Blog

  • Aşkı öldüren evlilik mi?

    Aşkı öldüren evlilik mi?

    Aşkı öldüren evlilik mi? Sevgi dolu, mutlu bir evlilik için elinizden geleni yapıyorsunuz! Ancak içinde bulunduğunuz zaman ve olaylar, istemeyerek yaşananlar, iş yerinde ki sorunlar, evde ki küçük sorunlar ve tabi ki evliliğin ağır sorumluluğu.. Sizi eşinize karşı beslediğiniz sevgiden uzaklaştıracaktır. Evliliğinizin monotonlaştığını ve artık yıpranma evresine girdiğini görmek ya da hissetmek sizi ve eşinizi üzecek, gereksiz bunalıma ve strese girmenize sebep olacaktır.
    Kadın ya da erkek evlendikten sonra değişiyor mu gerçekten?

    Evlendikten sonra kimse değişmiyor. Şayet akıl hastalığı, kişilik bozukluğu veya madde bağımlılığı yoksa! Değişen beklentiler. Kadınlarda daha çok oluyor bu durum. Sevgiyi benim gibi düşünsün, benim gibi hissetsin beklentisi var.

    Öyle hissetmiyor mu erkekler?

    Erkek flört ya da aşk evresinde daha romantik olsa da, evlilikte mantığı ve gerçekçiliği öne çıkıyor. Flört sırasında erkek, beklentileri yerine getirebilmek için büyük bir çaba sarf ediyor. Sıkıntı da buradan başlıyor. Evlendikten sonra bu tutum tamamıyla değişiyor çünkü. İşi, sosyal yaşamı, her şeyi farklılaşıyor. Evlilikten önce ve sonra diye bakıyor ilişkiye. Oysa bu bakış açısını değiştirmesi lazım erkeklerin. Kadının ruhu beslenmediğinde hırçınlık baş gösteriyor.

    Aşkı öldüren evlilik mi?
    Aşkı öldüren evlilik mi?

    Evlilik De Aşkı Yaşatmak İçin ne yapmalıyız?

    Eşinizin Egosunu İhmal Etmeyin: Her birey iç güdüsel olarak saygı görmek takdir edilmek ister ki bu duygu bebeklik döneminden itibaren vardır. Sizde eşinize değerli olduğunu gösterin ve asla takdir etmekten onu gururlandırmak dan vazgeçmeyin.

    Hayata İlgi Gösterin: Yeni Konular, Yeni Uğraşlar Edinin ve Bunlardan Bahsedin: Evlilik de monotonluğu yok etmek için sosyal hayatınızı daha aktif hale getirin ve bunu mümkün olduğunca eşiniz ile birlik de yapın. Sosyal faaliyetlerinizi artırın.

    Tartışmayın! Konuşmayı Deneyin: İşte bu büyük bir meziyettir, sadece evlilik de değil ikili ilişkilerin hepsinde tartışmak yerine konuşmayı deneyin, hem daha mutlu olacaksınız hemde mutlu edeceksiniz.

    Eşinizin Kurallarına da Saygı Gösterin ve Önemseyin, Sorun Değil, Çözüm Üretin!

    Empati Kurun: İkili ilişkilerde uygulanması gereken en önemli kuralların ve önerilerin başında gelir empati kurmak. Aslında empati kurulduğunda Tartışmayın, Konuşun ! kuralını da aynı anda yerine getirmiş olacaksınız.

  • Cildiniz için en mucizevi bakımı keşfedin: Değerli Yağlar

    Cildiniz için en mucizevi bakımı keşfedin: Değerli Yağlar

    Cildinin her zaman sağlıkla ışıldamasını kim istemez? Değerli yağlar gücüyle derinlemesine beslenen cildinizin başka bir şeye ihtiyacı olmadığını göreceksiniz. Tek yapmanız gereken, yüzünüzü her gün yağlarla besleyerek nemlendirmek.

    CİLDİNİZ İÇİN EN MUCİZEVİ BAKIMI VEREN YAĞLAR

    Cilt bakımı için her alışverişe çıktığımızda raflarda farklı özellik lerde ürünlerle karşılaşıyoruz. Yüzümüzün sağlıkla ışıldamasını ve yumuşacık olmasını sağlayacak en iyi bakımı arıyoruz. Seçimlerimizde hassas olmamız gerektiği bir gerçek. Çünkü vücudumuzu saran cilde göre 10 kat daha ince olan cildimiz, hassas bir yapıya sahip. Bu yüzden de cildimiz için en mucizevi bakımı verecek en etkili bakım ritüelini bulmaya çalışıyoruz. Tıpkı, geçmişten günümüze bütün kadınların yaptığı gibi…

    Pek çok cilt bakım uzmanının da önerdiği gibi, cildi nemlendirirken derinlemesine beslemek de çok önemli. Bu yüzden de, cildimiz için en iyi bakımı sunan ve sayısız faydaya sahip yağlar, asırlardır kadınların başlıca güzellik sırları arasında yer alıyor.

    Gelin, doğal yağların etki ve faydalarını daha ayrıntılı olarak inceleyelim.

    Lavanta çiçeği yağı: Lavanta çiçeği yağı, kuru, hassas veya yağlı tüm cilt tipleri için uygundur. Cildinize beslemekle kalmaz ayrıca rahatlamasını sağlar. Lavanta cilt hücrelerine oksijen ve besin akışını artırarak, dolaşım sistemini güçlendirir. Cildin daha genç ve ışıltılı görünmesine yardımcı olur.

    Jojoba yağı: Jojoba yağının kimyasal yapısı vücudun ürettiği cilt yağı ile büyük benzerlikler gösterdiği için cilde iyi gelen besleyici ve faydalı yağlardan biridir. Kuru cildi nemlendirirken, yağlı ciltteki yağı dengeler. Cilde esneklik kazandırır ve ciltteki yağ oranını dengeler. Yorgun, yıpranmış cildi besler ve canlılık katar.

    Kuşburnu yağı: Türkiye’de yetişen kuşburnu çekirdeklerinden elde edilen kuşburnu yağı, içeriğindeki Omega 3, Omega 6 ve A vitamini cilt hücrelerini beslediği için cildin yenilenmesine yardımcı olur.

    Ayrıca, cildi sert hava iklimlerinden koruyucu özelliğe sahiptir.

    Sardunya yağı: Sardunya yağı, özellikle hassas ciltler için olumlu etkilere sahiptir. Cildi hızla yenileyerek pürüzsüz hale getirir. Aromaterapide sardunya yağının antiseptik etkisi vardır. Diğer adıyla ıtır yağı, günlük cilt bakımının bir parçası olarak yüz kremi olarak da uygulanabilir.

    Biberiye yağı: Biberiye yağının cilde en önemli faydaları cilt üzerindeki fazla yağı alması ve aynı zamanda kan dolaşımını artırarak sağlıklı bir cilde kavuşmanızı sağlar.

    Mercanköşk yağı: Mercanköşk yağı uykusuzluk, endişe ve gerilim hislerinin giderilmesine karşı kullanılan iyi bir yatıştırıcıdır. Sakinlik vermesinin yanı sıra cildi koruyucu ve yatıştırıcı özelliğe sahiptir.

    Portakal yağı: Cilt bakımı için faydalı portakal yağı, ciltte kolajen üretimini teşvik eder ve cildi besler. Kan dolaşımını dengeleyerek cilde doğal bir ışıltı verir. Portakal yağı, özellikle kuru ciltler için idealdir.

    Lavandin yağı: Cildi yenileyici özelliğe sahip lavandin yağı, cilde elastikiyet kazandırır. Yatıştırıcı etkiye sahip lavandin, yağlı ciltler için uygundur.

    Gül yağı: Tüm cilt tipleri için uygun olan gül yağı, anti-bakteriyel ve canlandırıcı bir yağdır. Cildi ferahlatır; yumuşaklık ve rahatlık sağlar. Cilt temizliğinde de kullanılır.

     

  • Diyet sendromu

    Diyet sendromu

    Uzman Diyetisyen Serkan Tutar, diyet sendromu dikkat çekti. Tutar, kilo almanın temelinde çoğu zaman psikolojik etmenlerin yattığını belirterek şu bilgilere verdi:
    “Mutsuz olduğunuz dönemde seratonin adı verilen mutluluk hormonunun vücutta salgılanma seviyesi düşer. Bu durumda sizi çok mutsuz eder ve besin tüketmeye yöneltir. Sonuç ise istenmeyen bir vücuda sahip olmaktır. Fazla yemenize neden olan sendromları incelediğimizde.
    KARBONHİDRAT AÇLIĞI SENDROMU
    Evet, toplum olarak karbonhidrat çılgınlığımız olduğu kesin. Mutfağımız oldukça zengin olmasının yanı sıra temelini karbonhidratlar oluşturmaktadır. Hepimiz tatlı, kısır, börek, mantı, poğaça, patates ile hazırlanan kızartma ve salataları tüketmekten keyif alırız. Bunun temel nedeni vücudunuzu mutlu eden besinlerin temelini bunlar oluşturur. Son yapılan bilimsel çalışmalar karbonhidrat içeriği yüksek olan (%80’i) diyetlerin mutluluk hormonu seviyesini %447 oranında arttırdığını göstermiştir. Şimdi mutsuz olan birinin karbonhidrat tüketmemesi mümkün mü?
    Karbonhidrat gün içerisinde alınan kalori içeriğinin %50’sini içermektedir. Yani siz günde 2000 kalori alıyorsanız bunun 1000 kalorisinin karbonhidrat içeriği olan besinlerden gelmesi istenir. Karbonhidrat sendromu ise bir anda almanız gereken karbonhidratın 1-2 öğünde tamamının alınması anlamına gelmektedir.
    Kişilerin karbonhidrat sendromunu yaşamasının diğer bir nedeni de uzun süre karbonhidratlı besinleri diyetlerinde bulundurmamalarıdır. Eğer siz beslenme programınızda ekmek, çorba, pilav, makarna, meyve, kuru meyve gibi besinleri bulundurmazsanız bir noktadan sonra vücudunuz buna isyan eder ve kendinizi şuursuzca karbonhidratlı besin tüketirken bulursunuz.
    KONTROLSÜZ YEME SENDROMU
    Kontrolsüz yemenin birçok nedeni vardır. Yoğun çalışan bireylerin uzun süre aç kalması sonucu bir anda yemeğe saldırma durumu söz konusu olur. Ayrıca bu bireyler yemeği çok hızlı yerler ve midede reflü gibi sağlık problemlerini de tetiklerler. Gün içerisinde önemli olan tek nokta kan şekerinizin düşmemesidir. Eğer açlık hissettiğinizde birşeyler hala tüketmiyorsanız her geçen gün durum daha da sağlıksız bir noktaya gittiğini unutmayın. Kontrolsüz yemek yemeği engellemenin en basit yolu gün içerisinde ara öğünler yapmaktır. Bu sayede hem bir sonraki öğünde daha az besin tüketirsiniz hem de kan şekeriniz dengede kaldığı için yemeğe saldırmazsınız.

    Diyet sendromu
    Diyet sendromu

    GECE YEME SENDROMU
    Genelde psikolojinizin bozuk olduğu bir dönemde başlar. Dikkat edin hep aynı saatte saat kurulmuş gibi uyanırsınız ve besin tüketirsiniz. Bunu genelde beslenme bozukluğu olarak düşünülse de aslında psikolojinin bozulmasının gece yemek yeme olarak yansımasıdır. Nasıl geçer peki diyorsanız biraz sabretmelisiniz. Gece uyandığınızda yatağınızdan kalkmayacaksınız. Bir avuç leblebi yiyorum, bir meyve ile geçiştiriyorum diyorsanız sıkıntıyı sadece geçiştirmeye çalışıyorsunuz demektir. Başınıza su koyup uyuyun ve gece kalkmayın, zaten vücudunuzda bir hafta sonrasında size karşı direnç göstermeyecektir.”

    İHA

  • Tulum modası 2016

    Tulum modası 2016

    Tulum modası 2016 ‘da yine moda olucak. 2016 Tulum modasının geri dönüşünü yakından takip eden Hollywood yıldızları kırmızı halıda tek parça tasarımlarıyla dikkat çekiyor. Özellikle Georgia May Jagger’ın gece mavisi rengindeki dekolteli kadife tulumu favorimiz. 2016 tulum modellerine ilham kaynağı olacaktır.

    Tulum modası 2016

    Kate Hudson

    kate_hudson
    Tulum modası 2016

    Nicole Richie

    nicole richie
    2016 tulum modelleri

    Diane Kruger

    Diane Kruger
    2016 tulum modelleri

    Georgia May Jagger

    2016_tulum_modasi
    2016 tulum modelleri

  • 2016 Feng Shui köşesi ve Bien’in önerileri

    2016 Feng Shui köşesi ve Bien’in önerileri

    “Rüzgar” ve “Su” anlamına gelen, doğada var olan yaşam enerjisini, yaşanılan mekanlarda harekete geçirme yöntemlerini gösteren eski bir Çin öğretisi olan 2016 Feng Shui köşesi ve Bien’in önerileri ilham kaynağı oldu. Bu yıl çok uğurlu bir Feng Shui yıldızını Güneybatı ağırlıyor. Yaşam alanlarınızın Güneybatı cephesini Bien’in tavsiyeleriyle dekore edin siz de bu enerjiyi evlerinize çekin.

    2016 Feng Shui köşesi ve Bien’in önerileri

    2016_feng _shui_kosesi (1)

    Feng Shui felsefesiyle de ilgilenen Bien Seramik, Feng Shui uzmanı Fatmagül ALACAKAPTAN’ın Bien’e özel hazırladığı “Feng Shui’ye Göre Mekan Tasarımı Önerileri” köşesi hazırlıyor. Bien’in sosyal medya hesaplarında yer bulacak bu köşede Bien sizlere evinizin dekorasyonuyla ilgili Feng Shui çözüm önerilerinde bulunacak.

    2016_feng _shui_kosesi (7)

    Fatmagül Alacakaptan 2016 yılında Feng Shui felsefesine göre evlerinize enerjiyi çekmek için yapmanız gerekenleri şöyle paylaştı;
    Feng Shui yıldızını bu yıl Güneybatı ağırlıyor. Enerjiler bu yönlere dışarıdan gelirler, bizim işimiz onları içeri çekmektir. Bu yönde bu yıl zenginlik yıldızı mevcut ve yıldızın elementi ‘Toprak.’ 2016 Feng Shui yıldızı içinde bolluk, bereket ve şansı çeken bir enerji barındırıyor.
    Feng Shui anlayışıyla yaşam alanlarınıza pozitif enerjiyi yansıtabilmek adına Bien bu yıl güneybatı yönünde ateş/toprak renklerine ve objelerine yer vermenizi tavsiye ediyor. Ayrıca güneybatı yönünde metal elementler kullanılmaması gerektiğini hatırlatıyor.

    2016_feng _shui_kosesi (5)

    Güneybatıda evinizin giriş kapısı varsa, bir pencere varsa veya kullanılan bir şömineniz varsa çok iyi. Evinizde bu yönü favori feng shui çözümleriyle dekore edin. Parayı, zenginliği, bolluk ve bereketi hatırlatan objeleri kullanın. Klasik feng shui’de, çin paraları, para tüküren kurbağa, kristal taşlar kullanılır. Bereket kavanozu için en doğru yerde güneybatıyönü.

    Bu yıl bu yönde kristalleri kullanmak iyi olur. Sitrin ve Pirat taşları zenginlik ile ilişkilendirilir. Kaplan Gözü koruyucu toprak enerjisi barındırır. Ametist ise arındırır.

    Evinizin veya salonunuzun güneybatı yönü düzenli ve temiz olsun. Enerjiyi burada hareketli, canlı ve mutlu tutun. Bu alanı hareketli tutmak enerjiyi aktive eder ve bereket enejisini içeri alır. Sık kullanılan bir şömine veya televizyon, müzik seti bu yön için idealdir.

    2016_feng _shui_kosesi (6)

    Sıcak toprak tonlarında üzerinde kırmızı ve toprak renklerinde yastıkları olan bir kanepe.
    . Kanepenin her iki tarafında ahşap sehpa ve üzerinde iki adet lamba.
    . Sehpaların üzerinde kristal taşlar ve bereket kavanozu olacak.
    . Koltuğun arkasında bir pencere olabilir.
    . Koltuğun yan tarafında yanan bir şömine. (Ya biri ya biri)

    2016_feng _shui_kosesi (3)

    . Şöminenin üstünde kırmızı tonlarda bir kadın resmi.
    . Orta sehpa ahşap. Üzerinde yeni yıl çiçeği ve yanlarında irili ufaklı hediye paketleri.
    . Orta sehpa üzerinde yanan mumlar. Kristaller…
    . Orta sehpa üzerinde bir cam kasenin içinde çin paraları ve küçük kristal taşlar.
    . Zemin ahşap görünümlü parke seramik.
    . Duvarlar toprak tonları.
    . Mekanda grilerden ve metallerden uzak duruyoruz.
    . Mekan sıcak ve neşeli olarak düzenlenmeli.

  • Yaşlanınca bile genç görünmek mümkün

    Yaşlanınca bile genç görünmek mümkün

    Bu yazıyı beş yıl önce yazıyor olsaydım, “Yaşın gibi giyin” gibi bir başlık atardım. Fakat bu klişe söylemin artık hiçbir geçerliliği kalmadı. Yaşlanınca bile genç görünmek mümkün. Ve hayır botokstan çok daha etkili bir yöntemden bahsediyorum; stil sahibi olmaktan..

    Genç görünmek istemiyorum, sadece en mükemmel halimde görünmek istiyorum”, “Kendimi aynı 18 yaşımda gibi hissediyorum, tek fark artık daha az korkum var”, “Hiçbir şeyi sınırlandırmanın anlamı yok. Eğer iyi görünecekseniz, sınırlara ne gerek var?” Bu cümleler, Ari Seth Cohen’in Advanced Style filminden, ünlü olmayan fakat stilleriyle bir fenomene dönüşen kadınlara ait. Stil sahibi olmalarının yanı sıra ortak bir noktaları daha var; yaşlı olmaları.  Yaşlı derken, gerçekten yaş almış insanlardan bahsediyorum. Çoğu 80’lerinde olan “çıtır” kadınlar. Muhtemelen biz “gençlere” pabucu ters giydirirler. Hayatımıza “Advanced Style” kavramını sokan Ari Seth Cohen sağ olsun. Çocukluktan gençliğe geçtiği yıllarda en yakın iki arkadaşı olarak tanımladığı büyük anneleri, Cohen’in ilham perileri olmuş ve moda dünyasında bir zamanlar pek yer almayan yaşlı insanları bir şekilde bu arenaya dahil etmek gibi bir fikrin tohumlarını ekmişler. Dolce&Gabbana, Celine, Saint Laurent kampanyalarından çok önce, 2008 yılında Ari, “olgun” kadınların stillerini fotoğraflamaya başlayarak ilk blog post’unu yapmıştı. Bugün kendisi Business of Fashion gibi bir moda otoritesi tarafından en ilham veren insanlar arasında gösteriliyor. Gelelim gerçek kahramanlara… Ari Seth Cohen’in yıllar önce başlattığı bu fenomenin başrol oyuncularına.

    “ROMANTİZM ADINA DÜNYADA KALAN TEK ŞEY ŞAPKALAR”
    Amerikalı aktris ve stil ikonu Mimi Weddell, 2009 yılında hayatını kaybetmeden önce verdiği bir röportajda şöyle demişti: “Şapkam olmadan dışarı çıktığımı düşünemiyorum. Romantizm adına dünyada kalan tek şey şapkalar.” Bunu dediğinde kafasında kocaman siyah bir şapka ve şapkanın üzerinde de beyaz incili iğnesi vardı. 94 yaşındaydı. Weddell’in bu sözlerini okuduktan sonra şunu fark ettim: son zamanlarda sokakta yürürken kafamı çevirip tekrar bakma ihtiyacı duyduğum tek şey iyi giyinen yaşlı kadınlar oluyor. Hatta hemen ve çaktırmadan kendilerini fotoğraflayıp Instagram hesabımdan paylaşmak istiyorum. Altına yazacağım cümleyse çok belli: “emeklilik planım”.

    ROLLER DEĞİŞTİ
    Bugün alım gücü yüksek olan insanların artık 50’lerini devirdikleri gibi istatiksel bir veri var elimizde. Bu yüzden ki büyük modaevleri, koleksiyonlarından
    reklam kampanyalarına kadar bu insanlara, yani olgun kadınlara yönelik çalışıyorlar. Fakat ironik şekilde gerçek müşterilerine önerdikleri stille yaş sınırını tamamen ortadan kaldırıyorlar. Saint Laurent’ı düşünün. Markayı satın alma gücü olan kitle genellikle 50’lerinin üstünde kadınlar. Bunu ben söylemiyorum, markanın ebeveyni sayılan Kering Group’un CEO’su François-Henri Pinault’nun verdiği röportajların bir özetini yazıyorum size. Dolayısıyla gerçekten satın alma potansiyeli olan müşterilerini göz önünde bulunduran marka, 70’lerindeki müzisyen Joni Mitchell’i kampanya yüzü yaptı. Aynı zamanda 2015 ilkbahar-
    yaz koleksiyonunda tütü eteklere, diz üstü çizmeleri yer verdi. Yani daha çok 20’li ve 30’lu yaşlarda olanların giydiği parçalara. Belli ki Hedi Slimane’a göre yaş almanın bir önemi yok. Hele ki “yaşın gibi giyin” sözünün hiç manası yok. Önemli olan insanın ruhu yaşlanmasın.

    CİLDİM KIRIŞABİLİR , RUHUM ASLA
    Böyle bir yazı yazıp da Iris Apfel, Diana Vreeland, Carmen Dell’Orefice, Anna Piaggi gibi isimlerden bahsetmemek olur mu? Tüm bu muhteşem kadınlardan birinin yaşı, neredeyse Cara, Kendall, Gigi ve Karlie’nin yaş toplamına eşit. Yine de o genç kadınlardan daha ışıltılılar. Bize anlatmaya çalıştıkları şey şu olabilir mi: Yaş almak, hayattan keyif almanın bir engeli değil. Bunu da en basit yolla yapabilirsiniz; iyi giyinerek! Mesela Linda Rodin’i Google’ladığımda karşıma çıkan her fotoğrafına hayranlıkla baktığımı itiraf edeyim. Altmışlarının sonlarına yaklaşan bir kadın nasıl oluyor da jean bir gömleği, deri pantolonu, Celine güneş gözlüklerini ya da sıradan çizgili bir bluzu üzerinde bu kadar iyi taşıyabiliyor? Genç ya da orta yaşlı insanlarla özdeşleşen bu parçalar, Linda Rodin’in üzerinde neden hiç tuhaf durmuyor? Doğru ya, “yaşına göre giyinmek” ne demek ki? Belli ki sıkı bir cilt, pürüzsüz bir göz çevresi gibi yaşla birlikte
    kaybolan birtakım elementler yerini başka şeylere bırakıyor: kendine güven, farkındalık ve vücudunu iyi tanımak. Dolayısıyla döpiyeslerinin ve 12 punto Louboutin’lerinin içinde görmeyi beklediğimiz kadınları, puantiyeli Stan Smith’ler içinde görünce heyecanlanıyoruz, dahası, fazlasıyla etkileniyoruz. Yani iyi
    giyinmek botokstan daha etkili değil de ne?

    MANTRABELLİ
    Giydiğiniz şeyleri severseniz, hayat daha güzel bir hal alır. Bu kadar basit mi? Bence, evet! “Bir stiliniz olması sabah uyanmanızı, merdivenlerden inmenizi kolaylaştıracak. Size bir yaşam biçimi sunacak. Stiliniz olmadan siz hiç kimsesiniz. Ve bu arada asla çok fazla kıyafete sahip olmaktan bahsetmiyorum”
    derken izlemiştim Diana Vreeland’i, The Eye Has To Travel belgeselinde. O andan itibaren nasıl yaşlanmak istediğime de karar verdim. Ben büyüyünce Linda Rodin olacağım. Ya sizin emeklilik planınız nedir?

    Kaynak: elle.com.tr

  • Diyette kas kaybetmek neden tehlikelidir ve nasıl önlenir?

    Diyette kas kaybetmek neden tehlikelidir ve nasıl önlenir?

    Diyette kas kaybetmek neden tehlikelidir ve nasıl önlenir? Zayıflamak isteyen herkesin diyet veya spor yaparken aklında ki en önemli sorudur bu; Kas mı kaybetmişim yağ mı? Kilo verme süreçlerinin doğal sonucudur aslında kas kaybı. Ancak bunu en aza indirmek veya engellemek tamamen bizim elimizdedir. Doğru diyet ve doğru sporla birlikte kas kütlesini korumak veya arttırmak mümkündür.

    Son zamanlarda oldukça yaygınlaşan, diyet yapmayan kişilerin bile merak ettiği bir şey var ki o da metabolizma hızıdır. Metabolizmamızın hızını etkileyen bir çok etmen var ama bunların en önemlisi tabiki hareket ve beslenmedir. Vücutta kas kütlesi ne derece ideal veya ideale yakınsa metabolizma o kadar hızlı çalışır. Kas kütlesinin istenen düzeyde olması ve korunması için de haliyle düzenli bir egzersiz ve beslenme hayatının sürdürülmesi gerekir.

    Öncelikle popüler diyetler diye adlandırılan onlarca farklı ve bilimsel altyapısı olmayan diyet uygulamaları kas ve su kaybının en büyük sebebidir. Kişi tamamen hareketsiz bir yaşamla birlikte uyguladığı bu diyetler sonucunda kas kaybı sağlayıp yalancı zayıflamayla bir özgüven kazanıyor ancak bu özgüven çok kısa sürüyor. Çünkü giden kaslar metabolizmanın yavaşlamasına haliyle yağlanma sürecinin hızlanmasına neden oluyor. Doğru bir beslenme alışkanlığı kazanılmadığı için de kontrol edilemeyen bir iştah bedeni tekrar ele geçiriyor.

    Bunun en büyük sebebi ise diyetlerde olması gerekenden çok daha fazla azaltılan karbonhidrat miktarıdır. Unutmayın ki yağlar en çok kaslar tarafından yakılır ve kasların yağları yakabilmesi için ortamda yeterli miktarda karbonhidratın olması gerekir. Eğer biz ona yeterli karbonhidratı vermezsek vücut aslında hiç istemediği bir yola başvurur o da kasları yakarak enerji sağlamaya başlamaktır. Sorun sadece kas kaybetmekle kalmıyor elbette devamında ortaya çıkan zehirli atıklar kanda yükselerek hem böbreğin hem de karaciğerin kapasitesinin üstünde çalışmasına ve yorulmasına sebep oluyor.

    İdeal bir diyetin karbonhidrat oranı ortalama %50-60 arasında değişmesi gerekirken düşük karbonhidratlı yüksek proteinli diyetlerde bu oran %20 lere kadar düşmektedir. Verilen kiloların korunamamasının en büyük sebeplerinden biri de budur aslında. Maddeler halinde özetleyecek olursak;

    Vücudun kas yapılanması ve korunabilmesi için yeterli düzeyde insülin hormonuna ihtiyacı vardır.

    İnsülin hormonunun istenen ölçüde salgılanabilmesi için de gereken miktarlarda doğru karbonhidratın alınması gerekir.

    Sadece protein alınarak kas kütlesi artmaz, alınan proteinin miktarı kadar kalitesi ve kullanılabilirliliği de önemlidir.

    Kaslar ancak yeterli karbonhidrat varlığında gelişir ve yağ yakımını gerçekleştirir.

    Egzersiz ve sporla birlikte artan enerji ihtiyacı sonucunda yeterli karbonhidrat alınmaz ise kaslar yıkıma uğrar, güçsüzleşir ve yağlanma surecine girer.

    Diyette_kas_kaybetmek_nasil_onlenir
    Diyette kas kaybetmek

    Bu süreçte su tüketimi de çok önemli yer kaplıyor. Yeterli su tüketiminin olmadığı bir ortamda ne diyetin ne egzersizin önemi kalmıyor. O yüzden gün içinde dikkat ettiğiniz kadar spor sırası ve sonrasında da suyu mutlaka tüketmeye özen göstermelisiniz. Kaybolan vitamin ve mineral ihtiyacınızı günlük düzenli tüketilen sebze ve meyvelerle karşılamanız mümkün.

    Sonuç olarak vücutta kaslarla yağlar bir savaş halindedir. Bu savaşı kimin kazanacağı da tamamen bizim elimizdedir.

    Unutmayın diyet bir futbol maçı değildir; alınan sonuçlar kadar bu sonuçların nasıl alındığı da önemlidir.

    Dyt. Mustafa TİLEKLİ

  • Evliliği kurtarmanın yolları

    Evliliği kurtarmanın yolları

    Evliliği kurtarmanın yolları..! Beğeni, aşk, sevgi ve bağlılıkla başlayan ilişkiler yaşamın doğal bir döngüsü olarak evlilik müessesesine dönüşür. Bu süreçte her iki tarafında kendi ailesinden ayrışarak yeni bir aile olma yolunda mücadeleler başlamıştır. Anne babadan ayrılığa hazır olmak, bireysel olarak hem duygusal, hem de maddi sorumluluğu alabilmek gerekir. Bireyin ailesinden ayrılabilmesi ülkemizde çok zorlu bir süreçtir. Evlilik hazırlıklarından başlayarak her aşamada çiftler üçüncü şahısların etkisi altındadır. Kıyafet seçiminden mobilyaya, düğünün nerde ve nasıl olması gerektiğine kadar bir çok kararın iki kişi arasında alınması mümkün değildir. Çiftler daha hazırlık aşamasından başlayarak sürekli zorlanmaya, tercihlerinin etkilenmesine, hatta çocuklarının eğitimine kadar bir çok konuda tek başlarına söz sahibi değillerdir. Sürekli birilerinin müdahaleleri çiftler arasında gerginliğe, ciddi kavgalara sebep olmaktadır.

    Yaşayan hiçbir şey kendi başına sadece kendisi için yaşamaz.”
    (William Blake)

    Düğün sonrası birlikte yaşamaya başlayan çiftlerin hayatlarındaki en zorlu dönem başlamıştır. Bu dönemde birlikte bir yaşam inşa edecekler, birbirlerine destek olacaklar, uyum sağlayacaklar, gelişimlerini sürdürecekler, birbirlerine bağlı kalarak birlikteliklerini devam ettireceklerdir. Bu dönemde birbirlerini çok yargılarlar, sürekli doğru kişiyle mi evlendim acaba? gibi kendi içlerinde sorgularlar. Boşanmaların en sık olduğu dönemdir ilk yıllar. Bu dönemde her iki tarafında ciddi çabalar göstermesi gerekir. Yeni bir düzen, sistem kurduklarının bilincinde olup ona göre adımlar atmalı, birbirleriyle olan iletişimlerinde yapıcı olmalıdırlar. Evlilik öncesi hayatlarını sürdüremeyecekleri gerçeğini kabul etmeli, artık ben değil biz olabilmelidirler. Bu ilk zamanlarda yaşanan en önemli sorunlardan biride cinsellik ve fiziksel şiddetle ilgili sorunlardır. Basit olarak değerlendirilen çözüm için adım atılmayan bu sorunlar zamanla ilişkide çok ciddi hasarlar meydana getirmektedir.

    Evliliğin ilk birkaç yılından sonra meydana gelen çocuk yepyeni güzellik ve duyguların yanında ciddi sorumluluk gerektirdiğinden yeni sorunları da beraberinde getirmektedir. Karı-koca sistemini oluşturmadan anne-baba evresine geçilmemelidir. Genellikle de yolunda gitmeyen evliliklerde çocuğu kurtarıcı unsur olarak görüp çiftlerin hazır olmadan çocuk yapmaları durumuna sık rastlanmaktadır. Unutulmamalıdır ki aileye katılan yeni bir bireyin sorumluluğunu da üstlenmek, onun bakımıyla, eğitimiyle ilgilenmek, ona karşı davranışlarda tutarlı olmak, kurallar koyup uygulamak ciddi bir iştir.

    Evliliği kurtarmanın yolları
    Evliliği kurtarmanın yolları

    Çocuğun büyüyüp ergenlik çağına geldiği dönemde aile çocuğunun bir takım tutumları karşısında şaşkın, ne yapacağını bilemez konumdadır. Artık kuralların esnetilmesi gerekmektedir. Çünkü her istediklerini yapan, elinden tutup her yöne çektikleri çocuk yoktur artık. Kendi bireyselleşme mücadelesini veren bir ergenle karşı karşıyadırlar. Artık çocuğa endeksli bir hayat bitmekte çiftlerin baş başa kalabildiği, birbirlerini ve birlikteliklerini sorguladıkları bir dönem başlamaktadır.

    Kendi kariyerlerini sorgulayan çiftler, işlerinde yaşadıkları sorunlardan dolayı birbirlerini, hatta çocuklarını suçlayabilirler. Hayatımda sen olmasaydın şu an farklı bir yerde olurdum, kariyerimden vazgeçip kendimi sana ve çocuğa adadım, şu an kaybettiğim o kadar çok şey var ki tarzında yaklaşımlar sergilenebilir. Bir taraftan da bu dönemde çiftlerin kendi anne babalarıyla ilgili sağlık sorunları ortaya çıkmaya başlar ve onlarla ilgilenmek durumunda kalabilirler.

    Çocukların ergenlikten yetişkinliğe geçtikleri dönemde yuvadan uçup kendi hayatlarını kurdukları, evlilik, öğrenim yada iş nedeniyle ayrıldıkları zaman geldiğinde çocuktan kopamama ayrışamama, çocuğun artık yetişkin bir birey olduğunu kabullenememe, kendileri olmadan yapamayacağını düşünmeleri gibi sorunlar baş göstermeye başlar. Artık baş başa kalan karı-koca geçmiş hayatı sorgularlar, senin yaptıkların, benim fedakarlıklarım şeklinde başlayan tartışmalar sürer gider.

    Zaman su gibi akmış çiftler artık yaşlanmış emeklilik dönemi gelmiş, sağlık sorunları, fizyolojik sorunlar artmıştır. Bu dönemde deneyimlerini kendilerinden sonrakilere aktarmaya çalışan çiftler, ölüme hazırlanması gerekir. Geriye kalan zaman sınırlıdır ve kaliteli yaşanması gerekmektedir. Bu dönemde ortaya çıkacak sorunların çözümü daha da güçtür.

    Aile sisteminin oluşumundan başlayarak devam eden süreçte bir çok problemle karşılaşılması olağandır. Ailenin işlevi çocuk dünyaya getirmek, neslin devamını sağlamaktır. Bunu gerçekleştirirken de o süreçteki gerekli niteliklere sahip olmak elzemdir.

    Sağlıklı ve mutlu bir ailede olması gereken özellikler;

    -İletişim becerilerinin olması,
    -Problem çözme becerilerinin olması,
    -Zamanla oluşturulan uygun otoritenin olması,
    -Zamanla oluşturulan ve uyulan kuralların olması,
    -Çocuk yetiştirme konusunda bilgi ve deneyimin olması,
    -Ailece ve bireysel hedeflerin olması,
    -Aile bireylerinin tutarlı ve destekleyici olması,
    -Esneklik ve uyum becerilerinin olması.

    Aile bireylerin rollerini gerektiği gibi yerine getirmeleri, rol karmaşasının olmaması gerekir. Mutlaka bir düzen, hiyerarşi olmalıdır.
    Sağlıksız aile tipleri Fisher şu şekilde sıralamıştır;

    1.Sınırlanmış/sıkıştırılmış aile tipi: Bu tip aileler bastırıcı, negatif, mükemmeliyetçilik anlayışına sahiptir.
    2.İçe dönük aile tipi: Dış dünyadan kopmuş kendi içlerinde yaşayan aileler.
    3.Obje odaklı aile tipi: Çocuk odaklı, birey odaklıdır. Ya da obje yerine geçebilecek başka bir şey.
    4.Fevri-dürtüsel aile tipi: Antisosyal özellikler taşıyan ailelerdir.
    5.Çocuksu aile tipi: Kendi anne-babalarına bağlı ailelerdir. Yetersiz, bağımlı, gelişmemiş ailelerdir. Sürekli başkalarından bir şeyler talep ederler.
    6.Kaotik aile tipi: Hiçbir düzen kural olmayan ailelerdir.

    Ailelerin sağlıklı olup olmadığını anlamak için sınırlara, kurallara, rollere, bireyselliklerine, bütünlüklerine, iletişimlerine bakılır.
    Aile terapisi alacak ailenin bir probleminin olması gerekir ve bu problemi kendi başlarına çözemeyecekleri bilincinde olmalıdırlar. Terapide öncelikli olarak çiftlerin beklentileri konuşulur ve iletişimle ilgili sorunlar irdelenir. Terapi için gelen çiftlerin bir çoğunda iletişim kazalarının fazla yer aldığını gözlemliyoruz. Bireysel ve cinsel farklılıklardan, içinde bulunulan andaki stres yoğunlu, kültürel farklılıklar, sosyal farklılıklar, hatta mesleki farklılıklar gibi çiftlerin ellerinde olmayan bir takım nedenler istem dışı çatışmalara, yanlış anlamalara, sorunlara yol açmaktadır. Bir çok çift birlikte yaşadığı, hayatını paylaştığı insanı anlamakta zorluk çekmekte, yada yanlış anlamaktadır. Terapi sürecinde çiftlerin iletişim dilleri, çatışma çözme yöntemleri, empati yetileri konuşularak birbirlerini anlamaları sağlanır ve ilerde doğabilecek sorunlarla mücadele becerileri geliştirilir.

    Evliliği kurtarmanın yolları
    Evliliği kurtarmanın yolları

    Evlilikten beklentiler bir çok insan için değişiklik gösterse de ömür boyu sevdiği kişinin şu anki gibi kalması, değişmemesidir. Oysa her şey gibi gerek bireysel hayatta gerekse ilişkide değişim kaçınılmazdır. Zamanla ortaya çıkacak kariyerle ilgili sorunlar, ekonomik sorunlar, fiziksel değişimler, cinsel sorunlar, değişen sosyal çevreyle etkileşim v.b. bir çok nedenden dolayı çiftler evlendikleri zamanlardaki gibi kalmayacak zamanla farklılaşacaklardır. Bu farklılaşma çiftlerde bazen hayal kırıklığı yaratacak, “benim tanıdığım evlendiğim insan sen değilsin, çok değiştin” gibi sözler sıkça tekrarlanmaya başlayacaktır. Oysa sorun çoğu kez değişen karşıdaki eşte değil, değişimi kabullenemeyen, eşine ayak uyduramayandadır.

    Evlilik kusursuz işlemeli anlayışı, beklentisi de çiftlerin hayal kırıklıklarına neden olmaktadır. Her deniz dalgalıdır, coşkundur ve çoğu zamanda durgundur. Evliliğinde zor günleri olacaktır, olmalıdır da. Zorluklara karşı birlikte hareket edebilen, birlikte mücadele eden çiftler bir takım olabilir ve birbirlerine daha sıkı bağlanabilir. Küçük bir sıkıntıda takımına küsen, oynamak istemeyen bir oyuncunun asla başarılı olamayacağı gibi sorunları birlikte göğüsleyip çözmek için mücadele etmeyen çiftlerde evliliği yürütemezler. Elbette kavgalar, anlaşmazlıklar olacaktır. Bunları güç mücadelesine çevirmeyip yerine göre müsamahalı davranma, biri öfkelendiğinde diğerinin yatıştırıcı olması, istek ve düşüncelerin kızgınlıkla değil sakin bir şekilde anlatılması kalıcı yaralar açılmasını önleyecektir.

    Evliliği kurtarmanın yolları
    Evliliği kurtarmanın yolları

    Çiftler bir birlerine karşı kin tutmamalı, affetmesini bilmeli, geçmişteki olumsuz hatıralar yerine yaşanmış güzel anıları hatırlamalıdırlar.
    Keyifli, mutlu bir ilişki; geleceğe dönük ortak hedeflerin olması, çiftlerin birbirlerinin duygularını, isteklerini, ihtiyaçlarını önemsemeleri, kendilerini rahat bir şekilde ifade etmeleri, birbirlerini desteklemeleri ve motive etmeleri, en önemlisi sorunlardan kaçmak yerine onlarla yüzleşmeleriyle mümkündür.

    Çiftler terapide kendilerini daha rahat ve güvende hissetmekte ve duygularını çok daha iyi ifade edebilmektedirler. Birlikteyken konuşulmaya cesaret edilemeyen çoğu şey gün yüzüne çıkmakta, ilişkiyi kötü gösteren tozlar alınmakta, çözümsüz gibi görünen sorunlar terapistin farklı bakış açısı ve yaklaşımıyla çözülmektedir. Ülkemizde eş, dost, akraba tarafından halledilmeye alışılmış olan evlilikteki problemler, terapiste gitme konusunda çiftleri engellemektedir. Oysa kalıcı çözüm üretmeyen bu yöntem bazen de problemi daha da kronikleştirmektedir. Eşlerden birinin isteksizliği de terapi sürecini olumsuz etkilemektedir. Eşim terapiste gitmek istemiyor diye mutsuz bir hayata katlanmamalı, eş yada terapist tarafından ikna edilerek çiftler terapi sürecine birlikte alınmalıdır.

    Mutluluk bir hedef değil yolculuktur. Bugün için yaşa, buna benzer başka bir yaşamın olmayacak. Yaşam kaliten yaşama yaptığın katkıyla belirlenir. Yaşam kaliteni iyileştirmek için önüne çıkan sorunları temizlemen gerekir.

    Uzm. Psk. Feyzullah ALPMAN

  • İçten dışa yenileyen maske tarifi

    İçten dışa yenileyen maske tarifi

    Zamanı geri sarın!… Yeni bir yıl, yeni bir yaş demek! Yaşlanmaktan korkmak yerine yılların izlerini silmek mümkün. Doç. Dr. Yerebakan, ‘içten dışa yenileyen maske tarifi‘ gençlik formülü verdi…

    Takvim’de yer alan habere göre sağlıklı ve genç kalmak hayal değil. Yeni yılda yeni bir başlangıç yapıp, basit birkaç yöntem ile zamanı geriye sarmanın mümkün olduğunu söyleyen Yeditepe Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Halit Yerebakan, özellikle beslenmeye dikkat çekti.

    KARNINIZI İÇİNE ÇEKİN

    “Kavun, domates ve kerevizi sofranızdan eksik etmeyin, her öğünde protein alın, meyvenin suyunu içmek yerine meyvenin kendisini yiyin” diyen Dr. Yerebakan, şunları kaydetti: “Çalışırken, yürürken, yemek yerken, film izlerken kısacası her an karnınızı içeri çekip dik durmaya çalışın. Siz fark etmeseniz de kaslar çalışır.” Dr. Yerebakan, zamanın izlerini silecek iki de maske tarifi verdi…

    İÇTEN DIŞA YENİLEYEN MASKE TARİFLERİ

    1 adet olgun avokado
    50 gram yulaf
    2 yemek kaşığı bal

    Tüm malzemeleri karıştırın, yüzünüzde 10-15 dakika beklettikten sonra yıkayın. Avokado ve bal cildi nemlendirir, yulaf da peeling yapar.

    icten_disa_yenileyen_maske

    ***

    250 gram yoğurt
    125 gram çilek
    Yarım ananas
    1 çorba kaşığı Hindistan cevizi yağı
    1 çay kaşığı mavi yeşil alg spirulina yosunu tozu

    Malzemeleri karıştırın. Karışımın 3/4’ünü sabah kahvaltıda için. Kalan 1/3’ü yüzünüze sürün ve 5 dakika bekletin. Maske beklerken, gözlerinize çay poşeti koyabilirsiniz.

  • Rahim ağzı kanseri

    Rahim ağzı kanseri

    Rahim ve yumurtalık kanserinden sonra en yaygın 3. jinekolojik kanser türü olan rahim ağzı kanseri en çok 35-44 yaş arası kadınlarda görülmektedir (%24.9). Bu yaş aralığını sırasıyla 45-54 yaş (%24.2), 55-64 yaş (%17.6) ve 65-74 yaş (%10.7) takip etmektedir. 35 yaş öncesinde görülen rahim ağzı kanseri tüm rahim ağzı kanseri vakalarının %13.8’ini oluşturmaktadır.

    İzmir Halk Sağlığı Müdürlüğü dünyada kadınlar arasında kanser ilişkili ölümlerin başında gelen ve geç fark edildiğinde kurtulma ümidi az olan rahim ağzı kanserine savaş açtı.

    Asır’dan Tansu Edip Gökbudak’ın haberine göre bu kapsamda 2015 yılı içinde 65 bin kadına rahim ağzı kanser taraması yapıldı.

    Taramadan geçirilen ve sonucu pozitif çıkan 2 bin 945 kadın daha ileri tetkikler için hastanelere yönlendirildi.

    Rahim ağzı kanserinde erken tanı konulduğu takdirde ilk 5 yıllık süre içinde kadınların hayatta kalma oranı yüzde 92’lere yükseliyor. Öte yandan hastalık yüzde 20 oranında 65 yaş üzeri kadınlarda teşhis edilirken, en sık 30 ile 50 yaş arasındaki kadınlarda görülüyor.

    Taramalar Aile hekimleri, Toplum Sağlığı Merkezleri ve her ilçede bulunan KETEM’lerde (Kanser Erken Teşhiş ve Tarama Merkezi) ücretsiz yapılıyor.