Kategori: Sağlık

  • Tüp bebek nasıl yapılır?

    Tüp bebek nasıl yapılır?

    Tüp Bebek nasıl olur Tüp Bebek nasıl yapılır?  Tüp bebek nasıl olur ? Tüp Bebek Nedir?

    Tüp bebek uygulaması, kısa ve basit haliyle, kadın ve erkeğe ait üreme hücrelerinin yani yumurta ve spermin vücut dışı koşullarda -labarotuvar ortamı gibi- döllenme işlemidir. Tüp bebek işlemi sonucu doğan ilk bebek ise, 1978’de İngiltere’de Dünya’ya gelmiştir. Tüp bebek normal yollar ile hamile kalamayan anne adaylarına uygulanan yardımcı bir üreme tedavisidir. Erkekten alınan spermlerle kadından alınan yumurtanın laboratuvar ortamında birleştirilmesi neticesinde oluşan embriyoların rahme aktarılması prensibine dayanır.

    Neden ilk tüp bebek tercih ediliyor?

    Tüp bebek uygulaması birçok yardımcı üreme tedavisi olsa da genellikle en sık tercih edilen tedavi çeşididir. Bunun sebebi ise, gebelik şansının en yüksek olduğu bir tedavi biçimi olmasından kaynaklanır. İlk önce, tüp bebek tedavisi enfeksiyon ya da cerrahi operasyonlar sonucu tüplerinde kalıcı hasarlar kalan anne adaylarında uygulanmaya başlamıştır. Ardından ise kısırlığa sebep olacak diğer etkenlerin tedavisinde de kullanılmaya başlanmıştır. Nedeni bilinmeyen kısırlık ya da erkek kaynaklı kısırlıklarla tüp bebek tedavi yöntemi uygulanarak başarılı sonuçlar elde edilebilmektedir.

    Mikroenjeksiyon uyglaması

    Son yıllarda uygulanmaya başlanan mikroenjeksiyon adı verilen yöntem ile, menisinde sperm bulunmayan ya da bulunsa bile sperm sayısının çok düşük olduğu ancak testisinde sperm mevcut olan baba adaylarının tedavisinde oldukça ses getirmiş, bir devrim olarak ilan edilmiştir. Kadınlarda her iki tüpün kapalı olması, sperm sayı, hareket ya da normal sperm miktarının düşük olması, sebebi bilinmeyen kısırlık, şiddetli endometriozis gibi durumlar ve hastalarda tüp bebek tedavisi uygulanabilir. Tüp bebek tedavisinin süresi uygun görülen tedavi türüne göre değişebilmektedir. Tedavide en sık ve yaygın olarak uzun protokol adı verilen yöntem uygulanır.

    Tüp Bebek nasıl yapılır?

    Tüp bebek uygulamasının 5 aşaması vardır. Tüp bebek aşamalarından birincisi tedavi öncesi görüşme ve en uygun tedavi yöntemini bulmaktır.

    Tüp bebek tedavisi düşünülen adaylarda tedavi, anne adayının adetinin 2. Veya 3. Günü uygulanmaya başlanır. Başlangıç günü ultrason uygulanır. Bunun sebebi, ultrasonda yumurtalıklarda ve rahimde tedaviye başlamaya engel olacak bir sorunun olup olmadığını saptamaktır.

    Anne adayının kanında FSH ve östrojen seviyeleri değerlendirilir. Anne adayının tedavisine başlamak için herhangi bir engel görülmezse; anne adayının yaşı, kısırlık sebebi, kan tahlil sonuçları ve yumurtalık kapasitesi de dikkate alınarak hastaya göre olabilecek en uygun tedavi yöntemine karar verilir. Bunun akabinde tüp bebek uygulaması için yumurta oluşumunu gerçekleştimek adına hormon tedavisine başlanır. Bu döneme kontrollü over sitimulasyonu ismi verilir. Bu dönemde tedaviye yanıtı ve yumurta gelişimini incelemek için belirli zamanlarda ultrason uygulanır, kanda hormon değerlendirilmesi yapılır.

    Yumurtalıkların Uyarılması

    İğne şeklinde hormon barındaran ilaçlara başlanır. Bunun sebebi yeni adet döneminin 3. gününde yumurtalıkların uyarılması içindir. Yumurtalıklardan birden fazla yumurta hücresinin gelişimini sağlamak adına bu ilaçlar uygulanır. Bu hamilelik olasılığını yükseltmektedir. Yumurtalıklarının uyarılma süresi hastadan hastaya değişmektedir. Yumurtalıkların kullanılan ilaca yanıtı, bu sürecin uzunluğunu belirler. Genellikle bu uzunluk 10-12 gün arasında değişmektedir. İki günde bir hormon ve ultrason yardımıyla bu dönemde yumurta gelişimi takip edilir.

    Yumurta Toplanması

    Yumurta hücreleri belli olgunluğa ve büyüklüğe eriştikten sonra, yumurtaların çatlamasına yardım eden hormonal bir iğne ile çatlaması sağlanır. İğne uygulandıktan 34-36 saat sonra yumurta toplama operasyonu gerçekleştirilir. Bu iğne muhakkak zamanında yapılmalıdır. Yumurta toplama uygulaması, sedasyon anestezi yani uyku hali denilen bir hal altında transvajinal ultrasonografi aracılığı ile uygulanır. Bunun sebebi hastanın ağrı hissetmesini önlemektir. Hasta sabah aç karnına alınır. İşlem yaklaşık 20 ile 30 dakika arasında sona erer.

    Bu operasyon esnasında foliküllerin içindeki sıvı toplanır. Sıvıda yumurta bulunup bulunmadığı değerlendirilerek olan yumurtalar toplanır. İlk işlemlemde folikül sıvısında yumurta bulunamayabilir. Bu durumlarda özel bir sıvı yardımı ile folikül içi yıkanır ve folikül içinde kalmış olabilecek yumurtalar bulunmaya çalışılır. Hasta başına yumurta sayısı 10- 12’yi bulabilirken, bu rakam 1’den 40’a kadar da çıkabilir. Çok ender olarak, hiç yumurta toplanamayabilme ihtimali de mevcuttur. Bu işlem sonrası hasta bir iki saat takip edilir ve ardından evine gidebilir. Bundan sonraki aşama ise toplanan yumurtalar içersinde ideal olanların seçilmesi, döllenmesi ve rahim içine transferidir. ”Tüp Bebek Riskleri?” başlıklı yazımda tüp bebek riskleri ile ilgili bilgi vermeye çalıştım.

    Yumurtaların Döllenmesi (Fertilizasyon)

    Yumurta toplama işlemiyle elde edilen MII oosit adı verilen iyi ve döllenebilecek yumurtalar seçildikten sonra, sperm hücre kalitesine bakılarak, klasik tüp bebek ya da mikroenjeksiyon aracılığıyla laboratuvar ortamında döllenmesi sağlanır. Bazı durumlarda döllenme olasılığını arttırmak adına mikroenjeksiyon yöntemi kullanmak daha faydalı olabilmektedir. Sperm hücresi, yumurta hücresini döller ve böylece EMBRİYO meydana gelir. Özel kültür ortamında, döllenmiş yumurtalar, anne adayının rahmine transfer edilebilecek hala gelinceye dek izlenir. İyi ve kaliteli embriyo ayıklanarak rahim içine transferi gerçekleştirilir.

    Embriyo Transferi

    Embriyoların laboratuvar ortamından alınarak anne adayının rahmine transferine embriyo transferi adı verilir. Bu aşama, anesteziye ihtiyaç duyulmayan, hastanın ağrı duymayacağı bir işlemdir. Yumurta toplanma işleminden 48-72 bazı durumlarda ise 120 saat sonra transfer gerçekleştirilir. Transferin ne zaman yapılacağı embriyo sayı ve kalitesiyle ilgili bir durumdur. Trasnfer öncesi rahim ağzı özel sıvılar yardımı ile temizlenir. Rahim içerisine transfer, ince kateter yardımıyla rahim ağzından geçilerek uygulanır. Bu uygulama sonrası rahim içine bırakılan embriyoların bundan sonra kendi kendilerine gelişmeye devam ederek rahime tutunmaları beklenir.

    Transfer edilecek embriyonun sayısı ise, transfer öncesi jinekologla kararlaştırılır. İşlemden sonra, yarım saatlik bir istirahat sonrası hasta evine gidebilir. Transferden sonra elde kalan döllenmiş iyi kalitede embiryosu var ise, dondurularak muhafaza edilebilir. Embriyoların donma ve çözülme uygulaması ardından canlılıklarını koruyabilme şansları %50’dir. Taze embriyolardan daha az bir olasılıkla hamilelik oluşturmalarına rağmen, ikinci bir hamilelik olasılığı tanıyarak gebelik şansını arttırmaktadır. Maliyeti düşürdüğü için de avantajlıdır.

  • Semen analizi hakkında bilinen yanlışlar

    Semen analizi hakkında bilinen yanlışlar

    Kısa veya uzun vadede çocuk sahibi olmak genellikle her evli çiftin arzusu. Pek çok çift evliliğin ilk yıllarında bu konuya pek kafa yormazken, ileriki zamanlarda çocuk istemleri olduğunda karşılarına çıkabilen problemler ile oldukça zor ve stresli bir döneme girebiliyorlar.

    İnfertilite veya toplumda daha çok bilinen adı ile kısırlık, düzenli bir ilişki sonrası 6 ay veya 1 yıl içerisinde çocuk sahibi olamama olarak adlandırılmakta ve hem erkeği hem de kadını ilgilendiren sebeplere bağlı olarak ortaya çıkabiliyor. Problemin kaynağının tespitinde kadın ve erkeği ayrı ayrı incelemek ve testler yapmak çoğu durumda nedeni ortaya çıkarabiliyor iken çocuk istemi olan çiftlerin yaklaşık %20’sinde ise mevcut bilinen inceleme ve yöntemler sonrası kısırlığı oluşturan bir sebep bulunamıyor.

    Bahçeci Sağlık Grubu Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Emre Bakırcıoğlu, ülkemizde her ne kadar son yıllarda bilgi düzeyinin artması ile bu durum değişse de toplumda genel olan yaklaşımın çocuk sahibi olamayan bir çiftte önce kadının sorgulanması olduğunu söyledi. Erkeğe bağlı nedenlerin kısırlığın yaklaşık %50 sini oluşturduğunu söyleyen Doç. Dr. Bakırcıoğlu, çok basit bir sperm testi ile bu nedenlerin büyük bir kısmını tespit etmenin mümkün olduğuna işaret etti. Hatta bu test ne kadar erken aşamada yapılır ise, problemin ciddiyetine göre çözümünün de o kadar başarılı olabildiğini anlatan Doç. Dr. Bakırcıoğlu, “semen analizi olarak ta adlandırılan bu test sonucu gebelik oluşturacak kalitede spermlerin sayıca azlığı veya yokluğu durumunda belirlenecek tedavi seçenekleri ile çiftleri uzun süreler beklenti içerisinde bırakacak ve zaman bağlı kadına ait faktörlerin de oluşması ile başarını düşmesine neden olacak yaklaşımların da önünce geçilebiliyor” diye konuştu.

    Sperm testinin erkek bireyin ergenliğe geçiş döneminden itibaren yapılabilecek son derece basit bir test olmasına karşın pek çok erkek için, hatta uzman doktor için göz ardı edilebilen bir test olduğunu söyleyen Doç. Bakırcıoğlu, bunda test veya uygulama hakkında sanılanın aksine mevcut pek çok yanlış bilginin de rol oynayabildiğini anlattı. Doç. Dr. Emre Bakırcıoğlu, semen analizi ile ilgili doğru bilinen yanlışları sıraladı:

    Semen Analizi Hakkında Bilinen Yanlışlar:

    1. İlişki sırasında boşalıyorsam ve meni mevcut ise sperm üretimimde bir problem yoktur (yanlış).

    Doğrusu: Boşalma sırasında ortaya çıkan sıvı sadece sperm hücrelerini içermez ayrıca pek çok salgı bezi tarafından salgılanan sıvıları da içerir. Sperm üretimi, üretilen spermin kalitesi ancak ve ancak semen örneğinin mikroskop altında incelenmesi ile anlaşılabilir. Meninin varlığı, semenin varlığı veya sperm üretildiği anlamına gelmez. Bazı örneklerde hiç sperm görülmeyebilir, bu durumun dışarıdan gözlem ile anlaşılması mümkün değildir.

    2. Geçmişteki (evlilik öncesinde veya eski evliliğimde) parnerimle/eşimle bir gebelik öyküm var. Spermlerim ile ilgili bir problemim yok. (yanlış)

    Doğrusu: Kısırlık, pek çok çiftte başlangıçta var olmayıp daha sonradan ortaya çıkmış bir durum olabilmektedir. Geçmiş yıllara ait gebelik veya (istemli/istemsiz) düşük hikayeleri sizin spermlerinizde bir sorun olmadığı anlamına gelmez. Ayrıca çocuk isteği olmadığı dönemlerde oluşan bir etken ile sperm parametrelerinizde ciddi değişimler olmuş olabilir.

    3. Evli değilim. Bu testi evlendikten sonra çocuk isteğim olduğunda yaptırmam daha mantıklı. (yanlış)

    Doğrusu: Semen analizi çok ucuz ve basit bir testtir ve üreme çağına gelmiş her erkeğe uygulanabilir. Eğer sperm üretiminde bir problem olduğu tespit edilir ise çözümü için de daha erken dönemde plan yapmak son derece önemlidir. Pek çok erkek bu testi yaptırmadan öncelikle kendiliğinden bir gebelik oluşmasını bekler. Ancak kendinde spermle ilgili herhangi bir kuşkusu varsa örneğin çocuk yaşta testislerinin kasıklarında kalması nedeniyle operasyon geçirmişse 1 yıl beklemeden analiz yaptırmalıdır.

    4. Geçmiş dönemde yaptırdığım semen analizlerinde hiç sperm hücresi görülmedi. Anladığım kadarı ile çocuk sahibi olma ihtimalim hiç yok. (yanlış)

    Doğrusu: Semen örneğinizde hiç sperm hücresi görüşmemiş olsa bile bu yumurtalıklarınızda sperm üretmediğiniz anlamına gelmez. Uzman bir androlog tarafından yapılan muayeneniz sonrasında yumurtalıklarınıza gerçekleştirilebilecek bir mikrocerrahi operasyon ile alınan doku örnekleri incelenebilir ve bulunan sperm hücreleri tüp bebek tedavilerinde kullanılarak çocuk sahibi olabilirsiniz. Bu yöntemle dünya üzerinde doğmuş onbinlerce sağlıklı çocuk vardır.

    5. Bir sperm analizi yapıldı ve hiç sperm hücresi görülmedi. Bir daha sperm analizi yaptırmama gerek yok (yanlış)

    Doğrusu: Sadece 1 sperm analizinde hiç sperm görülmemesi bir daha asla sperm görülmeyecek anlamı taşımaz. Mutlaka farklı zamanlarda en az 2 kez daha sperm tahlili yaptırmak gerekir. Sperm analizlerinde yıkama işlemi yapılarak dibe çöken hücrelerin incelenerek sperm varlığının araştırılması şarttır.

    6. Boşaldığımda ürettiğim meni miktarı az. Muhtemelen sperm üretimimde bir problem var (yanlış).

    Doğrusu: Meni miktarı pek çok parametreye göre değişmekle birlikte 1.5 ml ve üzeri arasındaki miktarlar normal kabul edilir. Ayni durum semen analizi sırasında verilen örnek için de geçerlidir. Bu sınırların dışında kalan meni miktarları, eğer örnek verilmesi sırasında farklı bir durum söz konusu değil ise (örn. Örneğin tümünün kap içine toplanamaması gibi) örnek veren kişi uzman bir androlog tarafından daha detaylı değerlendirmeye alınmalıdır.

    7. Semen örneği verirken bir kısmı kabın dışına kaçtı ama çok az bir miktar olduğu için önemli değildir herhalde (yanlış)

    Doğrusu:Semen örneğinin tümü analiz için önemlidir. Örnek alınması sırasında kap içine toplanamayan kısım önemli bir miktar sperm hücresi içerebilir ve bu kayıp inceleme sonrası elde edilen sonuçları ve sonraki tedavinizi etkileyebilir. Böyle bir durum oluştuğunda mutlaka ilgili uzman kişiler veya doktorunuz bilgilendirilmeli ve gerekiyorsa test tekrarlanmalıdır.

    8. Farklı zamanlarda farklı kliniklerde test yaptırdım fakat sonuçlar arasında ciddi farklar var. Sanırım test yanlış değerlendirildi (yanlış)

    Doğrusu: Sperm üretimi yaklaşık 70 gün süren bir süreçtir ve bu süreçte değişen yaşam şartları, geçirilen ateşli bir hastalık, enfeksiyon vs. gibi nedenler dolayısı ile farklı zamanlarda incelenen semen örnekleri sonuçlarında farklılıklar gözlenebilir. Diğer taraftan farklı laboratuvarların değerlendirme metodlarına bağlı olarak farklı sonuçlar elde edilebilse de bu farklılık kişinin tedavisini ciddi etkileyebilecek bir farklılık olarak karşımıza çıkmaz. Yine de semen analizini herhangi bir tıbbi tahlil laboratuvarında yaptırmak yerine bu konuda uzmanlaşmış bir tüp bebek merkezinde yaptırmak bu ve benzeri farklılıkları da ortadan kaldırabilir.

    9. Sperm analizi standart her yerde aynı düzeyde değerlendirilebilen bir testtir. (yanlış)

    Doğrusu: Sperm analizi bakan kişiye bağlı olarak değişkenlik gösterebilen ve standardizasyonu oldukça zor olan bir testtir. Yurtdışında bu analizin standardizasyonu için büyük uğraşlar verilmesine karşın yine bir insan tarafından değerlendirme yapıldığından çok farklı sonuçlar alınabildiği bildirilmektedir. Dolayısıyla sperm analizi basit gibi görünse de bu konuda uzmanlaşmış klinikler veya laboratuvarlarda yaptırılması gerekir.

  • Tüp bebek diğer bebeklerden farklı mı?

    Tüp bebek diğer bebeklerden farklı mı?

    Uzun yıllardır ülkemizde tüp bebek yöntemi uygulansa bile yine de akıllar karışıyor. Güvenli olup olmadığı, yüzde 100 başarı sağlayıp sağlamadığı, tüp bebekle olan çocuğun diğer çocuklardan farkı olup olmadığı, SGK’nın yardım edip etmediği merak konusu. İşte akıllara takılan soruların yanıtları…

    Tüp Bebek- Kadın ve Doğum Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Aret Kamar yanıtladı:

    Kısırlıkta tek tedavi tüp bebek mi, güvenli bir yöntem mi ?

    Tabii ki değil. Çift karşımıza ilk geldiğinde tahlillerini yapıyoruz. İlk önce daha önce yaşananlar ve yapılan tedaviler sorgulanıyor. Sonra vaginal yapılan ultrasonografi ile yumurtalıkların yumurta rezervi, rahimde herhangi bir doğuştan gelen veya sonradan oluşan bir sorun olup olmadığı araştırılıyor. Gebelik şansını azaltan bir durum varsa ortaya konuyor. Önce bu durum düzeltiliyor. Bazen çok küçük yapılan bir cerrahigirişim bile çocuk sahibi olmalarını sağlayabiliyor. Bu aşamadan sonra erkeğin sperm tahlili, rahim filmi ve çiftin genel sağlığı ile ilgili tahliller yapılıyor. Bu tahliller neticesinde ne tedavi yapılacağına karar veriliyor. Her iki tüpün kapalı olduğu durumda ve hareketli sperm sayısı 5 milyonun altında ise genellikle tüpbebek yöntemini uyguluyoruz. Ayrıca daha önce iki ya da daha fazla aşılama denemiş ama başarısız olmuş çiftlerde, genetik hastalık taşıyanlarda hastalığın çocuğa geçmesini önlemek için tüpbebek kullanılması gereken yöntem. Yaşı 40 ın üstünde veya genç yaşta yumurtalık rezervi azalamış olanlarda vakit kaybedilmeden tüpbebek yapılmalı. Ancak eğer çiftin daha önce başka bir tedavisi yoksa, en az bir tüp açıksa, hareketli sperm sayısı 5 milyonun üzerinde ise aşılama denenebilir.

    Tüpbebek tabii ki çok güvenli bir yöntem. Yapılan her iş tecrübeli bir ekibin ve uzmanların denetiminde yapılıyor. İlk tüpbebek ile doğan çocuk 30 yaşını geçti, sağlıklı. Bugüne kadar tüpbebek yaptıran hiçbir anne adayının başına tüpbebek yöntemi ile ilgili bir sorun gelmedi. Doğan çocuklarda acaba sakatlık ihtimali artıyor mu diye defalarca araştırıldı, birşey bulunamadı. Bu yüzden tüpbebeğin normal yoldan oluşan çocuktan hiçbir farkı yok. Tek fark sperm ve yumurtanın buluşmasını vücut dışında yapıyoruz. Gebelik sürecinin takibi bile farklı değil.

    Tüp bebek tedavisinde yüzde yüz başarı yanıltıcı mı ?

    Tüpbebek yaptıran herkes doğal olarak para da harcadığı ve çoğu zaman bu parayızorlukla kazandığı için bir denemede gebe kalmak istiyor.

    Gerçekte tüpbebeğin başarı şansı kadının yaşına, rahmin durumuna, embriyo kalitesine, verilen embriyo sayısına göre değişiyor. Rahim ve embriyonun iyi durumda olduğunu düşünsek bile, kadın genç yaşta ise 1 embriyo verildiğinde gebelik şansı yüzde 35, iki embriyo verildiğinde yuzde 60 civarında. Kadın 40 yaşındaysa 2 embriyo verildiği halde bu şans yüzde 30, 43 yaşında ise yüzde 10’larda.

    YAŞ SINIRI

    Kadın ve erkekte yaş olarak üst sınır var mı ?

    Erkekte böyle bir sınır yok. Erkekte her yaşta sperm olabiliyor ve erkeğin yaşlanması bugünkü bilgilere göre tüp bebeğin gebelik getirme şansını etkilemiyor. Kadında ise durum farklı. kadında Menopoz yani yumurtanın bitmesi ve adetten kesilme süreci var.

    35’li yaşlardan sonra yumurta sayısı azalmaya ve yumurta kalitesi ve buna bağlı olarak bunların gebelik getirme şansı azalıyor. Kırklı yaşlarda gebelik şansı yumurta sayısına göre değişmekle beraber yüzde 25 – 30’larda, kadın 43 yaşını tamamladıktan sonra gebelik yok denecek kadar az ( yüzde 10 un altında)

    Bu yuzden çocuk isteyen kadınların yaşları çok buyumeden çocuk sahibi olmaları gerekir. Bir sure bunu ertelemek isteyenlerin de mutlaka bu işten anlayan bir uzmana gitmeleri, yumurtalık rezervlerini kontrol ettirmeleri gerekir.

    Tüp bebek tek tüple yapılır mı ?

    Tüpbebekte tüplerin açık olup olmaması önemli değil. Çünki tüpbebekte yumurtayı vücut dışına alıp spermle birleşmesini laboratuar ortamında sağlıyoruz. Yani tüpteolan işlemi vücut dışında yapıyoruz. Oluşan bebekleri de rahim içine koyuyoruz. Yani tüpün görevini biz yapıyoruz. Onun için adı tüpbebek zaten. Bunun tek istisnası tüplerin yumurtalığa bakan ağzının tıkanıp tüpün içinde sıvı birikmesi hali. Buna hidrosalpenks diyoruz. Bu durumda tüpün içinde biriken sıvı rahim içine akıp bebeklerin rahime yerleşme şansını azaltıyor. Bu tüplerin tüpbebek denemesi öncesi alınması gerekiyor.

    Embriyoların karıştırılma riski var mı? Kaç yıl saklanır ?

    Bu tabii herkesin ürktüğü ve korktuğu birşey. Yumurtalar, spermler, embriyolar binbir kontrolden sonra üzerine isimler yazılarak saklanıyor laboratuarda. Aynı bir kütüphane gibi. Her bir kitabın üstünde etiket var. Kime ait olduğu belli. Yani karışmaz. Dikkat ederseniz bugüne kadar hiçbir tüpbebek merkezinde karışma olduğuna dair bir bilgi medyaya yansımadı.

    Embriyolar donduruldu ise kanunen 5 yıl saklanabiliyor.

    Tüp bebek yöntemiyle doğan çocuklar farklı mı ?

    Bugüne kadar tüpbebek yöntemiyle birçok çocuk doğdu. Her ay bizim kliniğimizde 100 den fazla kadın hamile kalıyor. Bugüne kadar hiçbir çocukta tüpbebek yöntemine ait bir zarar bulunamadı. Genelde birçok kontrolden geçtikleri için sağlıklı çocuklar oluyorlar belki de biraz aile üstüne çok düştüğü için yaramaz.

    SGK YARDIM EDİYOR MU?

    SGK her çift için yardım yapıyor mu? Kriterler neler ?

    Kadın 23 – 39 yaşında ve sigortaları 5 yıl ve 900 iş günü prim ödemişlikleri varsa yardım ediyor. Evlilik süresi 3 yılı geçmiş olmalı. Bu durumda olanlarda eğer her iki tüp tıkalı veya hareketli sperm sayısı 5 milyonun altında ise başka hiçbir tedavileri olmasa da rapor çıkartıp tüpbebek yaptırabiliyorlar. Bunun dışında olanlarda en az iki defa iğne tedavisi sonrası aşılama olmuş olma şartı aranıyor. Eğer heriki tüp tıkalı veya erkekte azoospermi denilen hiç sperminin olmaması durumu varsa o zaman evliliğin 3 yıl olma şartı aranmıyor.

    Rapor eğitim araştırma hastanelerinden veya üniversite hastanelerinden alınabiliyor. Rapor alan çiftler ister devlette ister SGK anlaşmalı özel tüpbebek merkezlerinde deneme yapabiliyorlar. Bu şartlara sahip çiftler 2 kere SGK yardımı ile deneme yapabiliyorlar.

    Tüpbebek tedavisinde kadınlar ne tür ilaçlar kullanıyorlar? Kilo aldırırmı?

    Yumurta sayısını arttırmak ve bize yumurtalar ve bunlardan oluşan embriyolar arasından seçme şansına sahip olmak amaç. Yumurtalık normalde 1 yumurta üretecek şekilde çalışıyor. Biz bu ilaçlarla yumurtalığı daha fazla yumurta vermesi için zorluyoruz. Ancak verdiği yumurta ne olursa olsun rezervi kadar. Bu rezervi biz kadın adet olduğunda ultrasonla yumurtalığına bakarak anlıyoruz. Ona göre ilaç ve ilaç dozu seçiyoruz. Yumurtası az olan, rezervi düşük hastalarda çoğu zaman iğne bile kullanmıyoruz. Kendi yumurtalarıyla naturel dediğimiz doğal tedavileri seçiyoruz.

    Bu ilaçların kilo aldırma şansı yok. Zaten sadece 8-10 gün kullanıyoruz. Ancak yumurta büyümesi ve büyüyen yumurtaların ürettiği östrojen ve prgesteron hormonuna bağlı olarak bücut su tutabilir. Ancak bu yağlanma değil. İlaçlar bırakıldıktan sonra vücut suyu atar. Kiloda artış görülse bile bu kalıcı birşey değil.

    Başarısız bir deneme sonrası kaç deneme yapılabilir, ne kadar beklenmeli ?

    Bazı durumlarda çocuğun olmayacağı aşikar. Yumurtalar kötü olabiliyor. Döllenme olmayabiliyor, embriyolar gelişmiyor, rahim içinde doğuştan veya sonradan olan bebek tutunmasını engelleyecek düzeltilemez bir durum oluyor. Bu durumlarda tekrar denemenin bir anlamı yok. Bunlar dışında tüpbebeğin belli bir tutma şansı olduğundan deneyebilecekleri kadar denemeli çiftler. Klinikler de bu konuda çiftlere ellerinden gelen tüm kolaylıkları gösteriyorlar. Başarısız deneme sonrası doğal tedavilerde hemen ertesi ay, İğne tedavisi sonrası yumurta toplandıysa en az 3 ay beklenmelidir.

    Tek bir sperm ve yumurta yeterli mi? Kök hücre çalışmaları ne durumda?

    Tabii ki elimizde ne kadar çok yumurta ve sperm varsa gebelik şansı o kadar fazla. Ancak yumurta ve spermin az olması gebelik olmayacağını da göstermez. Sadece deneme başına şansın az olacağını gösterir. Bugün yaşı genç olduğu halde yumurtası az olan FSH’sı yüksek olduğu için çocuklarının olmayacağı söylenen, panik halinde oraya buraya koşan bir sürü umutsuz bayan var. Bu hanımların tek yapmaları gereken sabırlı olup uğraşmak. Çünki FSH’nın yüksek olması sadece yumurtanın azaldığını veya zaten az olduğunu gösterir. Yumurta kalitesini ve gebe kalamayacaklarını göstermez. Bunlara doğal tedavi yapılıyor. Evet belki daha çok uğraşıyorlar ama bir çoğu çocuk sahibi olabiliyor. Yeter ki umutsuzluğa kapılmasınlar. Tek yumurta ve tek sperm embriyo oluşturuyorsa çocuk sahibi olmaya yeter. Azim ve istek olduktan sonra. Biraz da sabır tabii.

    Kök hücre çalışmaları devam ediyor. Herkesin umudu tabii. Spermi ve yumurtası olmayan ve bu yüzden çocuk sahibi olamayan çiftler sabırla beklemeliler. Ancak şu anda klinikte uygulanabilir bir yöntem halen mevcur değil. Tedavi yapabilmemiz için günümüz şartlarında sperm ya da yumurta bulmamız gerek.

  • Reflüden kurtulmak için yapmanız gerekenler…

    Reflüden kurtulmak için yapmanız gerekenler…

    Halk arasında mide reflüsü olarak bilinen gastro-özafagial reflü hastalığı mide içeriğinin yemek borusuna kaçmasıdır. Reflü asit, safra ve pankreas sıvısı içeren mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle, yemek borusunun kendisini mide içeriğinden koruma özelliğinin yok olmasıdır. Erişkinlerde ortalama %20 reflü görülmektedir. Çoğunlukla mide ülseri ve gastritlerle karıştırılmaktadır.

    Mide içeriği midenin salgıladığı hidrojen iyonu nedeni ile ileri derecede asittir. Mide içeriğinin her zaman safra ve pankreasın salgıladığı enzimlerde bulunur. Alkali olan safra ve pankreas sıvılarıda mide asidi gibi yemek borusunun tahrişine neden olur.

    Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin yemek borusuna geçişini elgelleyen bir kapak mekanizması vardır. Reflü hastalığında en sık görülen özellik bu kapak mekanizmasının gevşekliğidir. Bu durum sıklıkla mide fıtığıyla birliktedir. Mide boşalım bozukluğu veya bozulmuş yemek borusu hareketi hastalığı tetikleyen diğer nedenlerdir.

    Normalde içeriğinin özafagusa kaçması yemek borusunun alt ucunda bulunan bir mekanizmanın kelepçe ve kapak mekanizması ile kapanmasıyla olur. Bu mekanizmanın bozulması reflünün en önemli sebebidir.

    Reflüde en çok görülen şikayet mide yanmasıdır. Bunun yanında göğüs arkasında yanma hissi,ekşime, ağıza gelen acı tat, ağız kokusu ve mide şişliğidir. Bunun sonucunda gıcık, öksürük, ses kısıklığı, ses tellerinde nodüller, kronik sinüzit, ağız kokusu özafagus alt ucunda hücresel değişikliğe bağlı barret özafagus gelişmesi ve sonucunda özafagus kanserlerine yol açmasıdır. Erişkinlerde meydana gelen allerjik astım bronşitin %70 nedeni reflüye bağlıdır. Reflü tanısında en çok kullanılan yöntem gastroskopi, ph metre, manometri ve baryumlu grafi olmasına karşın en sık kullanılan ve en pratik yöntem gastroskopidir.

    Reflü; alkol kullanımı, sigara, acı ve baharatlı yiyecekler dahada artırmaktadır. Reflüsü olan hastalar az az ve sık yemek yemeli, yatmadan 2 saat önce yemek yemeyi kesmelidir.

    Reflü tedavisinde başlangıçta asit salınımını azaltan ve mide duvarını koruyan ilaçlar verilir. 2 ay sonunda hasta rahatlamazsa hastaya operasyon önerilir. Günümüzde laparoskopik yöntemle deneyimli cerrahlar tarafından başarılı bir şekilde bu operasyonlar yapılmaktadır.

    Aşağıdaki yiyecekler reflüyü tetiklemeyen ve fazla mide asidi üretimine yol açmadan sindirilebilir;

    • Elma
    • Muz
    • Patates (fırında veya haşlama)
    • Brokoli
    • Lahana
    • Havuç
    • Fasulye
    • Yağsız kıyma
    • Tavuk göğsü (haşlama)
    • Balık
    • Beyaz peynir
    • Ekmek
    • Kepek
    • Yulaf
    • Esmer pirinç
    • Beyaz pirinç
    • Mısır ekmeği
    • Yağsız krem peynir
    • Soya peyniri
    • Yumurta akı

    Bu liste reflüsü olanların tüketebileceği gıdaların tamamını içermemektedir.

    Mide asidi üretimini, dolayısıyla reflü ağrılarını arttırdığı bilinen bazı yiyecek ve içerecekler;

    • Portakal
    • Portakal suyu
    • Limon
    • Limon suyu
    • Greyfurt
    • Kızılcık suyu
    • Domates
    • Kızartma gıdalar
    • Yağlı et
    • Yağlı kıyma
    • Çiğ soğan
    • Kızartma tavuk
    • Ekşi krema
    • Muzlu süt
    • Dondurma
    • Likör
    • Şarap
    • Bira
    • Kahve
    • Çikolata
    • Pastane ürünleri
    • Mısır cipsi
    • Patates cipsi
    • Koruyucu içeren konserve gıdalar
  • Gripten korunmanın etkili bir yöntemi

    Gripten korunmanın etkili bir yöntemi

    İngiltere’de yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, her hafta en az iki buçuk saatlik sıkı egsersiz yapmak gribe yakalanma ihtimalini yarı yarıya azaltıyor.

    Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu’nun internet üzerinden 4,800 kişiyle yaptığı anketten alınan verilere göre hafif egzersiz yapmak aynı etkiyi göstermiyor.

    Bu yıl beşincisi gerçekleştirilen grip anketi, kimlerin gribe yakalanıp yakalanmadığını tespit etmek için yapılıyor.

    Ankette, yaş, çocuk sahibi olunup olunmadığı, grip aşısı yapılıp yapılmadığı ve koşu, hızlı bisiklet sürme ya da müsabakalarda yer alınan herhangi bir spor yapılıp yapılmadığı gibi sorular yöneltiliyor.

    Kayıt olan kullanıcılar her hafta nasıl hissetiklerini ve gribe benzer belirtiler gösterip göstermediklerini söylüyor.

    Anket sonuçlarını değerlendiren uzmanlar, her bin grip vakasından yüzünün sıkı egzersiz yapılarak önlenebileceğini vurguladı.

    Araştırmacı Dr. Alma Adler, “Bunlar ilk sonuçlar. Dolayısıyla ihtiyatlı yaklaşmalıyız. Ancak veriler diğer hastalıklarla uyumlu ve gerçekten egzersiz yapmanın faydalarını gösteriyor. Bu kış pekçok kişi grip geçirmemiş olsa da, insanlar düzelen havalardan faydalanmalı ve dışarı çıkıp daha çok egzersiz yapmalı” dedi.

  • Tüp bebek kaç kez denenir?

    Tüp bebek kaç kez denenir?

    Tüp bebek tedavisinin kaç kez denenebileceği ile ilgili bilinen yada belirlenmiş kesin bir sayı bulunmamaktadır. Tüp bebek tedavi süresi aralarında ortalama 2-3 aylık süre bulunması kaydıyla çiftlerin maddi ve psikolojik durumu el verdiği sürece tüp bebek tedavisi denenebilir. Her denemede olasılık biraz azalmasına ve uzun tedavi sürecinin çiftler için bazen zor ve yıpratıcı olmasına rağmen umutsuzluğa kapılmadan ısrarcı olmakta fayda vardır. Çünkü her tedavi bir sonraki tedavi için rehber olup, başarısızlık nedenine göre yeni yaklaşımlar ve yöntemler belirlenebilir. Böylece bir sonraki tedavi aşamasında başarı şansı arttırılabilir.

    Özellikle ilk 4 tüp bebek denemesi başarı şansı daha yüksek olmakla birlikte, sonraki uygulamalarda başarı şansı düşebilir. Tekrarlayan uygulamalarda başarıyı etkileyen faktörler de önemlidir. Kadının yaşı, infertilite nedeni ve kadının yumurtalık kapasitesi gibi faktörler başarıyı etkiler. Sonraki denemelerde mutlaka bunlar göz önünde bulundurularak tedavi planı çizilmelidir. Aynı zamanda, yumurta kalitesi, embriyo gelişimi ve rahim içi tutunma gibi faktörlerde tüp bebek tedavisinde başarıyı etkiler. Dolayısıyla, tekrarlayan başarısızlığı olan çiftlerin durumunun tekrar değerlendirilmesi ve ek detaylı bir değerlendirme yapılması uygun olacaktır.

    Bu durumlarda, rahim içi yapışıklık, myom, polip, rahim iç duvarının yetersiz gelişimindeki yetersizlikler, kan pıhtılaşma bozukluğu (trombofililer) ve anormal immünolojik yanıt; anne ve/veya babadan kaynaklanan genetik bozukluklar ve tüplerin içinde sıvı birikmesi (hidrosalpenks) ve endometriyozis gibi faktörler yeni denemeler öncesinde değerlendirilebilir. Bunların yanı sıra, oosit ve embriyo kalitesini arttırıcı bazı ileri teknolojik yöntemlerden de yararlanılabilir.

    Tüp bebek mikroenjeksiyon farkı

    Tüp bebek tedavisinde kadından toplanan yumurta ile erkekten alınan spermin döllenmesi için iki farklı yöntem kullanılabilir.

    Klasik tüp bebek yöntemi: Bu yöntemde kadının yumurtası ile erkeğin spermi labaratuar şartlarında aynı kaba konularak spermin yumurtayı kendiliğinden döllemesi beklenir. İnkübatörde bulunan sperm ve yumurta döllenme aşamasında takip edilir. Takip sırasında yumurtanın döllenip döllenmediği izlenir.

    Döllenme olunca, döllenmiş yumurtada embriyo oluşması beklenir ve embriyo oluşup belli bir gelişim aşamasına geldikten sonra, yani yaklaşık yumurta toplamadan 2-3 gün sonra kateter yardımı ile embriyo rahim içine yerleştirilir.

    Mikroenjeksiyon (İntrasitoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI): Bu yöntemde klasik tüp bebekten farklı olarak mikroskop altında sperm özel bir pipet yardımı ve özel bir teknikle yumurta içine direk enjekte edilerek döllenme sağlanır. Bu yöntem ilk başlarda sperm hareketliliği ve sperm sayısında problem olan erkek faktörü nedeniyle tüp bebek yapılan hastalar için uygulanmaya başlanmış olmasına rağmen, daha sonraları klasik tüp bebek yöntemindeki başarısızlıkları azaltmak için yaygın olarak kullanılır hale gelmiştir.

    Ayrıca ileri yaş ve az yumurtası olan kadınlarda yada yumurta kabuğunun fazla kalın olduğu durumlarda da kullanılabilen faydalı bir yöntemdir. Bu yöntemle elde edilen embriyolarda uygun gelişim aşamasına geldiğinde rahim içine yerleştirilir. Klasik tüp bebek yöntemi ile elde edilen embriyo ile mikroenjeksiyonla elde edilen yumurtaların rahim içine tutunmasında fark olmamasına rağmen, mikroenjeksiyonda yumurtanın döllenme şansı artmış olur. Klasik yöntemle karşılaştırıldığında mikroenjeksiyonda bebeklerde anomali riskinde artış tesbit edilmemiştir. Dolayısıyla ileri yaş, tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı gibi ek bir problem olmadığı sürece mikroenjeksiyon yöntemi kullanıldığında genetik inceleme yapma gerekliliği yoktur.

  • Diş gıcırdatmanın sebepleri nelerdir?

    Diş gıcırdatmanın sebepleri nelerdir?

    Bruksizm (diş gıcırdatma) genellikle uyku esnasında oluşan güçlü çene hareketlerinin neden olduğu çeneleri sıkma, dişleri gıcırdatma olayıdır. Toplumumuzda sık rastlanır. Genellikle bu alışkanlığa sahip bireyler bundan habersizdir.

    Diş gıcırdatmanın sebepleri nelerdir?

    Bruksizmin (diş gıcırdatması) oluş nedenleri hakkında çeşitli görüşler vardır. Bazı araştırmacılar buruksizmin dişler arasındaki kapanış ilişkisinin bozulmasından kaynaklandığını, bazıları santral sinir sistemindeki bir hastalığın neden olduğunu bazı araştırmacılar da bu iki nedeni de kapsayan çok yönlü bir problem olduğunu ileri sürmektedirler.

    Duygusal stresler (Herkes stresin bruksizmin nedenleri arasında en önemli faktör olduğu konusunda fikir birliği içerisindedir. Vücudumuzda stres belirtilerini ilk olarak gördüğümüz yer ağız dokularıdır. Stres bruksizmin hem oluş nedeni hem de olayın şiddetini artıran en önemli faktör olarak belirlenmiştir.)

    • Aşırı sinirli, hassas, titiz bir yapıya sahip olmak
    • Malokluzyon (dişlerin diziliş ve sıralanışındaki bozukluklar)

    Diş gıcırdatması sonucu ağız ve dokularında ne tür rahatsızlıklar oluşur ve belirtileri nelerdir?

    Dişlerin çiğneyici yüzünde oluşan aşınma: Dişlerin birbirleri ile sürtünmesi sonucunda oluşan aşınma tüm dişleri kapsayabilirse de özellikle ön dişlerde daha etkilidir.
    Dişlerde kırılma: Dişleri sıkma ve gıcırdatma sonucunda ön dişlerin köşelerinde arka dişlerin çıkıntılı kısımlarında mikro çatlaklar oluşur. Röntgen ile saptanamayan bu çatlaklar zamanla büyüyerek dişlerin kırılmasına neden olur.
    Dişlerde aşırı hassasiyet: Genellikle soğuğa karşı hassasiyet gelişir. Ani diş sızlamaları başlar. (Bakınız, Diş Hassasiyeti)
    Diş etinin geriye çekilmesi ve genellikle bununla birlikte oluşan dişin boynunda diş eti hizasında oluşan çentik şeklindeki aşınmalar: Bu durumun oluşmasına neden olarak ilerleyen yaşa bağlı diş eti çekilmesi ya da aşırı baskı uygulanarak yapılan diş fırçalama gösteriliyorsa da , bruksizm hastalığının dişlerde bu gibi oluşumlara neden olduğu bilinmelidir. (Bakınız, Dişeti Hastalığı)
    Dişlerde sallanma: Yıllar süren gıcırdatma sonucu dişler gevşeyerek sallanmaya başlar. Aşırı basınç dişleri saran kemik desteğinin kaybolmasına neden olur. Bu durumu telafi etmek için dişlerin kökleri hizasında ekstra kemik çıkıntıları gelişir.
    Yanaklarda iritasyon (tahriş): Özellikle dişleri birbirlerine temas ettikleri kapanış çizgisi hizasında, yanağın iç kısmında çizgi ya da kabartı şeklinde fibröz bir oluşum meydana gelir. Bu oluşum nedeni ile sıklıkla “yanak ısırma” olayı ile karşılaşılır.
    Kas ağrısı: Özellikle şakak ve yanak bölgesindeki kasların aşırı çalışması bu bölgelerde kas ağrısına neden olur.
    Baş ağrısı: yukarıda belirtilen kas ağrısı zaman zaman baş ağrısı şeklinde kendini gösterir.
    Çene ekleminde ağrı : Çene eklemine aşırı yüklenilme nedeni ile eklemde ağrı, çıtırtı ve kenetlenme olabilmektedir.

    Bu belirtiler diş gıcırdatmasının hemen başlangıcından itibaren ortaya çıkmaz. Olayın şiddetine ve süresine göre bazen yıllar sonra görülebilmektedir. Çoğunlukla belirtilerin tümü birden olmayabilir. Bazen çok az belirti gösterebilir.

    Tedavi

    Tedavinin amacı dişlerde çene ekleminde oluşabilecek kalıcı zararları önlemek ve ağrıyı ortadan kaldırmaktır

    Diş hekimi tarafından uygulanan, uyku sırasında dişlerin birbirleri ile temasını engellemek amacı ile alt ve üst çene dişlerinin arasına yerleştirilerek kullanılan “gece koruyucuları”, diş gıcırdatması semptomatik tedavisinde kullanılan en önemli araçtır. Ancak gece koruyucularının çoğunlukla tek başlarına yeterli olamayabilmektedir.

    Bu nedenle hastalığın sergilediği tabloya göre gece koruyucularının yanında bazı ek tedavilerinde uygulanması gerekmektedir:

    • Stres terapisi,
    • Rahat uyumayı sağlayıcı önlemler,
    • Kas gevşetici ilaç uygulaması,
    • Hatalı yapılmış diş dolgusu ve kaplamaların yenilenmesi,
    • Eksik olan dişlerin yerine koyulabilmesi için protez uygulamaları.

    Bunu engellemek için diş hekimlerimiz, gece plağı denen silikondan kalıplar yapıyorlar. Fakat bu koruyucu kalıpları düzenli kullanmak sıkıcı gelebiliyor. Bu sorunun çözümünde çok daha kolay bir yol olduğunu sizlerle paylaşayım istedim. Birçok alanda karşımıza çıkan BOTOKS bu konuda da yardımımıza koşuyor. Çene kaslarına gereken dozda yapıldığında gevşetiyor. Ancak istemli çiğneme hareketlerine izin veriyor. Uykuda istemsiz kasılıp dişleri sıkmasını kısıtlıyor. Kısacası güçlü çene kaslarının istemsiz kasılmasını önlüyor. 3-5 ay aralıkla birkaç defa yapıldığında kalıcı olarak gece diş sıkmaları önlenebiliyor.

  • Baş Dönmenizin Ardında Migren Olabilir!

    Baş Dönmenizin Ardında Migren Olabilir!

    Anatomica Bilimsel toplantılarının onuncusu, 22 Ekim 2013 Salı akşamı Sürmeli Otel’de düzenlendi. Toplantıda, Baş Dönmesi konusundaki öncü araştırma ve çalışmalarıyla tanınan Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Burak Ömür ÇAKIR, “Baş Dönmesine Güncel Yaklaşımlar” adlı bir sunum gerçekleştirdi.

    Vertigo’nun bir hastalık değil belirti olduğunu, bu belirtinin birçok hastalığın teşhisinde de önemli bir rol oynadığını ve son yıllarda Migren ile Vertigo bağlantısının daha da detaylı bir şekilde analiz edilebildiğini ifade eden Dr. Çakır, Vertigo ataklarının, baş ağrısı öncesinde, baş ağrısıyla ya da baş ağrısı olmaksızın görülebileceğini belirtti.

    Dr. Çakır, Vertigo’ya neden olan hastalıkların teşhisinin her zaman kolay olmadığını vurgulayarak şunları belirtti:

    ‘’Baş dönmesi, tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır. Bu konu hakkında uzmanlaşmış hekim ve laboratuvarın bulunduğu bir merkeze gitmek tedavide oldukça etkili olmaktadır. Çünkü Vertigo günlük hayatı oldukça olumsuz etkileyen, tanısı zor ve kapsamlı testlerle ortaya konulabilen bir rahatsızlık. Tedavinin başarısında, detaylı muayene ve testlerin yanı sıra hasta hikâyesinin dinlenmesinin payı büyük.’’

    Botoks, Migrende Sanıldığı Kadar Etkili Değil

    ABD’de yapılan bir araştırma, Botoks tedavisinin, migren hastalarında fazla etkili olmadığı, sadece çok sık kriz geçiren hastalarda bu yöntemin kullanılmasının anlamlı olduğu gösterdi.

    Wisconsin Tıp Fakültesi bilim adamları, Jeffrey Jackson başkanlığında yaptıkları kapsamlı araştırmada, botoks tedavisinin ancak kronik (ayda 15 günden fazla) baş ağrısı/migren çekenlerde etkili olduğu görüldü. Ayda 15 günden az ağrı çekenlerde ise botoksun olumlu bir etkisi saptanamadı.

  • Miyom Nedir, Nasıl Tedavi Edilir?

    Miyom Nedir, Nasıl Tedavi Edilir?

    Her dört kadından birinde hayatının bir döneminde ortaya çıkan miyomlar, kadınlarda en sık görülen sorunlardan birini oluşturmaktadır. Bunlar, rahim dokusundan kaynaklanan ve rahim şeklinin dışına taşan iyi huylu kitlelerdir.

    Miyomların ortaya çıkmasında genetik yatkınlığın önem taşıdığı bilinmektedir. Hastaların çoğunda birden fazla miyomun olduğu görülür. Östrojen, miyomların büyümesine neden olduğu için özellikle üreme çağında, hamilelik döneminde büyüdükleri gözlenmektedir. Menopoz döneminde ise eğer hasta hormon ilacı kullanmıyorsa genellikle küçülmektedir.

    Miyomlar, rahimdeki yerleşimlerine göre de farklılaşır ve rahim içi astar dokuya doğru büyüyebildikleri gibi rahim içi kas dokusunda da yer alabilir. Ayrıca, rahim dışına doğru büyüyen miyomlar ve saplı miyomlar da kadınlarda görülebilir. Bunun dışında yumurtalık bölgesinde gelişen miyomlar da olabilmektedir.

    Belirtileri nelerdir?

    Miyomların büyük çoğunluğu belirti vermeyip herhangi bir şikayet yaratmayabilir. Bununla birlikte miyomlarla ilgili en sık rastlanan şikayet ise düzensiz kanamalar olmaktadır. Ayrıca, hamilelikte olduğu gibi alt karın bölgesinde olan bir kitle ağrı ve bası hissi ortaya çıkabilmektedir. Bu durum idrar kapasitesini azaltarak sık tuvalete çıkma ihtiyacı yaratabilmektedir. Yine miyomu olan kadınlarda düzensiz kanamalara bağlı olarak demir eksikliği anemisi de gelişebilmektedir. Dolayısıyla da halsizlik, yorgunluk, nefes darlığı gibi sorunların da yine miyomlara bağlı olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Hamileliklerde ise büyük yer kaplayan miyomların bası yaparak kanama, erken doğum sebebi olmaları mümkündür.

    Rahim içi astar dokuya doğru büyüyen miyomlar kısırlık ve düşüklere sebep olabilmektedir.

    Miyomların teşhisi jinekolojik muayene sırasında olabileceği ancak tanıyı ultrasonla koymak mümkün olabilmektedir.

    Hangi miyomlar alınmalıdır?

    Hangi miyomların alınması gerektiği kadının şikayetlerine ve neden olduğu sonuçlara göre belirlenir. Eğer miyomun çapı 5 santim veya daha büyükse veya miyom büyümeye devam ediyorsa ve aynı zamanda şikayetler hayat hayat kalitesini bozuyor ve yukarıda belirtilen hastalıklara neden oluyorsa tedavi gerektirir. Ancak herhangi bir şikayetin ya da büyümenin olmadığı durumlarda altı ayda bir jinekolojik takip ve ultrason muayenesi yeterli olacaktır.

    Miyomlar ne zaman ameliyat edilmeli?

    Kadın açısından miyomlar sıkıntı bir durum yaratmaya başladığında büyüme devam ediyorsa, ciddi bir baskı oluşturuyor ve şiddetli kanamalar yaşanıyorsa, gebeliğe engel oluyorsa ya da düşüklere sebep olabilecek durumlar söz konusu ise miyomlar tedavi gerektirir. Ameliyat açık cerrahi ya da laparoskopi veya histeroskopi yoluyla yapılır. Rahim içi astar dokuya doğru büyüyen miyomlar histeroskopi tekniği ile vajinadan girilerek alınır.

    Miyom ameliyatlarında hangi yöntemler kullanılır?

    Bugün birçok büyük merkezde miyom ameliyatları ağırlıklı olarak laparoskopik yolla yapılmaktadır. Miyomlar bu yöntemde karın hiç açılmadan göbek çukurundan girilerek (laparoskopi) ameliyat edilir. Ve eskiden sorun oluşturan büyük ya da çok sayıda miyomlar dahi deneyim ve teknik altyapı olanaklarının gelişmesiyle birlikte kapalı yöntemle ameliyat edilebilmektedir.

    Eğer hasta menopozda veya menopoza yakın bir dönemdeyse rahmin tümünün alınması söz konusu iken henüz doğurganlığını tamamlamamış veya rahmini kaybetmek istemeyen hastada sadece miyom veya miyomların alınması mümkündür.

    Özellikle büyük miyomlarda laparoskapik ameliyat ciddi bir deneyim gerektirir. Ancak bununla birlikte işlemen bu yolla yapılması hastaya önemle kazanımlar sağlar. Bunlar; karın kesisi olmadığı için estetik bir kaygı duyulmaz, ağrı ve kanama riski açık cerrahiye göre daha az olur. Komplikasyon riskinin düşük olması dolayısıyla da sosyal ve gündelik hayata çok daha hızlı bir geri dönüş yaşanabiliyor.

    Miyomların ameliyatsız tedavisi mümkün müdür?

    Evet, böyle bir yöntem mevcut. Magnet rezonans (MR) rehberliğinde ses dalgalarının fokuslanması (high-intensity focused ultrasound guided by magnetic resonance (MR-HIFU) işlemi binlerce hastada başarı ile uygulanmıştır. Narkoz ve ameliyat gerektirmeyen bu yöntem her dört miyom hastasından ancak biri için uygun olabiliyor. Başarılı sonuçlara ulaşabilmek için vakaların mutlaka doğru seçilmiş olması gerekir.

  • 11-17 Mart Dünya Tuza Dikkat Haftası

    11-17 Mart Dünya Tuza Dikkat Haftası

    Yapılan bilimsel çalışmalarla ülkemizde tuz tüketiminin Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği değerin yaklaşık üç katı kadar olduğu gösterilmiştir. Sağlıklı yetişkinler için önerilen ortalama günlük tuz miktarı yaklaşık 5 gram (yaklaşık 1 çay kaşığı) iken, Türkiye’deki günlük tuz alımı ortalaması kişi başı yaklaşık 18 gramdır. Fazla tuz tüketimi yüksek kan basıncına neden olmaktadır. Yüksek kan basıncı ise ülkemizde ölümlerin ve hastalık yükünün en önemli nedeni olan kalp hastalıklarının önde gelen risk faktörüdür.

    Hiç tuz ilave etmeden besinlerin içindeki tuzlardan dahi bu miktarı karşılamak mümkündür. Aşırı tuz tüketimi değiştirilebilir bir sağlıksız beslenme uygulamasıdır ve birçok kronik hastalığın temelinde yer almaktadır.

    Ayrıca aşırı tuz tüketiminin sadece yüksek kan basıncı nedeni olmakla kalmayarak günümüzde önemli birer sağlık sorunu haline gelen mide kanseri, osteoporoz, böbrek hastalıklarının gelişimiyle de yakından ilişkili olduğu belirlenmiştir.

    Fazla tuz tüketimi, idrarda kalsiyum atılımını da artırarak kemiklerden kalsiyum kaybına neden olur. Kemiklerden kalsiyum kaybının artışı ise kemik erimesini (osteoporoz) ve kemiklerin kırılma riskini artırır.

    • Tuzu gereğinden çok aldığımızda, kandaki tuz miktarı artar ve susarız. Sonuçta su içme gereği duyarız.

    • İçilen su ile birlikte fazla tuz, idrarla, terle dışarı atılır. Ancak böbreklerde, karaciğerde bozukluk olursa, tuz dışarı atılamaz. Kanda miktarı artar ve suyu da çekerek vücudun belirli yerlerinde “ödem” denilen şişkinlikler oluşturur.

    • Aşırı terleyenlerde, ishalde ve günde 4 litreden fazla idrar çıkaranlarda tuz alımı artırılmalıdır.

    Tuzlu tatlara bağımlılık çocukluk çağlarından itibaren yavaş yavaş kazanılır. Bebeklerde ek gıdaya geçiş dönemi olan 6. Aydan itibaren verilen besinlere 1 yaşına kadar kesinlikle tuz ilave edilmemeli, 1 yaş sonrasında ise minimum düzeyde kullanılmalıdır.

    TUZ TÜKETİMİNİ AZALTMANIN YOLLARI

    Tuzu azaltmaya önce masaya tuzluk koymaktan vazgeçerek başlayabilirsiniz. Sofrada tuzluk kullanmamakla tuz alımı % 15 azaltılabilir.

    · Yemeklerin tadına bakmadan tuz kullanma alışkanlığından vazgeçiniz.
    · Tuzu kademeli olarak azaltınız.
    · Baharat ve maydanoz, nane, kekik, dereotu, rezene, fesleğen gibi aroma sağlayıcıları tuz yerine tercih ediniz.
    · Eğer hipertansiyon gibi sağlık probleminiz varsa, mutlaka satın aldığınız hazır ürünlerin etiketlerini okuyunuz. “Tuzsuz” ya da “tuzu azaltılmış” besinleri tercih ediniz.
    · Turşu, ketçap, hardal, zeytin, soya sosu, çeşni, salata sosları vb. yiyeceklerin tuz içeriği yüksektir. Bu besinlerden uzak durunuz ya da çok nadir tüketiniz.
    · Tuz tüketimini azaltmak için işlenmiş gıdalar yerine, daha çok taze gıdalar, özellikle sebze ve meyve tüketiniz.
    · Daha az tuzlu olan ürünleri tercih edin. Mümkünse tuzu yemek tariflerinizden çıkarın.
    · Et, balık, tavuk, kuru baklagiller, süt, yoğurt, yumurta ve pirinç, makarna, yulaf ezmesi gibi daha az sodyum içeren ürünler tercih edebilirsiniz.
    · Maden suları kaynağına göre farklı miktarlarda çözünmüş halde yapısında; sodyum, kalsiyum, magnezyum, demir ve alüminyum olmak üzere çok sayıda mineral ve doğal gaz içermektedir. Bu nedenle satın aldığınız maden sularının sodyum içeriğini etiketinden kontrol ediniz.

    11-17 Mart Dünya Tuza Dikkat Haftası
    11-17 Mart Dünya Tuza Dikkat Haftası