Kategori: Sağlık

  • Miyom Kısırlığa Yol Açabiliyor

    Miyom Kısırlığa Yol Açabiliyor

    İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Buyru, “Özellikle rahim içinde ve rahim duvarında yer alan miyomlar, kanamayla kısırlığa da yol açabilir. Miyom çapı büyüdükçe ve sayıları arttıkça kısırlığa yol açma riski de artar” dedi.

    Buyru, AA muhabirine yaptığı açıklamada, miyomların (Rahim tümörü) östrojen hormonuna bağımlı olarak geliştiğini belirterek, menopozdan sonra östrojen hormonunun etkinliğinin azalmasıyla mevcut miyomların çoğunlukla küçüldüğünü söyledi.

    Miyom gelişiminin ailevi eğilim gösterdiğini ifade eden Buyru, anne veya ablasında miyom saptanan kadınlarda miyom görülme riskinin daha yüksek olduğunu kaydetti.

    Buyru, doğum yapmamış kadınlarda da miyom gelişimine sık rastladıklarını dile getirerek, “Miyomların belirtileri, bulundukları yer ve büyüklüklerine göre değişiklik gösterir. Rahim içine yakın ve büyük olan miyomlar daha fazla şikayete neden olur. Küçük olsa bile rahim içine yakın miyomlar adet esnasında kanama miktarının artmasına, kanama süresinin uzamasına yol açar. Tam tersine rahim dışına doğru olan miyomlar ise daha az şikayete neden olur. Bu tür miyomlar büyüdükleri takdirde idrar kesesi, barsak gibi komşu organlara bası yapıp, sık idrar yapma ve dışkılama güçlükleri şeklinde belirti verebilir” diye konuştu.

    “Miyom çapı büyüdükçe kısırlığa yol açma riski de artar”

    Prof. Dr. Buyru, miyomların büyüklüklerinin çok değişken olduğunu kaydederek, birkaç milimetreden, 20-30 santimetreye kadar büyük miyomlara rastlayabildiklerini ifade etti.

    Şikayet ve belirtilerin miyomların yerleşim yerini yakından ilgilendirdiğini anlatan Buyru, “Bazı miyomlar gebe kalmayı zorlaştırabileceği gibi, düşük ve erken doğum riskini de arttırabiliyor. Özellikle rahim içinde ve rahim duvarında yer alan miyomlar, kanamayla kısırlığa da yol açabilir. Miyom çapı büyüdükçe ve sayıları arttıkça kısırlığa yol açma riski de artar. Rahim içinde yer alan miyomlar küçük bile olsa daha fazla sorun yaratır. Miyomların yol açtığı en büyük problemler, kanama, gebe kalamama, çevre dokulara bası ve yoğun kanama sonucu ortaya çıkan kansızlıktır” ifadesini kullandı.

    Buyru, miyomların kötü huylu olma olasılığının binde 5 olduğunu ifade ederek, hızlı büyüyen, kan akımında farklılıklar olan miyomların kötü huylu olabileceğini dile getirdi.

    Doğurganlığını tamamlamış kadınlarda çok sayıda miyom olduğunu, bunların teker teker çıkarılmasının kanama riski taşıdığına vurgu yapan Buyru, bu tür ameliyatların kadının yaşamı açısından risk oluşturması halinde rahim alınmasını da gerektirebildiğini kaydetti.

    “Her miyomun alınması gerekmez”

    Prof. Dr. Faruk Buyru, görülen her miyomun alınmasını şart olmadığına dikkati çekerek, bunların ilaçla tedavisinin olmadığını, bazen kanamaların azaltılması için geçici olarak ilaçlar kullanıldığını söyledi.

    Miyomda kesin çözümün ameliyat olduğunu ifade eden Buyru, “Ancak pek çok kadın, ameliyata gerek olmadan miyomlarıyla sorunsuz yaşamlarını sürdürebilir. Kanama, gebe kalamama gibi şikayeti olanlarda ameliyat gerekebilir. Rahim içindeki miyomlar küçük olsa bile hem gebe kalamama, hem de yoğun kanamaya neden olmaları nedeniyle ameliyat gerektirir. Rahim duvarındaki miyomlar, 5 santimetreden büyükse veya çok sayıda olduğunda ameliyat düşünülebilir. Rahim dışında yer alan miyomlar, çok büyüdüğünde veya çevreye bası yaptığında ameliyat düşünülmelidir” şeklinde konuştu.

    Buyru, miyomun kanlanmasını sağlayan damarın tıkanması gibi yeni tedavi seçeneklerinin ortaya çıktığını dile getirerek, bu yolun ameliyat olmak istemeyen veya operasyonu sorunlu olabilecek hastalarda düşünülmesi gerektiğini vurguladı

  • Calpol astım riskini artırıyor

    Calpol astım riskini artırıyor

    İspanyada’ki Coruna Üniversitesi’nin yaptığı araştırmada, en sık kullanılan öksürük şuruplarından Calpol’ü ayda sadece 1 kere tüketen çocuklarda astım riskinin 5 kat arttığı ortaya çıktı.

    PARACETAMOL ETKİSİ
    İlk altı ayda tüm dünyada bebeklerin yüzde 84’üne verilen Calpol’ü senede bir kere kullanmanın bile astım riskini yüzde 70 artırdığı belirlendi. Araştırma için 20 bin çocuğun sağlık verileri incelendi. Ayda en az 1 kere şurup içen küçük çocuklarda astım riskinin 5.4 kat daha yüksek olduğu görüldü. 12 ay içinde şurup içen 13-14 yaş grubunda ise astım riskinin yüzde 40 daha yüksek olduğu belirlendi. Şurubu 1 yaşından önce içenlerde de astım riski yüzde 60 daha yüksekti. Araştırmacılar Calpol’ün içindeki parasetamol maddesinin akciğerler ve kanda bulunan glutathione isimli kimyasalın miktarını azaltarak akciğer dokularında hasara neden olabileceğine ve astıma yol açabileceğine inanıyor.

    Prof. Dr. Aykan Canberk (Farmakolog):
    Doktor kontrolü gerekir
    Parasetamol çocuklarda nefes darlığı, hırıltı, akciğer seslerinde anormalleşme, akciğer ödemi gibi istenmeyen yan etkiler yapabilmekte. Bu ilacın içerdiği katkı maddelerine karşı da aşırı duyarlılık sonucu alerjik reaksiyonlar gelişebilir. Bu ilacın içerdiği parasetamol ve diğer maddeler olumsuz etki yaratabilir. Ailesinde astım olanlar ve alerjik zemine bağlı astımlı çocuklarda mutlaka doktor kontrolünde kullanılmalıdır.

    Kaynak : Sabah

  • Plastik şişe ve bardaklar migreni tetikleyebilir

    Plastik şişe ve bardaklar migreni tetikleyebilir

    Halk arasında damacana plastiği olarak bilenen BPA’nın baş ağrıları ve migreni tetiklediğinin belirlendiği belirten bilim adamları, bu kimyasala daha az maruz kalınmasının ağrıların sıklığı ve ciddiyetinin azalmasını sağlayabileceğini vurguladı.

    BPA’nın, kısırlık, cinsel organların gelişimi, prostat ve meme kanserinde etkili olduğu tahmin ediliyor. Bu madde, kadınlık hormonu östrojen gibi etkili oluyor, üreme ve beyin gelişiminde rol oynuyor.

    Kansas Üniversitesi’nden bilim adamları, fareleri 3 günde bir Bisfenol A (BPA) maddesine maruz bıraktı ve hayvanların davranışlarını gözlemledi. Bu kimyasala maruz kaldıktan yarım saat sonra farelerin daha az aktif olduğu, gürültü ve ışığa daha duyarlı hale geldiği, daha çabuk korktuğu ve baş ağrısı belirtileri gösterdiği belirtildi. Ayrıca farelerde, migrenle bağlantılı olduğu bilinen östrojen hormonunda ani artış da görüldü.

    Kanserojen olabileceği şüphesi üzerine, AB ile paralel olarak Türkiye de biberon gibi bebek beslenmesinde kullanılan polikarbonat malzemelerin üretiminde BPA kullanımını yasaklamıştı.

  • Kirpik kaybı tümör habercisi mi?

    Kirpik kaybı tümör habercisi mi?

    İyileşmeyen, sürekli kanayan yaralar, kirpiklerin dokülmesi ve tekrarlayan arpacıklar göz kapağındaki tümörü işaret ediyor olabilir.

    Genelde önemsenmeyen gözdeki arpacık, yara veya sivilce göz kapağındaki tümörün habercisi olabilir. Son yıllarda artış gösteren bu sinsi hastalığa en çok yaşlılarda rastlanıyor. Bazı durumlarda gözün alınması gibi kötü sonuçlara yol açan göz tümörlerinin özel bir sebebi bulunmuyor ancak çok fazla güneş ışığına maruz kalmak tümörü tetikleyebiliyor.

    Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Akın Banaz, göz kapağında kirpik kaybına yol açan ve devamlı büyüyen kitlenin aksi ispat edilene kadar kötü huylu tümör olarak tanımlandığını ifade etti.

    Banaz, göz kapağı tümörlerinde başı bazal hücreli karsinomun çektiğini söyledi. Bu tümörün kolay fark edilen bir yerde olduğu için genellikle erken teşhis edildiğini belirten Dr. Akın Banaz, “Bazal hücreli karsinom yavaş ilerler. Kan ya da lenf yoluyla vücudun başka yerine yayılmaz” dedi. Dr. Akın Banaz, göz kapağındaki tümörlerin yassı epitel skuamöz hücreli tipinin ise daha az görülmesine karşın daha hızlı ve tehlikeli bir seyir izlediğini anlattı.

    GÖZÜ EN ÇOK AKCİĞER KANSERİ ETKİLİYOR

    Gözün içinde kanserler bulunduğunu anlatan Dr. Akın Banaz, bunlar arasında en sık olanının çocuklarda da görülen retinoblastom olduğunu, bunun da göz merkezindeki beyazlaşmayla belirti verdiğini kaydetti. Gözü en fazla etkileyenin metastazlara bağlı tümörler olduğunu vurgulayan Dr. Akın Banaz, başka organlardaki kanserlerin kan ve lenf yoluyla gözü etkilemesiyle ortaya çıkan ve gözde metastaza neden olan bu tip kanserler arasında ilk sırayı akciğer kanserinin aldığını belirtti.

    HER TÜMÖR KANSER DEĞİL

    Dr. Banaz, gözdeki her tümörün kanser olmadığını, iyi huylu göz tümörlerinin de bulunduğunu anlattı: “İyi huylu tümörlerin en büyük özelliği alttaki dokuya yapışık olmamasıdır. İyi huylu tümörler hareketlidirler. Ancak iyi huylu olsa bile cerrahi olarak çıkarılırken kapağın fonksiyonunun ve hastanın estetiğinin bozulmamasına dikkat edilmelidir. Ayrıca iyi huylu tümörler nadiren de olsa kötüleşebilirler” diye konuştu.

    GÖZ TÜMÖRÜNÜN TEDAVİSİ AĞIZ İÇİNDEN YAPILIYOR

    Dr. Akın Banaz, habis göz tümörlerinde tedavi yaklaşımı hakkında şunları aktardı: “Göz tümörlerinin tedavisi daha çok cerrahidir. Tümörün kendisi küçük ise bir bütün olarak çıkarılır. Tümör çıkarıldıktan sonra kapak ya kendi kendine kapatılır ya da özel yöntemlerle yeniden göz kapağı yapılır. Bunun için vücudun ağız içi, kulak kıkırdağı ve kulak arkasından veya vücudun herhangi bölümünden alınan cilt ile tamirat yapılabilir.”

    Dr. Akın Banaz, ‘Bazal hücreli karsinom’ gibi tümörlerin tedavilerinde ameliyatın yeterli olduğunu, cerrahi sınırların temiz olması durumunda da radyoterapi ve kemoterapiye gerek olmadığını söyledi. Malingn melanom, retinoblastom gibi hastalıklarda kemoterapi, lazer, ışın ve plak tedavisi uygulanabileceğini hatırlatan Dr. Akın Banaz, “Tedaviye yaklaşımda tümörün büyüklüğü önemli bir kriterdir. Belli bir oranın üzerindeki büyüklüğe sahip tümörler gözün alınmasını gerektirebilir” dedi.

  • Avuç içi okutma sistemi için kritik uyarı

    Avuç içi okutma sistemi için kritik uyarı

    “Biyometrik Kimlik Doğrulama” sistemi olarak adlandırılan “avuç içi okutma sistemi” özel hastanelerde uygulanmaya başladı. Bu uygulamayla hastaların kişisel bilgilerin korunamayacağı konusunda büyük endişeleri bulunduğunu belirten Türk Tabipleri Birliği’nden (TTB) “Kimse bu bilgileri vermek zorunda değil. Hastaneler de bilgileri vermeyeni muayene etmem, SGK da parasını ödemem kesinlikle diyemez” açıklaması geldi.

    Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK), özel hastanelerden hizmet alımında yaşandığı tahmin edilen yaklaşık 700 milyon TL’lik suiistimali önlemek amacıyla uygulamaya koyduğu ve bugünden itibaren başlayan “Biyometrik Kimlik Doğrulama” sistemine göre gidilen SGK anlaşmalı her özel hastanede ve klinikte hastaların kimlik bilgilerinin yükleneceği “damar izi” özel bir cihazla tarama yaptırılarak kaydettirilecek. Hastane avuç içi ve bunun yanında parmak izini de okutturabilecek. Sağlık Bakanlığı’nın getirdiği bu uygulama ile kimlik tespiti vatandaşların elinden yapılacak ve artık kimlik numaraları dahi kullanmadan muayene olunacak.

    Ancak bu uygulamanın avantajları kadar dezavantajları olduğuna dikkat çekilirken, konu ile ilgili olarak OGÜNhaber’e konuşan TTB Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan, bu uygulamayla hastaların kişisel bilgilerin korunamayacağı konusunda büyük endişeleri bulunduğunu belirtirken, “Kimse bu bilgileri vermek zorunda değil. Hastaneler de bilgileri vermeyeni muayene etmem, SGK da parasını ödemem kesinlikle diyemez” diye konuştu.

    Prof. Dr. Özdemir Aktan’ın yaptığı değerlendirmeler şöyle:

    “UYGULAMADAN ENDİŞELİYİZ”

    “Bu tür biometrik veriler doğrudan hasta verilerinin gizliliğine girer. Bilindiği gibi daha önce Sağlık Bakanlığı’nın hasta bilgilerinin hepsinin kendisine gönderilmesine dair kararı Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Şimdi aynı isteğin evirip çevirip tekrar geri getirildiği görülüyor. Ayrıca daha önce insan hakları kurullarının verdiği kararlar vardı. Daha önce İstanbul İl İnsan Hakları Kurulu bu hastanelerde parmak izi ile kimlik kontrolünün uygun olmadığını, yasaklanması gerektiğini açıklamıştı. Burada zaten esas problem, alınan bilgilerin gizli tutulamayacağı, daha sonra gerektiği zaman kötü amaçlar için kullanılabileceği endişesi. Burada da aynı şey geçerli. Önemli olan verilmesi istenmeyen kişisel bilgilerin gizliliği. Alınan bu sağlık verilerinin ileride hangi amaçla, nasıl kullanılabileceğinin bir garantisi yok.

    “KİMSE BİLGİLERİNİ VERMEK ZORUNDA DEĞİL”

    Bu yüzden şunu çok net ifade etmek gerekiyor; kişisel bilgiler gizlidir. Hastalar bu bilgileri kesinlikle vermek zorunda değiller. Yani eğer ‘Ben örnek vermiyorum’ derse kimse bunu zorla alamaz. Vermezsen muayene olamazsın gibi tehdit de asla geçerli değildir. Yani hastaneler avuç içi izi vermediği için muayene etmiyorum, SGK’da parasını ben ödemiyorum diyemez.

    Amaç olarak söylenen suiistimali önlemek meselesi ise, örneğin başkasının ismiyle tedavi olanları ya da ilaç alanları kontrol etmek aslında çok kolaydır. Hiç böyle yöntemlere ve kişisel sağlık bilgilerin alınmasına gerek kalmadan basit bir kimlik kontrolü işlemi ile kolayca halledilebilir.”

  • Neden su içmeliyiz

    Neden su içmeliyiz

    Sıcak havaların aksine soğuk havalarda su içmek bile bize eziyet gibi geliyor değil mi ?

    Aslında haklıyız, havalar soğuk olunca su içme isteğimizde çok azalıyor. Ayrıca susama hissettiğimizde de sodalı, gazlı veya şekerli içeceklerle susuzluğumuzu gideriyoruz. Bu güne kadar bu hep böyle sürüp gitti ve biz öyle yada böyle yaşamaya devam ettik.!

    Peki bazen diğer kişilere göre çok daha çabuk sinirlendiğimizi düşündünüz mü ? Sinirlerinize hakim olamadığınız oldu mu ? Yada kendinizi sürekli yorgun hissettiğiniz dönemler oluyor mu ? Gece güzel bir uyku çektiğiniz halde sabahları uyandığınızda kendinizi güçsüz ve halsiz hissettiniz mi ? Doktorların sebebini bulamadığı ağrılarınız mı var ? Ve bir türlü peşimizi bırakmayan baş ağrılarınız?

    Peki biraz düşünelim;

    Beynimizin %75’i sudan oluşuyor

    Kanımızın %83’ü su

    Kemiklerimizin % 22 si su.

    Vücudumuzun herbir köşesine besin ve oksijeni taşıyan su.

    Kaslarımızın % 75’i su.

    Vücut ısımızı dengeleyen su.

    Aldığımız gıdaların emilmesini destekleyen de su.

    Araştırmalara göre ortalama bir insan vücudunun %75’i su iken, bu oran obezitelerde %55’lere kadar düşüyor.

    Su içmemiz için bu kadar sebep yeterli değil mi ?

    Su dışında aldığımız hiç bir sıvı vücudumuz için gerekli olan suyun yerini tutamaz.

  • Baş ağrısında sinyalleri

    Baş ağrısında sinyalleri

    Hayatında hiç baş ağrısı çekmemiş insan bulmak oldukça zor. Kadınların yüzde 95’i erkeklerin ise yüzde 90’ı yılda en az bir kez baş ağrısı çekiyor. Toplumlarda görülme oranı değişmekle birlikte, yüzde 30-40 ile en sık gerilim tipi baş ağrısı, 2. sıklıkta ise ortalama her 4-5 kişiden birini etkileyen migren görülüyor. Duygusal stres, uzun süre stres içinde çalışmak, düzensiz beslenmek ve uykusuzluk gibi yaşam alışkanlıklarından etkilenen baş ağrıları günlük yaşamı olumsuz etkilese de tehlikeli olmuyor. Ancak bazı tip baş ağrıları var ki beyin tümörü, beyin kanaması veya anevrizma gibi yaşamı tehdit eden ciddi hastalıkların ilk, bazen de tek belirtisi olabiliyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Beyza Çitçi Yalçınkaya, asla atlanmaması gereken 9 baş ağrısı sinyalini anlattı.

    Dr. Beyza Çiftçi Yalçınkaya, aşağıdaki baş ağrıları sinyallerinin yaşamı tehdit eden hastalıkların habercisi olabileceği için bu durumlarda zaman kaybetmeden bir nöroloji uzmanına başvurulması gerektiği uyarısında bulundu. İşte o sinyaller:

    1. Çok şiddetli ve ani başlayan baş ağrıları: Kişi hayatında ilk kez, çok şiddetli ve yaklaşık 1 dakika içinde en yüksek şiddetine ulaşan baş ağrısı tarif ediyorsa subaraknoid kanamadan şüphe ediliyor. Subaraknoid kanama, beyin damar duvarlarındaki anomaliden kaynaklanan balonlaşma şeklinde tarif edilebilecek anevrizmaların yırtılması nedeniyle oluşuyor. Baş ağrısı bazı hastalar tarafından ”başımın içinde bir şey patladı” şeklinde de ifade ediliyor. Yakınması olmayan hastada ani ve şiddetli baş ağrısı ile birlikte bilinç değişiklikleri, uyku hali, bulantı, kusma, ışık hassasiyeti, epilepsi (sara) nöbetleri gözlenebiliyor. Hastaların yaklaşık dörtte biri ilk 24 saat içinde kaybedilebiliyor. Bu nedenle hastanın acil olarak hastaneye ulaştırılması gerekiyor.

    2. Giderek şiddetlenen ve geçmeyen baş ağrısı: Baş ağrısı altta yatan tehlikeli bir hastalık olmaksızın da sık görülmesine rağmen, eğer ağrı gittikçe artıyorsa mutlaka önemsenmeli. Sigara içen ve doğum kontrol hapı kullanan genç bir kadında gittikçe şiddeti artan baş ağrısı, beyin venlerinde pıhtılaşma sonucu oluşan serebral sinüs trombozu gibi hızla tedaviye başlanması gereken bir hastalığın işareti olabiliyor.

    3. Hapşırmak, ıkınmak, cinsel aktivite veya efor ile ortaya çıkan baş ağrısı: Egzersiz, hapşırmak veya ıkınmak gibi kafa içi basıncının artması nedeniyle baş ağrısı oluşması, kafa içinde yer kaplayan bir oluşum düşündürüyor. Beyin tümörleri, anevrizmalar bu tip baş ağrısına neden olabileceği gibi, genç-orta yaş şişman kadınlarda daha sık gözlenen, beyin omurilik sıvısının basıncının artmasının neden olduğu psödotümör serebri gibi hastalıklar da buna neden olabiliyor.

    4. Kafa travması sonrası ortaya çıkan baş ağrısı: Özellikle trafik kazaları gibi şiddetli kafa travmalarından sonra kafa kemiklerinde kırıklar, beyin dokusunda ya da beyin zarları arasında kanamalar oluşabiliyor. Daha az sıklıkta beyin zarları arasında sızıntı şeklindeki kanamalar başlangıçta bulgu vermeyip travmadan günler, hatta aylar sonra baş ağrısı ve denge bozukluğu gibi bulgularla ortaya çıkabiliyor.

    5. Kol ve bacakta uyuşma, güçsüzlük, görme bozukluğu, konuşma güçlüğü gibi nörolojik semptomların eşlik ettiği baş ağrısı: Baş ağrısı ile bu nörolojik işaretlerin görülmesi beyin dokusunda sorun olduğunu bildiriyor. Yukarıdaki hastalıklara ek olarak örneğin inme hastalarının yüzde 10’unda inme öncesinde baş ağrısı görülebiliyor.

    6. Tedaviye rağmen düzelmeyen baş ağrıları: Kafa içinde yer kaplayan lezyonlar, tümör, kafa içi basınç artışı, merkezi sinir sistemi enfeksiyonları gibi beyinde yapısal olarak değişiklik, iritasyon yapan pek çok hastalık dirençli baş ağrısı şeklinde görülebiliyor.

    7. Baş ağrısının hep aynı bölgede olması: O bölgede yer kaplayan lezyon sonucu ortaya çıkabiliyor.

    8. Yüksek ateş, uyku hali, kafa karışıklığı veya vücut döküntüsünün eşlik etmesi: Menenjit beyni çevreleyen zarların, ensefalit ise beyin dokusunun enfeksiyon etkenleri ile oluşan iltihabi hastalığıdır. Bu hastaların hemen tamamında giderek şiddeti artan baş ağrısı görülüyor. Baş ağrısı ile birlikte yüksek ateş, halsizlik, uyku hali olması mutlaka beynin enfeksiyondan etkilendiğini akla getirmeli. Merkezi sinir sistemi enfeksiyonları da ölümcül olabilen ya da sakatlığa yol açabilen hastalıkları oluşturuyor.

    9. İleri yaşta yeni başlayan baş ağrıları: Temporal arterit, 50 yaş üstü bireyleri etkileyen tehlikeli bir hastalık. Orta veya şiddetli, gittikçe artan baş ağrısına, halsizlik, eklem ağrıları, görmede azalma, çiğnerken yorulma gibi semptomlar eşlik edebiliyor. Erken tedavi edilmemesi kalıcı görme kaybına ve beyin hasarına yol açabiliyor. Yine ileri yaşlarda ortaya çıkan baş ağrıları beyin damar hastalıkları ve beyin tümörlerini akla getirmeli.

    GELİŞİGÜZEL ALINAN İLAÇLAR HASTALIĞI ŞİDDETLENDİREBİLİR

    Tehlikeli hastalıkların ortaya çıkardığı baş ağrıları, ağrı kesicilere pek fazla yanıt vermiyor. Yine de bazı ağrılarda geçici düzelme ya da ağrı şiddetinde azalma sağlayarak kişinin doktora başvurmasını, dolayısıyla tanı ve tedavisini bir miktar geciktirebiliyor. Bir diğer önemli tehlike ise beyin kanamalarında, örneğin bazı kanı sulandırıcı etkiye sahip ilaçların kanamayı şiddetlendirmesi. Dolayısıyla bu tür baş ağrılarında kişilerin kendilerince çözüm arayışına girmek yerine bir an önce doktora başvurmaları gerekiyor. Günümüzdeki modern teknolojik cihazlar sayesinde baş ağrısına yol açan nedenler kolaylıkla tespit edilebiliyor.

  • Tüp bebek öncesi ne gibi tedaviler uygulanabilir?

    Tüp bebek öncesi ne gibi tedaviler uygulanabilir?

    Tüp bebek tedavisi ile bebek sahibi olmak isteyen çifterin en çok merak ettikleri konulardan biri de tüp bebek için ne kadar beklemeleri gerektiğidir. Her kısırlık durumu tüp bebek tedavisi gerektirmez ve tüp bebek uygulamasından önce bir çok yöntem ile sorun giderilebilir.

    Bu yazıda tüp bebek tedavisi için çiftlerin ne kadar beklemesi gerektiği hakkında bilgi vermeye çalışacağım.

    Hamilelik gerçekleşmiyor diyebilmek için çiftlerin yeterli ve düzenli olarak bir yıl boyunca ilişkiye girmeleri gerekmektedir. Bu süreden önce gebeliğin oluşmaması normaldir. Bu durumda normal şartlar dışında gebelik oluşmayan çiftlerin yüzde 15 inde bir sorun bulunmazken, tanı bulunan sebeplerde de kadın ve erkeklerde eşit sorunlar gözlenebilmektedir. Bu sorunların büyük bir kısmı günümüzde tedavi edilebilir sorunlardır.

    Çiftler 12 ay boyunca düzenli ve yeterli ilişkiye girmelerine rağmen gebelik gerçekleşmemesi durumunda çeşitli tetkiklerle sorunları bulup, tüp bebek tedavisinden önce neler yapılabileceği araştırılmalıdır.

    Tüp bebek öncesi ne gibi tedaviler uygulanabilir?

    Tüplerde tıkanma tespiti durumunda laparaskopik cerrahi yöntemi ile tıkanık ve yapışıklıklar düzeltilip, her türlü miyomlar alınabilir.
    Yumurtlama sorunu olan bayanlarda ilaç tedavisi ile yumurta çoğaltımı veya çatlaması sağlanabilir. Ki bu yöntem tüp bebek öncesi için mutlaka gereklidir.
    Rahim filmi de hem bir tetkik hem de bazen bir tedavi yöntemi olabilir. Rahime gönderilen özel boyalı bir sıvı sayesinde tıkanıklar tespit edilir, bazen de tüplerdeki yapışıklıkların giderilmesi sağlanabilir.
    •Aşılama yöntemiyle de gebelik gerçekleşebilir. Aşılama, yapılan tetkikler sonrasında bir sorunu bulunmayan bayanlara uygulanan bir yöntemdir. İlk olarak kadınlarda yumurta oluşumu ve çatlaması sağlanır. Yumurta çatladığında erkekten sperm alınıp yıkanarak seçilen spermler kadının tüp kanallarına gönderilerek yumurtalarla birleşmesi sağlanır.
    •Rahimde aşırı yağlanmaya bağlı ve aşırı kilo alımları da bebek sahibi olmaya engel durumlardır. Dolayısıyla bu gibi durumlarda anne adayına zayıflaması ve egzersiz yapması önerilir. Yağların erimesi ve anne adayının zayıflaması ile birlikte anne adayının yumurtalıkları uyarılır. Baba adayında her hangi bir sorun yok ise şayet anne adayında da her hangi bir sorun yok ise şayet anne adayı gebe kalabilir.
    •Kadın ve erkek de sigara kullanımı var ise şayet sigara kullanımına son vermeleri istenir. Bebek sahibi olmalarına sigara kullanımının ne kadar engel olduğu tüm detayları ile anlatılır.

    Eğer bu tedavilerden sonrada gebelik oluşmuyor ve bir takım sorunlar var ise,

    Örneğin;
    Kadının tüplerinin tıkalı, hasarlı olması veya alınmış olması durumunda,
    Tüplerin ve ya rahim içinin yapışık olması durumunda (kimi zaman tüpler açık gibi görülse de daha önceden geçirilmiş apandisit gibi cerrahi müdahalelerde tüplerde yapışıklık meydana gelebilir) bu durum olağan bir durum olup ancak hekimler tarafından tespit edilmektedir.
    Yumurtlama sorunu olan bayanlarda ilaç tedavisi uygulanmasına rağmen kadında yumurta gelişimi olmaması gibi durumlarda
    Endometriozis (çikolata kisti) hastalığının yumurta gelişimine olumsuz etkisi ile gebe kalmayı engellemesi,
    Erkeğin sperm sayısının yetersizliği, hareket ve şekil bozukluğu gibi durumlarında,
    İzah edilemeyen gebe kalma sorunu yaşayan bayanların yaşlarının ilerlemesi söz konusu olduğunda,
    Yine yaşı ilerlemiş özellikle 38 ve üstü yaşlardaki çiftlerin bebek sahibi olmak istediklerinde,

    Genetik tanı uygulaması gereken durumlarda, hemen tüp bebek uygulaması yapılmalıdır.

    Eğer bu tür sorunlarınız yok ve izah edilemeyen gebelik sorunu yaşıyor iseniz, doktorunuzun tavsiye edeceği bir zaman da tüp bebek yöntemini yaptırabilirsiniz. Hemen her çift tüp bebek tedavi yöntemini deneyerek evlat sahibi olmaya engel birçok sorunu bu yöntem sayesinde kolaylıkla aşabilir.

    Tüp bebek özel bölüm için tıklayın !

  • Avuç izi olmayan kişiler tedavi olamayacak!

    Avuç izi olmayan kişiler tedavi olamayacak!

    Avuç izi olmayan kişiler özel hastanelerde tedavi olamayacak. Bunun için de son 5 gün kaldı. Biyometrik kimlik doğrulama sistemine dahil olmanız gerekli.

    Sosyal Güvenlik Kurumu’nun başlattığı Biyometrik Kimlik Doğrulama Sistemi için son 5 gün kaldı.

    1 Aralık 2013 tarihinden itibaren özel hastanelerde avuç izi olmayan SGK’lıların tedavileri yapılmayacak. Bu sebeple bu ay sonuna kadar avuç izi tanımlamasına geçmiş olmanız gerekiyor.

    12 Nisan 2013 tarihinden bugüne yaklaşık 1 milyon 200 bin kişi biyometrik kimlik ile kayıt altına alındı. Yine bu yöntemle yaklaşık 4 milyon 400 bin başvuru doğrulandı. Kurumun bu sistem sayesinde tedavi harcamalarında önemli oranlarda tasarrufa geçmeye başladığı öğrenildi.

    1 ARALIK SON GÜN

    Özel sağlık tesislerinde 01.12.2013 tarihi itibariyle biyometrik kimlik doğrulaması yapılmadan muayene provizyonu verilmeyecek. Bu da demek oluyor ki avuç izini tanımlatmayan hastalar özel hastanelerde sıkıntı yaşayacak.

    Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü, 12.04.2013 tarihindeki duyurusu sonrasındaki ilk başta 20 pilot ilde uygulanan biyometrik doğrulama sistemi, 01.09.2013 tarihinden itibaren ise özel sağlık tesislerinde olmak üzere tüm Türkiye’de geçildi. Biyometrik kimlik doğrulama sistemine üniversitelere bağlı hastanelerde de 01.09.2014 tarihine kadar geçilmiş olacak. 01.12.2013 tarihi itibariyle yine 2. Basamak özel sağlık tesislerinde biyometrik kimlik doğrulaması yapılmadan muayene provizyonu verilmeyecek.

    BİYOMETRİK KİMLİK NASIL ALINACAK?

    Biyometrik kimlik almak için neler gerekli?

    *TC kimlik numarası olan nüfus cüzdanı veya sürücü belgesi, pasaport gerekli.

    NEREDEN ALINIR?

    BİYOMETRİK kimliğinizi hastane bankolarına kurulan Biyometrik Kimlik Doğrulama Ünitesinde (BKDÜ) oluşturabiliyorsunuz. BKDÜ’de her iki ele ait biyometrik avuç içi verisi SGK kayıt sistemine geçiriliyor.

    BU UYGULAMA NİYE VAR?

    SGK, T.C. Kimlik numarasıyla yapılan usulsüzlükleri engellemek amacıyla, biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulama sistemlerini kullanma yoluna gitti. SGK, biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulanması ile sağlık hizmetinin sunulması sırasında vatandaşın gerçekten hastanede olup olmadığından emin oluyor.

    DÜNYADA BİR İLK

    Her insana özgü olarak var olan, kopyalanması kesinlikle mümkün olmayan ve sadece canlı olarak hastanın bizatihi kendisinin sağlık hizmet sunucusunda olması ile alınabilen biyometrik damar izi, dünyada da ilk olarak ve bu kadar büyük bir çapta SGK tarafından hayata geçirildi. Kurum yetkilileri, bu projenin dünya çapında bir başarı öyküsü olduğunun altını çizerek, gerek ülke ekonomisi, gerekse dünya ülkeleri ekonomileri açısından kayıp kaçakla mücadelede stratejik bir araç olarak çok önemli katkılar sağlayacağına dikkat çekti.

  • Baş ağrısını ilaçsız geçirmek için 10 ipucu

    Baş ağrısını ilaçsız geçirmek için 10 ipucu

    Türkiye’de her üç kişinden biri bas ağrısından şikayetci. Araştırmalara göre 250 ye varan değişik baş ağrısı çeşidi var. Bugün eczanelerde hatta market ve bakkalar da baş ağrısına karşı kullanılacak çeşitli ilaçlar var. Bu ilaçların doktor gözetiminde kullanılması gerekmekte.

    Peki ilaç almadan baş ağrımızı kendi kendimize tedavi etmeye çalışsak nasıl olur ? İşte size baş ağrınızı ilaçsız geçirmek için 10 ipucu :

    1. Çok uzun süre aç kalmak baş ağrısının sebeplerinden biridir, çünkü açlık kan şekerinizin düşmesine neden olur. Düzenli ve dengeli beslenmek ve tabiki doğru gıda ve besinler ile beslenmek gerekir. Bol miktarda Magnezyum baş ağrılarınızın önüne geçebilir. Çok fazla yağlı ve şekerli gıda tüketimi baş ağrısının en büyük sebeplerinden biridir. Araştırmalara göre abartmadan kahve içimi baş ağrılarınızı hafifletebilir çünkü kafein kan dolaşımını dengeler.
    2. Sabahları baş ağrısıyla uyanıyorsanız, bu diş ve çenenizle ilgili bir sorununuz olduğunu gösterebilir. Diş ağrıları kendini baş ağrısı şeklinde hissettirebilir. Diş doktorunuzu düzenli olrak ziyaret etmeniz bu ihtimali ortadan kaldıracaktır. Ağız ve diş sağlığının düzenli bir şekilde yapılması, bu sebeple meydana gelebilcek baş ağrınızın önüne geçecektir.
    3. Bütün gün masa başında veya bilgisayar karşısında oturan kişilerde bel, özellikle boyun ağrıları baş ağrılarına sebep olabilir. Böyle bir sorun yaşıyorsanız fön makinanız size yardımcı olabilir. Fön makinanızı sıcak ayarına getirerek, boynunuzdan omuzlarınıza daireler çizerek bir kaç dakika masaj yapın. Yararını göreceksiniz. Ama en önemlisi masa başı veya bilgisayar karşısında doğru pozisyonda oturmalısınız.
    4. Çok uzun süreli uyumak, az uyumak kadar baş ağrısına sebep olacaktır. Hafta sonları düzensiz veya uzun süreli uykuların sonucunda oluşan baş ağrıları çok sık görülen bir sorundur. Uyku saati düzeninizi hafta sonları dahil bozmayın. Düzenli uyku saatleri sadece baş ağrılarınız için değil, sağlıklı bir vücut içinde size çok yararlı olacaktır.
    5. Farkında olmadığınız göz bozuklukları baş ağrısının sebeplerinden biridir. Kitap okurken baş ağrısı çekiyorsanız ve bazen okumakta zorlanıyorsanız bir göz doktoruna gitmenizde fayda var. Düzenli olarak göz doktoruna muayene olmak göz bozuklukları sebebiyle oluşabilecek baş ağrılarınızın önüne geçecektir.
    6. Her insandan fazla stres değişik belirtiler gösterir. Kimisinde mide ağrısı şeklinde, kimisinde boyun ağrısı kimisinde de baş ağrısı şeklinde kendini belli eder. Mümkün olduğunca stresden uzak durmalısınız ?
    7. Az su içmek kan pıhtılaşmasına sebep olur ve oksijen emilimini azaltır. Oksijen alımının azalması baş ağrılarının büyük sebeplerinden biridir. Su içmek için susamayı beklemeyin, çünkü susama hissi vücudunuzun size olan uyarısıdır. Uyarı gelmeden su tüketerek vücudunuzun su ihtiyacını karşılayın. Ortalama bir insanın günde 2 litre su tüketmesi gerekmektedir.
    8. Yukarıdaki madde de belirttiğimiz gibi oksijen alınımının azalması baş ağrılarının en büyük sebeplerinden biridir. Sigara içmek, sigara içilen ortamlarda bulunmak, havasız veya kirli havası bulunan yerlerde bulunmak, nefes aldığınızda yeterli oksijen almamanıza sebep olacaktır. Eğer kullanıyorsanız sigarayı bırakmaklı ve yukarıda bahsettiğimiz ortamlardan uzak durmalısınız.
    9. Soğuk Jel kompress ile boyuna ve omuzlara yapılan masaj baş ağrılarınızı hafifletir. Önce soğuk jel kompresi şakaklarınıza, alnınıza ve omuzlarınıza birer dakika tutun sonra 3 dakika ara verin, tekrar birer dakika soğuk kompresi uygulayın. Daha sonra nane yağıyla şakaklarınıza masaj yaparsanız nefesiniz açılacaktır. Bu size dinlenmişlik hissi verecek, rahatlatacak ve kaslarınızı gevşetecektir. Eğer naneye karşı alerjiniz varsa nane yağı masajını uygulamamalısınız.
    10. Haftada en az 3 kez yarım saat temiz havada bisiklet sürmek veya yürüyüş yapmak baş ağrılarına iyi gelecektir.

    Eğer yukarıda saydıklarımızın faydasını görmezseniz eczanelerde reçetesiz satılan ağrı kesicilerde kullanabilirsiniz. Dikkat etmeniz gereken nokta ise ayda en fazla 10 adet ve 3 gün üst üste bu ağrı kesicileri kullanmamaktır. Sürekli olarak alınan ağrı kesiciler baş ağrılarınızı kronikleştirebilir.