Blog

  • Tüp bebek tedavisinin bilinmeyen yönleri

    Tüp bebek tedavisinin bilinmeyen yönleri

    1 ) Başarıda kadının yaşı

    Tüp bebek tedavisinde elde edilecek olan başarı şansı, kadının yaşı ile alakalı olarak değişiklik göstermektedir. Ancak tüp bebek tedavisinde elde edilecek olan başarı, sağlanmış olan hamilelik ile değil, canlı doğumlara göre hesaplanmalıdır. Aynı zamanda kadının yaşı dışında, tedavide başarıyı etkileyen çok sayıda etken de bulunmaktadır.

    Tüp bebek tedavisine başvuran kadın hastanın yaşı ne kadar küçük olursa, hamile olabilme ihtimali de o kadar artar. Aynı zamanda, anne adayının yumurta kalitesinin yüksek olması, tedavide başarılı olma olasılığını ciddi anlamda artırır. Ancak bu durum, genç adayların her birinde başarı sağlanabileceği anlamına gelmemektedir.

    2 ) Tüp bebek tedavisini olumsuz açıdan etkileyen etkenler nelerdir?

    Anne adayı henüz 20 yaşlarında, ancak yumurta rezervleri güçsüz ve kalitesiz ise, başarı ihtimalinde ciddi anlamda düşüş yaşanır. Aynı zamanda, tüp bebek uygulamalarında başarı elde etme olasılığını olumsuz açıdan etkileyen çok sayıda etken bulunmaktadır. Bu etkenlerden bir kaçını saymak gerekir ise;

    Çiftlerin evlilik süresi

    Kadının yaşı

    Kadın hastanın yumurtalık kapasitesi

    Kadının daha evvel gebe kalıp kalmadığı

    Kadın hastanın daha evvel düşük yapıp yapmadığı

    Erkek hastanın sperm sayısı ve kalitesi

    Daha evvel gelişmiş olan iltihap ve ateşli hastalıklar(kaba kulak hastalığı gibi)

    Hormonal denge ile alakalı problemler

    3 ) Neden iyi bir tüp bebek merkezi?

    Tüp bebek tedavisine uzman doktorunuz ile birlikte karar vermiş iseniz, yapmanız gereken ilk şey doğru tüp bebek merkezi seçimi olacaktır. İlk adımı bu şekilde atmanız, tedavi merkezinin başarıdaki etkisinin oldukça büyük olmasıdır. Genelde merkezlerdeki eleman sayıları, başarı yüzdeleri, teknolojik imkânlar aynı gibi görünebilir ancak çiftlerin bunu tamamıyla araştırmaları ve doğru merkezi buna göre seçmeleri gerekmektedir.

    İlk başlarda tüm merkezlerin neredeyse hepsinin aynı olanakları sağlaması, çiftler için yanılgı nedenleri olmaktadır. Mesela; çoğunlukla başarı oranı yüksek olan merkezleri incelediğimizde bu yüksek oranların, 35 yaş altı, tedavide olumlu sonuç alabilme ihtimali %80 olan hastaları kabul edip geri kalanları geri çevirmeleri olduğunu gördük. Tüp bebek merkezi seçimi konusunda dikkat edilmesi gereken bazı hususlar şu şekildedir.

    Merkez ne zamandır faaliyet göstermektedir?

    Tüp bebek merkezinin 35 yaş üstü gebe kalma ve canlı doğum oranı nedir? Bu soruyu sormamızdaki sebep, merkezin başarı oranının 35 yaş üstü kişilerde yüksek olması demek merkezin gerçekten iyi hizmet verdiğine işarettir. Çünkü 35 yaş üstü bayanlarda gebeliği sağlamak, sağladıktan sonra gebelik esnasında oluşabilecek komplikasyonları önlemek ve canlı doğumu sağlamak oldukça zor bir ihtimaldir.

    Merkeze başvuran çiftler, merkez yetkilileri tarafından dürüst olarak bilgilendiriliyorlar mı?

    Embriyo dondurma ve transfer işlemlerinde merkezin başarı oranı nedir?

    Merkezde çalışan tıbbi personelin tecrübesi ne kadardır?

    4 ) Kliniğin önemi

    Tüp bebek tedavisinde başarılı olmak için seçilen kliniğin de önemi büyüktür. Birçok tüp bebek merkezi başarı oranını artırmak için gebe kalma şansı yüksek olan hastaları seçmekte ve bu şekilde başarı oranını artırmaktadır. Bu nedenle tedavi merkezi seçilirken detaylı bir şekilde araştırma yapılmalı ve merkezin ne tür hasta gruplarını kabul ettiği hakkında bilgi sahibi olunmalıdır. Tüp bebek tedavi merkezi seçerken son derece dikkatli ve titiz olunmalıdır. Kaliteli bir merkez ve işinde uzman bir doktor ile başarı şansı daha yüksek olmaktadır.

     

    Op. Dr. Ali Osman KOYUNCUOĞLU

  • Türkiye’de cinsellik kadını hasta ediyor

    Türkiye’de cinsellik kadını hasta ediyor

    Korunmasız cinsel ilişki nedeniyle yaygınlaşan cinsel hastalıklar en çok kadınları etkiliyor. Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmak için ilişki sırasında mutlaka prezervatif kullanmak gerekiyor.

    Cinsel ilişkiye girme yaşı düştü, hastalıklar tavan yaptı.

    Türkiye’de cinselliğe giriş yaşının düşmesi ve çok eşliliğin artması, cinsel hastalıklarda patlama yaşanmasına neden oldu. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Aykut Coşkun konu ile ilgili olarak: Korunmasız cinsel ilişki ile kadınlar; “HIV (AIDS), HPV (genital siğiller ve rahim ağzı kanseri virüsü), herpes (genital uçuk), frengi- sifiliz, hepatit B, gonore (bel soğukluğu), şankroid(yumuşak yara), granüloma inguinale, mikoplazma, üreoplazma, klamidya, molluskum, kasık biti ve uyuz gibi birçok bulaşıcı enfeksiyon ile karşı karşıyadır. Bu enfeksiyonların hepsi cinsel ilişki ile geçmekte olup, kronik pelvik enfeksiyonlardan kronik pelvik ağrıya, kısırlıktan, rahim ağzı, vajina ve vulva kanserine, hepatit B virüsü ile karaciğer sirozuna kadar giden sistemik hastalıklara, HIV virüsü ile AIDS’e neden olmaktadır. Ayrıca bu enfeksiyon ajanları ile etkilenmiş kadınlar, aktif bulaştırıcı rolü de üstlenmektedirler. Erkeklerde ise; genital siğil, penis kanseri, kronik prostat iltihabı ve sistemik hastalıklara yine Hepatit’e ve AIDS’e sebep olmaktadır.

    Bebekler hasta doğuyor

    En çarpıcı nokta ise yeni doğan enfeksiyonlarıdır. Enfekte kadınların vajinal doğum ile dünyaya gelen bebeklerinde; vücutlarının değişik bölgelerinde frengi, siğil, uçukla karşılaşılabilmektedir. Ayrıca tüm doğum şekillerinde ise sistemik enfeksiyonlara maruz kalmaktadırlar.” dedi.

    Op. Dr. Aykut Coşkun sözlerine şöyle devam etti: “Günümüzde prezervatif sadece doğum kontrolü için kullanılan bir malzeme olmaktan çıkmalı gerçek amacının cinsel ilişkiyle bulaşan hastalıkların önlenmesi olduğu benimsenmelidir.”

    Op. Dr. Aykut COŞKUN

  • Bölgesel zayıflama için “Balık diyeti”

    Bölgesel zayıflama için “Balık diyeti”

    Beslenme ve Diyet Uzmanı Dr. Safiye Taş, özellikle kış aylarında diyete girip yaz aylarında ince görünmek isteyenlere haftada en az üç gün balık yemelerini önerdi.

    Uzmanlar, ince bir bele, sağlıklı bir bedene ve hastalıklardan uzak kalmak için dengeli beslenmenin önemine vurgu yapıyor. Ortalama bir insanın ömrü boyunca balık, kırmızı et, tavuk, süt ve süt ürünleri, yumurta, kuru baklagiller, sebze, meyve, ekmek ve tahıl gruplarının tümünden vücudun günlük gereksinimi kadar tüketmesi önerilirken, fazla kilolardan kurtulmak için ise haftada en az üç gün balık tavsiye ediliyor.

    Bölgesel zayıflama için “Balık diyeti”

    Ortalama olarak kilogram başına günde 1 gram protein alınmasının şart olduğunu ifade eden Beslenme ve Diyet Uzmanı Safiye Taş, hayvansal protein içeren besinlerin çoğunun doymuş yağ bakımından oldukça zengin olduğunu, kişinin herhangi bir sağlık problemi olmasa dahi çok fazla tüketimden kaçınmalarını önerdi.

    Bel ve kalça çevresi inceliyor

    İstisnai olarak 100 gram pişmiş levreğin içerisinde 2 gram doymamış yağ içerdiğini, aynı oranda dana etinde ise 21 gram gibi oldukça yüksek bir değerde yağ bulundurduğuna dikkat çeken Taş, “Bu sebeple kırmızı et tüketimi haftada 1-2 kez, balık tüketimi ise en az 2-3 kez olması kan yağlarının regüle edilmesi, kilo kontrolünün sağlanması için olduğu gibi birçok hastalığın önüne geçmek için gereklidir.

    Balık içerisinde, yağ olarak vücut tarafından sindirilemeyen, ancak insan hayati fonksiyonların devamı için gerekli olan, bir diğer adıyla alfalinolenik asit olarak bilinen Omega 3 yağ asitleri bulunduğundan özellikle bel ve kalça bölgesindeki yağlanmaları engellemiş olacağız. Balığın insan sağlığı için onlarca faydasından birisi de bu” dedi.

    Öte yandan, yapılan son araştırmalara göre, 100 gram pişmiş levrek 97 kalori, 18 gram protein, 2 gram yağ, 53 mg kolesterol içerirken, 100 gram pişmiş dana etinin 305 kalori, 25 gram protein, 21 gram yağ, 110 mg kolesterol içerdiği saptandı.

    balik_diyet_listesi
    Balık diyeti

    Uygun fiyata kaliteli balık

    Yaş sınırı tanımadan sağlıklı bir beden için herkesin balık tüketmesinin gerektiğinin altını çizen Kılıç Deniz İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Sinan Kızıltan da, özellikle Ege sularından çıkarılan levrek ve çipura balığının bol bol tüketilmesine dikkat edilmesini tavsiye etti. Balığın lezzeti ve besleyici özelliği sayesinde haftada en az 3 gün tüketilmesinin oldukça keyifli olduğunu ifade eden Kızıltan, “Üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemizde önemli bir balık rezervi var. Bu nedenle kaliteli balığa en uygun fiyata erişebiliyoruz. Sağlıklı nesiller için elimizde bulunan balık üretimi büyük bir şans” diye konuştu.

  • İlişkilerde değer vermek

    İlişkilerde değer vermek

    İlişkilerimizde belirleyici olan, hayatımızı yönlendiren ve insanın mutluluğu için çok önem arz eden bir kavram üzerinde duracağız. Bir deyim olan bu kavram “değer vermek” tir. Değer vermeyi açıklarken, önce değerin ne anlam ifade ettiğine bakmak lazım.

    Değer; bir şeyin önemini belirleyen soyut bir ölçü, bir şeyin karşılığı, pahası, parasal yararı olduğu gibi, yararlı nitelik ve özellik ya da üstün kişilik veya nitelikli insan anlamı da içerir. Bazen bir ulusun maddi ve manevi sahip olduğu şeyler, bir kişinin sahip olduğu yararlı nitelikler de değer olarak ifade edilir. Bilinmeyen sayılara yüklediğimiz anlam da değer olarak karşımıza çıkar. Pi sayısının değeri gibi.

    Bir kişi ve toplumun farkına varıp, bir kişi ya da şeye karşı, ölçerek tartarak anlam ve önem belirlemesine ve bu kişiyi ve konuyu önemsemesi işine “değer vermek” denir. Değer vermek, sadece düşünmekle olmaz, karşıya hissettirilir ya da topluma açıklanır da. Kısaca değer vermek, bir şeyi veya kişiyi değerli saymak, önem vermektir.

    Değer, çok geniş bir kavram olup, hayatımızda önemli bir yer tutar. Yaşamımızda bir çok birleşik söz de üretmişiz. Değer vermek, değerlendirmek, değer arttırmak, değer düşürmek, katma değer, artık değer, değersiz, hazır değer, değer yargısı, saygı değer, toplumsal değer, piyasa değeri, borsa değeri, satış ya da alış değeri, sosyal değer, kültürel değer, nominal değer, kayda değer gibi…

    Değer vermek, insanın kendine, somut ve soyut olaylara, davranışlara karşı yüklediği önemdir. Genellikle duygusal bir davranış olduğu için, değer vermeyi bu açıdan irdeleyeceğiz.

    Her insan ve toplumun kendine belirlediği yaşam, inanç ve kişilik ile ilgili  önemli değerleri vardır. Mesela kişi için doğruluk ve dürüstlük bir değerdir. Dini inançları, bir değerdir. Bazı eğitim, bilgi, beceri ve nitelikler bir değerdir.

    İnsan, duygusal bir varlık olduğundan ilişkilerinde değerlerine, kişiliklere saygı duyarak iletişim kurar. Bir kişinin sahip olduğu önemli değerleri hoşumuza gittikçe o kişiye biçtiğimiz değer de fazlalaşır. Önce o kişiye saygı duymaya başlarız, saygı duydukça karşınında bize ilgisi artar. Karşılıklı saygı, sonuçta sevgiye dönüşür. Oluşan bu sevgi; karşının cinsiyeti, bize yakınlığı, yaşı vb. durumlarına göre; değer verilen bir dost, bir arkadaş ya da sevgili oluverir. O kişiyi daima müstesna bir yerde taşımaya başlarız. İster dost, ister arkadaş, ister çalışanımız, ister aile bireyimiz ister ise sevgilimiz olsun ona devamlı bir şekilde değer vermeye başlamışızdır.

    İşte, tam burada değer vermenin sınırı, ölçüsü, sebebi daha önemlisi de yaratacağı sonuçları iyice değerlendirilmelidir. Ben bu kişiye niye önem veriyorum? Bundan amacım nedir? Yoğun bir şekilde değer verirsem bu kişi ile ilişkilerimiz nasıl bir seyir izler? Bu değer verme ileride her iki kişiye de ne tür fayda ve zarar sağlar? Zarar sağlayacak ise bu aşamada nasıl bir tavır izlemeliyim? gibi sorular sorup cevabını almalıyız. Bu cevaplara göre o kişiye vereceğimiz değerin ölçüsünü ayarlamalıyız. Zira gereğinden fazla değer verip çok kısa sürede bozuşan dostlar, dostluklar, biten ve bitirilen sevgiler, yok olup giden saygılar, geçinemeyen komşular, çalışma arkadaşları ortaya çıkar. Belki de aşkların kısa oluşunun gerekçesi de; gereğinden fazla veya az değer vermektir.

    Değer vermek, basit bir önemsemek olarak algılanmamalı. Kimi niçin önemsediğimizi bilmemiz gerekir. Değer vermek, değeri veren kişide nasıl bir yük oluşturur, buna bakmak gerekir.

    Bir kişiyi önemsiyorsanız onun için her şeyi göze alıyorsunuz demektir. Bazen öyle an olur ki özlemeyi, acı çekmeyi, beklemeyi ve hatta onun mutluluğu için, hayatından çıkabilmeyi göze alabilmek gibi. İnsan birine değer vermekle büyük bir sorumluluğu da üzerine almış olmaktadır. Zira, sevdiğimiz kişilere, değer veririz.

    Bu değeri verirken karşıyı iyi analiz etmeliyiz. Değerin dozajını iyi ayarlamalıyız. Zira, birine gereğinden fazla değer verilirse kendimizi, gereğinden az değer verirsek de onu kaybedebiliriz. Her koşulda üzülen biz oluruz. Ölçümüz kişilere hak ettiği değeri vermek olmalıdır. Özellikle sevgi ve aşk ilişkilerinde o kişiyi beynimizde bir merkez yapıp, onun etrafında dönmemeliyiz. Dönersek sonunda acı çeken biz oluruz. Genellikle platonik aşıklar ve çok duygusal kişilikler, bu girdaba girerler.

    Sevdiğimiz insana çok değer vermek güzel bir şey ama bu kişi o değere layık değilse, sunduğumuz fazla değer bir müddet sonra o kişiyi sıkar ve bizden uzaklaştırabilir. Hatta çıkarcı bir kişilik ise eğer, o kişi bunu fark ederek çıkarı için kullanabilir. Zira günümüzde insanlar, saf ve dürüst ilişkileri bile çıkarlarına alet edebilmektedirler.
    Peki ölçü ne olmalı? İşin basit ölçüsü; kendimize verdiğimiz değerden hiçbir zaman fazla olmamalı. Diğer bir ölçü ise karşıdan da benzer değeri görmeli veya beklemeliyiz. Karşıya ilk değer veren biz olabiliriz. Zira ilk başlatan olmak ayrı bir meziyet. Üçüncü ölçü ise kurduğumuz iletişimde amacımızı, karşının amacını ve bu amaçların gerçekleşme durumunu irdelemektir. Örneğin karşı komşu ile ne kadar dost olacağınızın sınırını koymak gerek. Çocuğunuzu çok sevebilirsiniz ama ona bile ölçülü olmak gerek. Onu şımartıp, disiplinsiz yetiştirmemeliyiz. Çocuğumuz bile bizi bir müddet sonra, duygusallığımızı çıkarı için kullanmaya başlar. Bu durum bir çalışanınız, hatta eşiniz için bile geçerli olabilir.

    Kısacası fazla değer verdiğiniz kişiyi iyi tanıyıp öyle yüceltmeli, yoksa kısa süre sonra fikirleriniz değişirse, sizde zor durumda kalırsınız. Çünkü, karşı alıştığı değeri devamlı bekleyecektir. Doğrusu, eğer kişi hak ediyorsa verdiğimiz değeri, yavaş yavaş arttırmalıyız.

    Hak etmeyen bir kişiye fazla değer verirsek, o kişinin, kendini olduğundan fazla görmesine de sebep oluruz. Ona da hata yaptırmış oluruz. Fazla değer vermenin uykusuzluk, enayi gibi hissetmek, insanlara fazla güvenmeme, depresyon, şiddetli öfke, hayata küskünlük gibi bir çok yan etkisi bulunmaktadır. Dikkatli kullanmak gerek.:)
    Fazla değer vermediğiniz kişilerin olumsuz hareketleri, sizi her zaman üzmez ama çok değer verdiğiniz kişinin, ufak bir yanlışı çok üzebilir.Pişmanlık duymamak için dikkatli olmak gerek.

    Bazı insanlar, bazı kişilere fazla değer verdiğinin farkında olur ama yine de devam eder. Bu tip kişiler çok sevenler ya da çok engin ve olgun olup, karşıyı bu yöntemle düzelteceklerine inananlardır. Karşı dürüst ise bu yöntemle sonuç alınabilir. Paranız, zamanınız ve sabrınız çok ise aslında bir kişiye değer vermek, her zaman mutluluk verici bir olaydır.Önemli olan sonradan pişmanlık duymamak. Eğer bir sevgi uğruna değer vermişseniz, pişman olmamak gerek. O kişi hak etmiştir ki vermişsinizdir. Eğer değer verdiğiniz kişi şımarmayıp, bunu kullanmıyorsa, bu değeri fazlasıyla hak ediyordur. Bazen de değeri veren yanlış yapıyordur. Karşıya kızmaya hakkı yoktur.
    Öte yandan, bir kişiye fazla değer verdiğimizi düşünmeye başladıysak o kişi, önceleri daha fazla değer vermeyi göze aldığımız kişidir. Her nedense, fazla değer verilen kişi de bazen kendini çok önemli biri gibi görüp, hata yapmaya başlar. Eğer bir kişiye değer vermiyorsanız aslında o kişi size göre bir hiçtir. Değer verilen kişi açısından da değere layık olmak da bir meziyettir. Ünlü bir düşünür Ben insanlara değer vermem, insanlar değerlerini kendileri alırlar”diyerek değerin hak edileceğini vurgulamıştır.

    Bir görüşe göre suç, değeri fazla verenindir, karşının değil..Bazen siz ne düşünürseniz, düşünün ne yaparsanız yapın, teraziye konulan domateslerin aslında 7 kilo olduğu gerçeğini değiştiremezsiniz. Ne yaparsınız? Domateslerin 17 kilo olduğuna inanmak ister ve bunun için hafif hafif domateslerin bulunduğu tarafa kendinizden bir şeyler koyarsınız. Koyduğunuz şeyler belki geri gelir, belki gelmez. Ama siz o an domatesleri 17 kğ görürsünüz.

    Yazılan şeylerin bir çoğu genel şeyler olmakla birlikte, olumsuz olaylar, istisna kişiliklerde görüldüğünden iyi niyetli, samimi ve dürüst insanları ayrı düşünmek gerek.

    Herkese hak ettiği değeri vermeniz ve aynı şekilde değer görmeniz dileğiyle…

     

    Yazar: Hüseyin BOZKURT

  • 2017 halı modelleri

    2017 halı modelleri

    2017 yeni halı modelleri tasarım ve çeşitli modelleri ile karşımıza çıkıyor. Her zevke uygun olarak üretilen çok farklı halılar var. İlham vermek için halı modelleri sizlerle…

    Halı evi tamamlayan evin makyajını veren dekordur halı seçiminiz iyi olmalı ve leke tutmamasına dikkat edin.

    2017 halı modelleri

    2014_hali_modelleri (1) 2014_hali_modelleri (2) 2014_hali_modelleri (3) 2014_hali_modelleri (4) 2014_hali_modelleri (5) 2014_hali_modelleri (6) 2014_hali_modelleri (7) 2014_hali_modelleri (8) 2014_hali_modelleri (9) 2014_hali_modelleri (10) 2014_hali_modelleri (11) 2014_hali_modelleri (12) 2014_hali_modelleri (13)

  • Topuk Dikenine Yeni Yöntem!

    Topuk Dikenine Yeni Yöntem!

    Günümüzde en sık rastladığımız sorunlardan biri de topuk dikeni. Topuk dikeni derdine bu tedavi yöntemiyle son.

    İnsan yürüdüğü zaman ağırlıkları kadar, koştuklarında ise ağırlıklarının iki katı yük topuklarının üzerine biner.

    Bunun sonucu olarak ta sürekli ayakta kalmak ve hareket halinde olmak topuk dikeni oluşumuna zemin hazırlar.

    Topuk dikeni topuk kemiğinin alt kısmında olan kemik çıkıntısıdır. Zaman zaman topuk ağrılarına neden olur. Ancak topuk dikeni topuk ağrılarıyla karıştırılmamalıdır. Her topuk ağrısının nedeni topuk dikenin olmayabilir.

    Topuk dikeni ayağa sürekli baskı uygulanmasından dolayı oluşur. Topuk dikenine neden olan belli başlı nedenler vardır.

    İşte topuk dikenine neden olan şeyler:

    -Uzun süre ayakta kalmak

    -Birden zıplamak ve koşmak

    -Uzun süre topuklu ayakkabı kullanmak

    -Fazla kilolu olmak

    -Düz taban sorunu

    -Aşırı uzun yürüyüşler

    topuk-dikeni

    Topuk dikeni tedavisi nasıl olur?

    Günümüzde topuk dikeninin birçok tedavi yöntemi mevcuttur. Bu tedavi yöntemleri rahatsızlığın durumuna göre belirlenir.

    Çok ileri gitmemiş olan topuk diken rahatsızlıklarında ağrı kesiciler, egzersiz ve germe hareketleri uygulanır. Topuk dikeni Radyofrekans tedavisinde ise hastalığın ileri seviyelerinde uygulanır. Bu uygulamada radyo dalgaları belli aralıklarla sinirlerin yakınına uygulanarak yarattığı etki sonucu sinirlerin ağrı oluşumu hafifletilmeye çalışılır.

    Topuk dikeni tedavisinde bir diğer uygulama ise Proloterapi yöntemi.  Bu yöntemde ise topuk dikeni oluşumuna neden olan plantar fasyada oluşan gerginlik ve hasarın tespit edilmesi ve onarılması işlemidir. Böylelikle ağrıya neden olan alanlarda iyileşme söz konusu olacak ve kalıcı tedavi sağlanmış olacak.

    Plantar fasya onarıldığında eski gücüne kavuşacak ve ağrı da kendiliğinden kaybolacaktır. Yani proloterapi ile sadece ağrıyı değil ağrıya neden olan durumu tedavi edildiği için kalıcı bir tedavi sağlanmış oluyor.

     

  • Gripte hızlı iyileşme püf noktaları

    Gripte hızlı iyileşme püf noktaları

    Gripte hızlı iyileşme püf noktaları… Sonbahar ve kış aylarında sık görülen grip, nezle, soğuk algınlığı gibi hastalıklardan korunmak için bağışıklık sistemini güçlendiren meyve ve sebzelerden destek almak büyük önem taşıyor. Şifayı çoktan kapanların da yapması gereken yine iyileşmeyi hızlandıran gıdalara sarılmak.

    Gripte hızlı iyileşme püf noktaları

    “Sonbahar hastalıkları sizi fazla hırpalamadan beslenme düzeninizde birkaç değişiklik yapın. İşte o zaman hızlıca iyileştiğinizi göreceksiniz” diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Melis Torluoğlu, bazı besinleri doğru tüketerek çabuk iyileşmenin mümkün olabildiğini söylüyor.

    Torluoğlu, beslenmeyle hızlı iyileşmenin püf noktalarını şöyle anlatıyor:

    GRİPSENİZ ÇORBALARINIZA SARIMSAK EKLEYİN

    Allium ailesinin en dikkat çeken üyelerinden olan soğan ve sarımsak, içeriğinde bulunan kükürtlü bileşiklerin neden olduğu keskin koku nedeniyle tüketiminden kaçındığımız bir ikili. Fakat anti-mikrobiyel etkisiyle vücut direncinin ve bağışıklığın güçlü tutulmasına oldukça yardımcı. Isı veya parçalanmayla birlikte okside olmaması için sarımsağı çiğ olarak tüketin.

    Pişmediğinde vitamin ve mineral içeriğini kaybetmiyor. Grip, farenjit, nezle gibi hastalıklar kapınızı çaldığında çorbaların içerisine, sindirim yoluyla ilgili bir rahatsızlığınız yoksa bolca ilave edin. Sarımsağı illa pişireceksiniz mutlaka yanmamasına ve çokça pişmemesine özen gösterin.

    PANCAR SUYU İLE ENERJİ TOPLAYIN

    Pancar suyu, içeriğinde bulunan nitrat ile kan akışının düzenlenmesine ve hücrelerin oksijen alışına destek oluyor. Özellikle grip ya da soğuk algınlığı yaşayanların sıklıkla şikayet ettiği kas kasılmalarını önlemede yardımcı oluyor. Bu sayede kas ağrılarının önüne geçiyor. Hastalık evresinde günde 2 bardak pancar suyu içmeniz kendinizi daha enerjik hissetmenizi sağlıyor.

     

    KIRMIZIN ETİN YANINDA BOL LİMONLU SALATA

    Demir ve çinkonun en iyi kaynakları olan kırmızı et, dokulara daha fazla oksijen taşınmasına yardımcı olarak iyileşme sürecine hız kazandırıyor. Fakat kırmızı etin içeriğinde bulunan minerallerden daha iyi yararlanmak adına yanında bol limon ilaveli bir salata tüketmekte fayda var. Bu şekilde etin vücuda getirdiği asidik yük de azalmış oluyor. Kalp-damar hastalığınız yoksa hastalık döneminde haftada 2-3 defa kırmızı et yiyebilirsiniz.

    BALIK TÜKETMENİN TAM ZAMANI

    Balığın içerisinde bulunan omega 3 yağ asitleri anti-inflamatuar etkiye sahip. Ayrıca viral, bakteriyel, paraziter enfeksiyonlara karşı konakçı defansını zayıflatarak, hastalıklara karşı koruyucu etki gösteriyor ve iyileşme sürecini hızlandırıyor. Mevsimine uygun olarak haftada 1 veya 2 defa tüketimi kısa sürede toparlanmanıza yardımcı olabilir.

    YİYECEKLERİNİZİ LİMONLAYIN

    Grip ve soğuk algınlığının tedavisi sırasında limon ilk akla gelen besinler arasında yer alıyor. İçeriğindeki C vitamininden yeterinde yararlanabilmek ve besin kaybını önlemek için yenmeden hemen önce hazırlanması gerekiyor. Örneğin meyve suları sıkılınca hemen içilmeli, salataya eklenecek olan limon yenmeden hemen önce sıkılmalı. Ayrıca meyvelerin bütün haliyle tüketilmesinin vitamin ve posa açısından daha yararlı olduğu da unutulmamalı.

    BAHARATLARI HARMANLAYIN

    Baharatların içeriğinde bulunan antioksidanlar da bağışıklık sistemini destekliyor. Hatta bazı baharatlar, boğazda oluşan enfeksiyonun iyileşme sürecini hızlandırıyor. Fakat baharatları açık satılan yerlerden değil, bildiğiniz markaların paketli ürünlerini tercih etmelisiniz. Herhangi bir sağlık probleminiz yoksa, aşağıdaki tarifi gün içerisinde salataların veya yoğurdun içerisine ilave ederek kullanabilirsiniz.

    BAHARAT HARMANI İÇİN GEREKLİ MALZEMELER:

    2 yemek kaşığı fesleğen.

    2 yemek kaşığı karabiber.

    1 yemek kaşığı kekik.

    1 yemek kaşığı nane.

    1 çay kaşığı toz zencefil.

    1 tatlı kaşığı kimyon.

    1 tatlı kaşığı acı pul biber.

    Yapılışı: Çukur bir kapta baharatları harmanlayıp salatalarınıza ve yoğurdunuza serpin.

    ÇAY-KAHVE YERİNE BİTKİ ÇAYI

    Düzenli sıvı tüketimi metabolizmanın düzgün çalışabilmesi ve toksik maddelerin atılması açısından oldukça önemli. Sıvı tüketimini artırmak için ise siyah çay ve kahve gibi vücutta di-üretik etkisi olan içecekler yerine bitki çayları tercih etmelisiniz. Özellikle ıhlamur, rezene, adaçayı, nane, zencefil, kuşburnu gibi gribe karşı destekleyici olan bitki çaylarını, kış boyunca bardaklarınızdan eksik etmeyin. Hem hastalıklarla karşı vücut direnciniz gelişir hem de hastalığa yakalansanız da iyileşme süreciniz kısalır.

    Kaynak: ntv.com.tr

  • Mutlu bir ilişki için

    Mutlu bir ilişki için

    Mutlu bir ilişki için… Kim olursa olsun herkesin istediği, mutlu ve huzurlu bir ilişki içersinde olmaktır. Mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir ilişki içerisinde olmak, kişinin tüm hayat alanlarını, yaşam enerjisi ve sevincini, yaşam kalitesini, hatta beden sağlıgını bile direkt olarak etkileyen en önemli konulardan biridir.

    Mutlu bir ilişki için

    Mutlu bir ilişki kurabilmek ve sürdürebilmek sadece karşımızdaki insanla ya da şanslı, şanssız olmakla bağlantılı değildir. Mutlu bir ilişki kurup bunu sürdürebilmek bizim kendi içimizde ne kadar mutlu olduğumuz, beklentilerimizin ne kadar farkında olduğumuz, hayattan ve bir ilişkiden ne istedigimizi ne kadar bildiğimiz ile bağlantılıdır.

    Kendi içerisinde dengesini, ne istediğini, beklentilerini oturtmus, sağlıklı bir bakiş açisina ve gercekci hedeflere sahip her insan, beraberinde mutlu bir ilişki yaşayabilir.

    Kişi, bir ilişki kurmada ve sürdürmede zorlanıyorsa, ilişkilerinde surekli hüsran ve hayal kırıklıklarına uğruyorsa, haksızlıklara uğradıgını, bunları haketmediğini ve doğru insana bir türlü denk gelemediğinden yakınıyorsa herkesin aynı oldugunu düşünüyor ve mutlu bir ilişki yasamak kendisi için bir hayalse, etrafını ve insanları suçlamayı bırakıp kendi içine dönmelidir.

    mutlu_iliski

    Kişinin mutlu bir ilişkiyi kurup sürdürememesinin sebebi, genellikle kişinin kendi icindeki özgüven, bağlanma ve güven sorunlarından, içsel çatışmalarından, korkularından kaynaklı olabilir.

    Bu sorunlar, kişinin çocukluk, ergenlik ya da geçmis ilişkilerinde yaşadığı bazı durumlar neticesinde oluşmus olabilir ve kesinlikle çözümlenmesi gerekir.

    Kişide geçmişinden edindiği korkular, güvensizlikler var ise kişinin sağlıklı bir ilişki kurması ve sürdürmesi neredeyse imkansızdır.

    Mutlu ve sağlıklı bir ilişki için ilk gereken kişinin kendi iç memnuniyetini, dengesini sağlamaktır.

    Kişinin kendi içindeki dengesi kurulduğunda, özgüven, güvensizlik ya da bağlanma sorunları çözümlendiğinde kişi, bir insandan, ilişkiden, hayattan ne beklediğini keşfeder ve daha sağlıklı, dogru adımlar atarak, doğru kişilerle uyumu yakalayarak, mutlu bir ilişki sürdürebilir.

    Kişinin içsel catışmaları, korkuları, güvensizlikleri ya da gecmişinden kaynaklı hayal kırıklıkları, travmalar vs gibi sorunlar, psikolog ya da psikolojik danışman ile birlikte birebir sürdürülen psikoterapi seansları ile irdelenip çözümlenebilir.

    Psikolog ile birlikte calışılan bu terapilerle, kişinin tüm ilişkilerinde sağlıklı bir iletişim kurabilmesi sağlanmakla birlikte, romantik ilişkilerinde ya da evliliğinde de uyumu yakalamasına, mutlu bir ilişki sürdürebilmesine yardımcı olunur.

    Bu psikoterapiler, bireysel psikoterapi olarak yapilabilecegi gibi, cift, aile, evlilik veya iliski terapisi olarak da yapılabilir.

    Psk.Berna incekara

  • Çocuklarda inatçılık

    Çocuklarda inatçılık

    Anne babaların çocuklarını yetiştirirlerken yaşadıkları sorunlardan kendilerini en çok zorlayanlarından biri; çocuklarının evdeki kuralları hiç önemsemeyen, laf-söz dinlemeyen, başına buyruk hareket eden inatçı davranışlarıdır. Acaba bu inatçı davranışlar, normal gelişim dönemine mi ait, yoksa bir davranış problemi haline dönüşmüş hali midir? Öncelikle belirtmek gerekir ki; inatçılık, duygusal gelişimin bir sonucudur. Elbette normal gelişim dönemlerinde yaşanan inatçı davranışlar da, yanlış tutumlar nedeniyle, bir davranış problemi haline gelebilmektedir. Peki, normal inatçı davranışlarla, bir davranış bozukluğu olarak inatçılığı nasıl ayırt edebiliriz? Bunun için öncelikle gelişim dönemlerinin nasıl yaşandığına bakalım.

    İlk kritik dönem “birinci yaş dönemi”dir. Çocuk bir yaşından sonra yani yürümeye başladıktan ve yavaş yavaş konuşmaya başladıktan sonra, inatçı davranışlar göstermeye başlar. Anne babanın dediğinin tersini yapmaktan ve kuralları çiğnemekten zevk alır gibidir. Anne “Yapma!” dedikçe, çocuk inadına istenmeyen davranışı tekrarlar. Gözünün içine baka baka hem de.

    İstenmeyen davranışları tekrarlayan bir çocuğun amacı, sizi kızdırmak ve çileden çıkarmak değildir. Niyeti, koyduğunuz kuralın veya istemediğiniz davranışın ne kadar önemli olduğunu test etmektir. Siz aynı olumsuz davranışa aynı tepkiyi gösterdikçe ve bundan taviz vermedikçe gerçeği kabullenir ve sınırları daha fazla zorlamaz.

    Anne-baba bu süreçte çocuğun üzerine çok fazla giderse, çocukla inatlaşırsa, cezalar verirse hem bu kritik dönem sağlıklı bir şekilde atlatılamamış olur, hem de davranış problemi haline dönüşebilir.

    İkinci kritik dönem “2,5 yaş dönemi”dir. Kas, kemik ve sinir sistemi yönünden yani fizyolojik olarak hızlı bir gelişme gösterdiğinden, uyum sağlamakta zorlanır. Dengesiz, kararsız, olumsuz, her şeye ‘Hayır!’ diyen isyancı bir kişilik sergiler. Psikolojik yönden de “bağımsızlık çabası” içindedir. Yardım istemez, her şeyi kendi başına yapmak ister. Bir yandan da her istediğini kendisi yapamadığının da farkındadır. Bu nedenle engellenmişliğin gerginliğini yaşar.. Aslında bu davranışlarıyla “ben de varım, benim düşüncelerim de değerli ve geçerli” demektedir.

    Çocuk, yavaş yavaş kendi varlığını keşfeder ve kendini kabul ettirmek için çaba gösterir. Pek çok dengesiz davranış gösterir. Çok istediği bir şeyi, aniden “ben artık onu sevmiyorum” diyebilir. Bu dönemde anne ile çocuk arasında en sık çatışmalar tuvalet ve temizlik konusunda yaşanır. Anne babanın yapacağı en iyi şey, bir yıldan fazla sürmeyecek olan bu dönemde, çocuktan sevgisini esirgememek ve zor da olsa sabretmektir. Dönem sağlıklı bir şekilde atlatılırsa, çocuk kendiliğinden sakinleşir ve rahatlar.

    inat_cocuklar

    Üçüncü kritik dönem “4 yaş dönemi”dir. Bu dönemde çocuk kendi başına buyruk, kafasına estiği gibi hareket eden, sağda solda dolaşan, çok konuşan, istekleri hiç bitmeyen, durmadan soru soran ancak cevabını dinleme sabrı göstermeyen, başladığı işi yarım bırakan sabırsız bir çocuktur. Ancak bununla beraber 2,5 yaş çocuğu kadar inatçı değildir. Sabırla soruları cevaplanmalı, istekleri kurallar ve imkânlar dâhilinde karşılanmalıdır.

    Dördüncü kritik dönem “6 yaş dönemi”dir. İnatçı ve olumsuz davranışlarıyla sanki 2,5 yaş çocuğu geri gelmiş gibidir. Anne babalar 5 yaşındaki o uyumlu ve uzlaşmacı çocuğun nasıl olup da böyle zıt bir kişilik sergilediğine anlam veremezler. “Bu çocuğa ne oldu, birden huyu çok değişti?” derler. Çocuğun kritik dönemde olduğu unutulmazsa, okula başlama sürecine sağlıklı ve başarılı bir geçilecektir.

    Beşinci ve son kritik dönem “ergenliğe geçiş dönemi”dir. Çocuk 12-13 yaşlarında hızlı bir cinsiyet hormonları salgısına maruz kaldığından, bu hızlı değişime ayak uydurmakta zorlanır. Küçük şeyleri problem yapar, hemen ağlar, çabuk kızar, eleştiriye ve nasihate sert tepki verir. Sizler daha uyarılara ve nasihate başladığınız anda, sıkılmaya ve sizi dinlememeye başlar. Fiziki görünümünü aşırı önemser. Tek bir sivilce bile onu hayata küstürebilir. Okul başarısında düşme görülebilir. Odası dağınık, genellikle duvarları posterlerle kaplıdır. Yüksek sesle müzik dinler. Verilen harçlığı beğenmez. Modaya göre giyinme, erkeklerde saç uzatma ve marka takıntısı başlar. Bu dönemde de genç ergen, kişiliğinin kabul edilmesi için çevresindekilerle inatlaşır ve çatışır.

    Little Girl Covering Ears ca. 2000
    Little Girl Covering Ears ca. 2000

    Unutulmamalıdır ki; bundan önceki kritik dönemleri sağlıklı bir şekilde atlatan, kurallar içinde özgür kalan, anne babanın hoşgörü ve sabrıyla büyüyen, sevildiğinden ve değer verildiğinden emin, özgüven duygusu gelişmiş çocuklar ergenliğe geçişi kolay atlatırlar.

    Şimdi kritik dönemlerle sınırlı kalmayan, davranış problemine dönüşmüş olan İnatçılığı inceleyelim.
    Davranış Bozukluğu Olarak İnatçılık
    İnatçılığın davranış bozukluğu olarak kabul edilmesi için, sözü edilen yaşların dışında da çocuğun inatçı davranışlarının yoğun olarak sürüyor olması gerekmektedir. İnatçı çocuk, öfkesini sağlıklı bir şekilde yaşayamayan, kendisini ifade edemeyen çocuktur. Şimdi bir davranış bozukluğu olarak inatçılığın nedenlerini inceleyelim.

    İnatçılığın Bazı Nedenleri:
     Bedensel rahatsızlıklar, geçirilen ateşli hastalıklar,
     Çocuğun normal inatçılık dönemlerinde (kritik dönemler) çok üzerine gidilmesi,
     Tuvalet eğitimi sırasında zorlu bir süreç geçirilmesi,
     Yemek yemesi konusunda çocuğun çok fazla üzerine gidilmesi,
     Aşırı titiz ve ayrıntılara önem veren anne modelleri,
     Çocuğun isteklerini yerine getirme konusunda dengeli ve tutarlı olmayan tutumlar,
     Çocuğu “inatçı” olarak etiketlemek,
     Anne babaya kızan çocuk, gizli bir öç alma duygusuyla inatçılık yapabilir.
     Kardeş kıskançlığı, kardeşinin kendisinden daha fazla sevildiği düşüncesi,
     Baskıcı anne-baba tutumu,
     Çocuğu inatçılık davranışına iten sebeplerden biri, çoğu zaman anne-babanın da onunla birlikte aynı dili kullanarak inatlaşmasıdır. İnatlaşmakla, kararlı tutum birbirinden farklıdır. Kararlı tutum geliştirmek, istemediğiniz bir davranış yaptığında tutumunuzun hep aynı olmasıdır. İnatlaşmak ise, karşılıklılık gütmektir. Sen yatağını toplamadın, ben de sana yemek hazırlamayacağım gibi.

    Şimdi anne-babaların çocuğundaki inatçı davranışları olabildiğince azaltmak için neler yapabileceğine bir bakalım:
    Çocuk gelişimi ve psikolojisi ile ilgili doğru bilgilere sahip olmak, anne babaların işini kolaylaştıracaktır. Bunun için kitaplardan, eğitim seminerlerinden, anne-baba okullarından ya da bir uzmandan yardım alabilirsiniz.

    Çocuk yetiştirirken olabildiğince esnek, hoşgörülü, sabırlı ve paylaşımcı olunmalıdır.

    Tuvalet ve beslenme eğitimi dönemlerinde baskıcı ve ısrarcı olunmamalıdır. Annenin tuvalet eğitimi veya yemek konusunda çok katı ve ısrarcı oluşu, çocuğu pasif direnmeye götürür. Çok karışan, çok söylenen, ayrıntılar üzerinde çok duran, mükemmeliyetçi bir anne, çocuğunu böyle bir savunma yoluna kolayca itebilir.
    Çocuğunuz sizinle inatlaşırken, onu cezalandırmak yerine inatlaşma nedenleri bulunmalı ve çözüm yolu bulma yönünde çaba gösterilmelidir.

    Aile, sosyalleşmeyi öğrenebilmesi için kabul edilmiş uygun davranış biçimlerini içeren birer model oluşturmalıdır; çocuğuna örnek olmalıdır.

    Aileler, çocuğun haklı istek ve ihtiyaçlarına duyarsız kalırken, huysuzlandığında onu başından savmak için yerli yersiz beklentilerini karşılayarak inatçı olmasına davetiye çıkarabilmektedirler. Oysaki çocuğa belli kurallar koyularak, haklı istekleri karşılanırken, yerli yersiz isteklerini karşılamama konusunda kararlı olunmalıdır.

    “Hayır” diyen çocukla alay edilmemeli, ceza ile korkutulmamalı, kimin güçlü olduğunu ispatlamak için zor kullanılmamalıdır. Bazen çocuk sizin sevginizi, sabrınızı, kendisine ne kadar katlanabildiğinizi denemek için “Hayır” diyerek inatlaşabilir. Yerli yersiz sinirlenir, bağırıp çağırır ve hele ceza verirseniz “Haklıymışım, beni sevmiyorlar” diye düşünebilir.

    İnadını fazla önemsediğimiz, kızdığımız veya üzüldüğümüz zaman çocuğunuz, inadı size karşı bir silah olarak kullanabilir.

    Sabah kahvaltısına kalkmak istemeyen bir çocuğun tepesine dikilip “Haydi kalk çayın soğuyor” diye ısrar etmeye gerek yoktur. “Sen bilirsin, eğer kahvaltıya gelmezsen ayrıca senin için kahvaltı hazırlayamam, öğleye kadar aç kalırsın” diyerek seçimi ona bırakabiliriz. Bir veya iki saat sonra kalkıp kahvaltı istediğinde “Hayır, öğle yemeğine kadar aç kalmayı kendin seçtin, sana kahvaltı hazırlamayacağım” diyerek inadın da bir bedeli olduğunu öğretmiş olursunuz.

    Zaten çocuk eğitiminde, cezalara yer verilmemelidir. Çocuk sadece yaptığının bedelini ödemeli. Ancak bu bedel ödeme, yaşına ve gelişimine uygun şekilde olmalıdır. Doğada ceza değil, bedel vardır. Acele etmezseniz, uçağı kaçırırsınız.

    Aile büyükleri, çocuk terbiyesine fazla müdahale ederek anne ve babanın işini zorlaştırmamalıdır. Çocuğu dilediği gibi eğitmek, öncelikle anne ve babanın hakkıdır. Bunun olması bizim toplumumuzda gerçekleştirmek biraz zordur; “Anne-babanın yanında çocuk terbiye edilmez” düşüncesi hâkimdir. İş birliğine giren aile büyükleri ile bu iş çok daha kolay oluyor elbette.

    Çocuğa isteklerini olumlu bir dille ifade etmesi hatırlatılmalı, haklı istekleri yerine getirilmelidir. Yerine getirilmeyen haksız ve zamansız isteklerin sebepleri açıklanmalı; bazı isteklere kavuşmak için hak etmesi, beklemesi ve sabretmesi gerektiği öğretilmelidir.

    Çocuğa isteklerini ertelemesi ve bu istekleri kontrol altına alması konusunda destek olunmalıdır.
    Arkadaşları ve diğer yetişkinlerle nasıl sağlıklı iletişim kurabileceği konusunda yardımcı olunmalıdır.
    İnatçı olan bir çocuğun inatçılık davranışını pekiştirebilecek ve devamına yol açacak her türlü tutum ve davranıştan kaçınılmalıdır.

    Kuralları belirlemede ve uygulamada, aile üyeleri arasında uyum ve söz birliği olmalıdır; bunda kararlı ve tutarlı olunmalıdır. Babanın kızdığı bir davranışı anne gülerek karşılar veya “çocuğun üstüne gitme” diyerek korumaya kalkarsa çocuk neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenemez, ancak fırsatları kollamayı öğrenir.

    Kurallar; gerekli, anlaşılır ve mümkün mertebe az olmalıdır. Gereksiz konularda ve ayrıntılarda fazla kural ve yasaklama getirirseniz bir süre sonra çocuğunuza çok fazla “Hayır” demek zorunda kalırsınız. Bu da çocuğunuzda, kendisine güvenilmediği ve her şeyi yanlış yaptığı duygusu uyandıracak ve sizinle daha fazla inatlaşacaktır.

    Çocuğa ne kadar çok “Hayır” derseniz onun inatçılığını körüklemiş, size “Hayır” demesine zemin hazırlamış olursunuz. Bir şey yapmasını istediğimizde veya sınır koyduğumuzda, sözlerimizi “Hayır” cevabı almayacağımız şekilde ayarlamamız gerekir. Bunu söyleme tarzımız, beden dilimiz, ses tonumuz, kararlı yüz ifademiz önemlidir. Sürekli, gerekli-gereksiz, sırf biz öyle istiyoruz diye, açıklama yapmadan “Hayır” dersek, “Hayır” demeyi öğretiriz.
    Bir kez “Hayır” dediğiniz şeye, zorlanınca “Evet” deme yanlışına düşmeyiniz.

    Çocuğu hırpalamak ve yıpratmak, çok daha kötü sonuçlar doğurabilir ve çocuğunuzu asi konumuna getirebilir. Bundan kaçınmalısınız.

    Her tür davranışta olduğu gibi, bu konuda da çocukları etiketlemek yanlıştır. Başkalarının yanında adeta o yokmuşçasına, “Bu çocuk çok inatçı” şeklinde konuşulursa, çocuk da bu etiket üzerinden hareket edip, inatçı davranışlarıyla gurur duymaya başlayabilir. Olumsuz davranışlarla ilgi çekmeye alışan çocuk, zamanla bu davranışı yaşam tarzı şekline getirebilir ve inatçılık kişiliğinin bir parçası olabilir.

    Kendi kişiliğinizin inatçı yönlerini bulup, kabullenip, buna çözüm bulmaya çalışır ve çocuğunuza olumsuz model olmaktan vazgeçerseniz, hem kendiniz hem de çocuğunuz için önemli bir adım atmış olursunuz.

    Sabırlar ve kolaylıklar diliyorum…

    Güzide TÜRKYILMAZ
    Uzman Psikolojik Danışman

  • Vücudun Bölgelerine Göre Bölgesel Diyet

    Vücudun Bölgelerine Göre Bölgesel Diyet

    Vücudun Bölgelerine Göre Bölgesel Diyet Vücudumuz su, kemik, kas ve yağ dokusundan oluşur. Organizma ise her bedende farklı olacak şekilde oluşur. Organizmadaki bu oluşumu sağlayan dokuların dağılımı insan bedeninin estetik açıdan birbirinden farklı olmasını sağlar.

    Kadınlarda kalıcı yağlar kalça ve basen bölgelerinde

    Vücudumuzda 3 farklı yağ tabakası vardır. İlki derimizin hemen altında biriken ‘Deri altı yağları’; ikincisi vücudumuzun içinde organlarımızın çevresine ve karın kaslarımızın altına yerleşen ‘İç organ yağları’; sonuncusu ise kasların içinde ve çevresinde bulunan ‘Kas içi yağlar’ olarak adlandırılır. Bu 3 farklı yağ tabakasından en kalıcı olanı deri altı yağlarıdır. Bayanlardaki deri altı yağların en kalıcı ve yakılmasının zor olduğu kısım kalça ve basen bölgesinde birikenlerdir. Erkeklerde yakılması en zor yağların bulunduğu kısım ise karın bölgesidir.

    Vücudun Bölgelerine Göre Bölgesel Diyet

    Bölgesel yağlanmada genetik ve hormonal faktörler etkilidir. Bel çevresi kalın olanlarda çoğunlukla insülin hormonu yüksekliği görülür. Bel çevresi kalınlaşmaya başladıkça insülin hormonu, şekeri hücre içine sokmakta zorlanır ve vücut insülin miktarını yükseltir. Bunların sonucunda da iştah açılır ve yağlanma artmaya başlar. Basen çevresi geniş olanlarda ise, çoğunlukla östrojen dengesizliği görülür. Bunun sonucunda adet düzensizliği görülebilir. Bazı kişilerde ise ense ve üst gövdede şişmanlama görülür. Bu durumdan sorumlu olan ise kortizol hormonunun yüksekliğidir. Yüzde yuvarlaklaşma, kızarıklık, gövdede menekşe rengi çatlaklar ve tansiyon yüksekliği oluşabilir.

    Vücuttaki yağ dokunun oranı kadınlarda %25, erkeklerde %30’u geçmemelidir. Karın-bel çevresinde fazla yağın bulunması kalp damar hastalıkları, felç, Tip2 diyabet riskini artırır. Yapılan bazı araştırmalarda ise bel çevresindeki yağlanmanın unutkanlık (demans), osteoporoz, Alzheimer, diyabet, kolon kanseri ile ilişkisinin olduğu bulunmuştur.

    Türk kadınlarının %65’i armut tipi vücut yapısına sahip

    Araştırmalarda Türk kadınlarının %65’inin armut tipi vücut yapısına sahip olduğunu bulmuştur. Genlerimiz vücudumuzda yağ dağılımının nerede olacağında etkilidir; ancak dengeli beslenme ile kontrolü sağlamak bizim elimizde. Dengeli bir diyet programı sayesinde vücuttaki yağ hücreleri azalır ve kilo verilebilir. Sağlıklı bir diyette hedef yağ hücreleridir. Sorunlu olan bölgelerde daha fazla yağ hücresi biriktiği için bu bölgelerden yağ kaybı daha fazla olacaktır.

    Dengeli beslenmek ve düzenli egzersiz yapmak bölgesel zayıflama yöntemleri arasında en etkili olanıdır. Bölgesel zayıflamada en önemli etkenlerden biri de öğünlerin düzenli yapılmasıdır. Uygulanan diyet programındaki en önemli unsur diyetin kişiye özgü hazırlanmasıdır. Her bireyin yaş, kilo, boy ve yaşam şekline göre vücut gereksinimleri farklıdır. Ancak bu gereksinimler karşılandıktan sonra bireyin sağlıklı kilo vermesi mümkündür. Diyetteki amacınız kas ve su kaybı ile kilo vermek değil, yağ kaybı ile incelmek olmalıdır.

    Diyet programında tükettiğimiz besinlerin miktarı kadar çeşitleri de önemlidir. Ancak sadece bel-karın bölgesindeki ya da basen bölgesindeki yağları eritmeye yönelik mucizevi besinler bulunmamakta. Bunların yerine metabolizma hızını arttıran besinler, yağ içeriği daha düşük besinler tüketilebilir.

    Yapılan bazı çalışmalarda daha çok bel ve karın çevresinin yağlanmasında etkili olan besinlerin olduğu bulunmuştur. Bu çalışmaların sonuçlarını saymak gerekirse;

    •Alkol ve şekerli içeceklerin bel-karın bölgesindeki yağlanmayı tetiklediği, alkolün doygunluk hissini düzenleyen hormonlara etki ederek açlık hissini arttırdığı bulunmuştur.

    •Margarin, pastane ürünleri, kurabiye ve kızarmış yiyeceklerde bulunan trans yağ asitlerinin bel-karın çevresindeki yağlanmayı arttırdığı ve vücudun diğer bölgelerine oranla yağ hücrelerinin bel çevresine dağılımında etkili olduğu bulunmuştur.

    •Kalori ve yağ içeriği yüksek olan fast-food ürünlerinin bel çevresinde yağlanmaya neden olduğu bulunmuştur.

    Bazı besinler ise metabolizma hızını arttırdığı ve tok tuttukları için daha sık tercih edilebilir. Yapılan çalışmalarda yeşil çayın içinde bulunan kateşinler sayesinde vücutta kalori yıkımının arttığı ve bel çevresindeki yağların azaldığı; yaban mersini tüketen bireylerin bel bölgesinin daha az yağlı olduğu bulunmuştur.

    Alınan kalorinin azaltılması ve egzersiz yapılmasının bel çevresini inceltmekte en iyi yol olduğu unutulmamalıdır. Yapılan birçok araştırma; meyve, sebze, tam tahıl, düşük yağlı süt ürünleri, kurubaklagil, yağlı tohumlar, yağsız et, balık, yumurta ile tüm besin öğelerini karşılayan dengeli bir diyet ve haftada 3-4 gün yapılan egzersiz ile bel çevresinin azaltılabileceğini ortaya çıkartmıştır.

    Bel bölgesini incelten 7 besin

    Yoğurt, ananas, badem, yeşil çay, hindi eti,kabak ve ıspanak özellikle karın bölgesinde incelme yapar. Bu besinleri özellikle beslenmelerine sık sık eklemeliler.

    Kalça bölgesi yağlanması için

    Protein ağırlıklı beslenme planı uygulanmalı ama yine yeterli ve dengeli beslenilmelidir. Günde en az 120 gram tavuk veya balık veya yağsız kırmızı et tüketilmelidir. Kalça bölgesi için özellikle spora ağırlık verilmelidir.Haftada 5 kez 40 dakikalık yürüyüşler kalça bölgesinde gözle görülür incelme sağlayacaktır.

    Dyt. Ayşe Tuğba Şengel
    Cebinizdeki Uzman, Diyetisyen