Takıntısız ve beklentisiz olmanın formülü nedir?

Grimsi_

••● Ήuzuя ••●
Kayıtlı Üye
26 Şubat 2010
5.461
8
156
Diğer



Takıntısız ve beklentisiz olan arkadaşlar, bunu nasıl başarıyorsunuz?
Beklentisiz ve mutlu olmak istiyorum.
Neşeli olmak istiyorum.
Saçma sapan, gereksiz şeyleri kafama takmak istemiyorum.
Beklentisizliğin ve takıntısız olmanın formülü nedir?
 
Şunun bir formülü olsa da uygulasak
 
Son düzenleme:
ben takıntısız ve beklentisiz bir insanım
 
hayatta büyük acıları tadınca artık istesen de üzülemiyorsun küçük şeylere. en değerli olanın sen olduğunu öğrenmiş oluyorsun. insanların sana verdiği değer üzerinden değerlendirmiyorsun kendini, kendi gözünde değerli olduğun için kimsenin seni üzmesine izin vermiyo oluyosun doğal olarak. beni yaşadıklarım bu hale getirdi, hayat olgunlaştırdı diyebiliriz.
 
bunu başaranlar benım gozumde nirvanaya ulaşmıştır.dünya zevklerınden vazgecmiş manevıyata yönelmiş olgun ınsandır bu kişi yahut çok kazık yemiş ve katılaşmış yada kendıne maddı manevı guwenı olan ınsanlar bunu başarabilir bence.
ben malesef başaramıyorum içimdeki çocugu öldüremiyorum ve mutsuzum doğal olarak(
 
aynen bende formül varsa istiyorum :)
şaka bir yana bunu bir gün başarsam ertesi gün yapamıyorum bir yerde patlak veriyorum malesef..
 
takıntısız ol ama beklentisiz olmak ne demek?tabi hayattan bir şeyler bekleyeceğiz.beklentisiz olmak da kötü.bir şeylerin hayali kurmak gerçekleşince mutlu olmak,gerçekleşmezse de yine de şükretmek lazım.gerçekten büyük bir acıdan sonra insan değişiyor.bunu ben de yaşadım.bir de kendine çok, insanlara az değer vereceksin bu da önemli.gençliğin,elimizdekilerin kıymetini bilmek lazım.
 

az şeyle yaşamak olabilir,
100 eşya ile yaşamak diye bi akım çıktı şimdi, ingilizcen varsa orjinal blogunu okuyabilirsin
bi de çok güzel videosu var ama bulamadım şimdi

tabii bu bi tanesi olabilir, başka düşüncesi olan varsa merak ediyorum
 
Alışveriş Merkezleri Mutluluk satar mı?

Amerika’nın son alışveriş trendi: Alışveriş yapmamak!

Hatta eldeki mallardan da kurtulup, hayatı sadeleştirmek! Kriz sonrası, çalışanlar, gelirlerinin daha büyük bir bölümünü harcamayıp biriktirmeye başlayınca, ABD’li üreticilerin etekleri tutuşmuş! Şu ara yapılan çoğu tüketici araştırmaları "Bu adamlar ne satın alırlarsa mutlu olurlar?" la ilgili.

Ortaya çıkmış ki bir servis almak, mal almaktan daha faydalı insan doğasına.
Yani bir ayakkabı yerine kutu oyunu, pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği, araba yerine seyahat, ruj yerine sinema bileti, insanları daha mutlu ediyor! Bir tecrübe satın almak, kişiye daha yoğun ve uzun süreli bir tatmin sağlıyor. Üstelik ‘Mal edinmenin mutluluk getirmediğini öğrenen ‘dünyanın en çok satın alan halkı’, kocaman otomobillerini, dört oda bir salon evlerini, 48 parçalık yemek takımlarını, doğrayan parçalayan karıştıran onlarca mutfak aletlerini satıp, ayrı bir oda haline gelmiş gardıroplar dolusu giysilerini fakirlere bağışlayıp hayatlarını sadeleştiriyor. Bazı aileler 40 metrekare bir evde, dört tabak, dört bardakla ve işe bisikletle gidip gelerek yaşamanın onları hiç olmadıkları kadar mesut ettiğini iddia ediyor. Bu esnada biriktirdikleri parayı yoga derslerine ve tatillere harcıyorlar.
YÜZ EŞYAYLA YAŞAMAYA DAVET!

Bir internet sitesi, tüketicileri sadece ve sadece 100 adet kişisel eşyayla yaşamaya davet ediyor! Yani kıyafet, kozmetik, ayakkabı, kitap, kalem, her şey toplam 100 parça edecek. Sitenin çağrısı büyük ilgi görüyor ve internet kullanıcılarından hatırı sayılır sayıda bir grup, kişisel eşyalarını hayır derneklerine bağışlayıp hayatlarındaki kalabalıktan kurtuluyor. Hikâye, psikologlara göre şu: İnsanlar, iyi ya da berbat, yaşamlarındaki tüm değişikliklere çabucak alışıyor ve doğalarında var olan sabit mutluluk seviyesine bir an önce ulaşmaya çalışıyorlar. Ebeveynlerinden birini kaybeden bir insanın bir süre sonra eski mutluluk ve neşesine kavuşması da bu yüzden, yalı alanın birkaç yıl sonra yalıda oturmayı kanıksayıp eskisi kadar ‘mutsuz’ olması da! Yani para mutluluk getirmiyor denemez ama parayla satın alınan mallar mutluluk getirmiyor! Şan dersleri, seyahatler, piknikler, tiyatro oyunları filansa başka! Farklı tecrübeler hayatı zenginleştirip memnuniyeti yükseltiyor! Los Angeles lı filmci Roko Belic dünyayı dolaşıp *Happy *(*Mutlu*) isimli bir belgesel üzerinde çalışıyor.

New York Times gazetesinin haberine göre San Fransisco’nun kalburüstü semtlerinden birindeki evini bırakıp, hayatını tamamen değiştirip, Malibu plajında bir karavana taşınmış!

Haftada üç dört gün sörf yapabildiği için şu anda ufacık karavanda çok daha mutlu bir hayat yaşadığını anlatmış.

SANKİ ALIŞVERİŞ İÇİN YAŞIYORUZ

Bi de tabi, herkes gider Mersin’e, biz… Şu anda ülkede tam bir AVM patlaması yaşanıyor. Buluşmalar, sosyalleşmeler, hafta sonu aile gezmeleri, her tür eğlence hep alışveriş ve merkezleri etrafında dolanıyor. İndirim dükkânlarının kapısındaki kuyruk ve izdihamlar da cabası. Geçen gün haberlerde, yastıkların 1 TL’ye satıldığı bir indirim dükkânında birbirini ezen kalabalığın arasından bir ev kadını, bağırarak kameralara anlatıyor:

"Ben altı tane kapabildim, iki oğlum var, onlar da ikişer tane aldı, keşke 10 tane daha taşıyabilseydik! Muhtemelen dört kişi olan bu ailenin 20 adet yastıkla ne yapacağı ise meçhul! Türkler artık mümkün olduğu kadar çok malı, mümkün olduğu kadar çabuk alıp, evlerine götürmek için yaşıyor! Alışverişe niyeti olmayan bile vitrin bakıp hayal kuruyor. Konsere gidip keman çalmayı, müzeye gidip ressam olmayı hayal eden pek az. Hayat amaçlarımız genelde "Bazı ürünleri edinmek," üzerine kurulu. 70′ li yıllarda bir siyah beyaz televizyon, bir adet buzdolabı, merdaneli çamaşır makinesi ve salonda üzeri tığ işi örtülü sabit hat telefonu olan her aile kendini son derece zengin ve konforlu hissederdi. Sonra işler yavaş yavaş değişti. Artık cep telefonu bu yılın modeli olmayan vatandaşın devlete isyan edesi var. Almaya doyup ‘hayatı sadeleştirme’ aşamasına ne zaman geliriz, o meçhul.

Gülse BİRSEL

AVUCUNUZU AÇMAYI DENEDİNİZ Mİ?

Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır: Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.

Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken; elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır! Bu örnekle benzeştirirsek; ben, sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin bizim için birer tuzak olduğunu fark etmediğimizi düşünüyorum:

—Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model cep telefonlarına sahip olmak,

-Ortalama 15 m2´sini kullandığımız ama kullandığımız alandan 10–20 kat büyük evlere sahip olmak,

—Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak,

—Okumadığımız kitaplara sahip olmak, —Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya sahip olmak,

—Bize günde 3–5 kez zamanı, başkalarına sürekli zenginliğimizi gösteren kol saatlerine sahip olmak,

vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak; tabiri caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir yazlık, bir dinlence evine sahip olmak,

—Vaktimize, nakdimize, aklımıza, çenemize zarar verse bile bir futbol takımı taraftarlığına sahip olmak,

—Oturmadığımız koltuk takımları, izlemediğimiz dev ekran televizyonlar; kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha nelere sahip olmak… Ya da sahip olduğumuzu sanmak…
__Sadece çevre olsun diye bulunduğumuz ortamlar ve arkadaşlıklar
O maymun gibi; avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak bile) sahip olduğumuzu sanmıyor muyuz? Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz?

Aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya gelmişiz. Ah bunu bir anlayabilsek. ..

Doç .Dr. Erol ERÇAĞ
 

Beklenti elbet oluyor ve olacaktır hayat bu en ufak şeylerin bile gerçekleşmesini istememiz de bir beklentidir.
kafaya takılan noktalar ise ; gerek özel hayat gerek ise normal hayat :)
bununla baş etmek için olumsuz düşünmemek ilk adımların başında geliyor bence.o durum olumsuz ise de sabretmek...olmuyorsa da zorlamamak..
her bir güzel kelime,her bir düşünce bir anahtardır kişinin elinde.önemli olan doğru anahtarı doğru kilide yerleştirmek..gerisi senin mesuliyetinde olmamalı diye düşünüyorum.
 
cok takıntısız bir arkadasım var.
nasıl böyle oluyorsun diyorum

düsünmüyorum diyor.
e düşünmemek icin ne yapmalıyız diyorum

baska seylerle ilgilen diyor.
o kadar pozitif bir insan ki yanında hic sıkılmazsınız.


 
*Kimseyi "karşılık beklemeden" seveceksiniz,
*O aramadı hep ben arıyorum demeyeceksiniz,
*O benim düğünüme gelmedi ben de onunkine gitmeyeceğim, o benim doğum günümü kutlamadı ben de onunkini kutlamayacağım demeyeceksiniz,
*Arkadaşlarınızın her anında yanlarında olmaya çalışacaksınız,
*İnsanları sözleriyle değerlendirmeyeceksiniz, acaba şunu mu demek istedi, bunu mu söylemek istedi demeyeceksiniz,
*Her davranışı kendi aleyhinize yapılmış gibi görmeyeceksiniz,
*Herkesin dertlerini dinleyeceksiniz, kendi sırlarınızı herkesle paylaşmayacaksınız,
*Çok arkadaşım olsun, beni çok sevsinler diye düşünmeyeceksiniz,
*Bir ortama girmek için çaba sarfetmeyeceksiniz, başkaları sizi beğensin diye ne düşüncelerinizden ne de karakterinizden ödün vermeyeceksiniz,
*Asla olmadığınız biri gibi görünmeyeceksiniz,
*Herkesle eşit yakınlıkta arkadaş olmaya gayret edeceksiniz, çok samimiyet tez ayrılık getirir diye düşüneceksiniz,
*Kimseyle kimseyi çekiştirmeyeceksiniz,
*Yanınızda bir başkası hakkında dedikodu yapılıyorsa katılmak yerine, yorum yapmak yerine sessiz kalacaksınız,
*Dedikodusu yapılan kişiyle konuşulanlar yüzünden, kulaktan dolma bilgiler yüzünden arkadaşlığınızı kesmeyeceksiniz, onun hakkında söylenenleri içinizde saklayacaksınız,
*Taş atana ekmek atacaksınız, hakkınızda kötü konuşanları duyduğunuz halde buna inanmayak ve size kötü davrananlara iyi davranacaksınız, yanlarında olacaksınız
*Arkadaşlarınızın yanında neşeli olacaksınız, onları güldüreceksiniz, dertlerine ortak olacak, onlarla üzülecek onlarla sevineceksiniz

Bunları yapınca beklentisiz oluyorsunuz, mutlu oluyorsunuz, çok sevilen ve aranılan biri oluyorsunuz
 

amaaan işim yok millet için yaşayacağım.benim de taktiğim şu herkese iyi davranırım.bana saldırı olmadıkça saldırmam.ailem dışında kimseyi sevmem ve değer vermem.inslardan her türlü kötülüğün gelebileceğini düşünürüm.bu yüzden herkesle iyi olurum görüşürüm ama güvenmem,sırrımı vermem,dedikodu etmem (etsem de gidip yetiştirirseyi hesaba katarım).milleti eğlencelik olarak göreceksin o zaman üzülmüyorsun.dostum o benim canım ciğerim gözüyle bakmayacaksın.baksan da karşı taraf sana öyle bakmıyor zaten.onunla şu anımı günümü paylaşırım o mutlu olur ben mutlu olurum.ama değer vermeyeceksin.

insanlar değer verince onların yanlışlarına tahammülün olmuyor.sana laf mı soktu.olabilir eldir sonuçta beklerim diyeceksin.yalan mı söyledi olabilir yapabilir diyeceksin.ben bu felsefeyi özümsedikten sonra sosyal anlamda mutlu oldum çevrem de genişledi.

iyi ol, kalp kırma ,yardım et, dedikodu yapma,ama asla sevme,değer verme ve güvenme.
 

tüm kalbimle katılıyorum.
ben de aynen artık böyleyim
ederine göre davranmak gerek insanlara............
 

Yaşadığım tecrübeler yazdıklarımı uygulattı ister istemez.

Başkaları için yaşadığımı düşünmüyorum, öyle görünüyor olsa da.

Hiçbir şeyi "karşılık beklemeden" yaptığım için, karşımdaki haketmese de , haketmeyecek bir davranış sergilese de önemsemiyorum ve üzülmüyorum. Eğer karşılık bekleyerek yapsaydım karşımdakinden aldığım tepkileri çok önemser ve yaptıklarım için üzülürdüm.

Yazdıklarınızın çoğu benim yukarıda yazdıklarıma eş değer zaten. Ama ben kimseyi "eğlencelik" olarak göremem. Bu bencilliktir.

 
Takıntının biz kadınların genlerinde olan birşey olduğunu düşünüyorum. Muhtemelen hormonel. Fakat bende son zamanlarda değişik düşünmeye başladım. Önceden bunu bana nasıl yaptı diye oturup üzüldüğüm insanlar aslında türlerinde varolanın gereğini yapıyorlar. Çünkü insan böyle bir yaratık birnebze vahşi kendi için seni köşeye iter doğası böyle bunu kabul ederseniz ve onun doğasını sindirirseniz üzüntüler ve takıntılar , siz odaklı olmaktan çıkıyor ve kendinizi daha çok sevip mutlu hissediyorsunuz.
 
Ben "en değerli benim" cümlesini kuruyorum sık sık.

Eee en değerli bensem başka kimsenin yaptığıyla ettiğiyle, olanıyla biteniyle ilgilenmiyorum. Benden daha iyi ne yapmış olabilirler ki? Benim hayatımın merkezi benim.

Ve en değerli bensem bir şeyleri beklemek yerine canım isterse yapıyorum. Mesela eski erkek arkadaşım mesaj atsın diye bekliyordum, atmadı. Ben attım "bana, beni özlediğine dair mesaj atman gerekiyor." diye. Sonuç, ertesi gün kargoyla özür kolisi(!) geldi.

Valla kafam rahat.
 
şöyle de bir durum var sen ne kadar cok takarsan onlar o kadar cok umursamıyorlar.....
aşırı takıntı hastalık sebebi.

sana nasıl davranıyorsa öyle davranırsan hic sorunsuz takıntısız olursun..................
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…