[TABLE="class: infobox vcard"]
[TR]
[TH="class: fn, colspan: 2, align: center"]Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Belhî
(Rûmî)[/TH]
[/TR]
[TR]
[TD="colspan: 2, align: center"]
Mevlânâ[/TD]
[/TR]
[TR]
[TH="align: left"]Doğum[/TH]
[TD]Muhammed
30 Eylül 1207
Belh,
Afganistan[/TD]
[/TR]
[TR]
[TH="align: left"]Ölüm[/TH]
[TD]17 Aralık 1273 (66 yaşında)
Konya,
Anadolu Selçuklu Devleti[/TD]
[/TR]
[TR]
[TH="align: left"]Yaşadığı yer[/TH]
[TD]
Anadolu[/TD]
[/TR]
[TR]
[TH="align: left"]Meslek[/TH]
[TD]
Şair ve
mutasavvıf[/TD]
[/TR]
[TR]
[TH="align: left"]Akım[/TH]
[TD]
Sufilik,
Mevlevîlik[/TD]
[/TR]
[TR]
[TH="align: left"]İlk eseri[/TH]
[TD]
Mesnevî-i Manevî
Diğer meşhûr eserleri:
Divân-ı Şems-i Tebrizî,
Fihi Ma-Fih,
Mecalis-i Seb'a, ve
Mekâtîb[/TD]
[/TR]
[TR]
[/TR]
[TR]
[TD="colspan: 2, align: center"]
[/TD]
[/TR]
[/TABLE]
Kimliği
Mevlânâ
Horasan'ın
Belh yöresindeki
Vahş kasabasında (bugün
Tacikistan sınırları içinde) doğmuştur. Annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi,
Harezmşahlar hanedanından
Türk Prensesi, Melîke-i Cihan Emetullah Sultan'dır.[SUP]
[20][/SUP] Babası, Sultânü'l-Ulemâ (Alimlerin Sultânı) unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahâeddin Veled; büyükbabası, Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî'dir. Babasına Sultânü'l-Ulemâ (Alimlerin Sultânı) unvanının verilmesini kaynaklar Türk gelenekleri ile açıklamaktadır.[SUP]
[21][/SUP]
Mevlânâ Celâleddin-î Rûmî (Rûmî adı,
Anadolu'ya yerleşip orada yaşadığı için (o dönemde Anadolu'ya
Diyarı-ı Rum deniliyordu); "Efendimiz" manasına gelen
Mevlânâ ise, kendisine karşı duyulan büyük saygının belirtisi olarak verilmiştir), dönemin
İslâm kültür merkezlerinden
Belh kentinde hocalık yapan ve
Sultan-ül Ulema (
Alîmlerin Sultânı) lakabıyla anılan
Bahaeddin Veled'in oğludur. Mevlânâ, babası
Bahaeddin Veled'in ölümünden bir yıl sonra,
1232 yılında
Konya'ya gelen
Seyyid Burhaneddin'in mânevi terbiyesi altına girmiş ve dokuz yıl O'na hizmet etmiştir.
Babasının ölümünden sonraki dönemi
Babasının vasiyeti, sultanın buyruğu ve Bahaeddin Veled'in müritlerinin ısrarlı ricaları sonucu Celâleddîn babasının yerine geçti. Bir yıl süreyle dersleri, vaazları ve
fetvaları o verdi. Sonra, babasının öğrencilerinden Tebrizli Seyhit Burhaneddin Muhakkik
Şems-î Tebrizî ile buluştu.
Tebrizli olduğu için [[Tebrizli[SUP]
[24][/SUP]]] diye anılan Burhaneddin, Konya'daki bu buluşmada genç Celâleddîn'i o çağda geçerli olan bütün İslam bilim dallarından sınava soktu. ve gösterdiği başarıdan sonra "bilgide eşin yok; gerçekten seçkin bir ersin. Ne var ki, baban hal ehli (gönül ve ruh adamı) idi; sen kal ehlisin (söz adamı). Kal'i bırak, onun gibi hal sahibi ol. Buna çalış, ancak o zaman onun gerçek varisi olursun, ancak o zaman Güneş gibi alemi aydınlatabilirsin" dedi (
Sultan Veled (Mevlânâ'nın oğlu) ünlü
İbtidaname (Başlangıç Kitabı) adlı kitabında olayı böyle anlatır). Bu uyarıdan sonra, Celâleddîn 9 yıl boyunca Burhaneddin Muhakkik Tebrizi'ye müritlik etti,
seyr-û sülûk denen
tarikât eğitiminden geçti.
Halep ve
Şam medreselerinde öğrenimini tamamladı, dönüşte Konya'da hocası Tebrizi'nin gözetiminde art arda üç kez çile çıkarttı,
riyazete (her tür perhiz) başladı. Hocası artık
Kayseri'ye dönmek istiyor, Celâleddîn onu bırakmıyordu. Günün birinde Tebrizi, öğrencisinden habersiz yola çıktı ama yolda atı tökezleyip düşünce ayağı incindi. Dönüp Konya'ya geldi ve Celâleddîn'e "neden beni bırakmıyorsun?" diye sordu. O da hocasına "neden gitmek istiyorsun?" dedi. Tebrizi bu soruya şu yanıtı verdi: "Buraya güçlü bir gönül aslanı yöneldi, sana gelecek. Ben de bir din aslanıyım. Biz birbirimizle geçinemeyiz, birbirimize ağır geliriz". Bu açıklamadan sonra Tebrizi, Kayseri'ye gitti ve
1241'de orada öldü. Celâleddîn, Konya'ya yönelen o gönül aslanını bir süre bekledi. Ne var ki, hocasını unutamıyordu. Bütün kitaplarını ve ders notlarını topladı.
Fihi-Ma Fih (Ne Varsa İçindedir) adlı yapıtındaki açıklamalarında sık sık hocasından alıntılar yaptı. Beş yıl boyunca medrese fıkıh ve dinbilim okuttu, vaiz ve irşatlarını sürdürdü
Mevlana'dan Tüm İnsanlığa Nasihat:
| « Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi,
İster puta tapan ol yine gel, ,
Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz,
Şu tertemiz tarlaya sevgiden başka bir tohum ekmeyiz biz...
Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir. » |
| |