Blog

  • Elma Sirkesinin Cilde Yararları

    Elma Sirkesinin Cilde Yararları

    Elma sirkesinin ciltteki lekelerden sağlıksız saçlara kadar birçok derde deva olduğunu biliyor musunuz? Elma sirkesi özellikle pırıl pırıl saçlara, lekesiz bir cilt ve incecik bir vücuda kavuşmada çok önemli katkılar sağlıyor…

    Elma sirkesiyle cilt güzellik seansını herkes evinde kolayca uygulayabilir. Bugüne kadar sadece sofrada kullanılan elma sirkesinin cilt güzelliği için doğurduğu ‘inanılmaz’ sonuçlar ise söyle sıralanıyor…

    Kepeksiz saçlar
    Saçınızı yıkadıktan sonra, son durulama suyuna elma sirkesi ekleyin. Saçlarınızın kepekten arındığını ve parlaklaştığını göreceksiniz.

    Akne tedavisi
    Su ile seyreltilmiş elma sirkesi ile yüzünüzü temizleyin ve su ile durulayın. Elma sirkesi cildinizi yumuşattığı gibi, antiseptik özelliği ile akneye neden olan mikropları öldürecektir.

    Ciltteki lekelere
    Dörtte bir litre suya, üç çorba kasığı elma sirkesi ekleyip, kaynayıncaya kadar ısıtın. Başınıza bir örtü örtüp, yüzünüzü buhara tutun. Yâri yarıya sulandırılmış elma sirkesi ile yüzünüzü silin. Haftada iki kez tekrarlayabilirsiniz.

    Varisli damarlara
    Bir bezi elma sirkesine batırıp sıkın. Bezi varisli bölgeye sarın ve 30 dakika bekletin. Bu süre içinde bacaklarınızı yukarı kaldırarak dinlendirin. Sabah-aksam tekrarladığınız da varislerde azalma olduğunu göreceksiniz.

    Zayıflamak için
    Bir bardak suya bir-iki kahve kaşığı elma sirkesi ve bir kahve kaşığı bal ekleyip, karıştırın. Bu karışım uygun bir rejimle birlikte kullanıldığında, düzenli kilo vermenize katkı sağlar.

     

     

    Elma Sirkesi+Bal+Su Yöntemiyle Zayıflama Deneyimlerimiz

     

     

  • Jolie Style Outlet

    Jolie Style Outlet

    Sitill, içindeki küçük kızı kaybetmeyenler için birbirinden sevimli baskılar ve renklerle süslediği modellerinden oluşan koleksiyonuyla galerimizde sizlerle…

  • Doğal burun estetiği

    Doğal burun estetiği

    Estetik operasyonlar vazgeçilmez bir olgu artık hayatımızda! Nedenleri tartışılabilir ama bence bunun en önemli sebebi; kişinin kendisini daha özgür, daha özgüvenli ve doğal bir havaya büründürmek istemesi.

    Estetik operasyonlar günümüzde hayatımızla iç içe giren , çok sık uygulanan, bir çok kişinin yaptırdığı ve benimsediği bir durum oldu. Burun estetiği de bunların en başında geleni… Hele hele son dönemlerde yaptığımız yüze uyumlu, güzel ve en önemlisi doğal görünümlü , ameliyat olduğu hiç belli olmayan burunlar, artık yeni trend olmaya başladı.
    Doğal burun; burun sırtının aşırı oyuk olmadığı, burun ucunun çok fazla kalkık durmadığı, burun ucunun sivri olmadığı, yuvarlak ve geniş görünmediği, mandalla sıkılmış gibi bir izlenim meydana getirmediği, burun sırtının pürüzsüz, burnun simetrik, dudakla arasındaki açının normal sınırlarda olduğu, burun sırtının da yandan bakışta makul seviyede açılı olmasını ifade eder.

    Doğal bir burun, kaş ve gözlerin daha güzel göründüğü, bakışların anlamını yitirmediği ya da bakışların daha bir anlam kazandığı, hatların yumuşadığı, sinirli ifadenin kaybolduğu, özgüvenli ve yumuşak bir ifade katmalıdır yüze.
    Ameliyat yaptığınız bir burnun, nasıl olurda doğal ve ameliyat olduğu hiç anlaşılmaz bir halde olabilir diye düşünebilirisiniz ama inanın bu artık yeni tekniklerle mümkün. Hatta ve hatta naturel olmayan burunlar demode yakıştırmalarla baş başa artık!

    Hastalarımızın bizlere yeni burunlarının çok beğenildiğini, daha da önemlisi kimsenin ameliyat olduğunu anlamadığını söylemesi, doğallık trendinin ne kadar benimsendiğinin bir göstergesi…
    Önceleri yapılan mandalla sıkılmış gibi görünen burunlar, ucu çok kalkık, çökük ya da asimetrik burunlar, doğallığın dışına çıkılarak yapıldığı için hem görüntü olarak, hem de fonksiyonel olarak olumsuz sonuçları beraberinde getiriyordu.

    Doğallık; sadece dış görünüşteki güzelliğe değil, burnun fonksiyonlarına da katkıda bulunan bir kavram olmaya başladı. Burun estetiğinde doğal görünümü elde etmek, burnun çok daha iyi nefes almasına da yardımcı olmaktadır.
    Sonuç olarak doğal burun felsefesi yaklaşımı; hem iyi nefes alabilen, hem de aynı zamanda yüze uyumlu, güzel bir burnun yeniden doğuşunu sağladı.

    Op.Dr.Muhammet DİLBER
    Nose Estetik “Estetik Burun Ameliyatları”
    www.noseestetik.com , www.muhammetdilber.com

    Op.Dr.Muhammet Dilber Facebook
    Op.Dr.Muhammet Dilber twitter
    İlgili yazılar ;

    Burun estetiği ile birlikte yapılan operasyonlar 

     

    Burun şekli nefes almayı etkiler mi ?

     

     

  • Marie Laporte gelinlik 2013 koleksiyonu

    Marie Laporte gelinlik 2013 koleksiyonu

    2013 koleksiyonunda gelinlikler, modern tarz ile özel kumaş, hafif fantezi detayları içinde saklamaktadır. Marie Laporte 2013 yılında kadınsılığı kaybetmeden sadelik ve zarafeti bu özel gününüze taşımaktadır.

  • Bebeklere en çok hangi isimleri koyduk?

    Bebeklere en çok hangi isimleri koyduk?

    Türkiye’de nüfus kayıtlarına göre 1923-2010 tarihleri arasında çocuklara en fazla Fatma ve Mehmet adı verildi. Ama dönem dönem liste başına farklı isimler çıktı…

    Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılından 1970’ye kadar doğan çocuklara verilen adlar arasında ilk sırayı ”Mehmet” ve ”Fatma” aldı. Erkek çocuklarda Mehmet ismini Mustafa, Ahmet, Ali, Hüseyin isimleri takip etti.

    Kız çocuklarında ise Fatma’dan sonra en fazla tercih edilen isimler ”Ayşe”, ”Emine”, ”Hatice” ve ”Zeynep” oldu. 1971’den sonra özellikle kız çocuklarına verilen adlarda geçmişe oranla belirgin farklılıklar ortayı çıktı.

    1971-90 ARASINDA İSİMLER DEĞİŞTİ

    1971-1990 yılları arasında ”Dilek”, ”Filiz”, ”Yasemin”, ”Özlem”, ”Songül”, ”Arzu”, ”Sibel” ve ”Selma” ailelerin çocukları için tercih ettiği isimlerden bazıları oldu.

    Bu dönemin favori erkek isimlerinden bazılarını ise ”Bülent”, ”Serkan”, ”Fatih”, ”Metin”, ”Adem” ve ”Erkan” oluşturdu. Aileler özellikle kız çocuklarına farklı ad koyma alışkanlıklarını bu dönemden sonra da sürdürdü.

    Türkiye’de kız çocuklarına Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren en fazla verilen ”Fatma” ismi 68 yıl aradan sonra yerini ”Merve”ye bıraktı. Ailelerin erkek çocukları için en çok tercih ettiği ”Mehmet” isminin yerini ise 78 yıl sonra ”Yusuf” aldı.

    1991-2000 YILLARI ARASI EN POPÜLER İSİMLER

    1991-2000 yılları arasında erkeklerde en çok kullanılan 5 isim arasına ”Emre” de dahil oldu. Bu dönemde en fazla kullanılan isimlerde büyük değişiklik yaşandı. ”Büşra”, ”Kübra”, ”Gamze”, ”Ebru”, ”Burak”, ”Furkan”, ”Onur” ve ”Enes” adları en fazla kullanılan isimler arasına girdi. 2001-2010 yılları arasında ”Merve” yerine en fazla ”Zeynep” kullanılmaya başlandı.

    ”Fatma” ve ”Mehmet” isimleri zaman içinde ikinci ya da üçüncü sıraya gerilese de favoriliğini sürdürdü ve 1923-2010 yılları arasında çocuklara en fazla verilen isimler oldular.

    Türkiye’de 1923-1930 döneminde aileler tarafından çocuklarına verilen adlar ile 2001-2010 döneminde verilen adlar arasında büyük bir değişim yaşandı. 1923-1930 dönemi arasında çocuklara en fazla verilen 20 isimden 2001-2010 döneminde sadece ”Mehmet”, ”Mustafa”, ”Ahmet”, ”Ali”, ”Hüseyin”, ”Hasan”, ”İbrahim” ve ”Ömer”, kız çocuklarında ise ”Fatma”, ”Ayşe”, ”Emine”, ”Hatice”, ”Zeynep”, ”Meryem” ve ”Elif” isimleri kullanıldı.

    ‘İSLAMİYET VE TÜRK KÜLTÜRÜ ETKEN’

    Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Asiye Mevhibe Coşar, kişi adlarının ad bilimi alanı içinde bir çalışma konusu olduğunu belirterek, ”Değişen toplumsal süreçler itibariyle ad verme eğilimlerimizde de değişiklikler gözleniyor. Bu çoğu zaman kaçınılmazdır. Bu nedenle son yıllarda ad verme eğilimlerimiz değişiyor. Türk halkında çocuklara ad vermede en önemli etkenler İslamiyet ile Türk kültürü ve geleneğidir. En çok kullandığımız ‘Mehmet’ ismi peygamber sevgisinin göstergesidir. Aynı zamanda İslami isim verme geleneğinin yansımasıdır. ‘Fatma’ ismi de Peygamber efendimizin kızı ‘Fatma’ anamızın ismidir” dedi.

    2013 popüler bebek isimleri

    2013 Erkek Bebek İsimleri

  • Cevizli kıymalı osmanlı böreği

    Cevizli kıymalı osmanlı böreği

    Osmanlı böreği malzemeleri :
    – 4 su bardağı un
    – 3 çorba kaşığı sirke
    – 1 çay bardağı yoğurt
    – Yarım çay bardağı sıvıyağ
    – Tuz,Su

    Arası İçin:
    – Tereyağı

    İç Harcı İçin:
    – 350gr kıyma
    – 5 adet soğan
    – 1 avuç ceviz
    – 1 tutam maydanoz
    – Tuz,Karabiber

    Üzeri İçin:
    – Yumurta Sarısı

    Hazırlanışı :
    Hamuru için,unu karıştırma kabının içine alıyoruz.Sirke, yoğurt, sıvıyağ, tuz ve biraz su katıp kulak memesi yumuşaklığında bir hamur yoğuruyoruz.

    Hamuru 10 dakika dinlendiriyoruz. Dinlenen hamuru bezelere bölüp ince bir şekilde açıyoruz. Eritilmiş tereyağını üzerine sürüp bohça şeklinde katlıyoruz.

    Buzdolabında yarım saat dinlendiriyoruz. İç harcı için, soğanı küçük bir şekilde doğruyoruz. Sıvıyağ ile birlikte kavuruyoruz. Kıymayı ekleyip kavurmaya devam ediyoruz.

    Tuz ve karabiberini ekliyoruz. Maydanozu doğruyoruz. Kavrulmuş kıymaya ekliyoruz. İri şekilde kırılmış cevizi katıyoruz. Buzdolabında dinlenen hamurları tekrar merdane ile açıyoruz.

    İçine iç harçtan koyup rulo şeklinde sarıyoruz. Yağlanmış tepsiye diziyoruz.Üzerine yumurta sarısı sürüyoruz. Önceden ısıtılmış 180 derece fırında kızarana kadar pişiriyoruz..

    Cevizli kıymalı osmanlı böreği
    Cevizli kıymalı osmanlı böreği
  • Yatak Odası Aksesuarları Neler Olabilir?

    Yatak Odası Aksesuarları Neler Olabilir?

    Başucu sehpaları
    Hem fonksiyonel,hem dekoratif amaçlı kullandığımız yatak odası mobilyaları…
    Yatak odasında kullandığımız mobilyaların başında başucu sehpaları gelir..Yatağınızın hemen yanında, üzerine abajur,vazo,çerçeve veya kişisel eşyalarınızı koyduğumuz bu mobilyaların , yatak odası takımının bir parçası olması gerekmez..Şifonyer,sehpa,sandık,hatta sehpa olarak kullabileceğiniz bir tabure olabilir…Çekmeceli mobilayalar, yatak odasında depolama amaçlı kullanım için iyi bir seçim olacaktır.
    Tarzınıza uygun başucu fikirleri

  • Mayo Kliniği Diyeti

    Mayo Kliniği Diyeti

    Bu diyet Mayo Kliniği Diyeti diye anılmaktadır. Ama Mayo Kliğini ile pek bir ilişkisi olduğu söylenemez. Mayo Kliniği Diyeti ile 2- 2,5 ayda 24 kilo kadar verebilme şansınız var. Fakat bu diyetin süresini fazla uzatmamanız gerekli. Bu diyeti uyguladıktan sonra düşük karbonhidratlı bir diyetle devam edebilirsiniz. Zayıflamak adına sağlığınızdan olmayın.

    Öğünlerde, doyana kadar yiyebilirsiniz.Yalnız diyette yazılan her şeyi mutlaka yemelisiniz. Çünkü yağ yakımını kolaylaştırın bu karışımdır. Yağ yakımının olmasını sağlayan greyfurttur. Kahveyi azaltmaya çalışın. Kahvaltı da kahve içmeyin çünkü kahve insülin dengesini etkilediği için yağ yakımını engeller. 1 bardakta tutun. Öğün aralarında yememeye özen gösterin. Diyetteki şeyleri yediğiniz sürece tok duracaksınız. Maya Kliniği diyetinde yememiz ve yemememiz gereken şeyler var. Bunlara bakalım:

    Yasaklı yiyecekler: Soğan (kırmızı soğan yenebilir), patates, kereviz, pirinç, arpa, makarna, Meksika yemekleri, bezelye, mısır, kuru fasulye, muz, kuru meyvalar, dekstroz, glükoz, heksitol, maltoz, sakaroz, bal, früktoz, mısır unu, nişasta ya da kafein içeren tatlılar

    Yiyebilecekleriniz: Kırmızı soğan, kırmızı dolmalık biber, turp, salatalık, brokoli, yeşil soğan, ıspanak, lahana, marul, domates

    İçecekler: Kafeinsiz ve diyet içecek çeşitleri olmadığı sürece her şeyi içebilirsiniz.

    Mayo Kliniği Diyeti, yağ yapan lipit oluşumuna sebep olan şeker ve nişastaların kesinlikle tüketilmemesi gereken bir diyettir. Yağın kendisi vücutta yağ yapmaz o yüzden tereyağı kullanabilirsiniz. Ancak tatlı, ekmek, beyaz sebzeler ya da tatlı patates yememelisiniz. Diyetin en güzel tarafı ise et, salata ve sebzelerin porsiyonlarını iki ya da üç katına çıkarabiliyor olması. Gün boyu mutlaka su içmelisiniz. Böylece kilo vermek daha da kolaylaşacaktır.

    Mayo Kliniği Diyet Listesi

    Kahvaltı:

    Yarım greyfurt ya da suyu
    en az 2 yumurta, istediğiniz şekilde pişirebilirsiniz.
    en az 2 dilim pastırma
    çay, kahve, su

    Öğle

    Yarım greyfurt ya da suyu
    Salata (istediğiniz sosu koyabilirsiniz.)
    Et, balık, tavuk ya da hindi (istediğiniz tarzda pişirebilirsiniz, ama ekmek yok)
    Su

    Akşam

    Yarım greyfurt ya da suyu
    Et (istediğiniz şekilde pişirebilirsiniz ve istediğiniz miktarda balıkla değiştirebilirsiniz.)
    Sebze (herhangi bir yeşil, sarı, kırmızı sebzeyi istediğiniz yağda pişirebilir ya da salata olarak yiyebilirsiniz.)
    Çay ya da kahve ya da su

    Yatmadan önce domates suyu ya da süt içebilirsiniz.

  • Orgazmik baş ağrısı hakkında her şey

    Orgazmik baş ağrısı hakkında her şey

    Bu yüzden cinsel hayatı bitenler mi ararsınız, eşine artık korkarak yaklaşanları mı?

    Orgazmik baş ağrısı hakkında her şeyi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ertaş ile Ankara Özel TOBB ETÜ Hastanesi’nden Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Zülküf Önal’a sordum…

    – Orgazm sırasında yaşanan şiddetli baş ağrısının nedeni ne?

    Prof. Dr. M.Z.Önal: Bir çok nedeni olabilir. Baş ağrısına yönelik olarak hastanın öyküsü ve muayenesi, nedeni konusunda oldukça yararlı olabilir. Fakat bazen ileri tetkik yöntemlerine başvurmak zorunda kalabiliriz. Ancak nedeni olmayacağı gibi; hipertansiyon, boyun fıtığı, Arnold-Chiari malformasyonu, subaraknoid kanama gibi nedenler de sayılabilir. Bu tip ağrılar sıklıkla migren grubu içinde değerlendirilir.

    – Bildiğimiz baş ağrısından farklı ve çok şiddetli olduğunu söylüyor hastalar. Tıp nasıl tarif ediyor bu ağrıyı?

    Prof. Dr. M.Z.Önal: Bu ağrıların, gerçekten korkutucu şiddette olduğunu ifade ediyor hastalar. Hastalar beyinlerinin içinde bir şeylerin patladığı hissine kapılabiliyor. Ağrı aniden başlayan, başın genellikle tek tarafında, ancak iki tarafında da hissedilebilen, zonklayıcı, hastanın hareket etmesi ile şiddetinin arttığını gözlediği, bulantı ve kusmanın eşlik edebildiği bir ağrı olarak tarif ediliyor.

    – Ne kadar sürüyor ağrı?

    Prof. Dr. M. Ertaş: Bir dakika da sürebilir, bir gün de… Fakat çoklukla 1-3 saat arası devam ediyor.

    – Sadece orgazm sırasında mı oluyor peki?

    Prof. Dr. M. Ertaş: Cinsel ilişki sırasındaki orgazm sırasında görülebileceği gibi mastürbasyon sırasındaki orgazmda da ortaya çıkabilir.

    – Peki neden ülkemizde hiç bilinmiyor bu hastalık?

    Prof. Dr. M. Ertaş: Yaşam boyu görülme şansı yüzde 1. Yani 100 kişiden 1’i hayatında orgazm sırasında böyle bir baş ağrısı yaşamış oluyor, fakat çoğu kez başarısızlık duygusu veya başka nedenlerle bu sorun paylaşılmıyor.

    – Bir nöroloji uzmanı olarak, orgazmik baş ağrısı şikayetiyle çok sık karşılaşıyor musunuz?

    Prof. Dr. M. Ertaş: Çok hasta gelmiyor. Birincisi çok sık değil, ikincisi bu hastaların büyük çoğunluğu hekime başvurmuyor. Psikiyatrist olan bir hastam, bu nedenle seksüel aktiviteden uzaklaşıp depresyona girmiş, eşiyle sorun yaşamıştı. Hastanın psikiyatrist olması bile, kendisini yetersiz görmesini engellemiyor.

    – Daha çok kimler karşılaşıyor bu sorunla? Erkeklerde daha çok görüldüğü doğru mu gerçekten?

    Prof. Dr. M. Ertaş: Erkeklerde kadınlara göre 3-4 kat daha sık ve 30’lu yaşlarda en fazla, fakat daha erken veya daha ileri yaşlarda da görülebilir. Erkeklerde neden sık görüldüğü bilinmiyor. Başka bazı baş ağrısı hastalıklarında da erkek egemenliği söz konusu. Örneğin migren kadınlarda 3 kat fazla iken, ona kardeş bir baş ağrısı hastalığı olan küme baş ağrısı ise erkeklerde 4 kat fazladır.

    Prof. Dr. M.Z.Önal: Aslında kadınlarda daha sık görülüyor. Ancak kadınların orgazmla sonlanan birliktelikleri çok seyrek olduğu için daha az gibi görülebiliyor. Ayrıca bu konu biraz da tabu niteliğinde olduğu için, ağrıyı tetiklediğini düşündüğü orgazm sürecini yaşayan kadınlar, bu ağrılardan muzdarip ise orgazm olmamaya çalışıyor.

    – Peki orgazmik baş ağrısını yaşayan kişi, ‘o an’ ne yapmalı?

    Prof. Dr. M.Z.Önal: Ağrı sonrası doktora gitme şansı varsa tek gideceği adres bir nöroloji uzmanı olmalı. Ayrıca nadiren beyinde o sırada bir kanama olursa, kişi zaten komaya girer ve yakınları tarafından acilen hastaneye kaldırılır. Bu durum ölüme neden olmamışsa, var olan bir anevrizmanın cerrahi veya girişimsel radyolojik tedavisi ile sonlanır.

    Prof. Dr. M. Ertaş: Bu baş ağrısına bir beyin damar hastalığının yol açıp açmadığını bilemeyeceği için, yeniden bir ilişki denememeli.

    – Hikayesini yazdığım hasta, yabancı kaynaklardan orgazmik baş ağrısının olası bir beyin kanamasının habercisi olduğunu okumuş, bu yüzden çok korkuyordu. Böyle bir risk var mı gerçekten?

    Prof. Dr. M.Z.Önal: Bu tip baş ağrıları beyinde anevrizması olanlarda daha sık görülebiliyor. Bu nedenle mutlaka beyin damarlarının anjiyografik incelemesi yapılmalı. Beyindeki anevrizmalar kanamaya meyilli yapısal değişikliklerdir. Baloncuk olarak da bilinir.

    Prof. Dr. M. Ertaş: Keza, bir beyin su kaçağı ağrısı da bu şekilde kendini gösterebilir. Bu nedenle çoğu kez beyne yönelik tetkik yapmak gerekir.

    – Hasta tedavi olmak için nasıl bir yöntem izlemeli peki?

    Prof. Dr. M.Ertaş: Eğer altta yatan başka bir hastalık ihtimali dışlandı ise, cinsel ilişki öncesinde, örneğin bir saat önce yüksek dozda güçlü antiromatizmal ağrı kesici ilaç kullanımı etkili olabilir. Eğer yeterli etki sağlanmıyorsa migren önleyici tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar da yararlı olabilir.

    – Hastaların nelere dikkat etmesi gerekiyor? Cinsel hayatı bu yüzden biten hastalarınız var mı?

    Prof. Dr. M. Ertaş: Cinsel hayatı biten çok insan oluyor, ayrılığa kadar uzanabiliyor. Çünkü o kadar şiddetli bir ağrı ki, tekrar bir cinsel deneyimden korkar hale geliyor hasta ve giderek aseksüel bir davranışa bürünebiliyor. Ardından yetersizlik, başarısızlık duygusu ve sonuçta depresyona kadar uzanıyor.

    Posta / Özsel Tortop

  • Doğum Korkusunu En Aza İndirmek İçin Öneriler

    Doğum Korkusunu En Aza İndirmek İçin Öneriler

    Hamile her kadın bu süreçte az ya da çok doğum korkusu yaşar…

    Hamile her kadın bu süreçte az ya da çok doğum korkusu yaşar… En azından endişeleri vardır… Hangi doğum şeklini seçeceğinden tutun da bu seçiminin kendisinin ve bebeğinin sağlığını nasıl etkileyeceğine kadar… Sonra canım çok yanacak mı, doğumdan sonra beni nasıl bir fizik ve ruh sağlığı bekliyor, gibi düşünceler anne adayını rahat bırakmaz. Doğum korkunuzu en aza indirmek üzere, Psikiyatrist Berfu Akbaş’ın önerilerini okumadan doğuma girmeyin…

    Büyük gün gitgide yaklaşmaktadır. Belki de yıllardır hayalinizde canlandırdığınız, size benzeyen tatlı, güzel kızınız ya da babasına benzeyen yakışıklı, cesur oğlunuz yakında kucağınızda olacaktır, ama bu dünyaya ne şekilde merhaba demelidir? Minik bebeğinizin sağlığını tehlikeye atmayacak, size de fazla acı ve sıkıntı yaşatmayacak en uygun doğum yöntemi hangisidir? Şimdiye kadar onlarca acılı-acısız hikaye dinlemiş, bir o kadar da yazı okumuşsunuzdur. Kafanız o kadar karışmıştır ki! Evet, kadınlar binlerce yıldır doğurmaktadır ama bu sizin doğumunuzdur ve bugüne kadar yaşayacağınız en önemli olaydır. Peki ama, sizi en çok korkutan nedir, bu korkuya sebep olan özel nedenler acaba nelerdir?

    Hamilelik ve doğumla ilgili korkular kadınların yüzde 90′nında bulunmaktadır. Açıkçası bizler hekim olarak bir anne adayının bu konuda hiçbir sıkıntısı yoksa daha çok endişeleniriz. Ancak bu korkular gereğinden fazla abartılıyor ve anlamsız boyutlara ulaşıyorsa buna sebep olan faktörleri araştırmak gerekir.

    İlk gençliğimizden itibaren, akrabalarımızın ve komşu teyzelerin travmatik doğum hikayeleriyle yoğruluruz. Günlerce çekilen sancılar, iç dikişler, dış dikişler, sonrasında yaşanan sıkıntılar, televizyon ekranında korkunç doğum sahneleri, ortalık kan revan, kadının sanki bedeni parçalanıyor, büyük bir kısmında da ölüyor zaten… Ve geceleri uykunuzu kaçıran kabuslar! Sonrasında da ;”Aaaa, ne gerek var ameliyata, normal doğur!” diyenler…

    BU İŞTE BİR TERSLİK VAR!

    Normal doğum denen vajinal doğumun, çoğumuzun kafasında yer etmiş bu felaket görüntülerine alternatif olan sezaryen operasyonu ise, başka korkuları beraberinde getirmektedir. “Ya bayılıp tekrar ayılamazsam?”, ” Sonuçta bu bir ameliyat ve her ameliyatın riskleri vardır!”, “Kontrolü tamamen kaybedeceğim ve bebeğimi herkesten sonra ben göreceğim!” gibi düşünceler birer birer kafanızdan geçer. Öte yandan, kimi kadınlar doğal yol olduğu için vajinal doğumu, kimileri ise bebeklerinin doğum gününü özel bir güne denk getirmek için sezaryen operasyonunu tercih edebilmektedir.

    Aslında insan bilmediği şeyden korkar. Bu nedenle, korkuyla başa çıkmada ilk adım yeterli bilgi edinme olmalıdır. Bilgiyi doğru kaynaktan almak kadar, bilginin veriliş tarzı da önemlidir. Vajinal doğumla ilgili en çok yaşanan korku ve endişeler; öncelikle doğum esnasında çekilecek ağrının şiddetine dayanamama korkusu, yabancı bir ortamda yalnız ve çaresiz kalma, bebeğin başına kötü bir şey gelme riski, doktora ya da hastaneye ulaşamama ve doğum sonrası cinsel hayatın olumsuz etkilenme olasılığı şeklinde sayılabilir.

    Sezaryenle ilgili korkular ise, anestezi korkusu, bilinci kaybettikten sonra kontrolün tamamen başkalarının elinde olması, ameliyat esnasında ve de sonrasındaki ağrılar, operasyon sonrası iyileşme döneminin uzun olması şeklinde çerçevelenebilir.

    En önemli nokta ise, kişinin doktoruyla bu korkularını paylaşabilmesi ve doktorunun hastasını özenle dinleyip onu endişeleri konusunda aydınlatabilmesidir. Doğum öncesi kursların da bu konudaki faydaları yadsınamaz. Bu kurslarda hamile kadınların duygu ve endişelerini dile getirip paylaşabilmeleri, doğum eylemi hakkında bilgilenme ve nefes alma ve gevşeme egzersizleri gibi yöntemlerle doğuma katılma ve kolaylaştırma konularında bilgilenmeleri söz konusudur. Bu kurslar sayesinde, isteğe bağlı sezaryenlerde yüzde 50 oranında azalma olduğu bilinmektedir.

    Şüphesiz, ne şekilde doğum yapmış olursa olsun, her kadın doğum sırasında bir miktar ağrı çekecektir. Kimse doğumun kolay olacağını yüzde yüz garanti edemez. Yine de epidural anestezi gibi modern yöntemlerle günümüzde özellikle ağrıyla başa çıkma konusunda annelere oldukça yardımcı olunuyor. Bu yöntemle, anne doğumuna aktif olarak katılabilmekte ve daha az ağrı çektiği için daha az yorulup, doğum sonrası da daha çabuk toparlanabilmektedir.

    DOĞUM AĞRISININ PSİKOLOJİK BOYUTU DA VAR!

    Ağrının anlamı kültürden kültüre değişir, sosyal ve duygusal boyutları vardır. Ağrı çekmek anneliğe geçişin ilk kuralı gibi görülür. Ama her kadın bu ağrıyı aynı düzeyde yaşamaz. Öncelikle her insanın “ağrı eşiği” dediğimiz fizyolojik bir ağrıya dayanabilme sınırı vardır. Bu kimi insanda yüksek, kimi insanda düşüktür. Bunun yanında doğum ağrısının bir de psikolojik boyutu vardır ki, bu birçok konuyla alakalıdır. Kadınlık kimliği ile ilgili çatışmalar, karı-koca ilişkileri, gebeliğin isteğe bağlı olup olmadığı, travmatize edici eski tecrübeler, hatta anne adayının kendi annesiyle olan ilişkileri bile bu duyguyu etkilemektedir. Her kadının doğumuyla ilgili bir cesaret hikayesi vardır, ancak abartılı hikayelerin çoğunun altında kadının kendini önemli bir noktaya çıkarma ve dikkati üzerinde toplama ihtiyacı görülür.

    Özetlemek gerekirse, doğum korkusuyla başa çıkmada ilk adım anne adayının kendisini en çok endişelendiren konuyu iyi bilmesi, bunu doktoruyla ya da doğum öncesi kurslara katılarak çözmeye çalışması ve çabalar yetersiz kaldığında da bireysel bir psikolojik destek alması şeklinde olmalıdır. Doğuma eşin katılımı, özellikle yabancı bir ortamda (doğumhane) yalnız kalma korkusuna yardımcı olmaktadır. Bunun yanında doğum personelinin doğum sırasındaki pozitif ve destekleyici tutumları, anneyi doğum süresince bilgilendirmek ve bir sonraki aşamanın ne olduğunu anlatıp doğuma onun da katılımını sağlamak, annenin kontrol duygusunu güçlendirecek ve korkusunu azaltacaktır. Korku azaldığında ağrı kesici ihtiyacı da azalmakta ve doğum süresi kısalmaktadır.

    Annelik kimliğinin yerleşmesinde doğum tecrübelerinin yeri büyüktür. Doktor ve ebelerle işbirliği içerisinde, ağrıya ya da paniğe yenik düşüp kontrolü kaybetmeksizin gerçekleşen başarılı bir doğum sonrasında, kadının kendine güven duygusu artar. Bu da beraberinde, kadının annelik yetenekleri konusundaki özgüvenini arttırır.

    Ne şekilde doğum yapmış, ne kadar acı çekmiş olursanız olun, aklınızda kalacak tek şey bebeğinizi kucağınıza aldığınız andaki heyecan ve mutluluğunuz olacaktır.

     

    Doğum Korkusu – Tokofobi