Blog

  • Domuz gribi geri mi döndü?

    Domuz gribi geri mi döndü?

    Adana’da 3, Niğde’de 1 kişinin ölümünün domuz gribinden kaynaklanmış olabileceği şüphesi, 2009’daki salgından sonra hastalığı yeniden gündeme getirdi. Adana’da hastanelerin acil servislerine yoğun başvuru var. Peki domuz gribi nasıl anlaşılır? Şüphe varsa neler yapmalı?

    Adana’da domuz gribi şüphesiyle tedavi gören 2’si Suriyeli 3 kişinin hayatını kaybetmesinin ardından kentteki hastanelerde yoğunluk var. Çukurova Devlet Hastanesi acil servisine son 24 saatte, 2 binin üzerinde hasta başvurdu.

    Kozan Devlet Hastanesinde 73 yaşındaki bir hasta domuz gribi şüphesiyle tedaviye alınınca acil serviste bulunan personel, hasta ve yakınlarına maske dağıtıldı.

    Bu durumda bir salgından söz edilebilir mi? İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Başak Oğuz, soruya şöyle yanıt verdi: “Hakikaten H1N1 vakalarında artış var, bunu laboratuvarlardan aldığımız verilerden söylüyoruz ama şu an için pandemi seviyesine geldiğini söyleyemiyoruz.”

    Oğuz’a göre domuz gribi olarak bilinen H1N1 virüsünün tetiklediği grip kronik böbrek yetmezliği, diyabet, hipertansiyon, solunum yolu ve kalp yetersizliği hastalarında daha şiddetli seyrediyor.

    Dr. Başak Oğuz, ne zaman doktora başvurmak gerektiği konusunu ise, “Grip olduğumuzda 2-3 günü geçen inatçı ateşler oluyorsa, 3-4 güne kadar iyileşme görmüyorsak, inatçı şikayetler, öksürükler daha da arttıysa ve şiddetlendiyse bir hekime başvurup yardım almakta fayda var” şeklinde özetledi.

    Domuz gribi geri mi döndü?
    Domuz gribi geri mi döndü?

    ÖLÜMLER SOLUNUM SORUNLARINDAN KAYNAKLANIYOR

    Tansiyon düşüklüğü, ateşte iyice yükselme gibi sorunların yoğun bakımda yatışa hatta ölüme yol açabildiğini dile getiren Oğuz, “Esas korktuğumuz solunum yetmezlikleriyle ilgili sıkıntılardır. Genellikle de bugüne kadarki ölümler de hep solunum nedeniyle olmuştur” dedi.

    KORUNMAK İÇİN NELER YAPILMALI?

    Virüsün hasta bir kişinin bulunduğ mekanda solunum yoluyla kolayca bulaşabildiğini aktaran ve “Virüsü hasta kişinin dokunduğu bir yüzeyden aldıysak bunu yine ıslak bir yüzeyimize temas ettirmemiz gerekiyor” diyen Dr. Oğuz, gripten korunma önerilerini şöyle özetledi: “Sağlıklı kişilerin önlem almasındansa, hasta kişilerin sosyal hayattan çekilmesi daha doğrudur. Ateşli dönem en bulaştırıcı dönemdir, bundan sonra da 1 hafta bulaştırıcılık sürecektir. En azından bulaştırıcılık dönemindeki hastaların toplumdan biraz çekilmesi daha sağlıklı olacaktır.”

    Bağışıklık sistemini güçlü kılmak için dengeli ve yeterli beslenme, sık sık el yıkama, kalabalık mekanlarda fazla vakit geçirmeme gibi önlemler de gripten korunmada etkili oluyor.

  • Kıskançlık cinsel sorunlara yol açabilir!

    Kıskançlık cinsel sorunlara yol açabilir!

    Kıskançlık cinsel sorunlara yol açabilir! Kıskanmak insanın doğasında var olan bir duygudur. Yansıtma savunma düzeneğinin bir sonucu olabilen kıskançlık, yitirilmek istenmeyen bir kişinin ya da bir ilişkinin yitirileceği ya da tehdit altında olduğu sanısıyla yaşanan bunaltı ve sıkıntı verenkarmaşık bir ruhsal yaşantıdır. Bazen kişiye dayanılmaz bir acı verebilir. Genel olarak bakıldığında çocukluğunda ihanete uğramış, terk edilmiş, reddedilmiş, düş kırıklığına uğramış, küçük düşürülmüş ya da tecrit edilmiş kişilerin veya kendisini yetersiz ve değersiz gören ya da değerlilik duyguları dış etkilerden çok kolay etkilenen kişilerin daha kıskanç oldukları görülmektedir. Bazen kıskançlık aşırı boyutlarda olabilir. Bunun altında paranoya dediğimiz rahatsızlık olabilir. Bu rahatsızlığın ciddi boyutları vardır ve tedavi edilmesi gerekmektedir. Bu derece yoğun yaşanmayan, hastalık sınıfına koymadığımız ama evliliğin ahengini bozan kıskançlıkların çoğu, kişinin sevdiği insanı kaybetme korkusunun ve kendine olan güvensizliğinin sonucudur. Kıskançlıkla birlikte çoğu zaman öfke, değersizlik, mutsuzluk, yalnızlık ve çaresizlik gibi duygular yaşanır.

    Günlük yaşamda kıskançlık yaşayan kişilerin pek çoğunun yaşadıkları bu duygu ile baş edemedikleri; kıskandıkları eş ya da partner ile ilişkilerinin bozulduğu ve ilişkilerinin eski güzelliğini yitirdiği görülmektedir. Kıskanılan kişinin kendisini kapana kısılmış hissetmesi ile beraber kıskanan kişi de yoğun acı çeker. Kıskanan kişi huzursuz, mutsuz, sürekli karşısındakini suçlar bir ruh halindedir, eşini devamlı kontrol eder, takip eder, onun yaşantısını sınırlar ve baskı oluşturarak onu kaybetmeyeceğini düşünebilir. Kıskanan kişi ilişkiyi korumak ve geliştirmek için olumlu çaba harcamak yerine gizli gizli öç alarak, küserek, ilişkiyi keserek ya da tehdit ederek, zor kullanarak ve kaba kuvvete başvurarak amacına ulaşmaya çalışabilir. Bu tutumlar kıskanılanı da kıskanandan uzaklaştırır. Kıskançlığın ölçüsü artıkça olumsuz etkisi artar ve sağlıksız davranışlara sebep olabilir. Kıskançlıklarla zedelenen evlilik ilişkisinde sevgi, saygı ve güven azalmaya başladığı için cinsel yaşam da sekteye uğrayabilir ve en sık kadınlarda cinsel isteksizlik ve orgazm sorunları, erkekte ise sertleşme sorunları ve erken boşalma görülür ve ilişki içinden çıkılmaz bir hal alabilir. Yani kıskançlık cinsel sorunlara yol açabilir.

    Sadakat tehditle değil sevgiyle sağlanmalıdır.

    Eşleri bir arada tutmaya yarayan, evlilik bağlarını güçlendiren, patolojik olmayan ve tadında bırakılan kıskançlık ilişki için yararlı olabilir. Çünkü tadında bir kıskançlık; ilişkiyi canlı tutabilir, kişileri birbirine bağlayabilir, ilişkinin korunmasını sağlayabilir, kişiye önemli ve değerli olduğunu hissettirebilir, çifte kaybetme duygusunu hatırlatabilir, çiftin birbirine emek vermesine yol açabilir, ilişkide var olan duyguları güçlendirebilir, aşkın ateşlenmesini sağlayabilir ve sevişmeleri daha ihtiraslı kılabilir. Ancak, kıskançlığın tadı kaçırılırsa, ilgiden, sevgiden yoksun kalma kaygısı çok ciddi düzeylere ulaşırsa, bu hem kıskanan kişiye hem kıskanılan kişiye hem de ilişkiye zarar verebilir. Kıskançlık çoğu zaman kıskanan kişinin iç dünyasından kaynaklanan nedenlerle abartılı ve çarpıtılmış algılardan ve yorumlamalardan kaynaklanmaktadır.

    Kadın ve erkeklerin yaşadıkları kıskançlık duyguları ile baş etme yöntemlerinde büyük farklılıklar bulunmaktadır. Kadınlar genel olarak kendi hak ve isteklerinden vazgeçen ve alttan alan bir yaklaşım göstermekteyken; erkekler genellikle tehdit ederek ya da kaba kuvvet kullanarak sonuç elde etmeye çalışmaktadırlar. Oysa kıskançlık duygusu ile mücadelede ilk adım geçmişin yaralarını onarmak ve onları bugünün ilişkisinde iyileştirmektir. İkinci adım güven duygusunun onarılmasıdır. Güven duygusunu zayıflatan en önemli etken açık iletişimin olmamasıdır. Bu nedenle imalı sözlerden, üstü kapalı eleştirilerden ve küskünlüklerden kaçınmak gerekmektedir. Ayrıca kişi kıskançlık duygularının altında yatan duygu ve düşüncelere ulaşmalı, kıskançlık hissettiği anlardaki düşüncelerini incelemeli ve kıskançlıktan önce gelen duyguları fark etmelidir. Bu duygu ve düşüncelerin farkına varmak, onları ayrı ayrı ele almaya ve mantıklı olup olmadıklarına daha tarafsız bakmaya olanak tanıyacaktır. Kıskançlık yaşayan kişilerin özellikle başarmak zorunda oldukları şey ilişkiyi korumak ve sürdürmektir. Sadakat tehditle değil sevgiyle sağlanmalıdır. Çift sevgisini birbirine ne kadar çok verirse, o kadar çoğu geri dönecektir, çift kullandığı ölçüyle ölçülecektir. Çoğu insan sevginin sadece bir «duygu» olduğunu sanır, oysa sevgi duygudan ziyade bir mevcudiyet biçimidir. Sevgiyi paylaşmak ve göstermek bir tercihtir. Olgun sevgi eşlerin birbirlerine dikkat, kabul, takdir, şefkat sunması ve kendileri olmakta özgürlük tanıması üzerinde inşa edilebilir ve içinde patolojik kıskançlığın barınmasına izin vermez.

  • Yepyeni saç dökülme tedavi yöntemleri

    Yepyeni saç dökülme tedavi yöntemleri

    Dönemsel olabildiği gibi uzun zaman da sürebilen saç dökülmelerinin altında yatan birçok neden vardır. Bu sorundan yepyeni saç dökülme tedavi yöntemleri ile kurtulmak mümkün. Ancak önce sebebi araştırılmalı.

    Saçlarımız en önemli görsel hazinemizdir. Genel vücut sağlığımız ve ruhsal durumuzla ilgili ilk ipuçlarını çevremize verdiğimiz organımızdır. Sağlıklı, canlı, temiz, bakımlı bir saç karşı tarafta olumlu bir izlenimin başlangıcıdır. Hepimiz zaman zaman saçlarımızda dökülme, cansızlık, solukluk, kırılma gibi sorunlar yaşayabiliriz. Dönemsel olabildiği gibi uzun zaman da sürebilen bu sorunların altında yatan birçok neden vardır. Konu ile ilgili olarak Dr Eylem Acar Kliniği’nin sahibi Dermatolog Dr Eylem Acar, saç dökülmesi nedenleri ve son gelişmeleri kısaca şu şekilde özetledi.

    saç-dökülmesi
    Yepyeni saç dökülme tedavi yöntemleri

    Genetik (androgenetikalopesi) sebepler,
    Doğum sonu dönemi,
    Menopoz
    Diyabet
    Beslenme bozuklukları
    Anemi(kansızlık),
    Bazı  ilaçlar
    Kronik hastalıklar

    Dermatoloğa başvurun
    Sık fön çekilmesi, kötü fırçalama, sıkı saç toplama, bazı şampuanlar, boya, perma, renk açma işlemleri de saç dökülme nedenidir. Stres, deniz suyu, güneş, havuz sularındaki klor da saçları olumsuz etkiler. Bu gibi nedenlerin araştırılması için öncelikli olarak mutlaka dermatoloğunuza danışmalısınız.

    İşte tedavi yöntemleri
    Elde edilen sonuçlara göre uyguladığpımız birçok tedavi yöntemi vardır. Bunlar kısaca;
    la dı ğı mız bir çok te da vi yön temi

    Oral Te davi Yöntemleri: Ağızdan alınan ilaçlarla vücuttaki eksik maddenin yerine konması örneğin kansızlığın tedavisi, vi tamin mineral eksikliklerinin tedavisi, hormonal sorunların, stresin tedavisi gibi.

    Saçlı Deri Mezoterapisi: Saç mezoterapisi saç ekimine gerekliliği azaltan, saç dökülmesini önemli ölçüde durduran, saç kalitesini arttıran bir tedavi yöntemidir.
    Bu yöntemde saçlı derinin ihtiyacı olan vitamin, mineral ve amino asitler çok ince uçlu küçük iğnelerle minik dozlar halinde zerk edilir. Saçlı derideki kıl follikülleri doğrudan beslenirler. Ağrılı bir işlem değildir. Her seans ortalama 15 dakika sürer. Seanslar şeklinde bir kaç aylık bir tedavi planı oluşturulur.

    PRP Te davisi (Platelet Rich Plasma): Hasarlı saç köklerini onaran, saçla ilgili bağışıklık sistemini güçlendiren, kan dolaşımını arttırarak saçın daha iyi beslenmesini sağlayan bir tedavi yöntemi dir. Kişiden alınan 10-20 cc kan özel işlemlerden geçirilerek trombositten zengin hale getirilir. Trombositler vücudumuzda hasar gören dokuları onaran, büyüme faktörlerini yapısında barındıran kan bileşenleridir. Yoğunlaştırılmış trombosit hücrelerinden el de edilen serum saçlı deriye enjeksiyon yöntemiyle çok ince uçlu özel iğnelerle verilir. Her seans ortalama 30 dakika sürer. 3-6 seanslık kürler halinde uygulanır.

    Growth Faktör Tedavisi: Büyüme faktörü serumu ince iğnelerle saçlı deriye zerk edilir. Var olan
    saçların güçlenmesi ve yeni saç kazanımı amaçlanır.

    Topikal Tedaviler: Saçlı deriye sürülen bazı solüsyonlar özellikle tepe bölgesinde, saçların inceldiği alanlarda kan akımını artırarak dökülmeleri azaltıp yeni saç çıkmasını sağlar. Topikal tedaviler uygulandığı dönem de etkilidir.

    Beslenmenize dikkat edin
    Saç sağlığı ve güzelliği için beslenme de çok önemli. B ve C vitamini, çinko, biotin, selenyum eksikliği de saç dökülmelerine neden oluyor. Et, süt, yumurta, balık gibi protein içerikli gıdalara sofranızda mutlaka yer verin. Çinko ve demir içeren ceviz, fıstık gibi kuruyemişleriabartmadan tüketin. Mutlakatüm tetkikleriniz yapılmalıdır. Çünkü, dökülen saçlar hastalık habercisi de olabilir.

    yepyeni_sac_dokulme_tedavi_yontemleri
    Yepyeni saç dökülme tedavi yöntemleri

    Kıllı deri kök hücre enjeksiyonu
    DİĞER yandan, yepyeni bir uygulama olan kıllı deri kök hücre enjeksiyonu zayıf ya da seyrek saç problemi olan hastalarda saç dökülmesi sürecini durdurarak mevcut follikülleri uyarır. Böylece yeni saç çıkmasını sağlar. Kişiden alınan 5-6 greft ve 50 cc kanın labaratuvarda çalışılarak 1 ayda milyonlarca kıllı kök hücre üretilir. Kişi ayda bir 3 seans olarak bu işlemi yaptırır. Her bir seansta 30 milyon kıllı kök hücre kişiye enjekte edilir. Kişiden kişiye farklılıklar görülen sonuçlarda dökülmenin durdurulduğu, ince saçların kalınlaştığı ve yeni foliküllerin oluşmaya başladığı gözlemlenmiştir. Oldukça etkili sonuçlarla karşılaşılmaktadır. Yan etkisi yoktur.
    Kombine tedavi gerekli olabilir
    Görüldüğü gibi yeniden sağlıklı saçlara kavuşmak, var olan saçlarımızın
    kalitesini korumak için faydalanılacak birçok yöntem var. Bazen kombine tedaviler yapılabilir. Ancak doğru zamanda doğru yöntemin seçilmesi tıbbi tedavilerin etkinliği açısından çok büyük önem taşımaktadır.

  • Alkali diyet gerçekten işe yarıyor mu?

    Alkali diyet gerçekten işe yarıyor mu?

    Son yılların yükselen beslenme trendlerinden biri de alkali diyet. Vücutta hayati fonksiyonları olan enzimlerin işlevleri bulundukları ortamın pH değerine, yani asidik veya alkali olmasına göre değişiyor. Peki vücudun asit yükü artarsa ne olur? Sorunun cevabı, “Hayat daha çok asit maddelere karşı yapılan bir mücadeleden oluşur” diyen Prof. Canfeza Sezgin’de.

    Çok sayıda insan hem fazla kilolarından kurtulmak hem de daha fit ve sağlıklı yaşamak için alkali diyetin peşinden gidiyor. Alkali beslenmenin kilo kontrolü dışında bazı hastalıklardan korunmada ve tedavilerinde de etkili olduğu belirtiliyor. Bu hastalıklardan biri de görülme sıklığı tüm dünyada hızla artan kanser.

    Bazı kaynaklarda alkali tedavinin kanserle mücadelede etkili olduğu yönünde bilgiler mevcut. Biz de konuyu İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Canfeza Sezgin’e sorduk.

    Sudaki çözeltilere hidrojen iyonu veren maddelere asit, hidroksil iyonu veren maddelere baz ismi verilir. Bir solüsyondaki hidrojen iyonu yoğunluğu pH terimi ile ifade edilir.

    Prof. Sezgin, öncelikle vücuttaki asit- baz dengesinden ve bu dengenin ne anlama geldiğinden bahsetti: “Hayat daha çok asit maddelere karşı yapılan bir mücadeleden oluşur. pH değerinin sağlıklı olması hücreiçi işlevlerin sağlıklı yürütülmesi için hayati önemdedir. Hücre içi ve hücre dışı pH değerleri daima bir dengede olup, bu dengeyi iyon pompaları ve tampon sistemleri sağlar. Normal kan pHdüzeyindeki oynamalar ciddi sorunlara neden olabilir. Hücre dışı en önemli tampon sistemi bikarbonat ve karbondioksit olup, böbrek ve akciğer tarafından düzenlenir. İhtiyaç fazlası asit maddeler ise böbrek yoluyla atılır.”

    ASİT – BAZ DENGESİNİ NELER ETKİLİYOR?

    Böbrek veya karaciğer hastalığı, kontrol altında olmayan diyabet asidik ortama neden oluyor. Sigara, alkol, et, süt ürünleri, sorbütol ve früktoz içeren gıdaların fazla tüketilmesi de asit yükünün artmasından sorumlu. Ayrıca böbrek, karaciğer ve akciğer hastalığına genetik yatkınlık, beslenme ve çevresel faktörler bu dengede belirleyici etkiye sahip.

    FAZLA ASİT YÜKÜ DNA MUTASYONUNA YOL AÇABİLİR

    Hayati fonksiyonları yürüten enzimlerin, bulundukları ortamın pH değerine göre işlev değişikliğine uğradığını söyleyen Prof. Canfeza Sezgin’in, asit-baz değeri ve alkali tedaviyle ilgili ntv.com .tr’nin sorularına yanıtları şöyle:

    -Vücutta asit yükünün fazla olması neden sakıncalı?

    Asidik veya gereğinden fazla alkali ortamda enzimlerin işlevleri bozulur. Bu durum uzun süre devam ederse hücrelerin normal yapılarında bozulma, anormal proteinlerin yapılması ile genetik şifre olan DNA’da mutasyona neden olur. Bu süreç de kanserin başlangıç aşamasını oluşturur. Ayrıca asidik ortamda bağışıklık sistemi hücrelerinin işlevleri bozularak, anormal yapıların ortadan kaldırılması engellenir.

    KANSER HÜCRELERİ ASİT Mİ SEVER?

    – Son zamanlarda alkali tedavinin kanserle mücadelede etkili olduğuna dair görüşler yayılıyor. Alkali tedavi kanser tedavisiyle nasıl kombine edilir ve tedavi protokollerine girmiş midir?

    Kanser hücrelerinin enerji üretimi, normal sağlıklı hücrelerden farklıdır. Kanserde daha fazla şeker tüketilirken daha az enerji üretimi olur. Yani randımanı düşük eski model bir motor gibi düşünebiliriz. Kötü randımanlı enerji üretiminin sonucu olarak da kanser hücresinin içinde laktik asit miktarı artarak asidik bir ortam oluşur. Kanser hücresi de asidik maddelerin kendi yaşamını tehdit etmesi nedeni ile bu asitleri dışarı atar. Kendi içini asidik ortamdan temizlerken, dışında da asidik bir kalkan oluşturur. Yani kanser hücresi asit sevmez ama metabolizmalarının farklılığı asit oluşturmalarına neden olur.

    ALKALİ TEDAVİ KANSERDE ETKİLİ Mİ?

    Kemoterapi ilaçlarının çoğunun hafif bazik yapıda olması nedeni ile kanser hücresinin dışındaki asidik zırh içinde toplanarak hücrenin içine daha az girerler. Bağışıklık sistemi hücreleri bu asidik zırh ile etkilerini yitirir. İlk laboratuvar çalışmaları kanser tedavisinde ağız ve damar yoluyla alkali madde uygulanmasının, kanser hücresinden dışarı asidik madde atılmasını sağlayan pompaları engelleyen ilaçların beraber kullanılmasının yararlı olabileceğini gösterdi. Alkali tedavi, standart kanser tedavisi olmayıp, yardımcı ve tamamlayıcı bir yaklaşımdır. Özellikle düşük doz kemoterapi protokollerinde uygulanması ile ilgili çalışmalar bildirilmektedir.

    DOKTORUNUZA DANIŞMADAN ALKALİ YAPICI MADDELER KULLANMAYIN

    – Daha çok hangi kanser türlerinde olumlu sonuç verir?

    Alkali tedavi tek başına kanser tedavisinde etkili değildir. Kemoterapi yanında yardımcı olarak uygulandığında olumlu sonuç alınabilmektedir. Kanser hücrelerindeki asit pompalarını engelleyen ilaçlar ile bağışıklık sisteminin etkinliği de arttırılabilmektedir. İnsanlarda yararı ile ilgili az sayıda çalışma olup osteosarkom, metastaz yapmış meme kanseri ve yüzeyel mesane kanserinde yardımcı tedavi olarak yararlı olabileceği klinik çalışmalarda gösterilmiştir. Hastalar onkoloji doktorlarının önerisi olmadan alkali yapıcı maddeler kullanmamalıdır, çünkü bazı hayati kanser ilaçlarının etkisini bozabilmektedir.

    AĞIZDAN ALINAN BİKARBONAT KANSERİ ETKİLER Mİ?

    -Ağız yoluyla verilen bikarbonatın kanseri tedavi ettiğine yönelik söylentiler var, bu doğru mu?

    Hayır, ağız yoluyla verilen bikarbonat idrarı ve kanı alkali yapabilir ama kanser çevresindeki dokuyu etkilemez. Burada asit üretimini sağlayan pompaların da engellenmesi gereklidir. Asit pompalarını engelleyen ilaçların yüksek dozlarda verilmesi, kanser hücrelerinin hayatta kalma şansını azaltmada yardımcı olmaktadır. Kanser ilaçlarının kullanıldığı tedavi olmadan bu yaklaşımların başarı şansı rastlantısal diyebileceğimiz nadir seviyede görülür. Bu nedenle tıbbi tedavinin yerini tutmaz. Uygun hastalarda yardımcı yaklaşım olarak faydalanıyoruz.

    HERKES BİKARBONATI GÜVENLE KULLANABİLİR Mİ?

    Sağlıklı insanlar beslenmelerine dikkat ederek vücutlarındaki asit yükünü azaltsınlar. Diyet yapmadan, alkol ve sigara gibi alışkanlıkları bırakmadan ağızdan alınan bikarbonatın ek yararı olmaz. Alkali beslenme tarzı zaten sağlıklı olanıdır, birçok hastalıktan korur. Kanser tedavisi alanların ise onkoloji doktorunun önerisi olmadan bu tür tedavileri alması sakıncalıdır, bazı kanser ilaçlarının etkisini engelleyerek ciddi sorun yaratabilir. Bazı hastalarda da bulantı, kusma ve ishal gibi ek sorunlara neden olabilir.

     

    HANGİ GIDALAR ALKALİ, HANGİLERİ ASİT?

    – Özelde kanser, genelde tüm hastalıklardan korunmak ve sağlıklı yaşamak için beslenme nasıl olmalı, alkali beslenme açısından hangi gıdalara ağırlık verilmeli, hangilerinden uzak durulmalı?

    Gıdaların % 80’ inin alkali, % 20’ sinin asidik gıdalardan oluşması önerilmektedir. Sebze, meyve ile fasulye gurubu gıdaların hemen tamamı alkali dengeye katkıda bulunmaktadır. Tahıllardan kinoa ve karabuğday ile fındık, fıstık, ceviz, badem, kabak çekirdeği, ay çekirdeği gibi kuruyemişler alkali dengeyi destekler. Yeşil yapraklı sebzeler en faydalı gurubu oluşturur. Sebzelerin çiğ veya yarı çiğ tüketimi daha yararlıdır. Patlıcan, domates ve patates gibi gıdalar kabuklarıyla tüketilmelidir. Sebze veya buğday çimi suyu tadı iyi olmamakla birlikte çok faydalıdır. Sağlıklı protein kaynağı olarak tofu, kinoa, kestane ve badem gibi gıdalar tüketilmelidir. Tüm bitkisel baharatlar ve doğal tatlandırıcılar alkali gruptadır. Et ve süt ürünleri, yumurta, tahıl içeren çeşitli gıdalar (arpa, yulaf, buğday, mısır, pirinç, çavdar, makarna), kakao, kahve, ketçap, mısır şurubu, alkol, alkolsüz içecekler, hardal, şeker, sirke ve şarap ise asidik olup sınırlı tüketilmelidir.

    ‘ŞEKER EN TATLI ZEHİR’ Mİ?

    – Hastaların kafasını karıştıran noktalardan biri de şeker. Çünkü doktorlar bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Bazıları “kanser hastası kesinlikle şeker yemesin çünkü savaşçı T hücrelerini öldürüyor” diyor. Bazıları da “Şekerin kanseri beslediğine yönelik bilimsel bir veri yok” ifadesini kullanıyor. Görüşünüz nedir, kanser hastası şekerli besinleri tüketebilir mi?

    Sorun şekerde değil şekerin vücuda alınış biçimi ve miktarında. Eğer şeker hızla kana karışan basit şeker yapısındaysa (tatlı, çörek, börek, beyaz un, mısır-früktoz şurubu, meyve suyu vb.) kan şekerinde ani yükselişe tepki olarak insülin salgısı artar. Bir diğer faktör de ihtiyaçtan fazla şekerin bol miktarda alınmasıdır. Bu tarz beslenme gün içinde sık ve sürekli olursa bir süre sonra kısır döngüye girerek kilo alımı, yağlanma, insülin direnci ve metabolik sendroma neden olur. Sonuçta kanser riskinin arttığı, kanser varlığında hastalığın ilerlemesinin arttığı tablo gelişir. Ya� hücreleri, kanser kök hücrelerinin beslenmesini sağlayan maddeler salgılar, insülin ayrıca kanser hücrelerinin çoğalmasını uyarır. Bu nedenle kanser hastaları basit şeker yerine ihtiyaçlarına göre ölçülü, meyvenin posasıyla veya tam tahıl olarak alınmasıyla şeker emiliminin daha yavaş olduğu lif içeriği yüksek gıdalardan şeker almalıdır. Ayrıca günlük düzenli egzersiz yaparak ihtiyaç fazlası kalori yakılmalı, bağışıklık sistemi desteklenmelidir.

  • Aşk egzersizleri hakkında bilgiler…

    Aşk egzersizleri hakkında bilgiler…

    Aşk egzersizleri hakkında bilgiler… Çiçekler ve çikolatalar romantik anlar için ideal olabilir ama gün içinde kimseye çaktırmadan yapılacak birkaç basit egzersiz hareketinin seks yaşamını tamamen değiştirebileceğini biliyor muydunuz? Farklı ülkelerde her gün bir yenisi yapılan bilimsel araştırmalar bizlere gösteriyor ki; egzersizlerin cinsel yaşantıya olumlu etkileri yadsınamayacak kadar çok…

    Aşk egzersizleri hakkında bilgiler...
    Aşk egzersizleri hakkında bilgiler…

    Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) cinsel terapistleri düzenli egzersizlerin birçok yönden hem ruhu hem cinsel gücü hem de vücudu beslediğini savunuyor. Çünkü kasların gelişmesi, dayanıklılık seviyesinin artırılması ve kan dolaşımının düzenlenmesi cinsel yaşamı olumlu etkiliyor. Kegel egzersizleri,aşk kasları adı verilen pelvik taban kaslarını güçlendirmek için yapılması önerilen egzersizlerin başında geliyor. Yapılabilirliği itibarıyla basit olan bu egzersizler, idrar akışının kontrol edilmesini ve pelvik organların tutunduğu kaslarının tıpkı bir hamak misali yerinde durmasını sağlamanın yanında cinsel sorunların tedavisinde de kullanılıyor. Ancak buna rağmen pek çok kadın aşk kaslarının bugüne kadar farkına varmamış, hatta keşfedememiş durumda…

    AŞK KASLARINI KEŞFETMEK…

    Başlamadan önce aşk kaslarının tam olarak nerede olduğunu anlamak gerekiyor. Küçük tuvalet yapılırken kişinin istediği zaman durabilmesini sağlayan kaslar aşk kaslarıdır. Aşk kaslarının zayıflığı mesane kontrol problemleri (idrar kaçırma) veya bazı pelvik organların sarkmasına neden olabiliyor. Günümüzde doktorlar ve cinsel terapistler sık sık Kegel egzersizlerini aşağıdaki durumlarda bir reçete olarak veriyor:
    (1) Erken boşalma veya orgazm olamama gibi cinsel işlev bozuklukları,
    (2) Hem erkeklerde hem de kadınlarda strese bağlı inkontinans (idrar tutamama),
    (3) Erkeklerde idrar tutamama durumu ve
    (4) Doğum nedeniyle pelvik taban zayıflığı…
    Gebelik ve doğum sırasında, pelvik taban gergin hale gelebiliyor ve genellikle doğumdan sonra aylarca, yıllarca idrar kontrolü sorunlarına neden olabiliyor. Zayıflamış bir pelvik taban da sarkma (rahim sarkması) bir veya daha fazla pelvik organın rahim dışına çıkmasına zemin hazırlayabiliyor. Bu nedenle hamile ve doğum yapmış kadınların günlük olarak Kegel egzersizlerini yapması önem taşıyor. Çünkü düzenli bir biçimde yapıldığında Kegel egzersizleri gerek günlük hayatı gerekse cinsel yaşantıyı daha kaliteli bir hale getirebiliyor. Genital bölgedeki kan dolaşımını güçlendiriyor, bu da cinsel isteği ve cinsel yaşamın kalitesini artırıyor. Daha güçlü ve zevk veren orgazmlar yaşamasını sağlıyor. Vajinal bölgedeki kontrol duygusunun ve kişinin kendisine olan güveninin artmasına katkı veriyor. Küçük tuvaleti daha rahat tutabilmeye yardımcı oluyor. Vajinal sarkmaları önlüyor.

    Kegel egzersizleri dışında hem cinsel hayatı hem de ruhsal ve fiziksel sağlığı düzenleyen birçok egzersiz ve germe hareketi bulunuyor.
    Yoga ve dans dersleri özellikle pelvis bölgesinin çalışmasını sağlıyor.
    Tekme hareketi içeren egzersizler ve yüzme gibi diğer sporlar da cinsel hayata olumlu etki yapıyor. Her çeşit düzenli egzersiz enerjiyi dengeliyor, kişiyi canlandırıyor, cinsel hayattaki isteği ve tutkuyu artırıyor. Bu nedenle fırsat buldukça egzersiz yapmak gerekiyor.

    KEGEL EGZERSİZLERİ NASIL YAPILIYOR?

    Kegel egzersizlerini yapmak son derece kolay ve hiç kimsenin bilemeyeceği ve hissedemeyeceği herhangi bir yerde, kimseye çaktırmadan, çok rahatlıkla yapılabiliyor.
    (1)Yavaş Kegeller aşk kaslarını güçlendirmeye ve bu kaslara hükmetme süresinin artmasına yardımcı oluyor.
    (2) Hızlı Kegeller ise öksürüldüğünde ya da hapşırıldığında aşk kaslarının gerilme hızını artırıyor. Kegel egzersizleri yeterli süre yatarak tekrarladıktan sonra, oturarak yapılıyor. Vücuttaki değişimi hissetmek için en az 6 haftaya ihtiyaç duyuluyor.

    YAVAŞ KEGEL EGZERSİZLERİ…

    Öncelikle, oturma pozisyonunda veya yatar durumda idrarı tutmak istermiş gibi aşk kaslarını sıkıp, gevşeterek kişinin kendini test etmesi ve bu kontrol esnasında idrar deliği ve makat kaslarını sıkarken aşk kaslarını hissetmesi gerekiyor. Karın bölgesinde bir kasılma hissediliyorsa doğru kasların çalıştırılmadığı varsayılıyor. Yavaş Kegel egzersizleri için yere ya da yatağa uzanıp, bir çiçeği koklar gibi yavaşça nefes alıp, bir mumu üfler gibi yavaşça nefesi vermek ve bir ritim yakalamak önem taşıyor. Aşk kaslarını nefes alırken 5 saniye yavaşça sıkmak, nefes verirken 5 saniye yavaşça gevşetmek gerekiyor. Bu işlemin her seferinde 10 kez, günde 10 kür olmak üzere en az 100 defa yapılması tavsiye ediliyor. Zamanla kasma ve gevşetme süresi 10 saniyeye çıkartılabiliyor.

    HIZLI KEGEL EGZERSİZLERİ…

    Hızlı Kegel egzersizleri de aynı yavaş Kegel egzersizleri gibi yapılıyor. Tek farkı, aşk kaslarını daha çabuk sıkıp serbest bırakmak, yani 5 saniye yerine 3 saniye kasıp, 3 saniye gevşetmek gerekiyor.

    CİNSEL SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNDE AŞK EGZERSİZLERİ…

    Dr. Arnold Kegel tarafından bulunan Kegel egzersizleri, başta vajinismus (seks yapma korkusu), disparoni (ağrılı cinsel ilişki), cinsel isteksizlik, erken boşalma, iktidarsızlık olmak üzere cinsel işlev bozukluklarını tedavi etmekte kullanılıyor. Hatta Kegel egzersizlerinin yaşlı erkeklerin penislerinin sertleşmesi üzerinde olumlu etkiye sahip olduğu bilinen bir gerçek… Kegel egzersizleriyle erkekler güçlü ereksiyon elde edebiliyor ve yoğun orgazm yaşayabiliyor, boşalmalarını daha iyi kontrol edebiliyor ve böylece daha tatminkâr bir seks hayatına sahip olabiliyor. Çünkü cinsel işlev bozukluğu tedavisinde kullanılan Kegel egzersizlerinin aşk kaslarını yeniden eğitme ve vücudu keşfetmede büyük rolü var…

    Uzm. Psk. Dan. Cem KEÇE tarafından yazılmıştır.

  • Sarışınlar saç konusunda şanslı

    Sarışınlar saç konusunda şanslı

    Şimdiye kadar birçok konuda eleştiriye maruz kalan sarışınlar saç konusunda şanslı çıktı. Doğal sarışınlarda saç teli sayısının kızıl veya koyu renkli olanlara göre daha fazla olduğunu söyleyen uzmanlar, saç dökülmesi yaşayan sarışınların esmerlere göre daha az endişelenmesi gerektiğini belirtiyor.

    Saç dökülmesine karşı ürettiği şampuanlarla yurt içi ve dışında büyük ilgi toplayan LTS Teknoloji Grup’un Yönetim Kurulu Başkanı Trikolog ( Saç ve Saç Derisi Uzmanı) Talat Sam, kadın ve erkeklerin ortak sorunu saç dökülmesinde tel miktarının önemine dikkati çekti.
    Sam, “Hava değişimi ve kirliliği, saçlardaki sebum dengesinin kaybolması gibi etkenler saçların köklerden koparak dökülmesine neden oluyor. Özellikle kışın soğuyan hava nedeniyle daha fazla bakıma ihtiyaç duyan saçlarda dökülme de artıyor. Sabah uyandığınızda yastıkta gördüğünüz çok sayıda saç teli doğal olarak sizleri endişelendiriyor. Bu noktada saç tellerinin miktarı önem kazanıyor” dedi.

    Sarışınların 140 bin telden fazla saçı var
    Sam, saçların doğal renginin saç teli miktarını belirlediğinin altını çizerek, şunları söyledi:
    “Saçları ince yapılı olduğundan fark edilmiyor ancak renk grupları arasında en çok tel sayısı sarışınlarda var. Doğuştan sarışın olanlarda saç teli sayısı 140 binden daha fazla. Bu miktar ne kadar çok olursa saç dökülmesinde de korkulacak durum o kadar az olur. Kızıl renk saçlılarda yaklaşık 90 bin, esmerlerde 110 bin ve kumrallarda 120 bin saç teli olduğunu söyleyebiliriz. Doğuştan sarışın olanlarda saç teli sayısı diğer gruplara oranla daha fazla olduğundan onların daha az endişelenmesi gerekiyor.”

    Esmerler için destekleyici ürünler şart
    Saç dökülmesi sorununa karşı koyu renk saçlıların daha fazla önlem alması gerektiğini söyleyen Sam, “Saç dökülmelerini durdurmak için kimyasal ürünlerden uzak durulmalı ve bitkisel özlerle üretilen ürünler kullanılmalı. Saç dökülmesini engellediği yapılan klinik testlerle kanıtlanan ve kullanıcıların yüzde 98’inin onayını alan at kuyruğu şampuanımız ile kısa sürede saç dökülmesinin önüne geçmek mümkün” diye konuştu.

  • Leblebiyle zayıflama

    Leblebiyle zayıflama

    Leblebiyle zayıflama mümkünmüdür? Leblebi tüketimi ile aklımıza gelen sorulardan birisi kuru yemiş olduğundan kilo aldırır mı? Toplam vücut yağını artırır mı? Kaç kaloridir? Tok tutar mı? Bu sorular aklımıza sık takılan sorulardan değil mi?

    Kabuklarının ayrılması, kaynatma, kavurma, ayıklama ve öğütme gibi işlemlerden geçirilen bir baklagil olan nohutun ticari olarak bize sunulduğu bir üründür. Esasen nohut kısa bir süre yüksek sıcaklığa maruz bırakılır ve kavrulur. Bu tür ürünler arasında leblebi olarak adlandırılan kavrulmuş nohut, en popüler olanıdır.

    Nohut taze sebze olarak tüketildiği gibi kavrulmuş haliyle de karşımıza çıkar. Bir kurubaklagil olması sebebiyle protein, mineral maddeler, vitaminler özelikle posa ve liflerden zengindir.
    Tok tutma nedenleri arasında tanelerinin kendi ağırlıklarının %18-31 oranında protein içermeleridir. Protein içeriğinin yüksek olması sebebiyle de mide geçişi uzundur kana yavaş karışarak tokluğu uzun süre sağlaması nedeniyle zayıflama diyetlerinin müdavimlerindendir.

    Leblebide bulunan diyet lifleri enerji yoğunluğu düşük olduğundan ve su çekici özelliklerinden dolayı mide içeriğinin viskozitesini arttırarak midenin boşalmasını geciktirirler. Böylece açlık hissinizin oluşmasını engellerler. Diyet lifleri ince bağırsakta sindirilemediğinden besin değerleri yoktur. Bu durum kilo vermek isteyen bireylerin daha uzun süre tok kalmasını sağlayarak olumlu etki göstermektedir

    Leblebiyle zayıflama
    Leblebiyle zayıflama

     

    İçinde bulundurduğu pektin ve gam gibi çözünür lif bileşeni sayesinde kandaki kolesterolün düşürülmesinde ve glikozun bağırsaktaki emiliminin azaltılmasında da etkilidir. Ayrıca mide leblebiyi sindirme esnasında daha fazla enerji harcadığından, gün içerisinde toplam harcanan enerji miktarını da artırmış oluruz. Leblebi kilo aldırmaz aksine leblebi zayıflatır. Leblebiyi bol su ile almakta yarar var, suyla birleştiğinde sizi daha uzun süre tok tutar ve zayıflamanıza yardımcı olur. Böylece istediğimiz kiloya kavuşmamızı sağlar.

    100 gram yani 1 çay bardağı leblebide 180 gram kalori bulunmasına bağlı, kalorisi de çok düşüktür. Düşük kalorisi nedeniyle diyetinize leblebi eklemeniz tokluk oluşturması ve tokluğu sürdürmesi nedeniyle zayıflamanıza yardımcı olacaktır.

    Posa içeriği yüksek besinler sırasında leblebi üst sıralarda yer alır. Zayıflama diyetinizde posanın artırılması kan şekerinin aşırı düşmesi ve yükselmesini önleyerek iştah kontrolünü ve uzun süre tok kalmayı sağlayarak da aşırı kalori alımını engeller. Özellikle kabızlığı önleyerek, bağırsak faaliyetlerinin düzenlerken kilo vermeyi daha kolay hale getirir.

    Sarı leblebi yerine beyaz leblebi tercih etmek daha yararlıdır. Çünkü nohutun işlenmesi esnasında kabuğunun çıkarılması, birtakım besin bileşenleri ile birlikte özellikle lif miktarında bir azalmaya da neden olur. Bu nedenle daha düşük enerjiye, daha yüksek proteine ve daha yüksek lif oranına sahip olması nedeniyle beyaz leblebi tercih edilmesi daha doğru olacaktır. Yine üzerinde tatlı, şekerleme ve diğer katkı maddeleri olanları tüketmemeniz daha sağlıklıdır.

    Zararları var mıdır?

    Beyaz leblebi üretiminde kullanılan nohut yapısından kaynaklı beyazlaşır, bazı üreticiler bu beyazlığı daha keskin hale getirmek için titanyum dioksit kullanmaktalar.Titanyum dioksitin herhangi bir zararı tespit edilmemiştir ve Türk Gıda Kodeksi de bu katkı maddesinin kullanımına herhangi bir limit koymamıştır. Bilinen başka bir zararı yoktur.

    Leblebi ara öğünlerimizde bizi bir şeyler atıştırmaktan kurtararak kısa zamanda kilo vermemizi sağlar. Aralarda abur cubur atıştırmaktan kendimi alamıyorum diyenler için birebir kullanılabilir. Diyetinizde ara öğünlere ekleyeceğiniz bir kase sarı leblebi veya beyaz leblebi yanına kuru üzüm, kuru kayısı, hurma ve kuru erik gibi kurutulmuş meyveler ile hem tatlı ihtiyacınızı hem de uzun süre tok kalmanızı sağlarsınız.

    Dyt. Atilla Zeyrek

  • Kalıcı makyaj uygulamaları

    Kalıcı makyaj uygulamaları

    Daha fazla tüketicinin her gün ilgisini çeken kalıcı makyaj uygulamaları, sadece kozmetik olarak düşünülmemeli artık… Kalıcı makyaj uygulamaları ile ilgili tüm bilmek istedikleriniz!

    Plastik ve Rekonstrüktif cerrahi, (onarım ve yeniden yapma cerrahisi) kalıcı makyaj uygulayıcılarına ihtiyaç duymaktadır. Özel eğitimlerle bu açığı kapatabilecek uzmanlar yetiştirilmekte. Tıbbı makyöz- makyör denebilecek şekilde eğitilen uzmanların cerrahların yeniden onardıkları ya da şekillendirdikleri kimi uygulamalarda son noktayı koymaları yapılan operasyonun kalitesini de etkilediğinden bu konudaki uzmanların seçiminde çok hassas davranılmaktadır. Pigmentlerin özel üretildiği bu uygulamalar için yetiştirilen uzmanlar sağlık sektöründe bir açığı kapatmaya başladılar. Sayılarının henüz yeterli düzeyde olduğunu söyleyemeyiz. Özellikle Areola konusunda çok fazla uzmana ihtiyaç var.

    Kalıcı makyaj uygulamaları

    Kalıcı makyaj uygulamaları
    Kalıcı makyaj uygulamaları

    Ciddi pigment üreticilerinin Areola için ayrı bir renk skalası oluşturduklarını söylemek konuyu açıklamak açışından önem arz etmekte. Basit bir işlem gibi gözükse de psikolojik değeri yüksek uygulamalar için yetiştirilen uzmanlar tüm dünyada tıbbi kalıcı makyaj sektörünün en çok aranan elemanları oldular. Vitiligo, Areola, Alopesi, scalp ve skar kamuflaj, gibi diğer istenmeyen durumlara çare olan bu makyaj uygulaması şimdilik biraz pahalı bir uygulama. Eğitimlerden geçen başarılı Medicine Make up’lar uluslararası düzeyde sessiz sedasız işlerini yapmaktalar. Pigment implastasyonunun doku altına girilmediği uygulamalarda kullanılan pigmentlerin Dermatolojik ve Hiperallerjen testlerinden geçirilerek mutlak deri toleransı sağlamaktadır. Özel olarak üretilmesi riskleri minimize etmekte kalmayıp, psikolojik olarak da kişileri memnun etmektedir.

    1900’lü yılların ortalarına yakın bir süreden beri temel araştırmaların yanı sıra ürünler sürekli geliştirilmektedir. Farklı mm kalınlığındaki iğnelerle başarıyı yakalayan Medicine Make up uygulayıcıları kendi kavram ve fikirlerini oluşturmaya başladılar. Dünyada Medicine Make Up uygulayıcısı pek az kişi bulunmakta. Ve sır küpüler. Medicine Make up uygulatanlar bu uygulamayı yaptırdığını bilinmemesi için tabiri caizse ağzı var dili yok kişilerle çalışmakta. Plastik ve rekonstrüktif cerrahi uzmanları da tavsiye edecekleri uzmanlar konusunda oldukça hassas davranmaktalar.

    Güzel Yaşatmak Sanattır…

    Şevval ÖZÇELİK

    https://www.youtube.com/watch?v=rE545_ZGQEI

  • Yağ yakımını sağlayan önemli tüyolar

    Yağ yakımını sağlayan önemli tüyolar

    Yağ yakımını sağlayan önemli tüyolar makalemizde sizlerle… Sağlıklı olmak sadece ama sadece sağlıklı bir hayat tarzını ve beslenme alışkanlıklarını benimsemekle mümkün olabilir.

    Sağlıklı zayıflamada önemli kural yaygın olarak uygulanan çok düşük kalorili diyetleri değil, sağlıklı besinleri tercih etmektir. İşte sağlıklı ve kalıcı yağ yakımını sağlayacak öneriler:

    Yağ yakımını sağlayan önemli tüyolar

    1.Porsiyonlarınızı doğru ayarlayın: Son yıllarda evlerde ve dışarıda tabak boyları gittikçe büyümektedir. Büyüyen tabak boyları ile birlikte porsiyonlarda artmaktadır. Porsiyonlar büyüdükçe alınan kalori artmakta ve mide genişlemektedir. Zayıflamanın en önemli kuralı porsiyonları doğru ayarlamaktır. Örneğin; bir dilim ekmek avuçiçi büyüklüğünüzü geçmemelidir veya bir porsiyon et bir oyun kartı büyüklüğünü geçmemelidir. Salatalara konulan yağlar 1 tatlı kaşığını geçmemelidir.

    yağ yakımı
    yağ yakımı

    2.Tekli doymamış yağ tüketin: Son dönemde yapılan araştırmalara göre tekli doymamış yağ asitlerinden zengin beslenme ile karın bölgesindeki fazlalıklarınızdan kurtulabilirsiniz. Örnek olarak; gün içerisinde ara öğün olarak 5 adet fındık veya salatanıza ekleyeceğiniz 1 tatlı kaşığı fındık yağı ve yarım avokado ile bel ve karın bölgesindeki yağlardan uzak durabilirsiniz.

    3.Vitamin ve minerallerden zengin beslenin: Vitamin ve mineraller günlük önerilen miktarlarda alınmalıdır. Ancak düşük kalorili beslenme programlarında özellikle B grubu vitaminleri, demir ve kalsiyum yönünde yetersizlikler söz konusu olabilmektedir. Yeterli ve dengeli beslenmenin önemi burada daha çok ortaya çıkmaktadır.

    4.Posa tüketin: Posa; açlık hissini geciktirir, midenin boşalma hızını yavaşlatır ve bağırsak hareketlerini artırır. Böylece zayıflamayı destekler. Bu nedenle; sebze ve meyve miktarları yeterli olmalı, kabuklu yenebilen besinler kabuklu olarak tüketilmeli, meyve suyu yerine meyvenin kendisi tercih edilmeli, beyaz ekmek yerine tam tahıllı, çavdar, kepekli veya yulaf ekmeği tercih edilmeli, ve haftada en az 1-2 porsiyon kurubaklagil tüketilmelidir. Diyet posası 25-35 g/gün olmalıdır.

    5.Yapay tatlandırıcılardan uzak durun: İşlem görmüş şekerler olarak düşünülebilir. Kalori içermedikleri için şekerden vazgeçemeyenler için alternatif olarak geliştirilmiştir. Fakat son yıllarda yapılan çalışmalar, yapay tatlandırıcıların kilo alımına sebep olduğunu göstermektedir. Her besin tüketiminde vücut kalori aldığını düşünür, yapay tatlandırıcı kullandığınızda gerekli kalori gelmediği için daha çok yeme ihtiyacı duyarız ve tokluk hissi oluşmaz. Yapay tatlandırıcı yerine doğal şekerleri örneğin meyveyi tercih edin.

    6.Bol su için: Günde 2-2,5 litre (10-12 bardak) su tüketilmelidir. Özellikle her öğünde yemeğe başlamadan önce su içilmelidir.

    7.Harekete Geçin:Zayıflamak ve sağlıklı bir yaşam için hareket ve egzersiz şarttır. Haftanın 5 günü minimum 30 dk/gün orta şiddette aktivite veya haftanın 3 günü minimum 20 dk/gün yüksek şiddette aktivite yapılması uygundur. Örneğin; haftanın 2 günü 30 dk yürüyüş ile haftanın diğer 2 günü 20 dk bisiklet egzersizleri yapılabilir.

    8.Omega-3 takviyesi kullanın: Birçok yararının yanında omega-3 zayıflamaya da yardımcıdır. Omega-3 uzun süre tok kalmamızı sağlar, iştahı azaltır. Yağların yakılmasını kolaylaştırır, bir günde yakılan enerji miktarını (kalori) arttırır, kan şekeri ve insülin seviyesinin azalmasını sağlar. Özellikle egzersiz ile birlikte kullanıldığında zayıflamada daha etkilidir. Haftada en az iki kez buğulama veya ızgara olarak balık tüketilmelidir. Balık tüketilemiyorsa günde 1000 mg’lık omega-3 (balık yağı) takviyesi alınmalıdır.

    9.İştahınızı kontrol edin: İştahınızı kontrol edebilmek içindoygunluk hissinizin oluşması gerekir. Bunun için protein grubundan zengin beslenmelisiniz. Süt grubunu özellikle yoğurdu iştahınızı kontrol etmek adına tüketebilirsiniz.

    Kaynak:  Dyt. Deniz BERKSOY

  • Aldatılmamak için ne yapmalı?

    Aldatılmamak için ne yapmalı?

    Aldatılmamak için ne yapmalı? Üç kişilik bir ilişki olarak bilinen aldatma veya aldatılma korkusu, şüphesiz yakın ilişkilerde tarafların en büyük kabusu olmaya devam ediyor. Bu kadar çok kaygı veren bir durum da ister istemez bu olgu hakkında kulaktan kulağa yayılan mitlere ve efsanelere neden oluyor.

    Romanlara, filmlere, dizilere konu olan aldatma, kadın-erkek ilişkisinin başlangıcı kadar eski bir kavram… Aldatmayı işleyen filmlerin, kitapların büyük ilgi görmesi, bu konunun hayatın ne kadar içinde olduğunun da göstergesi…

    İçerik olarak oldukça kapsamlı olan aldatma, çiftlere ve bireylere göre farklı şekillerde değerlendirilebiliyor. Aldatma, Kişinin var olan bir ilişki durumunda başka biriyle cinsel ilişkiye girmesi cinsel aldatma, başkasıyla duygusal yakınlık kurmaya başlaması ya da başkasına aşık olması ise duygusal aldatma olarak tanımlanıyor. Araştırmalar erkeklerin cinsel aldatmayı, kadınların ise duygusal aldatmayı seçtiğini gösteriyor.

    ALDATMA BİR TRAFİK KAZASINA BENZİYOR…

    Aldatma bir trafik kazasına benziyor. Bu kazanın oluşmasının altında yatan bir hikâye mutlaka var… Bu hikâyede aldatan kadar aldatılanın da payı var… Önemli olan bu kaza yapıldıktan sonra aldatanın da, aldatılanın da bu kazayla ilgili kişisel sorumluluklarını gözden geçirmesi ve “Neden aldattım?” veya “Neden aldatıldım?” sorularını kendilerine sorması… Her iki taraf da bu kazada kendine düşen payın muhasebesini yapmalı, daha çok bu konuya odaklanmalı… Aldatma ilişkilerde çok sık görülen bir olgu… Çünkü ilişkilerin doğasında her zaman yasak ve kışkırtıcı olgular var ve bunlar bazen çiftlere çok çekici gelebiliyor. Hatırlayın, insanların cennetten kovulması yasak elma yüzünden oldu… Tanrı insanlara her şeyi vermiş ama “Elmayı yeme” demiş. İnsanoğlu da cenneti elinin tersiyle itmiş ve bir elma için cennetten kovulmayı göze almış. İnsanın doğası ve ruhu böyle… Aldatma da böyle bir olgu…

    Aldatılmamak için
    Aldatılmamak için

    GEÇMİŞİN TEKRARLANMA ZORLANTISI

    Aldatma ve aldatılma, çoğu zaman kişilerin ailelerinden gelen bir aktarım olgusunu taşıyor. Eğer kişinin babası aldattıysa, annesi aldattıysa o kişi de aldatabiliyor. Eğer ailede dayıda, teyzede veya yakın akrabalardan birinde bir aldatma hikâyesi varsa o kişinin hayatında da aldatma olabiliyor, buna nesiller arası aktarım adı veriliyor. Aldatanların ve aldatılanların ailelerinde böyle bir hikâye çoğu zaman karşımıza çıkıyor. Bu duruma “Geçmişin tekrarlanma zorlantısı” adı veriliyor. Yani aldatanın da, aldatılanın da içinde büyüdüğü aile ilişkilerinde veya geçmişinde “tema olarak” aldatma olgusunun olduğu bilinen bir gerçek…

    ALDATMA BAKICIDAN BAŞLIYOR…

    Bakıcıların varlığı, çocukların aklına diğer kadın kavramını sokuyor. Annenin dışında ikinci bir kadın fikriyle yetişen kişiler, sosyal ve cinsel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için aldatmaya meyilli olabiliyor. Ayrıca annenin yokluğunu ileriki yaşlarda, uyuşturucu, seks, alkol ve para bağımlılığı şeklinde karşımıza çıkabiliyor.

    BORDERLİNE VE NARSİSİSTİK KİŞİLERİN ALDATMA OLASILIĞI ÇOK DAHA YÜKSEK

    Bilinenin aksine, evlilik terapistleri, aldatmaya doğru veya yanlış, ahlaklı veya ahlaksız diye bakmıyor.Bu olguya üzerinde düşünülmesi gereken ve ders alınması zorunlu bir hikâye olarak bakıyor. Çünkü karı-koca arasında yaşanan ilişki aldatmayı meydana getirebiliyor. Kadın anne olduktan sonra kocasını ihmal edebiliyor. Erkek, eşinin doğumundan sonra onu “kutsal anne” gibi görüp cinselliği başka biriyle yaşamayı tercih edebiliyor. Çocuklukta yaşanan ihmal edilme veya aşırı derecede işgal edilme, çok fazla miktarda iddete maruz kalma, karı-koca ilişkilerinde aldatmayı meydana getirebiliyor. Özellikle borderline ve narsisistik kişiliklerin aldatma olasılığı çok daha yüksek olabiliyor. Çünkü yakınlaşma ve ayrışma problemi olan bu kişiler, bilinçdışı olarak, aldatarak diğer kişiyle aralarında güvenli, duygusal bir mesafe yaratmaya ihtiyaç duyabiliyorlar. Aldatmak, yakınlaşma korkusunu ya da yutulma, boğulma veya terk edilme korkularını kişinin kontrol altına almasının bir yolu olabiliyor. Kişi aldatarak bir seviyede partneri ile arasındaki mesafeyi ayarlamaya çalışabiliyor. Buna bir nevi balans ayarı da deniyor.

    ALDATILMA SONRASI ZOR BİR SÜREÇ…

    Aldatılan kişi ilişkisini veya evliliğini bitireceği gibi devam da ettirebiliyor. Her aldatma boşanmayla bitmiyor. Unutmayın ki aldatılma ve sonrasında yaşanan sorunlar çözülebilen durumlar olarak biliniyor. Aldatmalar travma etkisi yaratsa da, bazen aldatma olayından sonra evliliklerin daha sağlıklı yürümeye başladığı, bağlılık duygusunun arttığı, sorunların bu tip bir travmadan sonra netleşip çözüm için ortak hareket edildiği yeni bir süreç başlayabiliyor. Bu dönemde aldatılan kişi, bazen utanç, bazen öfke, bazen de intikam ve aşağılanma duygusuna kapılabiliyor ve zamanla kimliğini kaybedebiliyor. Özel bir insan olduğuna dair inancı azalabiliyor ve kendine olan saygısını da yitirebiliyor. Ayrıca dünyanın güvenilmez bir yer olduğunu düşünmeye başlayabiliyor. Tehlikeli olan da bu… Çünkü sevdikleri ve hayatı paylaştıkları partner aldatırsa, bu dünyada kime ve nasıl güvenebileceklerini şaşırmaları da doğal…

    ALDATILMAMAK İÇİN NE YAPMALI?

    Çift ilişkisinde suçlama, yoğun eleştiri, hataların sürekli vurgulanması kişinin kendisini ilişkide dışlanmış hissetmesine neden olabiliyor. Bu da aldatma için riskli bir ortamı hazırlıyor. Ancak ilişki içerisinde koşulsuzca sevgisini verebilen ve alabilen, ihtiyaçları karşılanan, bakımlı olan, bedensel temizliğe önem veren, birbirine zaman ayıran, ilişkide güven duygusunu yaşatan ve yaşayan, açık iletişim içerisinde olan, farklılıklara saygı gösteren bir çift olunduğunda aldatılma ihtimali azalıyor. İlişkide bazı özelliklerin olması aldatılma ihtimalinizi düşürüyor, ancak hiçbir formül bu ihtimali sıfırlayamıyor. Çünkü aldatmanın yalnızca üçte birlik kısmı çift ilişkisinin dinamiklerinden kaynaklanıyor. Geri kalan faktörler ise daha çok bireysel ve nesiller arası nedenlerle yaşanıyor.

    ALDATILMAK YOLUN SONU DEĞİL!

    Aldatılanda öfke, yas süreci, üzüntü, sıkıntı, uykusuzluk, onur ve gurur yaralanması, tedirginlik, özgüven sarsılması ve depresyon dönemi başlıyor. Bu nedenle bu dönemde bir evlilik terapistine başvurulması gerekiyor. Çünkü kurulu bir düzeni yıkmak zor ve aldatılan kişinin partneriyle bir araya gelerek sadece karşı taraftan değil kendisinden kaynaklanan sorunları çözmek için de adım atması önem taşıyor. Eşin sadakatsizliğinde evliliği hemen bitirmek yerine, Eşim beni sevmediği için mi yoksa insani bir zaaftan dolayı mı aldattı? sorusuna bir evlilik terapistinin nezaretinde yanıt aramak ve kar-zarar analizi yapmak doğru bir yol gibi görünüyor. Çünkü sevgiyi, güveni ve saygıyı artırıcı çözümler bulmak o kadar da zor değil… Evlilik terapisi sürecini yaşayan çiftler evliliklerini yeniden yapılandırabiliyor ve tekrar eski mutlu günlerine dönebiliyor.

    Uzm. Psk. Dan. Cem KEÇE