Blog

  • Kızartma kokusunu yok etmenin yolu

    Kızartma kokusunu yok etmenin yolu

    Tavadaki yağ ile buluşup cızır cızır pişen kızartmaların tadına doyamadığımız doğrudur. Ama ne yazık ki bu misler gibi kızartmalar bize her yere sinen kokular olarak geri dönüyor ne yazık ki.

    Bir akşam balık kızarttık diye günlerce balık kokusuevden çıkmayabiliyor. Ne mutfağı havalandırmak ne de aspiratörü açmak işe arıyor.

    Artık evinizi saran kızartma kokusunu çıkarmak, bu pratik bilgiler sayesinde çok kolay.

    – Kızartma yaptıktan sonra bir türlü gitmeyen kokuyu tavada toz vanilya kavurarak yok edin

    Bir paket toz vanilyayı, yağ koymadığınız boş tavada kavurmaya başlayın. Etrafa mis gibi vanilya kokusu yayılır, kızartma kokusundan eser kalmaz.

    – Kızartmaların her yere sinen kokusundan kurtulmak için sirkeli ve limonlu su kaynatın

    Kızarttığınız yemeğin balık ya da patlıcan olması fark etmeksizin, eve kızartma kokusunun sinmesini önlemek için ağzı geniş bir tencerede 1 bardak su, yarım çay bardağı sirke ve yarım limon suyu ekleyip kaynatabilirsiniz.

    – Kızartma sırasında kokunun oluşmasını önlemek için kızartma yaptığınız tavaya maydanoz koyun

    Her ne kızartıyor olursanız olun, tavadaki yağın içine bir parça maydanoz koyarak kokuların tüm eve yayılmasının önüne geçebilirsiniz.

    – Evde maydanoz yoksa kızartma tavasına yeşil elma dilimleri koyarak kokuları engelleyin

    Maydanoz kadar bilinen bir yöntem olmasa da yeşil elma dilimleri de kızartma yağının içine konulduğu takdirde kızartmanın kokusunun dört bir yana yayılmasını engeller.

    Kızartma işlemi bitene kadar tavadaki yeşil elma dilimini değiştirerek kullanmaya özen gösterin. Çünkü elma dilimi yanarsa yine kötü kokular oluşacaktır.

    – Kaynamış su, limon ve kabuk tarçından yararlanarak kızartma kokularını yok edin

    Yaklaşık 2 bardak suyu tencerede kaynatıp altını kapadıktan sonra, içine 1 limon ve 1-2 adet kabuk (çubuk) tarçın koyun ve bu karışımı tencerenin ağzı açık şekilde bekletin. Kızartma kokularının yok olduğunu göreceksiniz.

    – Kızartma kokularıyla mum yakarak başa çıkın

    Kolaydan da kolay bir yöntem arıyorsanız kızartma yaparken ocağınızın hemen yanında birkaç tane mum yakın. Mumlar kokuların yok olmasına yardımcı olur. Kızartma işlemi bittikten ve siz yemeğinizi yemeye başladıktan sonra da mumlar yanmaya devam etsin.

    – Kızartma yaptığınız tavaya defne yaprağı koyarak daha az koku çıkmasını sağlayın

    Kızartma yaptığınız yağın içine defne yaprağı koymak sadece kızartma kokusunun daha az olmasını sağlamaz, aynı zamanda kızartmalarınız da defne yaprağından biraz aroma alarak daha lezzetli olur.

    – Ocakta limon kabuğu yakarak mutfaktaki kızartma kokusunu bastırın

    Limon kabuğunun hoş kokusunun ocakta yanarak tüm mutfağa yayılmasını sağlayın ve böylece kızartma kokularının bastırılmasını sağlayın. Aynı işlemi portakal kabuklarıyla da yapabilirsiniz.

    – Bildiğimiz siyah kuru çayı tavada kavurarak kızartma kokularından kurtulun

    Neredeyse her evde olduğundan emin olduğumuz siyah çayın kuru halini alın ve mümkünse teflon bir tavaya koyup bir süre kavurun. Duman çıkmaya başladıktan 10 saniye sonra ocağın altını kapatın.

    – Biliyorsunuz ama söylemeden geçmeyelim bonusu: Kızartma yaptığınız tavayı hemen yıkayın

    Kızartma kokusunun dört bir yana sinmemesi için elbette kızartma yaptığınız tavayı hemen yıkamanız gerekiyor. Çünkü tava ne kadar uzun süre beklerse o kadar koku yayıyor.

  • Botoks hangi kırışıklıklar için uygulanır?

    Botoks hangi kırışıklıklar için uygulanır?

    Çok kuvvetli bir toksin olan bu madde tıpta sadece estetik amaçlı değil göz hastalıkları, nöroloji, üroloji, genel cerrahi, ortopedi ve fizik tedavide de yaygın olarak kullanılıyor.

    Akşam’dan Prof. Dr. Reha Yavuzer’in yazısı…

    Bu hafta tüm detayları ile botoks dosyasını açalım istedik. Nedir bu botoks, kadınların daha genç ve güzel kalma iksiri mi yoksa korkulduğu gibi yılandan elde edilen bir zehir mi? Halk arasında ticari ismi Botox olarak bilinen botulinum toksin, clostridiumbotulinum denilen bir bakterinin toksini. Çok kuvvetli bir toksin olan bu madde tıpta sadece estetik amaçlı değil göz hastalıkları, nöroloji, üroloji, genel cerrahi, ortopedi ve fizik tedavide de yaygın olarak kullanılıyor. Bu uygulama sadece kırışıklıkların düzeltilmesi için değil aynı zamanda terleme sorunu ve migren tedavisinde de kullanılıyor. Şaşılık ve spastisite tedavilerinde çok küçük yaşlarda bile güvenle kullanılıyor. Tıbbi amaçlı kullanımında bir alt yaş sınırı yok. Peki estetik de durum ne?

    Botoks hangi kırışıklıklar için uygulanır?

    Botoks yerleşmemiş, derinleşmemiş kırışıklıklar için idealdir. Kozmetik amaçlarla kullanılan botoksun yüzdeki dinamik kırışıklıkları azaltma ve oluşumunu geciktirme etkisi vardır. Ameliyatsız, basit bir yöntemle kırışıklıkları gözle görülür şekilde azaltan botoksun en çok etkili olduğu yerler iki kaş arasındaki dik çizgiler, alındaki yatay çizgiler ve göz kenarlarında bulunan kaz ayağı çizgileridir. Bu bölgelerdeki kırışıklıkları büyük oranda gidererek, daha enerjik ve parlak bakışlar sağlar; yüzün ifadesini dahacanlı ve genç birşekilde değiştirir.

    Botoksa hangi hangi yaşta başlamalı?

    Kırışıklıklar çok derinleşip oluk halini aldığı zaman artık dolgu maddeleri de eklemek gerekir. Bu yüzden kırışıklıklar çok derinleşmeden botoksa başlamak doğrudur. Her kişi mimik kaslarının kuvvetine hareketlerine göre değerlendirilmeli. Yirmili yaşların sonuna doğru çoğu kişide yavaş yavaş mimik kırışıklıkları kendini göstermeyebaşlar. Otuzlu yaşların başından itibaren de artık yılda birkaç kez botoksla tanışmak ileriki yıllarda çok daha iyi gözükmek için en önemli yol arkadaşımız.

    Botoks ile mimiksiz mi kalacağım?

    Tabii ki hayır. Her şeyin olduğu gibi güzel ve genç olma isteğinin de fazlası zarar, ben hep yemek yaparken tuz koymaya benzetiyorum, tam kıvamında olmalı, ne az, ne çok. Botoksda amaç sizi mimiksiz, kızınca kızgınlığı, gülünce güldüğü belli olmayan biri yapmak değil, kendi yaşını dinlenmiş ve mutlu gösteren biri yapmaktır. Doğru uygulandığı takdirde botoks yüzün ifadesini daha genç, enerjik ve dinlenmiş olarak değiştirir. Kırışıklıkların azalmasıyla daha genç ve dinamik bir görünüme kavuşursunuz; aynı zamanda endişe çizgilerinin de yok olmasıyla daha rahat ve sakin bir kişi görünümü elde edersiniz. Kötü örnekler yok mu var, bu yüzden de nerede, kim tarafından yapıldığı çok önemli. Tıbbi estetik işlemler mutlaka konusunda deneyimli bir Plastik Cerrah veya Dermatolog tarafından yapılmalı. Maalesef birçok alanda yerleşen marka ve tüketici bilinci estetik işlemlerde yok, hasta olarak kimse yapılan ilacın ya da malzemenin markasını sorgulamıyor. Ortaya çıkan negatif sonuçlarınçoğu, uygulayıcının tekniği kadar kullanılan üründen de kaynaklanabiliyor.

    GEÇİCİ ETKİYE SAHİP

    Son yüzyılın estetikte hiç tartışmasız en önemli gelişimi olan botoks geçici bir etkiye sahip. Yaklaşık 4-5 ayda bir tekrar gerektiren bu uygulamazarar vermeksizin, doğal görüntünüzü bozmadan, gençlik ve güzelliğinizikorur; yılların yüzünüzde bıraktığı bir takım istenmeyen izleri silikleştirir.

    (Prof. Dr. Reha Yavuzer / AKŞAM)

  • Fazla kilolarından yakınanlar dikkat!.

    Fazla kilolarından yakınanlar dikkat!.

    Acıbadem Eskişehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Yeşim Özcan, diyet yapanların 4 yanlış yüzünden kilo veremediğini söyledi.

    Takvim’de yer alan habere göre az yemek, uzun süre aç kalmak, öğün atlamak ve bazı besinlerin tüketimini tamamen kesmenin diyette yapılan en büyük yanlışlar olduğunu belirten Yeşim Özcan, şöyle konuştu:

    EKMEĞİ KESMEYİN

    “Güne erken başlayarak önce metabolizmanın uyandırılması gerekir. Mutlaka kahvaltı yapılmalı. Her gün zeytin, peynir, yumurtadan oluşan bir kahvaltı yerine kahvaltılık gevrek ve süt yeterli olabilir. Diyette kesinlikle aç kalınmamalı. Bu durum metabolizma hızını düşürür. Ara öğünleri atlamayın. Günde 3 ana, 3 ara olmak üzere 6 öğün yemek yiyin. Böylece kan şekeri de dengede kalır, ani acıkmaların önüne geçilir. Ara öğünlerde 3 kuru kayısı ile 2 ceviz, 1 bardak light süt ile 2 galeta, 1 dilim tam buğday ekmek ile 1 dilim az yağlı peynir, 1 dilim light kaşar ve kepekli tost, 1 kutu light meyveli yoğurt ile 5 fındık alabilirsiniz. Ekmek de tam kesilmemeli. Çünkü kilo verilmesine yardımcıdır. Ancak beyaz ekmek yerine tam buğday, çavdar, tahıllı veya yulaflı ekmek yemek gerek.”

  • Erkeklerle Rahat Konuşmanın Yolları!

    Erkeklerle Rahat Konuşmanın Yolları!

    Erkeklerle sohbet ederken kendini rahat hissetmiyor musun? İşte sizlere erkeklerle rahat konuşmanın yollarını açıklayacağız

    Erkelerle muhabbet etmek çoğu kişinin beceremediği konudur. Konuşurken ne konuşacağınızı unutuyorsanız ve takılıp kalıyorsanız bir sıkıntı var demektir.

    Bayan arkadaşlarınla akıcı bir şekilde konuşurken erkeklerle konuşurken rahat olamıyorsanız bu tüyolar sizi rahatlatacak.

    İşte sizi erkeklerle konuşurken rahat ettirecek tüyolar:

    NET OLUN

    Sohbet etmek istediğin kişi hakkında öncelikle net olmalısın. Onuna hangi anlamda ne konuşacaksın belirlemelisin. Karşındaki erkeği ne olarak görüyorsun bunun farkında olmalısın. Karşındaki kişi sıradan bir arkadaşın mı yoksa senin için özel biri mi bu ayrıntıyı belirlediğinde net olacaksın.

    HAKKINDA BİLGİ SAHİBİ OL

    Sohbet etmek istediğin kişi hakkında konuşmakta zorlanmamak için onun hakkında bilgi sahibi olmalısın. Bu konuda sohbet etmek istediğin kişinin arkadaşlarından bilgi almalısın size faydası olacaktır. Örneğin kalabalık bir ortamda sohbet ve tanışma faslını iyi bir şekilde yönlendirmek istiyorsan ona bir soru sormalısın. Tabii soruyu sormak için önce onunla ilgili bilgiye ihtiyacın olacak. Sohbet edeceğin kişinin erkek olmasından önce insan olduğunu unutmazsan her şey daha rahat gelişir.

    erkeklerle-kolay-sohbet-etme-yollari-1

    ORTAK NOKTALARA ODAKLAN

    Yeni tanıştığınız ya da konuşmak istediğiniz biriyle sohbeti yürütmek kolay değildir. Bunun için sohbet sırasında ortak noktalarınıza değinin empati kurmayı deneyin. Öncelikle ona ilgi alanlarını, sevdiği müziği ,okuduğu kitapları ve gezdiği yerleri sorabilirsin. Bu noktalara değinde emin ol ortak bir sohbet ortamınız gelişecektir.

    SORU YAĞMURUNA TUTMA

    Konuşmak istediğin kişiyle yapmaktan kaçınman gereken şeylerden biri karşındakini soru yağmuruna tutmaktır.  İlk kez yapacağın sohbetlerde mutlaka bundan kaçınmalısın. Öncelikle soru sorup dinlemeyi bilmelisin sonra sohbetin akışına göre tekrar sorabilirsin ama art arda olmamalı bu. Aksi taktirde karşınızdaki kişiye sorgulayıcı bir kişi olarak gözükeceksiniz.

    erkeklerle-kolay-sohbet-etme-yollari-2

    ISRARCI OLMAYIN

    Sohbet edeceğiniz kişi bir erkekse mümkünse ısrarcı olmayın. Israrcılık sohbetinizi olumsuz etkileyecektir. İlişkilerde de en büyük sorunlardan biridir bu.  İlk sohbetten sonra geri çekilmeniz gerekiyor arayıp sürekli iletişim halinde olmak korkutucu olabilir. Bu nedenle ısrarcı olmayı bırakın ve gizem uyandırmanın keyfine bakın.

     

  • Pürüzsüz bacak maskesi tarifi

    Pürüzsüz bacak maskesi tarifi

    Çağla Şıkel selülit problemi yaşamamasını ve pürüzsüz bacaklara sahip olmasını uyguladığı tamamen doğal olan bir karışıma bağlıyor. İşte Çağla Şikel’in güzellik sırları arasında bahsedilen bakım formülü ve uygulanışı;

    Gerekli Malzemeler:

    – Biberiye yağı (10 damla)

    – Kekik yağı (5 damla)

    – Potakal Yağı (5 damla)

    Hazırlanışı ve Uygulanışı:

    10 damla biberiye yağı, 5 damla kekik yağı ve 5 damla portakal yağını masaj yoluyla bacaklarınıza uygulayın. Ve ardından streç filmle sarın. 3-4 saat bekleyin ve ılık duş alarak bakımı sonlandırın. Ve bol su içmeyi unutmayın.

    ÇAĞLA ŞIKEL’İN DİĞER GÜZELLİK SIRLARI

    puruzsuz_bacak_maskesi_tarifi

    –  Şeker kullanmıyor.

    –  Tuzu sadece yemek pişmeden önce yemeğe attığı kadarıyla kullanıyor, sonradan eklemiyor.

    –  Yemek yemeyi ihmal etmiyor, öğünlerine dikkat ediyor.

    –  Cildine çok önem veriyor. Sabah kalkar kalkmaz temizeme jelleriyle yıkayıp, tonikleyip ardından da C vitamini serumunu sürüp, cildini nemlendiriyor.

    –  Bol su içiyor.

    –  Düzenli spor yapıyor.

     

    Kaynak: posta.com.tr

  • Pirinç patlağında sağlığı tetikleyen 3 madde!

    Pirinç patlağında sağlığı tetikleyen 3 madde!

    Çoğumuzun çok sevdiği pirinç patlağında sağlığa zararlı 3 önemli madde bulundu

    Yurt dışında yapılan araştırmalara göre atıştırmalık olarak tercih ettiğimiz pirinç patlaklarının sağlığa zararlı olduğu ortaya çıktı. Meğer bu atıştırmalık o kadar da masum değilmiş.

    Diyet yapanların vazgeçilmezi olan pirinç patlağını bu açıklamadan sonra yememenizi öneririz.

    Yapılan kontrollerden sonra pirinç patlağında sağlığa zararlı bir takım bulgular çıkmış olup kanseri ve böbrek rahatsızlıklarını tetiklediği açıklandı. İçinde barındırdığı Arsenik, Akrilamid ve Kadmiyum maddeleri kemik hastalıklarına kadar ciddi sağlık sorunlarının yaşanmasına neden oluyor.

    Özellikle aşırı dozda kullanılan Akrilamid maddesi kanser hastalığına davetiye çıkarıyor. Bu maddenin birçok gıda da yer aldığı uzmanlar tarafından belirtildi.

    qcvcn_1476274189_5574

    Ancak evde kendiniz pirinç patlağı yapabilirsiniz. İşte sizlere hem kolay hem de sağlıklı pirinç patlağı yapımını göstereceğiz. Eğer bu tarife uyarsanız evde keyifle ve istediğiniz kadar pirinç patlağı yapabilirsiniz. Pirinç patlatmanın genel olarak 3 yolu vardır ama sadece ikisini evde deneyebilirsiniz. İşte en basit haliyle evde pirinç patlatma.

    Pirinçler mısır gibi kızgın yağa koyup öyle çatur çutur patlayıp etrafa dağılmaz.  Pirinçler attığınız kızgın yağın içinde 3-4 saniye içinde patlar ve ses çıkarmaz. Sadece nasıl patladığını görürsünüz. İlk denemede başarılı olmak ve nasıl etki ettiğini görmek için az biraz deneyin sonra istediğiniz kadar pirinç patlatmayı deneyin. Evde pirinç patlağı yapmak için bakalım neler gerekliymiş:

    -1 çay bardağı pilavlık pirinç

    -1 su bardağı su

    -Kızartma yağı ve

    -Metal un eleği

    Evde pirinç patlağı nasıl yapılır:

    1 çay bardağı pirinci öncelikle yarım saat kadar ıslatın ve bekletin.  Nişastası arınana kadar yıkayın ve sonrasında süzün. 1 su bardağı kaynayan suya süzdüğünüz pirinçleri ekleyin. Tencere kaynamaya başlayınca ocağın altını kısın ve kapağı tam kapatmayın aralayın. Normal pilav yapar gibi pişene kadar pilavlar ocakta kalsın. Daha sonra yarım saat kadar pirinçleri dinlendirin.

    Dinlenen pirinçleri fırın kağıdı serilmiş kağıda dökün ve pirinçleri güzelce kurutun.  Kuruyan pirinçleri dumanı çıkana kadar sıcaklıktaki kızgın yağın içine atın ve yağın yüzüne çıkan pirinçleri elek yardımıyla alıp tabağa koyun. Bu işlemi tüm pirinçleriniz patlayana kadar devam edin.

    İşte bu kadar pirinç patlağınızı afiyetle yiyin :)

  • Antibiyotik direnciyle ilgili bilinmesi gereken her şey

    Antibiyotik direnciyle ilgili bilinmesi gereken her şey

    Bakterilerin antibiyotiğe karşı direnç geliştirdiği çağda yaşam korkutucu görünüyor; ama felaketten kaçınmanın yolları da var.

    Bakterilerin antibiyotiğe karşı direnci, bizim antibiyotiği bu kadar yaygın kullanmaya başlamamızdan çok daha eskilere dayanıyor. Günümüz bakterilerinin antibiyotikten korunmak için geliştirdiği genlere, kuzey kutup bölgesindeki donmuş topraklarda 30 bin yıl önce yaşamış bakterilerde de rastlandı.

    O zamanlar bakteriler açısından bu genler pek avantaj teşkil etmiyordu. Ama insanlar en küçük bir hastalık belirtisinde bile antibiyotik kullanmaya başladıktan sonra direnç genleri her bakteri açısından kaçınılmaz hale geldi.

    Antibiyotiğin atası penisilini keşfeden Alexander Fleming bile henüz 1946’da antibiyotiğe direncin yayılması tehlikesine karşı uyarıda bulunmuş, antibiyotik kullanımının yaygınlaşması ve bakterilerin daha iyi savunma sistemi geliştirmesinden söz etmişti.

    Antibiyotik krizi, BBC Future’un Kasım ayında Sidney’de düzenleyeceği Dünyayı Değiştiren Fikirler Zirvesi’nde de tartışılacak.

    Durum ne kadar ciddi?

    Tüberkülozdan örnek verecek olursak, isoniazid ve rifampicin antibiyotikleri sayesinde Mikobakterium tüberküloz adlı bakterinin yol açtığı bu hastalık, zengin batılı ülkelerde artık pek görülmediği gibi diğer ülkelerde de azalmıştı.

    Fakat şimdi yeniden yaygınlaşıyor. Üstelik Hindistan, Çin, Rusya ve Papua Yeni Gine’de rastlanan bu yeni tüberküloz vakaları bu antibiyotiklere karşı dirençli.

    Birden fazla ilaca karşı dirençli tüberküloza ‘kanatlı Ebola’ adı veriliyor. Öksürük ve hapşırma yoluyla kolayca bulaşan bu hastalıktan kurtulma şansı en iyi tıbbi bakımla bile yüzde 50 düzeyinde.

    Ama bu, antibiyotik direnci sorununun sadece küçük bir kısmı. ABD’de her yıl en az iki milyon kişi antibiyotiğe karşı dirençli bakteriyel enfeksiyona yakalanıyor ve bunların 20 bini hayatını kaybediyor.

    Kalın bağırsakta enfeksiyona neden olan koli basili ile kan zehirlenmesine yol açan ve ölümcül olabilen psödomonas aeruginosa bakterilerine hastanelerde sık rastlanıyor. Bunlar antibiyotik savunma sisteminin son kalesi olarak yorumlanan karbapenemlere karşı dirençli bakteriler.

    Ayrıca cinsel yolla bulaşan frengi, belsoğukluğu ve klamidya gibi hastalıklara da bakteriler yol açıyor. Günümüzde antibiyotik direnci nedeniyle belsoğukluğu tedavisinde zorluklarla karşılaşılıyor.

    Yeni antibiyotik bulunamaz mı?

    Ne yazık ki bu o kadar kolay değil. Büyük ilaç şirketleri kanser ve kalp hastalıkları gibi daha kârlı alanlara yatırım yaptığı için ‘antibiyotik musluğu’ bir süredir kurumakla yüz yüze. Antibiyotik tedavisi 1000 dolara mal oluyorsa kanser kemoterapisi on binlerce dolar tutuyor, ya da kolesterol düşürücü ilaçları uzun süre kullanmak gerekiyor.

    Amerikan Bulaşıcı Hastalıklar Derneği’ne göre, bugün kullanılan tüm antibiyotikler 1984’ten önce bulunmuş antibiyotiklerin bir türevi. Antibiyotikler ayrıca ilaç şirketleri için bilimsel, yasal ve ekonomik zorluklar demek. Bu nedenle bu alandan çekiliyorlar.

    Çözüm ne?

    Yapılacak en önemli şey, zaruri olanlar dışında antibiyotik kullanımına son vermek. Bu ilaçlarla ilgili yerleşmiş anlayış ve uygulamaları yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Örneğin kulak ya da idrar yolları eknfeksiyonu için ille de antibiyotik kullanmak gerekmeyebilir; hatta antibiyotik kullandıktan sonra kendinizi iyi hissetseniz bile ilaç bitene kadar kullanma tavsiyesinin bile ne kadar geçerli olduğuna bakmak gerekiyor.

    Üstelik alışkanlıklarını değiştirmesi gerekenler sadece doktorlar da değil. Hastaların da her aksırık ve tıksırık için antibiyotiğin çare olmadığını anlaması gerekiyor. Genellikle üst solunum yolu hastalıklarına virüsler neden olur ve bu durumda antibiyotik kullanılmaz; çünkü antibiyotik sadece bakterileri öldürür.

    Tarım ve hayvancılık alanında da antibiyotik kullanımına son verilmesi ya da en azından azaltılması çağrıları yapılıyor. Dünya Sağlık Örgütü, hayvanlarda enfeksiyon riskine karşı hemen antibiyotiğe baş vurulmaması, aşı, hijyen ve biyogüvenlik gibi alternatiflerin geliştirilmesi tavsiyesinde bulunuyor.

    Daha radikal çözüm var mı?

    Bakteriyofaj ya da ‘bakteri yiyen’ virüsler alternatif çözüm olabilir. Bu virüsler aslında bakterileri yemiyor, onu yuva olarak kullanıp çoğalarak başka bakterilere yayılıyor.

    Bakteriyofajlar 1915’te keşfedildi ve 2. Dünya Savaşı’nda kangren tedavisinde kullanıldı. Bugün de antibiyotik krizine çözüm amacıyla yeniden inceleniyorlar.

    Yeni antibiyotik keşfetme amacından da vazgeçmiş değiliz. Ama bu antibiyotiklerin üzerinde de Demokles’in Kılıcı sallanıyor olacak. Bakteriler bir gün bunlara karşı da direnç geliştirecek. Bunu asla kazanamayacağımız bir silahlanma yarışı olarak görebiliriz. Umuyoruz ki bu yarışın kaybedeni de olmayız.

    • Bu makalenin İngilizce aslını BBC Future sayfasında okuyabilirsiniz.

    Kaynak: bbc.com/turkce

  • Çocuklarda büyüme geriliğine dikkat

    Çocuklarda büyüme geriliğine dikkat

    Büyüme geriliği, çocuğun boyunun, toplumdaki yaşıtlarına ve hemcinslerine göre kısa olması veya büyüme hızının yavaş olması şeklinde tanımlanıyor. Çocuğun boyunun toplum ortalamasının iki standart sapma altında olması, çocukta boy kısalığı olduğuna işaret ediyor. Olası bir büyüme geriliği sorununu zamanında teşhis edebilmek için çocuk hekimi veya aile hekimi muayenelerinde çocuğun boy ve ağırlık artışının izlenmesi gerektiğini vurgulayan Uludağ Üniversitesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Tarım, büyüme geriliği konusunda önemli bilgiler verdi.

    Uludağ Üniversitesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Tarım, büyüme geriliğine neden olan etkenler hakkında şunları söyledi: “Büyümeyi etkileyen faktörler genetik veya çevresel olabilir. Bütün bu faktörlerin birleşik etkisi büyüme hızını ve nihai boyu etkiler. Genetik boy kısalığının nedeni kısa boylu ebeveynler olabileceği gibi Turner sendromu, Down sendromu gibi kromozom hastalıkları da olabilir. Çevresel faktörlere bağlı boy kısalığının en önemli nedeni ise beslenme yetersizliğidir. Bu durum sosyoekonomik nedenlere bağlı olabileceği gibi beslenmeyi olumsuz etkileyen sistemik hastalıklara da bağlı olabilir. Son olarak, bütün organların kronik hastalıkları büyüme geriliğine neden olabilir. Hatta bazen önemli sağlık sorunlarının ilk bulgusu büyüme geriliği olabilir. Ayrıca düşük doğum ağırlığı, doğuştan kemik hastalıkları, metabolik hastalıklar, karaciğer, böbrek, kalp, akciğer, kemik ve barsakların kronik hastalıkları, kronik enfeksiyonlar, iyi kontrol edilmeyen diyabet, bazı ilaçların uzun süreli ve yüksek dozda kullanımı (kortizol gibi), tiroid hormonu, büyüme hormonu ve cinsiyet hormonlarının yetersizliği büyüme geriliğine neden olabilir.”

    cocuklarda_buyume_geriligi

    Çocukların boy ve ağırlık artışı düzenli olarak izlenmeli

    Olası bir büyüme geriliği sorununu zamanında teşhis edebilmek için çocuk hekimi veya aile hekimi muayenelerinde çocuğun boy ve ağırlık artışının izlenmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Ömer Tarım şöyle devam etti: “Aileler hekime çocuğun büyümesinin normal olup olmadığını sormalıdır. Büyüme geriliği bazen küçük kardeşin boyunun büyük kardeşi geçmesiyle fark edilebilir. Bu kadar gecikmemek için bazı kolay rakamlar yol gösterici olabilir. Normal bir çocuğun boyu doğumda 50 + 2 cm’dir ve ortalama 1 yaşında 75 cm’ye ulaşır. Bundan sonra senelik büyüme hızı ikinci yılda 12,5, üçüncü yılda 10, dördüncü yılda 7,5 ve erken okul yaşında her yıl 5 cm kadardır. Aileler ve hekimler büyüme hızında görülebilecek yavaşlamalara dikkat etmelidir. Ayrıca çocukların aynı giysileri bir yıldan daha uzun süre giyebilmesi de ailelere ipucu verebilir.”

    Kızların boyu adet döneminden sonra da uzar

    Çocuklardaki uzama hızının ergenlik döneminde kızlarda yılda 8-10 cm’ye, erkeklerde 10-12 cm’ye ulaştığını belirten Prof. Dr. Ömer Tarım, kızlardaki büyümenin, yaygın kanının aksine adet dönemiyle birlikte durmadığını vurguladı. “Büyüme süreci epifiz hatlarının kapanması ile sona erer. Epifizlerin kapanması ergenliğin temposu ve evresine bağlıdır ve kemik yaşı 15 oluncaya kadar devam eder. Kemik yaşı, her zaman takvim yaşı ile aynı değildir.    Kızlarda yılda ortalama 8-10 cm, erkeklerde 10-12 cm uzama normaldir ve bu hızlı büyüme süreci 1 veya 2 yıl sürebilir. Epifiz hatları açık olduğu sürece büyüme devam edebilir. Ancak adet gören bir genç kız, hızlı büyüme dönemini tamamlamıştır ve adet gördükten sonra, eğer epifizler açıksa, ancak 6-8 cm kadar uzayabilir. 

    En önemli belirti büyüme hızının yavaşlamasıdır

    Uludağ Üniversitesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Tarım, büyüme geriliği olan çocuklarda görülebilecek belirtileri şöyle özetledi: “Büyüme hormonu eksik olan çocuklar genellikle yaşından daha genç görülür. Yüz görünümü bebeksidir. Bu nedenle aileler çocuğun çok zeki olduğunu düşünebilir. Aslında zekası yaşına uygun, ama görüntüsüne göre öndedir. Sesi ince olabilir. Vücudun orta hattındaki kusurlar uyarıcı olabilir. Örneğin, gözlerin birbirine yakın veya uzak olması, yarık damak-dudak, erkek çocukta penisin küçük olması şüphe uyandırabilir. Eğer asıl sorun beyinle ilgili bir hastalıksa şiddetli baş ağrısı, şiddetli kusma ve sinir sistemi ile ilgili belirti ve bulgular görülebilir. En önemli uyarıcı belirti büyüme hızının yavaşlamasıdır ve yukarıdaki belirti ve bulguların hiçbiri olmayabilir. Büyüme geriliği ne kadar erken fark edilirse tedavi şansı o kadar yüksektir. Çünkü zamanla uzun kemiklerimizde yer alan ve epifiz denen büyüme hatlarının kapanması ile boy uzaması durur.”

     Hormon bozukluğuna bağlı ergenlik gecikmesi kalıcı boy kısalığına neden olabilir

    Her ergenlik gecikmesinin olumsuz sonuçları olmadığının altını çizen Prof. Dr. Ömer Tarım şunları söyledi: “Ergenlik gecikmesi, genellikle kemik yaşının da geri olduğu bir durumdur ve nihai boy açısından avantaj olabilir. Bu tarz ergenlik gecikmeleri ailesel olabilir ve yapısal büyüme geriliği olarak bilinir. Ancak ergenlik gecikmesi beyinde yer alan hipotalamus ve hipofiz bezindeki bir soruna bağlı ise, bu gecikme büyüme hormonu ve tiroid hormonlarının da eksikliğine neden olur ve eğer tedavi edilmezse, kalıcı boy kısalığına yol açabilir.” Büyüme hormonu eksikliğinin nedeninin genellikle bilinmediğini belirten Prof. Dr. Ömer Tarım şöyle devam etti: “Büyüme hormonu eksikliği bazen ailesel olabilir. Bazen de kafa travmasından sonra beyinde bulunan hipofiz veya hipotalamus bezinin zedelenmesine bağlı olabilir. Ayrıca kortizol tedavisi de büyüme hormonu salgılanmasını baskılayabilir. Büyüme hormonu sevgisiz ortamlarda yaşayan çocuklarda psikolojik nedenlerle de baskılanabilir. Çok nadiren beyin tümörlerinde de büyüme hormonu ve hipofizden salgılanan diğer hormonlarda yetersizlik olabilir.”

    Sağlıklı büyüme için sağlıklı beslenme ve spor şart

    Prof. Dr. Ömer Tarım, sağlıklı büyüme için dengeli beslenme ve sporun şart olduğunu belirtti. “Sağlıklı beslenme, bütün besin öğelerini içeren dengeli beslenmedir. Ana besin öğeleri olan protein, karbohidrat ve yağ yanında yeterli mineral ve vitamin içeriği de önemlidir. Yeterli enerji alımının sağlanması için ara öğünlerle desteklemek yararlı olabilir. Tabi aşırı enerji alımının obeziteye neden olabileceği de hatırlanmalı ve obeziteden kaçınılmalıdır. Özellikle ayaküstü yenen gıdalar gerekli besin öğelerinden çok enerji içeriği yüksek olduğu için obeziteye neden olabilir. Çocukların sağlıklı büyümeleri için öncelikle sağlıklı beslenmeleri ve spor yapmaları gerekir. Özellikle zıplama gerektiren sporların büyümeyi hızlandırdığı bilinmektedir. Yüzme de kasların kemiklere yaptığı bası ile büyümeyi olumlu yönde etkileyebilir. Büyümek için düzenli ve yeterli uykunun önemi yadsınamaz. Son olarak, tabi genel sağlığın korunması ve eğer varsa kronik hastalıkların iyi kontrol ve tedavi altında olması gerekir.”

  • Saç kırılmasına neden olan hatalar

    Saç kırılmasına neden olan hatalar

    Pek çok kadın saçlarını șekillendirirken saç köpüğü, saç spreyi gibi ürünlerin kullanımından vazgeçmemektedirler. Yine saçları boyatmak, perma ve röfle gibi ișlemler yaptırmak her kadının bașvurduğu saç güzelleștirme yöntemlerindendir. Ancak yapılan tüm bu ișlemlerin sıklığı ve kullanılan saç șekillendirici ürünlerin içerikleri saçların yıpranmasına ve saçlarda kırıkların olușmasına neden oluyor

    SAÇ KIRIKLARI NEDEN OLUŞUR?

    Saç kırılma nedenleri her kadın tarafından merak edilir ve oldukça fazla madde içerir. Saçlarda güzelleșme amacı ile uygulanan boyama, röfle, perma vb. kimyasal ișlemler çok fazla tekrarlanmaları, saçlarda düzleștirici ve kurutucuların çok sık kullanımı, saçların sürekli olarak aynı yöne doğru ve sıkıca toplanması, içeriği uygun olmayan bazı ürünlerin saçlarda kullanılması gibi birçok durum saçların kurumasına ve yıpranmasına sebep olmaktadır.

    Bu lastikler yerine saç tokalarının tercih edilmesi gerekmektedir. Ayrıca kırıkların önüne geçebilmek için saçların așırı sıcaklara maruz kalmaması saplanmalıdır. Özellikle kıvırcık ve kuru saçlı olan kadınların bu uygulamalara daha dikkatli yaklașmaları gerekmektedir. Çünkü bu tip saçlar daha kolay yıpranmakta ve kırılmaktadır.

    KIRIKLARI ÖNLEMEK İÇİN NE YAPMALIYIZ? SAÇLARI KESTİRMEK ÇÖZÜM OLUR MU?

    Saçlarında kırıklar olușan kadınların çoğu, saçlarını bir miktar kestirerek sorunu çözmeye çalıșmaktadır.

    Aslında bu bir sorun çözme yöntemi değildir. Saçları kestirmek sadece anlık olarak görüntünün düzelmesine yardımcı olur. Ancak saçlardaki yıpranma devam ettiğinden kısa bir süre sonra tekrar kırılmalar görülecektir.

    Kırılmaların önüne geçmek için yapılacak birkaç ișlem bulunmaktadır. Örneğin, saçların kuruyken değil nemli haldeyken taranması gerekmektedir.

    Kullanılan tarağın geniș dișli olması daha uygun olacaktır. Hep aynı modelde, aynı yöne doğru taramaktan kaçınılmalıdır. İyi araștırarak saçları besleyen, içerdiği maddeler açısından saça dayanıklılık sağlayacak ürünlerin kullanılması gerekmektedir. Jöle ve sprey gibi malzemelerden olabildiğinde kaçınılmalıdır.

     

    Kaynak: posta.com.tr

  • Nişanlandıkdan sonraki dönem…!

    Nişanlandıkdan sonraki dönem…!

    Evlendikten sonra “keşke böyle olmasaydı” dememek için nişanlılık dönemi çok iyi değerlendirilmeli, eşler birbirini gerçek manada tanımalı, telafisi imkansız durumların ortaya çıkması daha işin başında engellenmelidir.
    Genç kız telefonda nişanlısına sinirlendi:
    “Neden dediklerime kulak asmıyorsun? Ben filan gelinliği istiyorum. Filan eşyaları ve kuyumcuda gördüğümüz seti almak istiyorum. Sen beni sevsen dediklerimi yaparsın. Beni sevmiyorsun ki?”
    Delikanlı sakin olmaya çalışarak cevap verdi:
    “Sevgiyle bu konunun ne alakası var. Benim maddi gücüm dediklerini yapmaya yetmiyor.”
    “Alakası var. Sevsen ne eder ne eder dediklerimi yaparsın. Annene babana söyle, onlar yardım etsinler.”
    “Onların durumlarını da biliyorsun. İmkanları yok.”
    “Ben anlamam!”
    Delikanlıda sinir kat sayısı hızla arttı:
    “Sen laftan anlamıyor musun? Beni eşya için mi seviyorsun? İsteklerin yerine gelmeyince hep böyle mi yapacaksın? Seni tanıyamıyorum. Her geçen gün karşıma yeni bir problem getiriyorsun. Problemi çözüyorum. Tamam, bitti derken karşıma bir başka problemle çıkıyorsun.”
    “Sen beni geçimsizlikle mi suçluyorsun?”
    Çat diye telefonu nişanlısının suratına kapattı.
    Konuşmalara şahit olan delikanlının annesi:
    “Evladım, nişanlılık böyle olmaz. Sonradan daha çok üzülmemek için iyi düşün! Bir genç kız nişanlıyken böyle kavga ederse evlenince ne olur?”
    “Hele bir evlenelim. Ben ona dünyanın kaç köşe olduğunu gösteririm.”
    Evlendiler.
    Ne var ki, nişanlıyken yürütemedikleri beraberliklerini evliliklerinde hiç yürütemediler. İkinci yılın sonunda şiddetli geçimsizlikten tek celsede boşandılar.
    Aslında nişanlılık gençlerin birbirilerinin huy, ahlak, davranış, hal ve tavırlarını tanıma devresi olmalıyken; gençler daha çok beraber hoş vakit geçirme, gezme, tozma devresi olarak görüyorlar.
    Nişanlılık zamanlarını birbirlerini tanımak yerine gelinlikti, ev eşyasıydı oydu buyduyla geçiriyorlar. Birbirlerini tanımayı akıllarına bile getiremiyorlar.
    Çünkü genç kız, “Evlenince ben onu muma çevirmesini bilirim,” delikanlı ise “Ben onu hizaya getiririm” diye düşünüyor.
    Evlenip problemler ortaya çıkınca da başlıyorlar:
    “Ben senin ne olduğunu nişanlıyken anlamıştım ama değişirsin sanmıştım.”
    “Keşke nişanlıyken o asabi tavrını gördüğümde nişanı atsaydım!”
    “Aaah Ah! Bu ilişki daha nişanlıyken yürümüyordu. Ama gözüm ondan başkasını görmüyordu ki!”
    “Ne bileydim böyle olacağını, onu kendi yoluma getiririm sanmıştım” vb. keşkeler devam edip gidiyor.
    Nişanlılığın pembe düşleri hataları gizliyor. Küçük yanlışlar hep göz ardı ediliyor. En önemlisi değiştirme planları yapılıyor.
    Oysa kim kimi değiştirebilir? Senelerce elde edilen davranışlar değiştirilebilir mi? Benliklere işlenen huylardan vazgeçilebilir mi? Aileden alınan eğitimin yerini başka bir eğitim alabilir mi?
    Hem sonra bir eş, eşinin annesi-babası ya da eğitimcisi değil ki; onu eğitmeye kalkışsın?
    Evet, evlendikten sonra keşke dememek için yapılması gereken şey ta ilk başta başlamalıdır.
    “Aman canım” deyip geçmeyin
    Genç kız ve delikanlı nişanlanmadan eş adayını ararken önce kendilerini tanımalı ve kendilerine şu soruyu sormalıdır:
    “Ben nasıl birisiyim? Nelerden hoşlanıyorum nelerden hoşlanmıyorum? Huyum ve ahlakım nasıl? Asabi miyim, sakin miyim?”
    Bu sorulara cevap verdikten sonra kendi huy, ahlak, zevk, dini inanç ve kültür anlayışına uygun adayı tercih etmelidir.
    Çünkü bazen de gençler dini konularda ayrı dünyaların insanı oluyorlar. Biri ateist olurken diğerinin alnı secdeden kalkmıyor. Tabii ki, böyle çiftlerin beraberlikleri ne kadar sağlam olur ve ne kadar sürer? Biri namaz kılarken diğerinin kadeh kaldırmasıyla devam eden bir evlilikteki mutluluk tartışılabilir.
    Uzmanlar, dini inançlarda, kültürde, gelenek-görenek ve hatta aynı memleket içindeki aynı yörenin insanı olan gençlerin evliliklerinde daha mutlu olduklarını söylüyorlar.
    Din, dil ve kültür birliği içinde olan ve iki beyinden tek düşüncenin ortaya çıkması mutluluğun adresini gösteriyor.
    Bütün bunları irdeleyerek nişanlanmak ve nişanlıyken ortaya çıkan pürüzlere “aman canım” deyip geçmeyerek üzerinde titizlikle durmak gerekir.
    Çünkü evlilik çocuk oyuncağı değil, hele çocuk olduktan sonra boşanmak hiç kolay değil ve kolay da olmamalıdır.
    Ne yazık ki, bunlar göz ardı ediliyor ve ta baştan yanlış yapılıyor. Genç kızın fiziki cazibesi, erkeğin kariyer veya zenginliği bütün kötü huyları, ahlakları örtebiliyor.
    Esasen bazen bakıyorsunuz ikisi de ayrı ayrı insan olarak mükemmel insanlar fakat birbirleriyle uyuşamıyor ve anlaşamıyorlar. Kapı, altından da olsa ona uymayan anahtar olursa açılmaz. Veya anahtar altından olsa kapıyla uyumlu değilse yine o kapı açılmaz.
    Ayet-i Kerimede “Sizler birbiriniz için elbisesiniz “buyuruluyor. Önemli olan elbisenin altın ya da pırlanta işlemeli olması değil, kişinin vücuduna uygun olması ve kişinin kendisini o elbisenin içinde rahat hissetmesidir. Eğer kişi kendini içinde rahat hissetmiyorsa elbisenin pahalı olması bir mana ifade etmez.
    Bazen gençlerin ruh bedenlerine seçtikleri eş elbiseleri uymuyor. Genç bu elbiseyle bu işin yürümeyeceğini anlıyor ama o zaman da devreye aileler giriyor.
    “Aman kızım, ufak tefek hatalara bakma, bundan daha iyi koca mı bulacaksın! Hem sonra nişanı atan kıza iyi gözle bakılmaz. Yastık değiştirilmekle kader değişmez.”
    “Aman oğlum, dünyalar güzeli kız, daha Allah’tan ne istiyorsun! Boş ver basit şeyleri. O evlenince düzelir. Sen onu istediğin gibi yaparsın.”
    Ve böylece aileler, kendilerine görünen yüzü yaldızlı olduğundan gençleri etki altında bırakıyorlar.
    Evet, çok basit şeyler için de nişan atılmamalıdır ama gençler birbirleriyle anlaşamayacaklarını anlarsa, hiçbir konuda uyum içinde değillerse, seneler geçse de bir gün ayrılacakları bir durumdaysalar daha evlenmeden çoluk çocuğa karışmadan ayrılmaları ve kendilerine mutlu olup, anlaşabilecekleri biriyle evlenmeleri daha doğrudur.
    Evlendikten sonra “keşke böyle olmasaydı” dememek için nişanlılık dönemi çok iyi değerlendirilmeli, eşler birbirini gerçek manada tanımalı, telafisi imkansız durumların ortaya çıkması daha işin başında engellenmelidir…
    Gülay Atasoy
    Kaynak : Moral Dünyası