Kategori: Sağlık

  • Şeker hastaları için süper besinler

    Şeker hastaları için süper besinler

    Diyetisyen&Yaşam Koçu Gizem Şeber’in önerileri ile şeker hastalarına öneriler…

    Yumurta

    Anne sütünden sonra en kıymetli protein kaynağı olan yumurta, içerdiği doymamış yağ asitleri sebebi ile sanıldığının aksine kolesterolü yükseltmez. Bu nedenle kahvaltılarda, çorbalarda, salatalarda yer verilebilir. Günde 1 yumurta tüketmenin sağlığa olumsuz bir etkisi yoktur.

    Balık

    Şeker hastaları aynı zamanda kalp hastası olma adayıdır. Balık içerdiği omega-3 yağ asitleri ile kalp damar sağlığını korumaya yardımcıdır. Ayrıca A vitamininden zengin olan balık görme fonksiyonları açısından da önem taşır.

    Tarçın

    Yapılan bilimsel çalışmalar tarçının kan şekerini dengeleyici etkisi olduğunu göstermiştir. Yine bilimsel çalışma sonuçlarına göre günde 3 silme tatlı kaşığı toz tarçından daha fazlasının tüketilmesi kolesterol seviyelerini olumsuz etkileyebilir. Şeker hastalarının beslenme planında yer alabilir fakat sınırsız kullanılmamalıdır.

    Elma

    Kalorisi düşük, lif içeriği yüksek bu meyve tok hissettirmekle kalmıyor aynı zamanda içerdiği çözünür liflerle de kötü huylu kolesterolün düşmesine yardımcı oluyor. Amerika Tarım Örgütü’ne göre antioksidan içeriği en yüksek 10 meyveden biri olan elmayı kabuğu ile tüketmek daha sağlıklı. Rendeleyip tavada hafif ısıtarak üzerine tarçın döktüğünüzde ise son derece hafif ve sağlıklı bir tatlıya dönüşüyor.

    Avokado

    Sindirim hızını yavaşlatarak kan şekerinin daha yavaş yükselip daha yavaş düşmesine yardımcı. İçerdiği sağlıklı yağlar ise insülin direncini azaltmak konusunda destek oluyor. Salatalara doğrayabilir, rendeleyip sandviçlerinizin arasına sürebilirsiniz.

    Arpa

    Sofralarımızda çok alışkın olmadığımız bir tahıl olan arpa, pirince göre kan şekerini %70 daha yavaş yükseltiyor. İçerdiği lifler ve zengin B vitamini içeriği de cabası. Çorbalara eklenebilir veya salatalara katılabilir.

    Fasulye

    Bitkisel lif ve protein içeriği ile haftada en az iki kere sofrada yer almalıdır. Kuru fasulye yerine nohut ve yeşil mercimekte tercih edilebilir. Konserve olanlara tuz içeriği açısından dikkat edilmelidir. Gaz yapıcı öğelerin ayrılması için bir gece önceden suda bekletilmeli ve bu su dökülmelidir. Pişirme suyu ise B vitamini açısından zengin olduğundan dökülmemelidir.

    Yağsız kırmızı et

    Yüksek kaliteli proteini metabolizmayı hızlandırmaya yardımcıdır. Bu nedenle en az haftada iki kez öğünlerde yer almalıdır. B12 vitamini kaynağıdır. Öğünlerde az miktarda tüketilmesi kan şekerinin daha dengeli yükselmesine yardımcı olur. Izgara, haşlama veya fırında tüketilmelidir.

    Kırmızı meyveler

    Böğürtlen, yaban mersini, kiraz gibi koyu kızıl-mavi renklere sahip olan meyvelerin antioksidan içeriği çok yüksektir. Vücutta yaşlanmayı geciktirmeye yardımcı olurlar. Bazı bilim adamları bu tür meyvelerin kan şekerini dengelemekte de yardımcı olduğunu düşünmektedir.

    Brokoli

    C vitamini ve antioksidanlardan zengin bu sebze aynı zamanda kan şekerini ayarlayan hormon olan insülinin etkinliğini arttıran krom mineralinden de zengindir. Tadını sevmeyenlerin çorbalara ilave etmesi mümkün. Fakat en sağlıklı hali buharda pişirilmiş şeklidir.

     

  • İnternet bağımlılığı hasta ediyor!

    İnternet bağımlılığı hasta ediyor!

    Günlük hayatımızın vazgeçilmezleri arasına giren internetin, bilgi ve iletişim kaynağı olmanın ötesinde, bazı kişiler için bağımlılığa dönüştüğü, bunun da birçok probleme yol açtığı bildirildi.

    Hayatımıza 80’li yılların ortalarında giren kişisel bilgisayarların ardından, 90’lı yıllarda merhaba dediğimiz internetle günlük hayatımızda bankacılıktan sağlığa, yemek tariflerinden oyuna kadar birçok işimizi teknolojinin sunduğu imkanlarla hallediyoruz.

    Ancak uzmanlar, bilgisayar ve internet kullanımının sağladığı avantajların yanında sık kullanımından kaynaklanan birçok problemi de beraberinde getirdiğine dikkati çekiyor.

    Şırnak Halk Sağlığı Müdürlüğünde görevli psikolog Caner Ceylan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, internetin bilgi ve iletişim kaynağı olmasının ötesine geçtiğini belirterek, bunun bazı kişiler için bağımlılığa dönüştüğünü ve “ortaya çağın hastalığı, internet ve bilgisayar bağımlılığı“nın çıktığını söyledi.

    Birçok kişinin gerçek dünyada karşılığını bulamadığı tutkuları sanal dünyada yaşamaya çalıştığına vurgu yapan Ceylan, “İnternet, global biçimde kullanılan bir bilgilenme kaynağıdır. Bilgisayar teknolojisinin olumlu kullanımının yanısıra olumsuz kullanım alanları da mevcuttur. İnternet kullanıcıları evlerinden bile çıkmadan, siberalem aracılığıyla dünyayı gezebilir ve başka şekilde asla karşılaşamayacakları insanlarla ilişki kurabilmektedirler. Ne var ki, internet ne kadar çekici olsa da kullanıcılarında teknik zorluklar sonucunda hayal kırıklığı ve endişe yaratan problemleri de beraberinde getirmektedir” diye konuştu.

    İnternet bağımlısı gruplar

    İnternet ve bilgisayar bağımlılığının pratikte 5 farklı tiplerini gördüklerini ifade eden Ceylan, şöyle konuştu:

    “İnternet sosyal iletişimi artıran ama aynı zamanda sosyal izolasyona neden olan bir araçtır. Hem iletişimi kolaylaştırır, hem de iletişimin yakınlığını bozarak iletişimi bozar. İnternet ve bilgisayar bağımlılığının çok farklı tiplerini günlük pratikte görüyoruz. Bunların ilki erotik ve pornografik sayfalara meraklı bağımlılar. Genellikle erkeklerde görülüyor. İkinci sırada ise arkadaş arayanlar var. Bu gruba siber ilişki meraklıları giriyor. Buluşma yeri sohbet odaları oluyor genellikle. Üçüncü grupta ise online kumarbazlar dediğimiz sanal kumarhanelerin ve alışveriş sitelerinin müşterileri bu grupta yer alıyor. Dördüncü grupta ise yeni bilgilere ulaşmak için saatlerce sörf yapanlar, siteden siteye atlayıp, enformasyon yüklemesinden haz alan bilgi meraklıları geliyor. Beşincisi ise bilgisayara ve bilgisayar teknolojisine kafayı takmış ve genelde oto yarışı gibi bilgisayar oyunlarına meraklı gençler ve yetişkin erkekler bulunuyor.”

    “Bağımlılık kişileri asosyalleştiriyor”

    İnternet bağımlılarının bilgisayar başında oldukça fazla zaman geçirdiklerinden dolayı mecbur olmadıkça aileleriyle iletişime geçmediklerini anlatan Ceylan, “Bu tip insanlar zamanla boşluğa düşerler. Depresyon, kendini iyi hissedememe ve çöküntü belirtileri gösterebilirler. Bağımlılıktan dolayı kişiler asosyalleştikçe kendilerinde sosyal fobi gelişebilir. Kendine güveni olmayan insanlar, internet başında birden farklı kişiliğe bürünüp, kendilerini olduğundan farklı olarak daha iyi, daha cesur, daha güvenilir ve daha güçlü gösterebilirler. Daha çok sosyal paylaşım sitelerindeki yorumlarında adeta edebiyat dersi verirler. Aslında bu kişiler sanal bir maske takmışlardır. O sanal maskenin arkasına sığınıp kendini olduğundan daha iyi göstermeye çalışır. Bu da o kişiye zamanla çok zarar verir. Çünkü kişinin gerçek kişiliği ile sanal dünyadaki kişiliği birbiriyle örtüşmediğinde bu tür bireyler kişilik bölünmesi yaşar. Acaba hangisi benim diye zaman zaman ikilemde kalırlar” ifadelerini kullandı.

    “Aile bağları olumlu ve güçlü olmalı”

    Şırnak Devlet Hastanesi psikiyatristlerinden Burcu Yücetürk ise internet bağımlılığının diğer bağımlılıklar gibi yatkınlığı olan bireylerde ortaya çıktığına işaret etti.

    İnternet bağımlılığının henüz bir hastalık olarak tanımlanmamasını rağmen bu yolda hızla ilerlendiğini dile getiren Yücetürk, “Bu bağımlılığa yakalanmada önleyici etkenler arasında aile bağlarının olumlu ve güçlü olması yer alır. Yine aile içerisinde belirlenmiş kurallar ve yapılandırılmış sistemlerin olması, sosyal alanda güçlü ilişkiler kurulması, çeşitli alışkanlıkların kazanılması ve geliştirilmesi ile ailelerin çocuklarıyla yakın ilişkide olması sayılabilir” değerlendirmesinde bulundu.
    AA

  • 3 soruda migren testi!

    3 soruda migren testi!

    Eğer son 3 ay içinde iki veya daha fazla baş ağrısı yaşadıysanız ve bu ağrılar engelleyici veya bir doktora danışma ihtiyacı duyuracak şiddette olduysa:

    1-Ağrı sırasında hiç ışıktan rahatsız oldunuz mu?

    2-Ağrı sırasında hiç mideniz bulandı mı?

    3-Ağrınız nedeniyle en az bir gün işe ya da okula gidemediğiniz oldu mu?

    DEĞERLENDİRME

    Eğer bu üç sorunun ikisine bile “Evet” diyorsanız ağrınızın migren olma ihtimali yüzde 90’ın üzerinde. Mutlaka bir nöroloğa başvurmanız gerekir.

  • 30 yaşını aşmış erişkinlere her yıl…

    30 yaşını aşmış erişkinlere her yıl…

    Hastalığın başlangıç döneminde genelde hastanın şikâyeti olmadığı için uzun bir süre içinde görme siniri yıpranmaya uğruyor ve bu yıpranma, hasta durumu fark ettiğinde onarılamaz düzeye ulaşıyor. Erken teşhis edilen glokom, gözde daha fazla görme kaybı oluşmadan kontrol altına alınabiliyor. Bunun için 30 yaşını aşmış erişkinlere her yıl düzenli göz muayenesi olması, göz tansiyonunu kontrol ettirmesi ve gerekirse görme alanı inceleme testleri yaptırması tavsiye ediliyor.

    Sabahları belirginleşen baş ağrısı, zaman zaman bulanık görme, geceleri ışıkların etrafında ışıklı halkalar görme ve televizyon izlerken ortaya çıkan göz etrafında ağrı bu hastalığın belirtileri arasında. Görme kaybı olana dek fark etmeyebiliyor. Göz tansiyonunun belirtileri sadece kısa bir zaman süren bulanık görüş gibi belirtilerle hafif olabilir. Glokomun ciddi işaretleri, göz çevresinde veya içinde bulanık görüşü veya uzun süreli ağrıyı kapıyor. Doğuştan gelen glokomda, işaretler gözlerin çabuk sulanmasını ve ışığa karşı hassasiyeti içerebilir.

    “Ailede göz tansiyonu öyküsünün olması (genetik yatkınlık), 35 yaşın üzerinde olunması, şeker ve guatr hastalığı, şiddetli kansızlık veya şoklar, vücut tansiyonu, yüksek miyopi ve hipermetropi, migren, uzun süreli kortizon tedavisi, hipertansiyon, kolesterol, anti-depresan vs. ilaçların kullanımı, göz yaralanmaları ve ırksal faktörler. Bu özelliklere sahip kişilerin görme sinirindeki hasarın erken tespiti amacıyla düzenli olarak göz muayenelerini yaptırmaları gerekiyor. Göz içi basıncı normalden yüksek olan kişilerde glokom gelişme riski daha yüksek, ancak bu göz içi basıncı yüksek olan herkeste glokom olabileceği anlamına gelmiyor. 60 yaşın üzerindeki kişilerde glokom riski artmakta. Uzun süreli kortizon kullanımı (damla, ağızdan veya cilt pomadı olarak) ikincil glokom gelişimine neden olabilir.”

    Glokom rutin bir göz muayenesi ile teşhis edilebiliyor. Tanı ne kadar erken konursa, o oranda görme sinir lifi ve görme hücresi hasardan kurtuluyor. Tedavi ilaçla, lazer ve cerrahi yöntemlerle gerçekleştiriliyor. İlaç tedavisinde kullanılan birçok damla mevcut. Tedaviye bir ilaçla başlanıp, yetmezse ikinci ilaç ilave ediliyor. İlaç tedavisine yeterli cevap alınamayan hastalarda lazerle tedavi seçeneği uygulanabiliyor. İlaç tedavisi ile glokom yeterince kontrol altına alınamıyorsa göz içi basıncı arzu edilen düzeye düşürülemiyorsa ameliyat yapılıyor.

  • D vitamini eksikliğinde hangi sorunlar oluşuyor?

    D vitamini eksikliğinde hangi sorunlar oluşuyor?

    Ülkemizde D vitamini eksikliği önemli bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Yapılan araştırmalarla D vitaminin bazı sistemik hastalıklar ve kanser türlerinde de yararlı etkileri olduğu anlaşılıyor. Uzmanlar, yıl da bir kez D vitamini ölçtürülmesini tavsiye ediyor.

    Acıbadem Bursa Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Nadir Şener, D vitaminin başlıca kaynağının güneş ışınları olduğunu dile getirerek, güneşlenme ile günlük gereksinimin yüzde 80’inin karşılanabileceğini ifade ediyor.

    Prof. Dr. Şener, D vitaminin yararlarını şöyle dile getiriyor: “D vitamin, kalsiyum ve fosfor metabolizmasını düzenliyor, kalsiyumla birlikte kemik ve dişleri güçlendiriyor. Hücrelerin büyümesinde ve kas ile sinir sistemlerinin düzenli işlevinde önemli rol oynuyor. Ayrıca kan basıncının düzenlenmesinde ve bağışıklık sisteminin güçlenmesinde de önemli görevleri ver. Son yıllardaki araştırmalar, D vitamininin kalın bağırsak, kemik, deri, kolon ve meme kanserinde de koruyucu etkisi olduğunu ortaya çıkartıyor.”

    Özellikle Mart-Ekim aylarının D vitamini açısından en etkin dönem olduğunu dile getiren Prof. Şener, şöyle devam ediyor: “Bu aylarda koruma kremi kullanmadan her gün 10–15 dakika güneşlenmek gerekiyor. Mart-Ekim arası, özellikle güneş ışınlarını dik geldiği 11.00– 15.00 arasındaki saatler D vitaminin dönüşümü için en etkili dönem. Ancak bu saatler cilt kanseri için de en riskli saatler. Bu nedenle sadece 10-15 dakikalığına, koruma kremi kullanmadan, diz ve dirseklerden aşağısını güneşlendirmek yeterli.”

    Şener, ayrıca esmer kişilerde D vitamini sentezinin sarışınlara göre daha yavaş olduğunu ve esmerlerin cilt özelliklerinden ötürü sarışınlardan 3–6 kat daha fazla güneşte kalmaları gerektiğini belirtiyor.

    D VİTAMİN EKSİKLİĞİNDE OLUŞAN SORUNLAR

    D vitamini eksikliğinin kemik ve kas güçsüzlüğüne sebep olduğunu vurgulayan Şener, şu bilgileri veriyor: “Ayrıca halsizlik ve terlemeye de sık rastlanıyor. Kemik erimesi hızlanıyor. D vitamini eksikliği fazla olduğunda 2 önemli klinik tablo karşımıza çıkar; Birincisi Raşitizm. Çocuklarda D vitamini eksikliği ile oluşan hastalık. Çarpık bacaklar, kemik veya eklem yerlerinde deformasyonlar, diş gelişiminde gerilik, kaslarda zayıflık, yorgunluk, bitkinlik görülür. İkincisi Osteomalazi. Yetişkinlerde D vitamini eksikliği ile oluşan hastalık. Kaburga kemiklerinde, omurganın alt kısmında, leğen kemiğinde, bacaklarda ağrı, kas zayıflığı ve spazmları, çabuk kırılan kemikler şeklinde klinik belirti veriyor.”

    KİMLERE D VİTAMİNİ TAKVİYESİ VERİLMELİ?

    Dr. Şener, D vitamini takviyesi yapılması gereken kişileri ve grupları şöyle sıralıyor: “0-24 aya arası çocuklar, adolesan yaş grubu, doğurganlık çağındaki kadınlar, gebe ve emzikli kadınlar, postmenapozal dönemdeki kadınlar, 50 yaş üstündekiler, güneş görmeyenler (ofis çalışanları ve kapalı giyinenler), bağırsaklardan yağ emilimi bozuk hastalar, karaciğer hastalığı, kronik böbrek yetmezliği olanlarla mide ameliyatı geçirenler, osteoporozlu hastalar, obezite sorunu olanlar, antiepileptik, glukokortikoid ve antifungal (mantar ilacı) ilaç kullanan hastalarda. D vitamini hassas testlerle kolaylıkla ölçülebiliyor. Bu nedenle eksikliği düşünüldüğünde veya risk grubu olanlarda yılda bir kez D vitamini ölçtürülmesi gerekiyor.”
    CHA

  • Burun estetiğinde yepyeni bir yöntem: Klipsleme tekniği

    Burun estetiğinde yepyeni bir yöntem: Klipsleme tekniği

    Burun ameliyatı zor bir karardır, ameliyat sonrasında doğal ve güzel bir sonuç alınamayacağından endişe edilir. Bu kaygıları geliştirdiği yepyeni tekniklerle ortadan kaldıran Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. İlker Manavbaşı, doğal burun estetiği ameliyatlarında uygulanan ve tıp literatürüne giren yeni buluşunu açıklıyor. İşte düzeltilmesi neredeyse imkansız görülen burun eğriliklerinde dahi çok başarılı sonuçlar veren “Klipsleme Tekniği” hakkında merak edilenler…

    TÜM DÜNYA DOĞALA DÖNÜYOR

    Op. Dr. İlker Manavbaşı, kendi buluşu olan “Klipsleme Tekniği” ile son 6 yıldır, düzeltilmesi imkansız olarak kabul edilen burunlarda son derece başarılı sonuçlar elde etti. Bu vakaların sonuçlarını içeren İngilizce yayını ise, dünyanın en saygın dergilerinden Journal of Plastic Reconstructive and Aesthetic Surgery isimli dergide yayınlandı. Dünya çapında 99 üyesi bulunan The Rhinoplasty Society Derneği’nin de en genç üyesi olan Manavbaşı; Klipsleme Tekniği ile ilgili çalışmalarını, tüm yurtta ve dünya çapında pek çok kongrede sunmak üzere sayısız davetler almaya devam ediyor.

    Ameliyat öncesi modelleme yapmak daha başarılı sonuçlar verir

    Güzellikte, bütünü oluşturan parçaların uyumuna dikkat çeken Op. Dr. İlker Manavbaşı, “Burun ameliyatı öncesinde tüm hastalar için ayrıntılı resim çalışmaları yapılmalıdır. Resim ve modelleme, burun ameliyatı öncesi yapılan muayenenin ilk basamağını oluşturuyor. Bu aşamada yapılan çizimlerin ve modellemelerin ve ameliyat sırasında uygulanacak tekniklerin geliştirilmesi önemli detaylar arasında yer alıyor. Çünkü burun estetiği ameliyatlarında son zamanlarda doğal olanı ve doğanın verdiğini koruma anlayışı öne çıkıyor” diyor.

    Op. Dr. İlker Manavbaşı, burun eğrilikleri ve nefes alma problemlerinin, burnun septum denilen orta direğindeki eğriliklerden kaynaklandığını söylüyor ve ekliyor: “Bu eğrilikler doğuştan olabileceği gibi, geçirilen kazalara ve burun ameliyatlarına bağlı da olabilir. Septum eğriliklerinin en önemli özelliği, estetik veya fonksiyonel burun ameliyatları sırasında mutlaka düzeltilmesi gerektiğidir. Aksi takdirde ameliyat sonrasında mevcut burun eğrilikleri devam eder ya da yeni eğrilikler oluşabilir.”

    Yepyeni Bir Yöntem: Klipsleme Tekniği

    Titanyum çok çeşitli şekillerde pek çok ameliyatta kullanılıyor. Op. Dr. İlker Manavbaşı da titanyum klipslere yeni bir şekil vererek, septumun düzeltilmesinde kullanıyor. Dünyada insan vücuduna en uyumlu metal olan titanyum klipsler, septuma çok ciddi destek sağlaması sayesinde düzeltilmesi neredeyse imkansız burun eğriliklerinde çok başarılı sonuçlar veriyor.

    Aynı amaçla kıkırdak ya da kemik kullanımının mümkün olmadığı durumlarda ise titanyum klipsler mükemmel bir şekilde kıkırdağın ve kemiğin işlevini devralabiliyor.

    Klipsleme yöntemi için yaş ve cinsiyet farkı yoktur

    Klipsleme ameliyatı için özel bir yaş ve cinsiyet grubunun olmadığını ifade eden Op. Dr. İlker Manavbaşı, ciddi burun eğriliği olan hemen hemen tüm hastalarda klipsleme yönteminin uygulanabileceğini belirtiyor: “Özellikle de burun orta direğinin yapışma yerlerinden ayrıldığı hastalarda mükemmel sonuçlar veren klipsleme tekniğinin en önemli faydası septumdaki problem ne kadar şiddetli olursa olsun cerraha güvenle bu sorunu düzeltme imkanı vermesidir.”
    Yedi yıldır yüzlerce hastaya uygulanan bu yöntemde, şimdiye kadar hiçbir hastada bu klipslerle ilgili en küçük bir sorun yaşanmadığını aktaran Op. Dr. İlker Manavbaşı, “Klipsler çok küçüktür. Kıkırdağın içine gömülmeleri ve yuvarlak hatları sayesinde ise hastalar tarafından asla hissedilmezler. Ek işlemlerin azlığı da morluk oluşma ihtimalini azaltır. Bu tekniğin uygulandığı hastalarda tekrar düzeltici ameliyat yapma ihtiyacı görülmez. Hastadan kıkırdak ve kemik greft alma gerekliliği olmadığı için iyileşme daha kısa sürede gerçekleşir” diyor.
    Deniz suyunun ödem çözücü etkisinden yararlanılmalı

    Op. Dr. İlker Manavbaşı, iyileşme süreci ile ilgili merak edilen noktaları şu şekilde açıklıyor: “Burun estetiklerinde bir diğer kaygı da iyileşme sürecidir. Geliştirilen yeni ameliyat teknikleri ile kişi, hiçbir morarma yaşamadan kısa sürede istediği burna sahip olur. İyileşme sürecinde deniz suyu spreyleri ilaç olarak burnun daha kolay iyileşmesi için kullanılır. Bu sebeple, estetik burun ameliyatından 10 gün sonra hastalara denize girmeleri de önerilir. Deniz suyunun ödem çözücü etkisi sayesinde sprey kullanmadan doğal yollarla iyileşmeye katkı sağlanır.”

  • Kan parası isteyeni şikayet edin

    Kan parası isteyeni şikayet edin

    Türk Kızılayı Samsun Şubesi Başkanı Mustafa Keskin, özel veya kamuya ait hiçbir hastanenin “kan parası” adı altında para alamayacağını söyledi

    Keskin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sivil toplum kuruluşlarının bir ülkenin vazgeçilmezi olduğunu söyledi. Sivil toplum kuruluşları arasında en köklülerinden birinin de 145 yıllık tarihiyle Türk Kızılayı olduğunu anlatan Keskin, Türk Kızılayı’nın dünyada Türk milletinin merhamet eli ve can dostu olduğunu dile getirdi. Türk Kızılayı’nın aynı zamanda insanların yaşam kaynağı kanı temin etmede “can dostu” olarak bilindiğini vurgulayan Keskin, “Türk Kızılayı Orta Karadeniz Bölge Kan Merkezi olarak bölgemizdeki kan ihtiyacının yüzde 80’ini karşılıyoruz. Tokat, Ordu, Amasya, Sinop, Samsun ve ilçelerindeki bütün hastanelerin kan ihtiyacının yüzde 80’ini karşılıyoruz.

    Bu yıl 77 bin ünite kan toplamayı hedefliyoruz” diye konuştu. – “Hastanenin ’kan için şu parayı ödeyeceksiniz’ lafına aldanmayın” Türk Kızılayı’nın ülke genelinde bütün hastanelerle anlaşmasının olduğunu belirten Keskin, şunları kaydetti: “Hastanelerle bilişim sistemiyle bağlantımız var. İnternet üzerinden ihtiyaçlarını bildirdiklerinde biz bu hastaneye hemen kanı götürüp teslim ediyoruz. Bütün hastaneler kan ihtiyaçlarını bize haftalık bildiriyorlar. Biz de götürüp teslim ediyoruz. Önceden bildirdikleri için hastanelerde boşluk oluşturmuyoruz, hasta beklemiyor. Burada şu çok önemli, hiçbir özel veya kamuya ait hastane kişiden kan parası adı altında para alamaz. Bazı hastaneler hastalarından kan için ücret alıyorlarmış.

    Böyle bir şey yok. Asla ve asla hiç kimse hiçbir yere kanla ilgili 1 kuruş bile ödemesin.” Hastenelerin, Türk Kızılayı’nda kan varken hastalardan kan bulmalarını istemeyeceğini aktaran Keskin, “Hastalarımız, hasta yakınlarımız sakın hiçbir hastanenin ’kan için şu parayı ödeyeceksiniz’ lafına aldanmasın. Böyle bir şey yok. Kan için ücret ödenmiyor. Vatandaşlarımız bu şekilde kandırılabilir, mağdur edilebilir. Vatandaşlarımız eğer öyle bir durumla karşılaşıyorlarsa Sağlık Bakanlığı’na şikayette bulunsunlar” ifadelerini kullandı.
    AA

  • Kış Aylarında Metabolizmayı Hızlandırıyor

    Kış Aylarında Metabolizmayı Hızlandırıyor

    Metabolizmayı kışa hazırlamada baş yardımcı bitki çayları. Barut ağacı kabuğu, dut yaprağı, kiraz sapı, funda yaprağı en önemli metabolizma ayarcıları.

    Hareketli yaz mevsiminden sonra, kış günlerinin durgunluğu metabolizmalarımızda da yavaşlamaya neden olabiliyor. Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada kışın rehavetli havasından bitki kalkanıyla korunulunabildiğini belirtti.

    İşte ayar yapan bitkiler:

    BARUT AĞACI

    Kabızlığa karşı etkili bir bitkidir, bağırsakların hızlı boşaltılmasına yardımcı olurken, sancıya yol açmaması bir avantajdır.

    FUNDA YAPRAĞI

    Funda yaprağı idrar artırıcı etkisi ile vücuttan ödemin atılmasını sağlar.

    KİRAZ SAPI

    İdrar artırıcı özelliğinin yanı sıra zengin potasyum içeriği nedeniyle vücutta idrar ile atılan potasyum dengesinin bozulmasını önlemektedir.

    BİBERİYE

    Birçok sağlık probleminin çözülmesinde yardımcı olan bir bitkidir. Yapılan deneysel çalışmalarda pankreatik lipaz enzimini baskılayarak bağırsaklardan yağın emilmesini azalttığı ve dolayısıyla kilo almayı önleyici bir etkisi olduğu belirtiliyor.

    Ayrıca safra salgısını artırarak bilhassa yağlı besinlerin sindirimini kolaylaştırmaktadır. Diğer taraftan, biberiye yapraklarının idrar söktürücü özelliği vücuttan ödemin atılmasına yardımcı olmaktadır.

    DUT YAPRAĞI

    Besinlerdeki kompleks şekerlerin (oligo ve nişasta gibi polisakaritler) bağırsaklarda basit şekerlere dönüşümünü sağlayan enzimleri (alfa-glikozidaz) baskılayarak emilimlerini engellemekte ve bu suretle şekerin vücutta yağ şeklinde depolanmasını engellemektedir.

  • Güzelleşmenin doğal yöntemi; YAĞ TRANSFERİ

    Güzelleşmenin doğal yöntemi; YAĞ TRANSFERİ

    Yağ dolgusu operasyonları vücudun hemen hemen her bölgesinde kullanılıyor. Yapılan yağ enjeksiyonlarıyla popo, meme, baldır büyütmek, ayak bileği kalınlaştırmak, bacaklardaki şekil bozukluklarını gidermek de mümkün. İmep Estetik’ten Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. İlker Manavbaşı, yağ dolgusu işlemiyle ilgili merak edilenleri açıklıyor.

    Yağ Dolgusu Yağ Transferi ile Yeni Bir Görünüm Kazanın

    Her kadının şikayetçi olduğu yağların, bir gün güzelleşmek için kullanılan sihirli bir çözüm olacağı kimsenin aklına gelmezdi. Günümüzde vücudun herhangi bir bölgesinden alınan yağlar, gözaltı, elmacık kemikleri alın başta gelmek üzere; el sırtı, popo, göğüs, ayak bileği, basenlerde istenen görünümü elde etmek amaçlı uygulanıyor.

    Yağ transferi işlemiyle ilgili bilinmesi gerekenleri açıklayan Opr. Dr. İlker Manavbaşı, “Yağ transferi, kişinin herhangi bir yerinden alınan yağın vücudun başka bir yerine enjekte edilmesi işlemidir. Pek çok kadında bölgesel yağ fazlalığı olduğu gibi, bir kısmında da bölgesel yağ eksikliğine bağlı kontür bozukluğu görülür. Bu sorunların düzeltilmesi, vücut yağlarının fazla olduğu bölgelerden az olduğu bölgelere transfer edilmesi ile gerçekleşir. Bu yönteme, yağ şekillendirme anlamına gelen liposculpturing, liposhaping gibi isimler verilir.” diyor.

    Vücuttan alınan yağlar kısa sürede tekrar vücuda verilmeli

    Yağ fazlalığı olan bölgelerden liposuction yöntemi ile alınan yağlar, yine benzer kanüllerle, yağ eksikliği olan bölgelere verilir. Bu bölgeler, genelde; basen-bel arası, poponun üst kısmı, uyluk iç-orta kısmı ve baldırlar olur. Verilen miktar, liposuction ile alınan yağ dokusuna bağlı olarak toplamda 1 litreye yaklaşabilir. Verilen yağ miktarının yaklaşık yüzde 40’ı birkaç ay içinde vücut tarafından emilse de kalan miktar hastayı memnun eder. Hastaya sadece yağ enjeksiyonu yapılacak ise çoğu zaman sedasyon ve lokal anestezi yapılır. Ancak bu işlem başka bir ameliyat ile beraber yapılacaksa genel anestezi tercih edilir.

    Yağ Dolgusu

    Opr. Dr. İlker Manavbaşı, yağ transferi işlemi sırasında dikkat edilmesi gerekenleri ise şu şekilde açıklıyor: “Alınan yağlar o anda herhangi bir işleme tabi tutulmadan transfer edilebilir. Çünkü yağları saklamak canlı yağ hücresi sayısını ciddi miktarda azaltır. Yağ dokusu çok hassas bir dokudur, sıcaklık, kuruma ve fiziksel stresler ile hemen canlılığını kaybeder. Yaklaşık bir saat süren bir zaman zarfında bu işlemler tamamlanmalıdır. Eğer daha uzun sürecek ise alınan yağın soğutulması gerekmektedir. Ancak alınan yağların saklanarak başka bir seansta tekrar enjekte edilmesi önerilen bir yaklaşım değildir. Bu tip uygulamalarla canlı yağ dokusu son derece azalmaktadır. Alınan yağ miktarı, enjekte edilecek bölgenin durumuna göre değişir. Örneğin yüze ve ellere genelde 15-45 cc yağ enjekte etmek yeterli olurken, popoya ve göğüse 600-700 cc enjekte edilebilir.

    Yağ Transferi hem doğal, hem risksiz

    Yağ transferi ile hem bölgesel incelme sağlandığını, hem de istenilen bölgede arzu edilen şekle kavuşulduğunu belirten İlker Manavbaşı, “deyim yerindeyse bir taşla iki kuş vurulur” diyor: “İşlemde amaç fazlalıkları almaktan öte, transfere yetecek kadar yağ almaktır. Yağ dokusu çok ince liposuction kanülleri ile alındığı için birkaç milimetrelik kesi ile bu işlemler yapılabilmektedir. Bu küçük operasyonda yağ çekilen yerler kendiliğinden iyileşir, yara izi kalmaz. Hatta hastalar işlem yapılan yeri bile fark etmezler. Operasyondan birkaç gün sonra hasta işine, normal hayatına rahatlıkla dönebilir. Her hastaya kendi yağı kullanıldığı için hastalık kapma riski de yoktur.

    Opr. Dr. İlker Manavbaşı, yağ transferinin aynı zamanda yanık izleri veya travmaya bağlı yumuşak doku eksikliği durumlarında da çözüm sunduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Enjekte edilen yağ kişinin kendi dokusu olduğu için vücudun bunu kabul etmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Ayrıca enjekte edilen yağ dokusunun içindeki kök hücreler sayesinde enjekte edildiği bölgede hücre yenilenmesine katkı sağlar. Hasta açısından değerlendirdiğimizde ve piyasadan temin edilen geçici dolgularla karşılaştırıldığında steril şartlar ve ek cerrahi aletler gerektirir. Fakat bu sayede hasta kalıcı bir sonuç elde edilmiş olur.

    Vücut güzelleştirmede en kalıcı çözüm;Yağ dolgusu

    Yağ enjeksiyonu, etki süresi olarak kalıcı dolgu kategorisindedir. Enjekte edilen yağlar uygulanan tekniğe göre yüzde 40-70 oranında kalıcıdır. Yağ enjeksiyonu temelde iki bölgeye yani; yağ içeren ve içermeyen bölgelere uygulanır. Bu iki farklı bölgede enjekte edilen yağlar farklı davranış sergilerler. Dudak, el sırtı, alın gibi normalde sadece çok ince cilt altı yağ dokusu içeren bölgelerde bu yağların hiçbir zaman erimeyeceği kabul edilmektedir. Elmacık kemikler, şakak bölgesi gibi bölgelerde ise enjekte edilen yağların o bölgelerdeki yağların fizyolojik değişimine uğrayacağı ve çok uzun yıllar varlığını devam ettireceği tespit edilmiştir. Bu sürenin de uzunluğu göz önüne alındığında tüm bölgelere enjekte edilen yağ dokusunun kalıcı olduğu kabul edilmektedir. İlker Manavbaşı, burada belirleyici unsurun, vücut dokuları ile dolgu amacıyla uygulanan maddelerin uyumlu olması, vücuda zarar vermemesi olduğunu ve bu bağlamda, en uygun materyalin kişinin kendi yağı olduğunu belirtiyor.

    Yağ enjeksiyonu ortakları: Botoks ve PRP

    Botoks uygulaması, bir tür bakterinin ürettiği toksinin çok düşük dozlarda belli kasların içine verilmesi sayesinde o kaslarda geçici hareket kaybı elde edilmesini sağlar. Estetik cerrahide kullanımı ise; yüzde mimik oluşturan bazı kasların geçici fonksiyon kaybına uğratılarak zamanla oluşmuş kırışıklıkların düzeltilmesini içerir. Bunlar çoğunlukla, kazayağı, alındaki çizgiler ve boyun altı bantlarıdır. Botoks ile yağ enjeksiyonunun etkilerinin birbirlerinden çok farklı olduğunu belirten Opr. Dr. İlker Manavbaşı, birbirlerinin yerine değil birbirlerini tamamlayacak şekilde kullanılmalıdır açıklamasını yapıyor:

    Yağ Dolgusu

    “PRP, kişiden alınan kandan hazırlanan ve kan hücreleri tarafından üretilen bir takım hormonların daha konsantre hale getirilerek o kişinin arzu edilen bölgesine enjekte edilmesidir. Dolgu yapmak amacıyla kullanılmaz. Bu hormonların etkisi ile enjekte edilen bölgede, fibroblastlar, saç derisine uygulandıysa, saç kökü hücreleri uyarılarak, cildin daha gergin, tonunun daha artmış olması, lekelerin azalması ve saç köklerinin daha canlı hale gelmesi sağlanır. On beşer gün ara ile 4 seans uygulanması ve 6 ay sonra tekrarlanması önerilir. Yağ enjeksiyonu ile beraber kullanılması o bölgedeki gençleştirici etkiyi artırır.”

    Yüz ve El sırtı uygulamaları

    Yaşlanma sebebiyle yüzde yumuşak doku erimesi ve zayıflama aynı anda görülür. Kırışıklar da bu tabloya eşlik eder. Yaşlanmanın erken dönemlerinde yüzde zayıflık ve boşalmanın daha yoğun olduğu hastalarda uygulanması gereken ilk çözüm yağ enjeksiyonudur. Cilt altı dolduğunda mevcut kırışıklıklar da bir miktar açılacaktır. Yaşlanmanın etkisi sadece yüzde değil, el sırtında ve dekolte bölgesinde de gözlenir. Cilt altı dokularda incelme ve ciltte leke oluşumu en belirgin göstergedir.

    Bu sorunlara yönelik yapılan işlemlerin yine PRP ve yağ enjeksiyonu olduğunu vurgulayan İlker Manavbaşı, PRP ile cildin daha gergin, parlak ve canlı olurken yağ enjeksiyonu ile daha dolgun ve genç bir yapıya kavuştuğunu, kombine müdahalelerde başarının bir basamak yukarı taşınarak, çok doğal ve mutlu edici sonuçlar alınmaya başlandığını söylüyor.

  • Yarım leblebi kadar diş macunu

    Yarım leblebi kadar diş macunu

    Gürgan, reklamlarda macunun diş fırçasının tamamına yayıldığı şeklinde görüntüler verildiğini, bunun ticari amaçlı olduğunu ifade etti.

    Dişi temizlemede fırçanın daha önemli olduğunu belirten Gürgan, macunun içindeki maddenin ikinci safhada rol oynadığını, dişler için önemli olanın mekanik temizlik olduğunu vurguladı.

    Her diş macununun kendi materyalleri ve birtakım fonksiyonlarının olduğunu aktaran Gürgan, bunların tek başına işe yarayamayacağına değinerek, şöyle konuştu:

    “Bizim için mekanik temizlik önemli. Bazı özel macunlar bu hassasiyeti gidermeye yardımcı oldukları için kimyasal yapıları farklıdır. Bunların çok düzgün kullanılması lazım. Özellikle bunların içinde flor, modifiye edilmiş flor aparatları, türleri var. Biz o yüzden dişlerin, macun ne olursa olsun sabah kahvaltıdan sonra akşam yatmadan önce fırçalanmasını istiyoruz. Macunda şöyle bir alışkanlık var, tabi bu reklamlardan kaynaklanıyor, bir ticari ürün oldukları için o firmalar daha çok satılsın istiyorlar. Ancak biz hiçbir zaman macunu reklamlardaki gibi tüm fırça boyunca sıkılmasını istemiyoruz. Çünkü, macunun içinde deterjan türü maddeler vardır, köpürsün ve ağzın her yerine yayılsın diye. Dolayısıyla bir fırçanın boyunca sıkarsanız çok fazla almış olursunuz. Önerimiz, yarım leblebi kadar macunu sıkıp o macunu ağzınıza yayıp dişlerinizi öyle fırçalamalısınız.”

    Prof. Dr. Gürgan, bakteri plağı denilen birikinti ve kütleyi ortadan kaldırmak için dişlerin fırçalandığını dile getirerek, şunları kaydetti:
    “Macunların içinde abrezil dediğimiz aşındırıcılar, bakterileri öldüren flor gibi kimyasal maddeler bir de kendi yapısından dolayı köpürten ve ağız içinde yayılmasını sağlayan katkı maddeleri ile koruyucular var. Macunsuz da temizlik yaparız ama macunun içindeki dişleri koruyan flor gibi iyonlar ve bakterileri öldüren enzimlerle birtakım kimyasal maddelerin etkilerinden yararlanıyoruz. Organik diş macunu ürünlerinin içinde de bu özellikler var. Ancak, tek başına bunlar hiçbir zaman çözüm değil. Tıp doktorları ilaçlarla çözüm bulabiliyor ama diş ağrısını durduran bir ağrı kesici yoktur.”

    “Vatandaşlar hangi diş macununun tadını seviyorsa onu alsın”
    Diş macunlarının arka bölümündeki bazı renklerle içeriği hakkında bilgi verilmeye çalışıldığını aktaran Gürgan, şunları anlattı:
    “Macunların içinde aşındırıcılar var, gittikçe daha hissedilmez hale getiriyorlar ki fırçalama daha rahat olsun. Eskiden çok daha büyük partiküller vardı. Pomza taşı, silika tozu artık bu daha da değişti artık nanoteknoloji kullanılıyor. Bunlarda, aşındırıcı olarak dolayısıyla kimyasalların ve içeriklerinin çok büyük farklılıkları yok, Hiçbir ürün yoktur ki o özelliğinden, içeriğinden dolayı diğerlerinden üstün olsun. Diş macunlarının arkasındaki yeşil rengin doğal, siyah rengin kimyasal, mavi rengin doğal ve tıbbi ürün karışımı, kırmızı rengin ise doğal ve kimyasal malzeme karışımı maddelerden oluştuğunu gösteren görseller var. Bunlar yanılgıya düşürmemeli. Diş macununun arkasındaki renkler kullanıcılar için pek bir anlam ifade etmemeli. Vatandaşlar hangi diş macununun parasını ve tadını seviyorsa onu alsın.”

    Özel bazı macunların doktor kontrolünde kullanılması gerektiğini dile getiren Gürgan, diş hassasiyeti olan kişilerin ağız bakımı için güvenilir markaları tercih etmelerinin daha yararlı olacağını sözlerine ekledi.

    Doğru Diş Fırçalama Nasıl Olmalıdır?
    Doğru diş fırçalama en az iki dakika yani tam 120 saniye sürse de çoğu yetişkin dişlerini bu kadar süre fırçalamaz. En az iki dakika fırçaladığınızdan emin olmanız için zaman tutabilirsiniz. Dişlerinizi doğru bir şekilde fırçalamak için kısa ve nazik hareketlerle fırçalayın, dişeti çizgisine özel önem gösterin ve dişlerin arka kısımlarına, bilhassa dolgu, kuron ve diğer restorasyonların çevresindeki alanlara ulaşmaya dikkat edin. Doğru fırçalama için aşağıdaki maddeleri sırayla uygulayabilirsiniz.

    • Önce üst dişlerinizin daha sonra da alt dişlerinizin dış yüzeylerini fırçalayın
    • Önce üst dişlerinizin daha sonra da alt dişlerinizin iç yüzeylerini
    • Bütün dişlerinizin çiğneme yüzeylerini yani üst yüzeylerini temizleyin
    • Daha ferah bir nefes için dilinizi de fırçalamayı unutmayın