Kategori: Sağlık

  • Multivitamin hapı kullanmak doğru mu?

    Multivitamin hapı kullanmak doğru mu?

    Vitamin , mineral ve besin takviyelerine ilişkin seçimlerimizi ve planlarımızı yaparken istisnai durumlar dışında standart multivitamin haplarından uzak durmakta fayda var. Tıpkı ilaçlar gibi besin takviyelerinin de kişiye göre değişiklik gösterebileceğini unutmamalısınız.

    İsterseniz sözü çok uzatmadan sorunun cevabını verelim: Doğru Değil Herkesin her sabah bir multivitamin hapı yutarak güne başlaması,işe,okula,bahçeye,tarlaya,fabrikaya giderken aynı takım elbiseyi giyerek evden çıkması gibidir.Oysa herkes farklı yaş ve cinsiyettedir. Sağlık sorunları farklıdır. Herkes için ortak bir metabolik yapılanma, ihtiyaçlar silsilesi ,genetik miras ,sağlık geçmişi ,beslenme alışkanlığıı söz konusu değildir.Herkes farklıdır. Farklılık herkesin her gün bir adet “vitamin mineral ya da besin desteği” yutmasının yanlışlığını teyit eder.

    İŞTE ÖRNEKLER

    Diyelim ki hamilesiniz ya da hamileliğe hazırlanıyorsunuz. Doğuracağınız çocuk ve kendiniz için sorun yaratabilecek bazı vitamin ve mineral eksiklikleri var ve bunların başında da bir omega-3 yağ asiti olan DHA, bir B vitamini olan folik asit, D vitamini, minerallerden de demir geliyor.

    Hamile anneyi de doğacak çocuğu da en çok tehdit edecek, eksiklikleri en çok sorun çıkaracak vitamin ve mineraller bunlar çünkü. İşte bu nedenle hamile bir anne için doğru olanı öncelikle folik asit, DHA, demir ve D vitamini ihtiyacını gözetmek olmalı ve seçimler buna göre yapılmalı.

    Menopoz dönemindeki bir kadınsanız durum daha da farklıdır. Onun kemiklerini korumak için günde en az 400 mg kalsiyuma, 400-800 ünite kadar D vitaminine ve eğer mümkünse biraz da çinko ve magnezyum desteğine ihtiyacı var.
    Vejetaryen birinde ise durum iyice karışır. Onun ihtiyaç önceliği B 12 vitamini merkez yapılarak kurgulanmalı, çünkü yeteri kadar hayvansal ürün kazanamadığından ilk karşılaşacağı sorun muhtemelen B 12 vitamini eksikliğine bağlı yorgunluk, unutkanlık, kansızlık olacaktır.

    Ayrıca aynı kişinin daha çok hayvansal gıdalarla kazanabileceği önemli bir minerale de fazlaca ihtiyacı olacaktır: Demir!

    Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Sağlıkla ilgili her konuda olduğu gibi vitamin, mineral ve diğer bitkisel desteklerin düzenlenmesinde de “kişiye özel” programlar yapmamız lazım.

    DOKTORLAR NEREDE HATA YAPIYOR?

    Kimin ne zaman çinkoya, magnezyuma, kimin ne zaman alfa lipoik aside, CoQ10’a, kimin ne zaman ginsenge, omega-3 yağ asitlerine, kimin ne zaman D vitamini veya folik asit takviyesine ihtiyacı olduğu hiç belli olmaz!

    Sadece siz değil biz doktorlar da bazı hataları tekrarlamaya devam ediyoruz. Biraz da eğitimimizden kaynaklanan önemli bir “ORTAK HATAMIZ” şu: İnsana değil hastaya odaklıyız! Bu nedenle “iyileşmek için hasta olmanın tek şart olmadığını unutuyoruz”. Ayrıca “hastayı değil hastalığı tedavi etmeye yönlendirildik, bu şekilde eğitildik”.

    Bize çok sayıda insanı/hastayı aynı yöntemlerle ve aynı tarzda tedavi edecek şekilde düşünme eğitimi verildi. Zaten bunun için de üç aşağı beş yukarı aynı tansiyon haplarını, aynı kalp damar hastalığı ilaçlarını, hemen hemen aynı dozlarda ve aynı kombinasyonlarda kullanıyoruz.

    Bu sadece eğitimimizden kaynaklanan bir problem de değil. Bizi aynı tür tedavilere zorlayan, aynı şekilde düşünmeye yönelten nedenlerden biri de kurumsal olarak hazırlanmış ortak tedavi reçeteleri. Aynı yanlışı vitamin, mineral ve besin desteği takviyelerini kullanmayı düşündüğümüz zaman da yapıyoruz. Oysa “her insan farklıdır” ve “hastalık yok hasta vardır” kavramları her zaman geçerliydi, şimdi de geçerli.

    Ne yapmalı

    İşte bu nedenle vitamin, mineral ve besin takviyelerine ilişkin seçimlerimizi ve planlamalarımızı yaparken de istisnai durumlar dışında standart multivitamin haplarından uzak durmakta fayda var. Tıpkı ilaçlar gibi besin takviyelerinin de kişiye göre değişiklik gösterebileceğini siz de, biz de unutmamalıyız. Yirmi yaşındayken de, yetmiş yaşındayken de aynı multivitamin hapını yutarak gönlümüzü hoş tutma yanlışlığına düşmemeliyiz.
    Vitamin, mineral ve diğer besin desteklerine yönelik ihtiyaçların kişiden kişiye, hatta aynı kişide bile üç beş aylık periyotlar içinde değişiklik gösterebileceğini hatırlamalıyız. Bunlardan bazılarının dozlarının yaşa, cinse, beslenme alışkanlıklarına, egzersiz yapma yoğunluğuna, kullanılan reçeteli ilaçlara, hatta uyku ve stres durumlarına göre bile değişebileceğini ise aklımızdan asla çıkarmamalıyız.

    Hürriyet – Kelebek

  • Grip için en iyi tedavi nedir? Antibiyotik almam gerekir mi?

    Grip için en iyi tedavi nedir? Antibiyotik almam gerekir mi?

    Griple sürekli karıştırılan soğuk algınlığı arasındaki farkları ve griple ilgili merak edilenler…

    1. Soğuk algınlığı ve grip arasındaki fark nedir?

    Her ikisi de solunum yolu hastalığıdır; ancak bunlara farklı virüsler neden olur. Grip burun, boğaz, bronş ve muhtemelen akciğerler dahil solunum sistemini bozar. Soğuk algınlığı ise sadece üst solunum yolunu etkiler. Bu nedenle gribin ateş, vücut ağrıları, yorgunluk gibi belirtileri soğuk algınlığına göre daha şiddetlidir. Gribin başlıca belirtileri ateş, yorgunluk, vücut ağrıları, titreme, baş ağrısı, boğaz ağrısı ve öksürüktür. Öksürük bronşları tahriş edecek kadar yoğun değildir. Hastalığın en kötü günleri ilk 3-4 gündür. İstirahat ile 7-10 gün arasında geçer. Ancak hastalığın ardından birkaç hafta boyunca yorgunluk hissedebilirsiniz. Grip ilk 24-72 saat arasında bulaşıcı hale gelir. Bu nedenle hasta olsanız bile fark edemeyerek virüsü diğer sağlıklı kişilere de bulaştırabilirsiniz. Grip olduğunuzda lütfen hekiminize başvurmadan ateş düşürücü ilaçlar ya da antibiyotikler kullanmayın. Ateşlendiğinizde mutlaka istirahat edin; böylece daha hızlı toparlanabilirsiniz.

    2. Grip için en iyi tedavi nedir? Antibiyotik almam gerekir mi?

    Grip için tek bir “en iyi” tedavi yoktur, ancak semptomları azaltabilir birçok yolu vardır. Reçeteli ilaçlar grip belirtileri ilk ortaya çıktığı zaman alındığında hastalık süresini kısaltabilir. İlaçlar özellikle ilk 48 saat içerisinde alındığında hastalığın ilerlemesini engeller. Soğuk algınlığı ve grip ilaçları ateş, ağrı, burun tıkanıklığı, öksürüğü azaltma gibi konularda size yardım edebilir; ancak onlar gribi tamamen tedavi etmez; sadece bu süreci daha rahat atlatmanıza yardımcı olabilir. Dekonjestanlar burnun şişmiş mukozalarını küçülterek nefes almanıza yardımcı olur. Ayrıca tuzlu burun spreyleri de açık solunum yollarına yardımcı olabilir. Öksürük preparatları, su ve meyve suları ile birlikte, öksürük yatıştırmaya yardımcı olabilir. 4 yaş altındaki çocuklarda mecbur kalmadıkça öksürük ve soğuk algınlığı ilaçları kullanılmamalıdır. Çocuğunuz 4 ve 6 yaş arasında ise, herhangi bir ilaç vermeden önce doktorunuza danışın. 6 yaş üzeri çocuklarda semptomları hafifletmek için hekiminizin önerdiği ilaçları kullanabilirsiniz. Vücudunuzdan su kaybını önlemek için bol bol sıvı tüketin. Bu aynı zamanda burun mukozanızı da rahatlatır. Kahve, çay, kola gibi kafein içeren içecekleri sınırlayın. İştahınızın durumuna göre hareket edin. Eğer gerçekten aç değilseniz, beyaz pirinç ya da et suyu gibi basit yiyecekleri yemeyi deneyin. Antibiyotikler grip ya da soğuk algınlığı tedavisine yardımcı olmayacaktır. Antibiyotikler bakterileri öldürür, ancak grip veya soğuk algınlığına neden olan virüsler üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Grip bağışıklık sisteminizi zayıflatabilir ve bakteriyel enfeksiyonlar için kapıyı açabilir. Bu nedenle gribiniz giderek kötüleşiyorsa bir hekime başvurun. Bakteriyel bir enfeksiyon geçiriyor olabilirsiniz. Bu durumda antibiyotik tedavisi gerekli olabilir.

    3. Ne zaman doktora gitmeliyim?

    Belirtiler şiddetliyse, toparlanacağınıza daha da kötüye gidiyorsanız, ateşiniz düşmüyorsa mutlaka hekime başvurun. Grip gibi başlayan ve başka bir hastalığa dönüşen bir duruma girmiş olabilirsiniz. Eğer bu belirtilerden herhangi biri varsa, hemen bir doktora görünün:

    * Nefes alma zorluğu
    * Kalıcı ateş
    * KusmaAğrılı yutma
    * Kalıcı öksürük
    * Kalıcı tıkanıklık ve baş ağrısı

    4. Grip aşısı gribe neden olabilir mi?

    Grip aşısı ölü virüslerden yapılır ve sizi grip yapmaz. Ancak, aşı vücudun bağışıklık yanıtı tetikleyebilir, böylece kas ağrısı ya da düşük dereceli ateş gibi birkaç hafif belirtileri olabilir.

    5. Neden insanlar grip hakkında bu kadar endişeli? Gribi önlemek için ne yapabiliriz?

    Grip virüsü akciğerler bulaşabilir ve zatürre gibi ciddi bir enfeksiyona neden olabilir. Grip zatürreye dönüşmeye başlarsa, bu hastanede tedavi gerekebilir. Alerjisi olanların gribe yatkınlığı yoktur. Ancak alerjiler, gribin astım, zatürre gibi hastalıklara dönüşmesini tetikleyebilir. Bu nedenle özellikle yaşlılar, hamileler, bebekler ve kronik sağlık problemleri olanların daha dikkatli hareket etmeleri gerekir. Grip ve soğuk algınlığına neden olan virüsler virüslü kişinin öksürmesi ya da hapşırmasıyla ortaya çıkan damlacıklar yoluyla yayılır. Grip ve soğuk algınlığından korunmak istiyorsanız;

    Öksürürken ya da hapşırırken yüzünüzü kolunuzun içiyle kapatın.Hapşırırken ya da öksürürken ağzınızı elinizle değil; kağıt bir mendille kapatın ve mendili hemen çöpe atın.Ellerinizi gözlerinize, burnunuza ve ağzına götürmeyin. Bu vücuda giren mikropları önler.Ellerinizi sık sık yıkayın. Eğer suya erişiminiz yoksa alkol bazlı bir dezenfektan kullanın.Çevrenizdekilere doğru öksürmeyin, kafanızı başka bir yöne çevirin.Telefon, klavye gibi ortak kullandığınız yüzeyleri dezenfekte edin. Virüsler bu yüzeylerde 8 saat yaşayabilirler.Soğuk algınlığı ve grip sezonunda kalabalıktan uzak durun.Her yıl grip aşısı olsun. Aşılar size % 100 koruma vermez; ancak hastalığı önlemenin en iyi yoludur.Bağışıklık sistemini besleyen koyu yeşil, kırmızı, sarı sebze ve meyveler tüketin.Düzenli egzersiz yapın. Egzersiz yaptığınız halde hasta olabilirsiniz; ancak hastalık daha az şiddetli belirtiler gösterir ve daha çabuk iyileşir. Aerobik, yürüyüş gibi düzenli egzersizler bağışıklık sistemini güçlendirir.

  • Uçuk tedavisi nasıl yapılır?

    Uçuk tedavisi nasıl yapılır?

    Uçuk nedir neden oluşur uçuktan korunmak için neler yapmak gerekir.Uçuktan korunmanın yolları varmıdır tüm bu soruların yanıtını aşağıdaki yazımızda bulabilirsiniz.

    Uçuk oldukça can yakıcı ve rahatsız edici bir görünüme sahiptir. Herpes virüsünün ortaya çıkardığı uçuğun tam bir tedavisi yoktur.

    Uçuk yarasını kurutmak için pansuman yapılabilir.Sulu bir yara halini aldıysa antibiyotikli kremler, ağrı yapıyor ise anestezik kremler sürülebilir.Uçuklu bir kişinin cildine dokunulmamalı, uçuklu deriye dokunulduysa eller mutlaka yıkanmalı. Makyaj çıkarırken virüsü diğer bölgelere bulaştırmamaya, özellikle gözlere temas etmemesine dikkat edilmeli.

    Uçuk çıkaranlar diğer insanları, özellikle de bebek ve çocukları öpmemeli. Uçuk çıkaran kişiler havlu, bardak, tabak gibi özel eşyalarını ayırmalı, başka insanlara kullandırmamalı.Uçuk yarası ile oynanmamalı, kabuğu kaldırılmadan kuruması beklenmeli.Uçuktan korunma yolları kişiden kişiye değişiklik gösterir. Sık sık uçuk sorunu yaşayanların, kendilerinde uçuğun hangi durumlarda nüksettiği bilgisine göre hareket etmelerinde fayda vardır.

    Uçuk nasıl geçer?…

  • Dolgunun en çok kullanıldığı bölgeler nereleridir?

    Dolgunun en çok kullanıldığı bölgeler nereleridir?

    Gün geçtikçe trend haline gelen estetik dolgu, botoks uygulamasının yerini tutmaya başladı.

    Genç görünmek için kırışıklıkları ve izleri yok etmek isteyen kişilerin tercih ettiği estetik dolgu, zaman içerisinde ciltte azalan maddelerinin yerine konulması anlamına geliyor. Hyalüronik asit ise en güvenilir estetik dolgu maddesi. Hyalüronik asit vücutta bulunan bir madde olmasına rağmen 30’lu yaşların sonunda azalma gösterir. Estetik dolgu uygulamalarında diğer maddeler ile birlikte vücuda enjekte edilen Hyalüronik asit hem doğal görünmeyi sağlar hem de gençleştirir. Ağırlıklı yüz bölgesinde uygulanan estetik dolgu ayrıca meme bölgesinde, bacakların düzleştirilmesinde ve eldeki kırışıklıkları gidermek amacıyla da kullanılabilir. Dünyada giderek daha çok tercih edilen estetik dolgu ile ilgili merak edilenleri Medikal Estetik Hekimi Phd Dr. Devrim Gürsoy açıkladı.

    Dolgunun en çok kullanıldığı bölgeler nereleridir? Az bilinen bir bölge var mıdır?

    Dolgunun en yaygın kullanıldığı bölge yüz bölgesidir. Yüz bölgesinde özellikle kırışıklıkların ve izlerin ortadan kaldırılması amacı ile uygulanır. Bunun dışında yüzün şekillendirilmesinde yani yer çekimin etkisine bağlı zaman içerisinde gerçekleşen ovalite kaybının düzeltilmesinde kullanılır. Yüzde kullanıldığı başlıca bölgeler dudak bölgesi, nazolabial oluklar, marionette çizgileri ve elmacık kemiği bölgesidir. Bunun dışında şakak bölgesindeki çukurlaşmanın düzeltilmesi, kaşların kaldırılması, burun kontürünün düzeltilmesi, çene ve Jawline hattının düzeltilmesi ve botoksla tümü ile açılmayan kırışıklıkların ortadan kaldırılmasında kullanılır. Dolgu aynı zamanda meme bölgesi ve bacak düzgünleştirme ve eldeki yaşlılık belirtilerini ortadan kaldırmak amacı ile kullanılabilir. Özellikle burun ve çene bölgesine yapılan uygulamalar, gözaltı oluğu bölgesi ve şakak uygulaması daha az yapılan uygulamalardır.

    Dolgu yaptırmanın zararı var mıdır? Zararlı olmaması için nelere dikkat edilmelidir?

    Süre içerinde sentetik ve yarı sentetik birçok dolgu maddesi kullanılmıştır. Ancak bunların yan etkilerinin ileri düzeyde olması ideal dolgu maddesinin vücut tarafından tümü ile ortadan kaldırılabilecek bir madde ihtiyacını doğurmuştur. Bugün bu özelliği taşıyan başlıca dolgu maddesi hyalüronik asittir. Bunun dışında yağ enjeksiyonları da güvenilir dolgu uygulamalarına örnektir.
    Öncelikle dikkat edilmesi gereken unsur, dolgu maddesinin hyalüronik asit içerikli olmasıdır. Uygulamanın mutlaka bu konuda yetkin hekimler tarafından gerçekleştirilmesi gerekir.

    Kötü dolgu var mıdır?

    Hyalüronik asit içermeyen dolgular tercih edilmemelidir. Zira vücudun tümü ile ortadan kaldıramadığı her madde zaman içerisinde gelişebilecek yabancı cisim reaksiyonuna bağlı komplikasyonlara neden olacaktır. Doğal görüntünün dışında her türlü suni değişim görüntüsü oluşturan uygulama en hafif hali ile kişiye uygun olmamaktadır. İyi dolgu uygulaması nedeni anlaşılmayan bir güzelleşme ve gençleşme sağlar.

    Dolgu malzemeleri insan vücuduna uyumlu mudur? Alerji yapar mı?

    Başlıca kullandığımız hyalüronik asit vücudumuzda yaygın olarak bulunan su tutucu ve dolaşım artırıcı özellikleri olan, polisakkarit yani şeker türevi bir maddedir. Doku tarafından tümü ile metobolize edilmiş özelliktedir. Uygulama sonrası hyalüronik asit ile yapılan her dolgunun yan etkileri ortadan kaldırılabilir. İşlem sonrası zaman zaman kızarıklık, morluk benzeri geçici yan etkiler görülebilir.

    Dolgu ne kadar dayanır? Çıkarılması için ayrı bir operasyon gerektirir mi?

    Hyalüronik asit dolgusu içerdiği hyalüronik asit yoğunluğuna göre 4 ile 18 ay kalıcı etki sağlar. Tümü ile dokuyla uyumlu bir madde olduğundan dolayı ifade ettiğimiz süreler içerisinde kendiliğinden eriyecektir.

    Dolgu uygulaması nasıl olur? Acı verir mi? İyileşme süreci var mıdır, nasıldır?

    Dolgu uygulaması çok ince iğneler aracılığı ile gerçekleştirilen bir uygulamadır. Uygulama ortalama 15 ila 45 dakika süreler içerisinde kişiye yapılabilir. Kişi günlük aktivitesine hemen geri döner. İşlem sonrası kızarıklık, morluk ve ödem benzeri durumlar zaman zaman ortaya çıkabilir. Bunlar 2 ila 7 gün içerisinde ortadan kalkar.

    Dolgu yapılırken nelere dikkat edilmesi gerekiyor?

    Dolgu yaparken ilk dikkat edilmesi gereken kişinin gerçekten dolguya ihtiyacı olup olmadığıdır. Ek olarak hastanın ne tür beklentilerle dolgu yaptırmak istediği iyi anlaşılmalıdır. Dolgu yapıldığı miktara paralel etki gösteren bir uygulamadır. Dolgunun ihtiyaçları karşılayacak miktarda ve yüz orantısını bozmayacak şekilde uygulanması gerekir.

  • Bu saatlerde mutlaka uyuyun!

    Bu saatlerde mutlaka uyuyun!

    Griple savaşta sağlıklı ve kaliteli uyku şart! Üstelik saati de önemli!

    GECE 23:00 İLE 02:00 ARASI HERKES UYUMALI!

    Grip salgınının 7’den 70’e kol gezdiği bugünlerde, uzmanlardan sık sık sağlıklı beslenme ve hijyen kurallarına dikkat edilmesi gerektiğine yönelik açıklamalar geliyor. Griple mücadelede, sağlıklı beslenme ve hijyen kadar “sağlıklı bir uyku” da son derece önemli rol oynuyor. Çünkü uykusuzluk, gribe ve birçok hastalığa davetiye çıkardığı gibi, hastalıkların iyileşme sürecini yavaşlatıyor. İntegratif Tıp, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Ebru Aydın uykunun hastalıklarla mücadelede nasıl bir rol oynadığını anlatıyor.

    Yoğun ve yorucu iş temposuna bir de uykusuzluk ve grip salgını eklenince, vücut iyice güçsüz düşüyor. İntegratif Tıp, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Ebru Aydın, kaliteli ve sağlıklı bir uyku ile hastalıklarla mücadelede önemli yol alınabileceğini belirtiyor. Ancak uyunacak ortam da çok önemli. Karanlık temel şartların başında geliyor. Zira melatonin karanlıkta salgılanan bir hormon. Dr. Aydın, melatonin eksikliği olan kişilerde gribal enfeksiyonların ve bazı bakteriyel hastalıkların daha fazla izlendiğini, hatta bu hastalıkların daha ağır geçtiğini söylüyor.

    Uykusuzluk gribe davetiye çıkarıyor
    “Bir temiz uyudum ki” sözü sizin için geçerli mi? Yoksa “başınızı yastığa koyup, şöyle deliksiz bir uyku çekip, sabaha da zinde” bir şekilde başlayabilmeye hasret misiniz! Yoğun ve yorucu iş temposuna uykusuzluk hele bir de son zamanlarda grip salgını eklenince, günler ve geceler tam anlamıyla kabusa dönüşebiliyor! Griple mücadelede sağlıklı beslenme ve hijyen kurallarına dikkat etmek kadar, sağlıklı ve kaliteli bir uyku da son derece önem taşıyor. İntegratif Tıp, Kadın Hastalıkları ve Doğum UzmanDr. Ebru Aydın, uykusuzluğun gribe yatkınlık yaratabildiği gibi, enfeksiyon nedeniyle de kişinin uyku problemi yaşayabildiğini, bunun da hastalıkların iyileşme sürecini yavaşlattığını belirtiyor. Vücudun direncini artırmak için uyku, olmazsa olmazlar arasında yer alıyor. Uyku bozuklukları, pekçok hastalığa zemin hazırlıyor. Bağışıklık sistemini zayıflatıp gribe yol açabildiği gibi, diyabet, kalp hastalıkları, kalp ritim bozukluğu, obezite, depresyon hatta kansere davetiye çıkarabiliyor.

    Sihirli kelime: Melatonin
    Uyku sırasında özellikle karanlıkta salgılanan melatonin hormonunun önemine değinen Dr. Aydın, melatonin hormonunun faydalarına ilişkin her gün yeni çalışmaların ortaya çıktığını belirtiyor: “Sihirli kelime burada melatonin! Melatonin hormonunun bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiğine dair pek çok çalışma var. Bağışıklık sistemi de normalde bir dedektif gibi çalışır. Her gün ya içeriden oluşan, kontrolsüzce çoğalan tümör hücreleri ya da dışarıdan bakteri veya virüs gibi zararlıların üzerinde dedektif gibi tarama yapar. Yolunda gitmeyen bir şey varsa dışarıdan gelen zararlılar varsa bunları temizler. Ve melatonin hormonunun görevini yapması için sağlıklı ve kaliteli uyku şart.” Melatonin hormonunun bağışıklık hücrelerini pozitif yönde etkilediğini belirten Dr. Aydın, melatonin eksikliği olan kişilerde gribal enfeksiyonların ve bazı bakteriyel hastalıkların daha fazla izlendiğini, hatta bu hastalıkların daha ağır geçtiğini söylüyor. Bağışıklık sisteminin zayıflaması kansere kadar gidebiliyor. Bu nedenle gece çalışan insanlar daha fazla risk altında bulunuyor.

    Gece 23’den sonra uyku herkese şart
    Uyku sırasında özellikle de karanlıkta salgılanan melatonin hormonu, vücuda tepeden tırnağa fayda sağlıyor. Peki melatonin hormonunun en fazla salgılandığı saatler hangileri? Dr. Ebru Aydın, “Melatonin salgılanan saatleri insanların kaçırmaması gerekiyor. Melatonin hormonu özellikle gece 11’den sonra salgılanmaya başlıyor ve gece 2’ye kadar en üst seviyeye çıkıyor. Sabaha doğru da yavaş yavaş azalıyor. O nedenle özellikle bu saatlerdeki uykuyu kaçırmamak gerekiyor. Tabii melatonin hormonunun en çok karanlıkta salgılandığını unutmamak gerekir. Bu nedenle uyunulan yerin karanlık olması, gece lambası kullanılmaması çok önemli” diyor. İhtiyaç duyulan uyku saati kişiden kişiye farklılık gösteriyor. Kimi 8 saatlik uykuyla kendini zinde hissederken, kimine 6 saat yetiyor da artıyor. Buna karşın Dr. Ebru Aydın, genel olarak ortalama 7 saat insanların uyuması gerektiğini söylüyor ve uyarıyor: “Kuvvetli bir bağışıklık sistemi, sağlıklı bir ömür için 6 saatten az uyumamak gerekiyor. 6 saatten az uyuyan kişilerde örneğin kalp hastalıkları daha fazla izleniyor. Gündüz uykularının çok fazla önemi yok. Önemli ve gerekli olan gece 11’den sonra uyumak. Ancak sağlıklı ve kaliteli uyku için kesinlikle karanlık ortam şart. Televizyon başında uyumak ise, son derece sağlıksız ve yanlış. Bu arada oda ısısı da çok sıcak olmamalı.”

  • Evliliğin Bir Faydası Daha!

    Evliliğin Bir Faydası Daha!

    Yaşam tarzı değişikliği de yüksek tansiyon tedavisinde oldukça önemli bir rol oynuyor.

    Halk Sağlığı ve İç Hastalıkları Uzmanı Dr. M. Emin Dinççağ, evliliğin, sarımsak ve akupunkturun tansiyon hastalığına iyi geldiğini açıkladı.

    Yaşam tarzı değişikliği

    Yaşam tarzı değişikliği adı verilen ilaç dışı tedavinin yüksek tansiyon tedavisinin ayrılmaz bir parçası olduğunu hatırlatan Samsun Romatem Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi Doktoru Halk Sağlığı ve İç Hastalıkları Uzmanı M. Emin Dinççağ, “Hipertansiyon tedavisinde kullanılan ilaçların mutlaka kullanılması ve yanında yaşam tarzı değişikliklerine dikkat edilmesi başarı şansını yükseltir. Yapılan araştırmalarda, sodyum içeriği düşük maden suyu, evlilik, sarımsak, akupunktur ve egzersizin tansiyona iyi geldiği tespit edilmiştir. Ülkemizde çokça tüketilen şalgam suyu, meyan kökü tansiyonu yükseltir.

    Yaşam tarzı değişikliğini başaran 10 yıl izlenen hastalarda Akdeniz diyetine uyulduğu ve alkol alınmadığında mortalite denilen ölüm ihtimali yüzde 60 azalmıştır. Yaşam tarzı değişikliği, hipertansiyon tedavisinde ilaç kadar önemlidir. 4 yıl izlenen hasta grubunda ortalama 7 kilo verenlerde hipertansiyon gelişimi 1/3 oranında azalmıştır. Bu tespit İngiltere’de meşhur Framingam araştırması sonucu anlaşılmıştır. Kilo vermek, tuzsuz beslenmek, sigarayı bırakmak ve alkol alımını terk etmek, lifli gıdalarla beslenmek yüksek tansiyonun tedavisinde çok önemlidir” dedi.

    Yüksek tansiyonlular egzersiz yaparken nelere dikkat etmeli

    Yüksek tansiyonlulara, efor kapasitelerine ve kardiyak performanslarına göre egzersiz türü tarif edildiğini ifade eden Dr. M. Emin Dinççağ, “Ağır egzersizler önerilmez. Egzersiz sırasında ölüm ortaya çıkabilecek durumlardır. Sabahları 100 bin kişide 3, öğle egzersizleri sırasında 100 bin kişide 2,5 ölüm gözlenmiştir. Onun için egzersiz sırasında, kardiyak muayene tam olarak yapılmalı, kolesterol değerleri ölçülmeli, kalp grafisi çekilmelidir. Tansiyon mutlaka normale indirilmelidir. Egzersizin faydalı olabilmesi ve istenilen amaca ulaşabilmesi için 30-60 dakika sürmeli ve kalp hızı yüzde 50-60 artmalıdır. Yüksek tansiyonlulara işlenmiş gıda, konserve, sosis salam gibi tuz içeriği yüksek gıdalar tavsiye edilmemelidir. Vitamin C, omega 3, kalsiyumlu, magnezyumlu besinler yüksek tansiyon için dost besinlerdir. Maden suyu içeriğinde sodyum yüksek ise tercih edilmemelidir. Sarımsak, evlilik, akupunkturun yüksek tansiyona iyi geldiği araştırmalarda tespit edilmiştir. Kolanın tansiyonu yükselttiği önemli tıp dergisi JAMA’da yayınlanmıştır. Günde 600 miligram çayın tansiyona iyi geldiğini gösteren tıbbi araştırmalar mevcuttur” diye konuştu.

  • Kuru göz sendromu

    Kuru göz sendromu

    Gözyaşının yetersizliği ya da kalitesinin azalması durumunda kuru göz sendromu oluşur. Hastalığın zemininde enflamatuvar bozukluk yatar.

    Gözde batma ve bazen de kaşıntı gibi belirtilerle kendini gösteren hastalık, ilerleyen yaş ile birlikte azalan gözyaşının yanı sıra uzun süre televizyon ve bilgisayar karşısında vakit geçiren kişilerde de görülür. TV ve bilgisayar kullanımı göz kırpma sıklığını dikkat artması nedeniyle zayıflatır. Az göz kırpıldığında gözün ön tabakası iyi ıslanamaz ve göz kuruluğu belirtileri görülmeye başlar. Hastalar bazen göz kapaklarının ağırlaştığından şikayetçi olup kapakları elleriyle kaldırmaya başlarlar. Kuru ve klimalı ortamlar da hastalık nedenleri arasındadır.

    Kuru göz sendromu teşhisi muayene ile konur. Tanıda kornea boyama testleri, schirmer testi ve gözyaşı osmolarite ölçümü önemli bir kriterdir. Bunun yanında hastanın subjektif semptomlarını da anlayabilmek için OSDİ skorunun saptanması tanıya çok yardımcıdır. Tedavisi genellikle göz damlası veya göz jeli ile yapılır. Osmolarite testinde kuru göz hastalığı tanısı kesinleştirilirse immunosupressif bir ilaç olan siklosporin A damlası kullanılabilir. Bu ilaç, zemininde enflamatuar bir bozukluk olan kuru göz hastalığının etkenine yönelik bir tedavidir.Hekim kontrolü gereken bir ilaçtır.

    Kuru göz hastalığı sıklıkla yanlış tanı konulan bir hastalıktır. Punktum tıkanıklığı, pinguecula gibi konjonktiva dejenerasyonları sıklıkla kuru göz hastalığı ile karıştırılır. Hastanın konunun uzmanı bir hekimce muayenesi yanlış ilaç kullanımlarını engelleyecektir.

  • Sahte implant

    Sahte implant

    Kalitesiz ve patentsiz üretilmiş implantlar diş ve çevresindeki kemikte dönüşü olmayan hasarlara sebebiyet veriyor. Konu ile ilgili açıklama yapan İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tancan Uysal, özellikle Uzakdoğu’dan ülkemize giriş yapan implantların enfeksiyona ve implant kaybına kadar giden ciddi sorunlara neden olduğunu belirtti.

    Gelişen diş hekimliği sektörünün, hekimin tedavisini kolaylaştırıcı, diş hekimliği alanında oldukça önemli teknolojileri hayata geçirdiğine dikkat çeken Dekan Prof. Dr. Uysal, “Firmalar daha yeni ve dişe uyumlu implantlar geliştirdi. Çok başarılı uygulamalarla belki de bir diş çekiminden daha basit operasyonlarla hastalara bunları uygulayabiliyoruz.” dedi. Bu güzel gelişmelerin yanında ortaya çıkan sıkıntılara da dikkat çeken Dekan Prof.Dr. Uysal, özellikle Uzakdoğu’dan ülkemize giriş yapan ve sayıları gün geçtikçe artan sahte implantlar konusunda hastaları uyardı. İçindeki titanyum maddesinin olması gereken değerde olmayan, artık metallerin kullanıldığı bu implantların, maliyeti azaltmak adına bazı diş hekimleri tarafından tercih edildiğini söyleyen Prof.Dr. Uysal, “Bu implantlar ağıza yerleştirildiği zaman kemiklerle birleşmesinde sıkıntılar doğuyor. Titanyum uyum gösterir, ama paslanmaz çelik uyum göstermez. Dolayısıyla bir süre sonra dişle uyum sağlamamasının yanında diş etinde çanak görünümünde kemik defektleri oluşturmaktadır. Bu implantı yerleştirdikten sonra oluşan enfeksiyonla kemik seviyesi 10 milimetreye kadar düşmektedir. Sonuç olarak da implant yerleştirecek yer kalmamaktadır.” diye konuştu.

    Hastalara önerilerde de bulunan Prof. Dr. Uysal, piyasada bilinen patentli, Ulusal Bilgi Bankasında kayıtlı implantların tercih edilmesi gerekliliğine dikkat çekti. “Muayenehanelerde yalnızca fiyat bazında değerlendirme yapmayıp kaliteyi ön planda tutulmalıdır. Uluslararası standartlarda uygunluğunu gösteren belgelere sahip, garanti veren implantlar tercih edilmelidir. Her implantın ömür boyu garanti belgesi vardır. Marka öğrenilip mutlaka bir piyasa araştırması yapılması gerekir. İmplantın üzerine yerleştirilecek ara parçaların her çeşidinin bulunması gerekiyor. Uygulama yerleri ise sterilizasyon bakımdan tam teşekküllü merkezler olmalıdır. Hastalar konu ile ilgili uzman hekimlerden, üniversitelerden bilgi alabilirler.” dedi.

  • Kalça estetiğine talep arttı…

    Kalça estetiğine talep arttı…

    Moda trendleri, kadınların estetik taleplerine de yön veriyor…

    İlerleyen yaş ile birlikte yüz çevresi ve dekolte bölgesinde olduğu gibi, kalçalarda da çeşitli deformasyonlar gelişebiliyor. Son yıllarda kadınlar tarafından kalça estetiğine talep arttı.

    Zaman içinde kalçada oluşan doku kayıpları ve sarkmaların kalça estetik operasyonlarıyla giderilerek, kişinin vücuduna özel çözümler sunulduğunu belirten Estetik ve Plastik Cerrah Prof. Dr. Erol Kışlaoğlu, konuyla ilgili görüşlerini paylaşıyor.

    DOKU YETERSİZLİĞİ VE SARKMALARDA AYNI OPERASYON İLE BAŞARILI SONUÇLAR ALINIYOR

    Zamanın kalçalarda bıraktığı izlerden olan doku yetersizliği ve sarkma gibi çeşitli deformasyonlar, kalça estetiğinde aynı operasyon ile kolayca gideriliyor. Kalça askılama işlemini içeren bu operasyonda, kalçanın yukarı dikilmesi sayesinde daha dik ve sağlıklı bir görünüm elde ediliyor. Ameliyat kesi izi olmadığından oldukça avantajlı sayılan bu uygulama, kadınlardan büyük rağbet görüyor.

    KALÇA ESTETİĞİNDE İZLER KOLAYCA SAKLANABİLİYOR

    Kalçaların özellikle de yan kısımlarında daha yoğun görülen içe çökmeler, yağ dolgusu yapılarak etkisiz hale getiriliyor. Bu sayede kalçanın daha orantılı ve yuvarlak hatlı bir görünüme sahip olduğunu söyleyen Estetik ve Plastik Cerrah Prof. Dr. Erol Kışlaoğlu, konuyla ilgili görüşlerini aktarmaya şu sözlerle devam ediyor:

    “Kalça germe ameliyatında fazlalık deri kısım çıkarılarak, ameliyat izleri alt çamaşır kenarlarına uygun şekilde konumlandırılır, bu hafif izlerin en az ölçüde görünmesi sağlanır. Kalça estetiğinde uygulama genel anestezi altında, hastanın durumuna da bağlı olarak yaklaşık 4-5 saat kadar sürer.”

    KALÇA ESTETİĞİNDE 10 GÜN İSTİRAHAT YETERLİ OLUYOR

    Kalça şekillendirme ameliyatlarıyla estetik sorunlarına veda eden kişiler, operasyonla aynı gün içerisinde evine dönebiliyor. Gevşemeyle deri elastikiyetini kaybeden kişiler, daha genç ve güzel bir görünüme bu uygulama sayesinde sahip oluyor. Hastanın bir gün hastanede yattıktan sonra evine çıkmasının mümkün olduğunu ifade eden Prof. Dr. Erol Kışlaoğlu, 10-15 gün evde istirahatten sonra, hastaların sosyal yaşantılarına dönebileceğini sözlerine ekliyor.

    Estetik ve Estetik Cerrahi hakkında bilgi için tıklayın!

  • Sigara tüp bebek tedavisini olumsuz etkiliyor!

    Sigara tüp bebek tedavisini olumsuz etkiliyor!

    Sigara kullanan kadınlarda tüp bebek tedavisi sürecinde daha yüksek doz hormon tedavisine gerek duyuluyor; çünkü sigara kullanan kadınların kan ve östrojen seviyesi diğer kadınlara göre daha düşük olduğu için daha az miktarda yumurta gözleniyor

    Çocuk özlemi çeken ve başka yardımcı üreme tedavilerinden sonuç alınamayan çiftlere uygulanan bir üreme yöntemi olan tüp bebek tedavisi sonucu oluşan gebeliğin normal gebelik ile hiçbir farkı yoktur. Yalnızca döllenme işlemi vücut harici bir ortamda teknolojik imkanların kullanılması ile sağlanır. Tüp bebek tedavisinde başarılı sonuçlar alabilmek için bazı kurallara uyulması gerekir.
    Tedavinin seyrini değiştirebilecek en önemli etkenlerden birinin sigara kullanmak olduğunu söyleyen Liv Hospital Tüp Bebek Uzmanı Dr. Serkan Oral “Sigara kullanan kadınlarda tüp bebek tedavisi sürecinde daha yüksek doz hormon tedavisine gerek duyulur. Çünkü sigara kullanan kadınların kan ve östrojen seviyesi diğer kadınlara göre daha düşük olur. Bu nedenle de daha az miktarda yumurta gözlenir. Ayrıca sigara nedeni ile tedavinin erken sonlandırılması bile söz konusu olabilir” diyor.
    Tüp bebek tedavisi, kısırlık sorunu yaşayan çiftlere gebelik sağlayabilmek için uygulanan bir yöntemdir. Tüp bebek yaptırmaya karar veren çiftlerin tedaviden başarılı sonuç alabilmek için tedaviyi olumsuz etkileyecek bazı davranış ve alışkanlıklardan uzak durması gerekir. Tüp bebek tedavisi başından sonuna kadar oldukça hassas bir dönemi içerir. Bu dönemde anne adayının birçok şeye dikkat etmesi gerekir. Özellikle anne adayı sigara kullanıyorsa tedaviye başlamadan en az 3 ay önce sigara alışkanlığından vazgeçmelidir. Çünkü sigara tedavi sürecini zorlaştıracağı gibi bebeğin gelişimini de olumsuz etkileyen bir faktördür.
    – Sigara üreme sistemini nasıl etkiliyor?
    Sigara normalde de östrojen hormonunun üretimini olumsuz yönde etkiler. Bu nedenle tüp bebek tedavisinde tedavi başarılı bir şekilde yol alırken üreme sistemini olumsuz yönde etkileyerek tedavinin seyrini değiştirebilir. Sigara bebeğin gelişeceği alanlara zarar vererek oluşan gebeliğin anne rahmine tutunmasını zorlaştırır. Anne yaşı 35’in üzerinde ise tüp bebek tedavisi ile gebe kalma oranı sadece yüzde 20-30 kadardır. Bir de anne sigara kullanıyorsa, tedaviden başarılı sonuç alma olasılığı daha da düşer. Sigara üreme sisteminde ve fonksiyonlarında ciddi sorunlara yol açarken erken menopoza neden olabilir. Günümüzde erken menopozun tam olarak nedeni açıklanamasa da bu konuda sigaranın payı büyüktür. Fazlaca sigara kullanan kadınların erken menopoza girme olasılığı diğer kadınlara nazaran daha yüksektir.
    – Sigara gebelik üzerinde hangi sorunlara neden olabilir?
    Sigaranın içeriğinde barındırdığı kimyasal maddeler kromozom bozukluklarına ve anne karnındaki bebekte birtakım anomalilere yol açabilir. Anne adayının yaşı her ne olursa olsun sigara kullanımı nedeni ile kusurlu bebek oluşumu, gebeliğin düşük ile sonlanması ve ölü bebek gibi riskler açığa çıkabilir. Tüp bebek tedavisi uygulanan ve sigara kullanmaya devam eden anne adaylarında gebelik sağlansa bile gebeliğin düşük ile sonuçlanma olasılığı oldukça yüksek değerlerdedir. Sigara kullanan adayların sigaradan vazgeçmeden tüp bebek tedavisine dahil olmasının hiçbir anlamı yoktur. Çünkü sigaranın tüp bebek tedavisini olumsuz etkilediği gerçeği kesindir.
    – Erkekler üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir?
    Sigara kullanımı tıpkı kadınlarda olduğu gibi erkeklerde de üreme fonksiyonlarında olumsuz etki yaratır. Sperm sayısı, hareketliliği, kalitesi ve şekli sigara kullanmayan erkeklere oranla daha düşük olur. Dolayısı ile tüp bebek tedavisi için negatif sonuçlara yol açar. Tüp bebek tedavisi oldukça meşakkatli, masraflı ve özellikle anne adayı için zor bir süreçtir. Bu zorlu süreçten başarılı bir sonuç alabilmek ve sağlıklı bir bebek dünyaya getirebilmek için çiftlerin sigarayı mutlaka tedavi sürecine başlamadan terk etmesi gerekir.

    Tüp Bebek Özel Bölüm için tıklayın!