KAYSERİLİ
Okuma-yazma bilmediğini önce* den söyleyenlerden birinin, bilenler tarafına geçtiğini gören kumandan bağırır:
— Sen neden o tarafa geçiyorsun
oğlum?
Acemi er gayet ciddi bir ağızla:
— Kumandanım, der. Okumam
yazmam yok ama Kayseriliyim!...
BANA SOR
Bir adamın gayet huysuz bir hanımı varmış. Kadın bir gün Cenazesini kaldıracakları vakit imam, âdet gereği:
— Ey cemaat! Şu hatunu nasıl bilirsiniz? deyince, adam imama:
Be hocaefendi! Cemaat ne bilsin, onu bana sor!
demiş.
SİZDEN AVANAK KİMSE YOK
Napolyon Bonapart, ki Avusturya İmparatorunun damadı idi, bir gün o taraftan fena bir haber alır. Kayın* pederine öfkesinden hanımı Maria'ya:
— Baban çok avanaktır, der. İmparatoriçe, fransız-
çayı iyi bilmediğinden, "avanak" manasına olan fransız- ca kelimeyi anlayamaz, hazır bulunan başbakandan bu kelimenin manasını sorar. O, iki tarafı da gücendirme* mek için:
— Dirayetli demektir, der.
Bir kaç gün sonra, imparatoriçenin başkanlığı altın*da hususi bir meclis kurulur. Mühim bir madde müza* kere olunduğu sırada kraliçe başbakana:
— Bu işin düzeltilmesi himmetinize bağlıdır, çünkü
içimizde sizden avanak kimse yoktur! der.
FOTOĞRAF
Temel, ahırda ineklerin arasında fotoğrafım çektirir ve yirmi yıldır gurbette olan dayısına yollar. Res*min arkasına da şöyle yaz* mıştır:
— Ortada, işaretleduğum penum!
KIRKAYAK
Lüks bir Mersedes Temel'e çarpar. Temel'in bacağı kırılır. Hastanede mersedesin sahibi hem özür diler hem de uzlaşma önerir.
Temel:
— Olur efendu, der. Bağa bir beşyüzmilyon pango-
not verursen vazgeçerum davadan.
* Yahu ne yapıyorsun ben milyarder miyim?
* Ha sen milyarder değilsun da ben kırkayak mi-
yum?
TİCARETE DÖKMENİN ANLAMI YOK
Köyden şehire göçmüş cahilin biri, camiye pek gitmediği gibi, za*man zaman din adamları aleyhinde de lâflar edermiş. Bir ğün, ondan alacaklı ve bakkal dükkânı sahibi olan hoca bunu sıkıştırmış:
* Ula Memo! Sen müslüman
değil misin?
* Elhamdülillah müslümanım.
* Niye öyleyse, namaz kılmı*
yorsun?
* Kılacağım.
* Oruç?
* Tutacağım.
* Karma iyi davranacak mısın?
* Davranacağım.
* Komşularla da iyi geçinecek misin?
* Geçineceğim.
— Borçlarını da ödeyecek misin?
Sözün buraya gelmesine fena halde sinirlenen Memo:
— Hoca efendi, hoca efendi! demiş. îşi ticarete dök*
menin âlemi yok.
KAZA
Polise bir ihbar gelir. Te* mel ile Dursun kaza yap*mıştır. Polis olay yerine geldiğinde görür ki, ara* balar sapasağlam, Temel ile Dursun'un ağzı burnu dağılmış. Polis sorar:
— Anlat Temel. Olay na* sıl oldu?
— Komserum... Hava sisli olduğundan kafamı pencereden çıkarmış öyle gideyirdum. Meğersem Tur* sun da karşidan öyle geleyirmuş...
ATINI ALSIN
Temel komşusunun atını almış, uzak bir Karadeniz köyüne gitmiş. Atı uygun bir yere bağlayarak düğün evine çıkmış. Kendisi gibi uzaktan gelen diğer davetli* ler de atlarım Temel'in atının yanına bağlamışlar. Ak* şam üzeri düğün dağıldığında, Temel atım alıp geri dö* necek amma acaba hangi at kendisinin, bir türlü karar verememektedir. Bu arada diğer atların sahipleri de
orda toplanıp dönüş hazırlıkları içindedirler. Temel'in işi acele olduğu için bir an evvel gidecek, fakat atını ta- nıyamıyor. Bir an düşünür ve tabancasını çeker:
— Uyy uşaklar ha puriye pakın, herkes atinu alsun, pen penum atimu vuracağum daa...
Bunun üzerine oradakiler hemen atlarına binerek uzaklaşırlar. Temel'e de kendi atı kalır ve bir yanlışlık yapmaktan kurtarır kendini.
AT
Küçük Temel dert yanıyordu:
* Babacığım, bizim
öğretmen atları tanımıyor!
* Nasıl olur, bir öğ*
retmen atı bilmez olur
mu?
* Bir at resmi çizip gösterdim. Bana, "Bu da ne*
yin nesi?" diye sordu.
BÜYÜKANNE
Kendisini çok genç zanneden, zannettiğinden daha genç görünmeğe çalışan bir kadının oğlu, anasından gizli evlenir. Bir kaç sene sonra karısı vefat eder. İki ço* cuğu geride kalır. Adam çocuklarını alıp anasına getirir ve elini öperek:
* Anneciğim! Nasılsa cahilliğime uyup bir halttır
ettim. Rica ederim, bu çocukların hatırı için kabahatimi
affet! diye yalvardığı sırada, çocuklar da:
* Büyükanne! diyerek kadının boynuna sarılırlar.
Kadın, oğluna der ki:
* Haydi senin kabahatini affedeyim, lakin çocukla*
rın bana "büyükanne" demelerini affedemem!
AL BU KIZU
* Ula Cemal, al pu kizu. Biluyrum
cüzel değil ama çok zengindur. Cüzel-
liktan sağa ne? Sabah işe cit, akşam
karanluğu dön. Gece yüzinu da cör-
mezsun. Hafta sonu da seyahata çik.
* Eyi çok eyi uşah, ha nüfus sayimi
olduğu cun ne edeceğim?
PALAVRA
Temel kahvede palavraları bir biri peşisıra sırala* maktadır.
— Pizum sülale Yusuf Peygambere kadar dayanır.
Dinleyenlerden Cemal'in sabrı taşar:
* Ola çok ataysun. Seni biraz daha dinlesek sülale*
min Nuh'un gemisine bindiğunu söyleyeceksun.
* Yok demem oyla pişey, çünki pizum gendi taka-
muz varimiş. Tufanda pinmuşuk.
ZAMANE
Yaşlı dede torunu* nu çocuk parkına götü*rürken, önlerinden çok güzel bir araba geçti.
Dede:
— Bak düt düt ge*
çiyor, diye çocuğa ara-.
bayı gösterdi.
Çocuk:
— Dede, dedi, o senin düt düt dediğin sekiz silin*
dirli, otomatik vitesli seksen model bir Mercedestir.
YARIŞ ATI
Kocasının ceplerini karış* tırırken bir kağıt parçası buldu kadın. Üzerinde "Leyla" yazıyordu, bir de telefon numarası vardı. Akşam, kağıdı göstererek sordu Kadın kocasına:
— Bu kimin numarası?
— Aaa, bilmiyor musun, ünlü yarış atı bu. Bu hafta
ona oynadım.
On gün sonra koca işten eve dönünce, karısı:
— O ünlü yarış atı Leyla var ya, dedi. İşte o aradı se*
ni bugün.
DÜNYAYA GELMEK
Çocuklar aralarında bebekle* rin nasıl dünyaya geldiğini ko* nuşuyorlarmış.
* Biri; "Bizim ailede çocukları leylekler getirir," demiş.
Diğeri, "Bizde lahana tarlasında bulurlar. Onur, mahzun mahzun konuşmuş;
— Bizim maddi durumumuz iyi değil, o yüzden be* bekleri annem kendisi yapıyor.
AMORTİ
Karadeniz ilkokullarından birinde tarih dersi yapılı* yordu. Öğretmen dersi anlattıktan sonra öğrencileri te* ker teker sözlüye kaldırmaya başladı. Sıra Temel'e gel*diğinde sordu:
* Bil bakalım. İstanbul'un fethi hangi tarihte oldu?
* 1553...
Öğretmen büyük kızgınlık içinde bağırır.
— Bilemedin, 1453. Otur...
Temel bu cevap üzerine öğretmenin gözünün içine baka baka büyük bir hayret ifadesiyle şöyle der:
— Olir mi öğretmenum. Son içi rakamu pildum.
Amorti yok midur?..
İNANMAK
Temel doktora gidip midesinin ağrıdığını söylemiş.
— Doktor muayene etmek için
"soyun" demiş Temel'e...
Temel şaşırmış, kızmış:
— Bana inanmıyor musunuz
doktor bey?!.
KAN TER İÇİNDE
Temel'in üstü başı kan içinde kahveye girdiğini gö* ren arkadaşları hayretle sordular:
* Hayrola Temel, nedir bu halin?
* Hiç ya bizim kaynatayı gömdük de...
* Yaa, başın sağolsun. İyi de bu kanlar ne oluyor?
* Ha onu sormayın... Gömerken bayağı direndi de...
DOSTLARIMIN ELİNDEN BENİ KURTAR
Dostlarının olur olmaz zamanda yaptığı ziyaretlerden illallah getiren bir Bektaşi, Allah'a şöyle yalvarmış:
— Allahım, sen beni dostlarınım elinden kurtar, düşmanlarımla nasıl olsa ben başa çıkarım!
MALİYETİNE
Hırsız, çaldığı elbiseyi satmak için gittiği pazarda, elindekini bir başkasına çaldırmış. Akşam eve döndüğünde hanımı sormuş:
— Elbiseyi kaça sattın? Hırsız gülümseyerek:
— Maliyetine, demiş.
İMZA
Adamın biri, kendisi hakkında kötü sözler söyleyen birine haddini bildirmek için evine kadar gider. Fakat, evde bulamaz. Öfkesinden kapıya büyük harflerde "EŞ- ŞEK" yazıp geri döner.
Birkaç gün sonra o kişiden şöyle bir yazı alır:
— Bize gelmişsin. Kapıya attığın imzadan anladım!..
UCUZ ELBİSE
Temel lüks bir mağazaya girmişti. Tezgâhtar kıza,
— Bana bu dükkândaki en ucuz el*
biseyi gösterin lütfen! dedi.
Cevap şöyleydi:
— Üzerinizdeki efendim! KAYSERİLİ
Okuma-yazma bilmediğini önce* den söyleyenlerden birinin, bilenler tarafına geçtiğini gören kumandan bağırır:
— Sen neden o tarafa geçiyorsun
oğlum?
Acemi er gayet ciddi bir ağızla:
— Kumandanım, der. Okumam
yazmam yok ama Kayseriliyim!...
BANA SOR
Bir adamın gayet huysuz bir hanımı varmış. Kadın bir gün Cenazesini kaldıracakları vakit imam, âdet gereği:
— Ey cemaat! Şu hatunu nasıl bilirsiniz? deyince, adam imama:
Be hocaefendi! Cemaat ne bilsin, onu bana sor!
demiş.
SİZDEN AVANAK KİMSE YOK
Napolyon Bonapart, ki Avusturya İmparatorunun damadı idi, bir gün o taraftan fena bir haber alır. Kayın* pederine öfkesinden hanımı Maria'ya:
— Baban çok avanaktır, der. İmparatoriçe, fransız-
çayı iyi bilmediğinden, "avanak" manasına olan fransız- ca kelimeyi anlayamaz, hazır bulunan başbakandan bu kelimenin manasını sorar. O, iki tarafı da gücendirme* mek için:
— Dirayetli demektir, der.
Bir kaç gün sonra, imparatoriçenin başkanlığı altın*da hususi bir meclis kurulur. Mühim bir madde müza* kere olunduğu sırada kraliçe başbakana:
— Bu işin düzeltilmesi himmetinize bağlıdır, çünkü
içimizde sizden avanak kimse yoktur! der.
FOTOĞRAF
Temel, ahırda ineklerin arasında fotoğrafım çektirir ve yirmi yıldır gurbette olan dayısına yollar. Res*min arkasına da şöyle yaz* mıştır:
— Ortada, işaretleduğum penum!
KIRKAYAK
Lüks bir Mersedes Temel'e çarpar. Temel'in bacağı kırılır. Hastanede mersedesin sahibi hem özür diler hem de uzlaşma önerir.
Temel:
— Olur efendu, der. Bağa bir beşyüzmilyon pango-
not verursen vazgeçerum davadan.
* Yahu ne yapıyorsun ben milyarder miyim?
* Ha sen milyarder değilsun da ben kırkayak mi-
yum?
TİCARETE DÖKMENİN ANLAMI YOK
Köyden şehire göçmüş cahilin biri, camiye pek gitmediği gibi, za*man zaman din adamları aleyhinde de lâflar edermiş. Bir ğün, ondan alacaklı ve bakkal dükkânı sahibi olan hoca bunu sıkıştırmış:
* Ula Memo! Sen müslüman
değil misin?
* Elhamdülillah müslümanım.
* Niye öyleyse, namaz kılmı*
yorsun?
* Kılacağım.
* Oruç?
* Tutacağım.
* Karma iyi davranacak mısın?
* Davranacağım.
* Komşularla da iyi geçinecek misin?
* Geçineceğim.
— Borçlarını da ödeyecek misin?
Sözün buraya gelmesine fena halde sinirlenen Memo:
— Hoca efendi, hoca efendi! demiş. îşi ticarete dök*
menin âlemi yok.
KAZA
Polise bir ihbar gelir. Te* mel ile Dursun kaza yap*mıştır. Polis olay yerine geldiğinde görür ki, ara* balar sapasağlam, Temel ile Dursun'un ağzı burnu dağılmış. Polis sorar:
— Anlat Temel. Olay na* sıl oldu?
— Komserum... Hava sisli olduğundan kafamı pencereden çıkarmış öyle gideyirdum. Meğersem Tur* sun da karşidan öyle geleyirmuş...
ATINI ALSIN
Temel komşusunun atını almış, uzak bir Karadeniz köyüne gitmiş. Atı uygun bir yere bağlayarak düğün evine çıkmış. Kendisi gibi uzaktan gelen diğer davetli* ler de atlarım Temel'in atının yanına bağlamışlar. Ak* şam üzeri düğün dağıldığında, Temel atım alıp geri dö* necek amma acaba hangi at kendisinin, bir türlü karar verememektedir. Bu arada diğer atların sahipleri de
orda toplanıp dönüş hazırlıkları içindedirler. Temel'in işi acele olduğu için bir an evvel gidecek, fakat atını ta- nıyamıyor. Bir an düşünür ve tabancasını çeker:
— Uyy uşaklar ha puriye pakın, herkes atinu alsun, pen penum atimu vuracağum daa...
Bunun üzerine oradakiler hemen atlarına binerek uzaklaşırlar. Temel'e de kendi atı kalır ve bir yanlışlık yapmaktan kurtarır kendini.
AT
Küçük Temel dert yanıyordu:
* Babacığım, bizim
öğretmen atları tanımıyor!
* Nasıl olur, bir öğ*
retmen atı bilmez olur
mu?
* Bir at resmi çizip gösterdim. Bana, "Bu da ne*
yin nesi?" diye sordu.
BÜYÜKANNE
Kendisini çok genç zanneden, zannettiğinden daha genç görünmeğe çalışan bir kadının oğlu, anasından gizli evlenir. Bir kaç sene sonra karısı vefat eder. İki ço* cuğu geride kalır. Adam çocuklarını alıp anasına getirir ve elini öperek:
* Anneciğim! Nasılsa cahilliğime uyup bir halttır
ettim. Rica ederim, bu çocukların hatırı için kabahatimi
affet! diye yalvardığı sırada, çocuklar da:
* Büyükanne! diyerek kadının boynuna sarılırlar.
Kadın, oğluna der ki:
* Haydi senin kabahatini affedeyim, lakin çocukla*
rın bana "büyükanne" demelerini affedemem!
AL BU KIZU
* Ula Cemal, al pu kizu. Biluyrum
cüzel değil ama çok zengindur. Cüzel-
liktan sağa ne? Sabah işe cit, akşam
karanluğu dön. Gece yüzinu da cör-
mezsun. Hafta sonu da seyahata çik.
* Eyi çok eyi uşah, ha nüfus sayimi
olduğu cun ne edeceğim?
PALAVRA
Temel kahvede palavraları bir biri peşisıra sırala* maktadır.
— Pizum sülale Yusuf Peygambere kadar dayanır.
Dinleyenlerden Cemal'in sabrı taşar:
* Ola çok ataysun. Seni biraz daha dinlesek sülale*
min Nuh'un gemisine bindiğunu söyleyeceksun.
* Yok demem oyla pişey, çünki pizum gendi taka-
muz varimiş. Tufanda pinmuşuk.
ZAMANE
Yaşlı dede torunu* nu çocuk parkına götü*rürken, önlerinden çok güzel bir araba geçti.
Dede:
— Bak düt düt ge*
çiyor, diye çocuğa ara-.
bayı gösterdi.
Çocuk:
— Dede, dedi, o senin düt düt dediğin sekiz silin*
dirli, otomatik vitesli seksen model bir Mercedestir.
YARIŞ ATI
Kocasının ceplerini karış* tırırken bir kağıt parçası buldu kadın. Üzerinde "Leyla" yazıyordu, bir de telefon numarası vardı. Akşam, kağıdı göstererek sordu Kadın kocasına:
— Bu kimin numarası?
— Aaa, bilmiyor musun, ünlü yarış atı bu. Bu hafta
ona oynadım.
On gün sonra koca işten eve dönünce, karısı:
— O ünlü yarış atı Leyla var ya, dedi. İşte o aradı se*
ni bugün.
DÜNYAYA GELMEK
Çocuklar aralarında bebekle* rin nasıl dünyaya geldiğini ko* nuşuyorlarmış.
* Biri; "Bizim ailede çocukları leylekler getirir," demiş.
Diğeri, "Bizde lahana tarlasında bulurlar. Onur, mahzun mahzun konuşmuş;
— Bizim maddi durumumuz iyi değil, o yüzden be* bekleri annem kendisi yapıyor.
AMORTİ
Karadeniz ilkokullarından birinde tarih dersi yapılı* yordu. Öğretmen dersi anlattıktan sonra öğrencileri te* ker teker sözlüye kaldırmaya başladı. Sıra Temel'e gel*diğinde sordu:
* Bil bakalım. İstanbul'un fethi hangi tarihte oldu?
* 1553...
Öğretmen büyük kızgınlık içinde bağırır.
— Bilemedin, 1453. Otur...
Temel bu cevap üzerine öğretmenin gözünün içine baka baka büyük bir hayret ifadesiyle şöyle der:
— Olir mi öğretmenum. Son içi rakamu pildum.
Amorti yok midur?..
İNANMAK
Temel doktora gidip midesinin ağrıdığını söylemiş.
— Doktor muayene etmek için
"soyun" demiş Temel'e...
Temel şaşırmış, kızmış:
— Bana inanmıyor musunuz
doktor bey?!.
KAN TER İÇİNDE
Temel'in üstü başı kan içinde kahveye girdiğini gö* ren arkadaşları hayretle sordular:
* Hayrola Temel, nedir bu halin?
* Hiç ya bizim kaynatayı gömdük de...
* Yaa, başın sağolsun. İyi de bu kanlar ne oluyor?
* Ha onu sormayın... Gömerken bayağı direndi de...
DOSTLARIMIN ELİNDEN BENİ KURTAR
Dostlarının olur olmaz zamanda yaptığı ziyaretlerden illallah getiren bir Bektaşi, Allah'a şöyle yalvarmış:
— Allahım, sen beni dostlarınım elinden kurtar, düşmanlarımla nasıl olsa ben başa çıkarım!
MALİYETİNE
Hırsız, çaldığı elbiseyi satmak için gittiği pazarda, elindekini bir başkasına çaldırmış. Akşam eve döndüğünde hanımı sormuş:
— Elbiseyi kaça sattın? Hırsız gülümseyerek:
— Maliyetine, demiş.
İMZA
Adamın biri, kendisi hakkında kötü sözler söyleyen birine haddini bildirmek için evine kadar gider. Fakat, evde bulamaz. Öfkesinden kapıya büyük harflerde "EŞ- ŞEK" yazıp geri döner.
Birkaç gün sonra o kişiden şöyle bir yazı alır:
— Bize gelmişsin. Kapıya attığın imzadan anladım!..
UCUZ ELBİSE
Temel lüks bir mağazaya girmişti. Tezgâhtar kıza,
— Bana bu dükkândaki en ucuz el*
biseyi gösterin lütfen! dedi.
Cevap şöyleydi:
— Üzerinizdeki efendim!
:Roflol:sırnaşık şey