Bir söz vardır, bir yerimiz ağrıdığı zaman söylenir: Neren ağrıyorsa canın oradadır diye. :) Başın ağrırken başında, dişin ağrırken dişinde. Burada sana tavsiye veren kadınların çoğu, ben de dahil emin ol hepimiz aşk acısı çektik. Herkes
kendi çapında aşk acısının zirve noktasını tatmıştır emin olabilirsin. İnsan hayatında yaşadığı en büyük sorun neyse o an dünyanın en büyük sorunu kendi sorunuymuş gibi gelir. Özellikle aşk işin içine girince, bundan daha kötü ne olabilir ki diye düşünebiliyoruz zaten depresif ruh hali tuzu biberi. Ben senin ne yaşadığını burada paylaştığın kadarıyla bilebilirim, eski konularından yola çıkarak tahminde bulunabilirim, bu kızın başına şu gelmiş bu gelmiş falan diye. Evet, belli ki saplantılı, psikolojik olarak normal olmayan bir şeye yakalanmışsın, sana göre "keder" bu. Kederinden ölmek bu. Ama sorun ne kadar büyük olursa olsun kendimizi toplumdan, başka insanlardan, başka insanların dertlerinden, onların yaşadığı hayatlardan, tecrübelerden soyutlamak kendimize yapacağımız en kötü şeylerden biri. Benim anladığım kadarıyla sen hayatında bundan daha büyük bir acı yaşamamışsın (Varsa ve bize söylemediysen ona birşey diyemiyorum) Halbuki yaşamaya gerek yoktur böyle şeyleri, ne olduğunu anlamak için etrafımıza bakmak yeterli.
Yazımın devamı bazı arkadaşlarımız için rahatsız edici olabilir, öncelikle onlardan özür diliyorum ve kaldıramayacak olanlarımızın okumamasını tavsiye ediyorum.
Ceylinimdeceylinim
sen mutlaka oku ama, senin için yazdım.
Ülkede olup bitenleri düşün mesela, büyütüp besleyip, ne umutlarla askere yolladığın evladın teröristle çatışıp şehit olup geliyor. Eve ölüsü geliyor yani. Evet şehit oldu, evet çok şerefli bir ölüm ama bir yanda yıllardır bitmeyen bir durum var, senin oğlun aslında bir hiç uğruna öldü. O şehit anasına git sor öyle söyler çünkü ateş düştüğü yeri yakar.
Sen ya da senin çok sevdiğin yakının/yakınların durakta otobüs bekliyor ya da hava alanında uçağını... Ya da bir kalabalığın içinde yürüyorsun, normal birşey bu. Caddede yürüyorsun. Bom! Manyağın biri canlı bomba olmuş, kendini patlatmış, ya da koca tırla kalabalığa dalıp önüne geleni ezmiş, senin sevdiklerin de buna kurban gitmiş. Hiç uğruna. Yok pahasına. Ne kolu kalmış ne kafası... Cenazesine son bir bakış bile atamıyorsun, bakılacak durumda değil. Belki de 2 saat önce güle oynaya konuştuğun insan bu, nasıl hayat doluydu değil mi? 15 gün sonra gideceği tatil için otel araştırıyordu ya da 2 ay sonra düğünü vardı. Hepsi bir saniye içinde paramparça oldu, hem soyut hem de somut anlamda.
Deprem... Biz bu travmayı da çok iyi biliriz ülke olarak maalesef. Bi gece yatıyorsun uyumaya, hiçbir şey yok. Hadi kafanı meşgul eden şey aşk acısı olsun, uyumaya çalışıyorsun. Uyursam unuturum belki diyorsun... Sonra birden bire garip bir gürültü duyuyorsun, daha ne olduğunu anlamadan yer yerinden oynuyor, yok öyle bir sarsıntı. 60 saniye bile değil. Belki de binbir zorlukla aldığın evin saniyeler içinde kağıt gibi başına yıkılıyor. Koca kolon senin ayağına düşüyor, ayak iptal. Kurtulsan bile ayakların olmayacak. Ya da burnun bile kanamadan kurtuldun ama sevdiklerin, ailen... Enkaz altında kaldı, kaçamadı, son nefesini bile alamadı belki. Anında ölmese bile kurtarma ekiplerinin müdahalesi gelene kadar onlar can çekişe çekişe, son direnişleriyle öldüler. Üzerine düşen betonu bir kaldırıyorlar ki insan diye birşey kalmamış, kağıt gibi olmuş. Bakılacak durumda değil. Onu öyle görürsen ölene kadar aklından gitmez o görüntü, gitmez gözünün önünden. Yatmadan önce karpuz yemiştiniz belki o insanlarla. Hava çok sıcak, hiç esmiyor dedi sana birkaç saat önce. O depremde bir Akut görevlisi anlatmıştı, enkazdan bir kadın çıkarmışlar ezilmiş halde ama kadında bi gariplik varmış, sanki 3 bacağı var gibiymiş. Sonra bi anlamışlar ki kadın kucağında çocuğuyla birlikte ezilmiş meğer kaçayım derken.
45 saniyede 50 binden fazla insan böyle yok oldu bundan 17 yıl önce. Bir sahil beldesi olduğu gibi denize gömüldü.
Benim bir akrabam 20 gün arayla önce 4 aylık bebeğini, sonra da eşini kaybetti. Bebeği hastalıktan öldü, eşi de çalıştığı fabrikada çıkan yangında yanarak öldü... Adamı sarılıp öperek işine uğurladı, 5 saat sonra o dev gibi adamdan geriye market poşetine sığacak kadar olan, sadece bu kadar olan kemikleri kaldı. Bunları yaşadığından beri o deliliğe vurdu mesela, hiçbir şeyi ciddiye almaz, hiçbir şeye üzülmez oldu.
Şimdi senden bütün kalbini ve kafanı vererek düşünmeni istiyorum, acı nedir? Keder nedir? Ölüm nedir?
Kederinden ölmek nedir? Lütfen bu yazdıklarımı düşün, kendine gel ve silkelen, ardından şükret. Biz hayatımızı, kısacık ömrümüzü neler için heba ediyoruz, kafamızı nelerle doldurup yaşamı kendimize zindan ediyoruz. Bu yazdıklarımla kıyaslamanı rica ediyorum senden. Sahip olduğumuz en güzel şey ömrümüz ve bu ömür kıymetini bilince daha da güzelleşiyor. Önce kendimiz kıymetini bilmeliyiz ki başkaları da bilsin.
Toparlan, bir uzmanla görüş iyi gelecektir. Anlat içindeki her şeyi ona. Sonra yeni bir hayat inşa et kendine, yeni bir iş ya da okul... Hobi edinmeye bak, spor yap, yaşadığın yer denize yakınsa sahilde gün batımını izlerken bi çay iç... Polisiye roman oku, çok güzel kafa dağıtır. Hayatın ne kadar pamuk ipliğine bağlı bir emanet olduğunu düşün ve hiç kimse için onu boşa harcama.