sevdiğim, evlenmeyi düşündüğüm insan oturup sohbet edebildiğim, beni dinleyen ve birlikte eğlendiğim birisi ve konuşabildikten sonra mutlu olmamak için bir sebep yok ki..
Sevgi ve diyalog = mutlu bir evlilik.. bu denklemi kurmuştum kafamda.
Ve bu cevap o dönemde bir temenni değil, gerçeklikti. Karşımda bana saygı duyan, seven (aşık) ve birlikte zaman geçirmekten zevk alan bir sevgili vardı.
Sonralardan çok sık rastladığım bir sözün ne kadar gerçek olduğunu yaşayarak öğrenmek benim içinde zor oldu.
"Son mutlu anımız imzayı attığımız an oldu galiba"
İşte bu noktada yukarıda uzun uzun yazdığım aile yapısı ile ilgili düşünceler ortaya çıktı. Maalesef daha çok anadoluda görülen annelerin kızlarını bilinçlendirme adına beyinlerine küçük yaşlardan itibaren işledikleri "saçmalıklar" yavaş yavaş vuku bulmaya başladı. Tamam o annelerin kendi yaşantılarında çektiklerini ve tüm kadınların hayatlarını kendi hayatlarının kendi hayatları gibi olduğunu düşünmelerini anlıyorum fakat evlilik hayatı ile ilgili "öğüt verme" adı altındaki iyi niyetli saçmalıklar yeni evlenen kızların kafalarında önyargıya dönüşüyor ve bu önyargıyla hareket etmeye başlıyorlar.
Bunun neticesinde "Anne" kızının kafasında bir evlilik hayatı şablonu oluşturuyor. Eğer kendi evliliğinde acılar, dramlar yada maddi manevi eziyetler varsa "damat" potansiyel hırpalayıcıya dönüşüyor, olsa da olmasa da..
Ve bu aşamada bu önyargıdan kaynaklı sorunlar başlıyor.. Kadın pençeleri açık beklemeye başlıyor ne zaman beni ezmeye başlayacak diye. Ve maalesef bu önyargı kadının beyninde olmayanları var ediyor.. Sevgili iken seve seve yapılan şeyler artık kocaya hizmet yada itaat olarak algılanıyor o yıkanmış, annenin evliliğine göre dizayn edilmiş beyinde. Yemek yapmak, çay koymak vs.. bunlar sanki kocanın emriymiş gibi algılanıyor ve isteksizce yapılmaya başlanıyor fark edilmesede. Kocanın bir isteğini o beyinler "bak bana emrediyor, eziyor beni" olarak algılıyor. Ve son başlıyor..
Kadın "kötü" kocayla mücadeleye başlıyor ve kazanıyor. Sevgi bitiyor, ışık sönüyor.
Mutsuz bir anne mutsuzluğunu kızına devrediyor. Suçlu mu? Kötü koca..
Yazan bir arkadaşım..
Birilerini suçlamak ne kadar anlamlı olur bilmiyorum ama eşim olarak seçtiğim kişi -ki tamamen aşık olarak, severek evlendiğim kişidir- kafasında tekdüze bir yaşam fikri olan, büyüdüğü aile ortamını baz alarak kafasında bir aile yaşam standardı benimsemiş bir insan. Tüm aile yapılarının kendi büyüdüğü aile yapısı gibi olmasını zanneden, farklı yaşam biçimlerinin olduğunu anlayamayan ve bu sebepten dolayı çok büyük bir açmazın içinde olan bir eş maalesef karım..
Küçüklüğümden beri İstanbul'da yaşamış olmanın da verdiği avantajla farklı kültürlerden gelen farklı aile yapılarını görme, gözlemleme şansım oldu. Tüm bunlara tecrübelerim kadar anlam ifade etmesede okuduğum romanlarıda eklersek iyi sayılabilecek bir birikimim var bu konuda.
Gözlemlediğim tüm aile yaşam biçimleri -ki bunların içinde sevgiye dayalı, kurallara dayalı ve hatta şiddete dayalı olanları var- birbirlerine göre artılar ve eksiler taşıyan biçimlerdi. Çocukken ve gençken aileleri doğulu, güneydoğulu, karadenizli ve İstanbullu olan arkadaşlarımın, kız arkadaşlarımın aileleriyle tanışma ve istemsizde olsa gözlemleme imkanım oldu. Şu anda içinde bulunduğum yaşın olgunluğuyla değerlendirme yapacak olursam şu aile yapısı iyiydi diğer kötüydü, normal olanı şu olmayanı bu diyemem.. Hepsinin kendine has getirileri ve götürüleri olduğu muhakkak.
Tam olarak hayalini kurduğum bir aile yapısı olmasada öncelikle sevgi ve muhabbetin olduğu aile yapısına daha sıcak bakmışımdır.
Hiç unutmam evlilik kararı aldığım günlerde kardeşten öte tuttuğum bir arkadaşımın "erken değil mi?" sorusuna verdiğim yanıtta, sanırım kurmadığımı düşündüğüm hayalle cevap vermiştim..
Sevdiğim, evlenmeyi düşündüğüm insan oturup sohbet edebildiğim, beni dinleyen ve birlikte eğlendiğim birisi ve konuşabildikten sonra mutlu olmamak için bir sebep yok ki..
Sevgi ve diyalog = mutlu bir evlilik.. bu denklemi kurmuştum kafamda.
Ve bu cevap o dönemde bir temenni değil, gerçeklikti. Karşımda bana saygı duyan, seven (aşık) ve birlikte zaman geçirmekten zevk alan bir sevgili vardı.
Sonralardan çok sık rastladığım bir sözün ne kadar gerçek olduğunu yaşayarak öğrenmek benim içinde zor oldu.
"Son mutlu anımız imzayı attığımız an oldu galiba"
İşte bu noktada yukarıda uzun uzun yazdığım aile yapısı ile ilgili düşünceler ortaya çıktı. Maalesef daha çok anadoluda görülen annelerin kızlarını bilinçlendirme adına beyinlerine küçük yaşlardan itibaren işledikleri "saçmalıklar" yavaş yavaş vuku bulmaya başladı. Tamam o annelerin kendi yaşantılarında çektiklerini ve tüm kadınların hayatlarını kendi hayatlarının kendi hayatları gibi olduğunu düşünmelerini anlıyorum fakat evlilik hayatı ile ilgili "öğüt verme" adı altındaki iyi niyetli saçmalıklar yeni evlenen kızların kafalarında önyargıya dönüşüyor ve bu önyargıyla hareket etmeye başlıyorlar.
Bunun neticesinde "Anne" kızının kafasında bir evlilik hayatı şablonu oluşturuyor. Eğer kendi evliliğinde acılar, dramlar yada maddi manevi eziyetler varsa "damat" potansiyel hırpalayıcıya dönüşüyor, olsa da olmasa da..
Ve bu aşamada bu önyargıdan kaynaklı sorunlar başlıyor.. Kadın pençeleri açık beklemeye başlıyor ne zaman beni ezmeye başlayacak diye. Ve maalesef bu önyargı kadının beyninde olmayanları var ediyor.. Sevgili iken seve seve yapılan şeyler artık kocaya hizmet yada itaat olarak algılanıyor o yıkanmış, annenin evliliğine göre dizayn edilmiş beyinde. Yemek yapmak, çay koymak vs.. bunlar sanki kocanın emriymiş gibi algılanıyor ve isteksizce yapılmaya başlanıyor fark edilmesede. Kocanın bir isteğini o beyinler "bak bana emrediyor, eziyor beni" olarak algılıyor. Ve son başlıyor..
Kadın "kötü" kocayla mücadeleye başlıyor ve kazanıyor. Sevgi bitiyor, ışık sönüyor.
Mutsuz bir anne mutsuzluğunu kızına devrediyor. Suçlu mu? Kötü koca..
Yazan bir arkadaşım..