Annemin yokluğundaki babam

Israrla haklı çıkmak pahasına bilmeziye, "Kafamdaki kalıbın dışına çıkmam, oraya oturtur anneliğinizi sorguya açarım" diyorsunuz, oto koltuğu üzerinden.

Oğlum, bir duruma alışmakta zorlanıyor ise (Ki ilk uzun yolculuğu diyorum yine basıyorum üzerine) tutturma kısmına kayıyor, ısrar/ikna çabası sadece ağlamasını gittikçe şiddetlendiriyor ve teselli edilemez hale gelerek bir süre sonra ağlamanın sarsıntısından istifra etmesine sebep oluyor. Oğlunuzda da aynı huy var mı merak ettim?

Şehir içi maksimum yarım saat, bir saatlik mesafelerde oto koltuğunda oturabiliyor, ancak belli bir noktadan sonra eline ne verirseniz verin, ister tablet, ister atıştırmalık sevdiği bir şey, ister gözde oyuncaklarından biri, ister yarım saat, bir saat bekletin tekrar oturtmaya çalışın (Yani o molalarda gerisn geri ikna edemiyorsunuz unutmuyor), o koltuktan kalkma çabası başlıyor ağlayarak.

Bizim yolculuğumuz hiç molasız ve tüm hız kurallarına uyarak en iyi ihtimalle de yedi buçuk saat sürecek bir yolculuktu. Molalarla birlikte 12/13 saate çıkardık ve gittikçe daha hırpalandık.

Uçak (uçak sonrası taksi/servis yolculuğuna gelemez yine saatler alır) ve otobüs tercih etmedim çünkü en güvenli, rahat ve kontrolümde olanının bizim araç olacağını düşündüm, artı başka insanları olası bir ağlamasında, rahatsız etmek istemedim.
Ha şunu diyebilirsiniz "Madem çocuk alışkın değil, yolculuğa hiç çıkmasaydınız, daha güvenli olurdu" , evet, tam olarak bu daha güvenli olurdu ve ben de çocuğumu fanusunun(!) içinde yetiştirmeye(!) devam ederdim ama "Alıştırmaya çalışıyorum".

Her ne ise; yolculuğu anlatıyordum:
Molaları belli noktalarda, düzenli vermeliyiz ki; ne yanlış yerde durup kazaya davetiye çıkaralım, ne sürücümüzün dikkati dağılsın/yorgun düşsün, ne bla bla bla...Bunlar zaten en önemli trafik kuralları arasında: Her yerde-her yolda kontrolsüzce durulmaz. Durduğumuz yerde de oğlana işlemez zaten.

İdeali 5-15 dakika olmak üzere (Ve biri de 30 dk) iki - üç saatte bir ve ihtiyaca/uygunluğa göre gerektiği yerde saatte bir mola verdik. Beni "Oto koltuğu daha güvenli" şeklinde sorumsuzlukla itham etmeden önce, madem böyle konudan alakasız karşınızda kara cahil var gibi güvenlik bazlı uyarılara gireceksiniz, kaç kişinin uzun yola çıkmadan arabasının 4 lastiğini yolun ihtiyacına göre kontrol ettirdiği/değiştirdiği, rot balans testine götürdüğü, özetle içinde can taşıyacağı arabasını yola ne kadar hazırladığı ile başlayın. İlave edeyim; bunlar yapıldı.

Sonra o koltuğu yerleştirip çocuğumu ikna edip ilk bir-bir buçuk saat kadar oturtmamı, ardından tutturmanın gelmesini ve koltuğu istememesini, koltuğu itmeye çalışmasını ve kusmaya doğru uzanmakta olan ağlamasını fark ederek, koltuktan alışımı anlatayım size. Çocuğumun annesi olarak, onun için ve aynı zamanda onu da taşıyan sürücü için neyin daha tehlikeli olduğunu öngörebilirim. Koltukta bir başka molaya kadar zorlama oturtsam, çocuk kusar ve ben kemerini çözüp alana kadar kendi kusmuğunda boğulma tehlikesi atlatır. Ani gelişen bu tarz bir olayla, refleks olarak sürücü ne yapacağını şaşabilir, boşluğuna gelerek bakışını 90-100 km hızla "Noluyor" diye yoldan ayırabilir. Anlatabildim mi? Yani ben çok daha ayrı yerlerden düşünmek zorundayım oğlum böyleyken.

Paşa paşa, oğlunuzun gördükçe delirdiği o koltuğu alır, bagaja koymak ve onu teselli için kucağınıza almak zorunda kalırsınız, dilerse kucağınızda daldırana kadar oyalar, uyuyunca erken molaya girerek koltuğu bagajdan alır, içine güzeelce uyandırmadan yerleştirirsiniz. (Böyle yaptık)
Yani sizin dediğiniz gibi bi dünya yok bizim burada, öyle on dakikaya bir, pes edene kadar filan.
Belki sizin çocuğunuza söküyordur, benimkine sökmüyor. Ha her çocuğun aynı davranış karşısında aynı fabrikadan çıkmış gibi davranacağını düşünüyorsanız da zaten bir de bunun tartışmasına hiç giremem, gerek yok

Çocuğu oto koltuksuz ara ara arabada dinlendirdim; kah kucağımda kah yanımda ve biliyor musunuz; "Koltuğa-cama çenesi gelir, viraj dönüyor oluruz, dilini o şiddetle ısırırsa" lara kadar düşünüp olduğu yere salıvermedim kollarım tutuldu, güvenle oturtma çabalarım da bu kısımda, oturttum da. hep kolum ile belli bir dengede sarılı haldeydi, bir yandan yolu süzdüm, bir yandan oğlumu tuttum-yatıştırdım, bir yandan eşim ile babamı takip ettim. Sizin dediğinizin aksine "Tüm dikkatimi/sorumluluğumu oğluma veremiyorum" eğer yoldaysak. Çünkü o arabada oğlum varsa, sürücüsünden yoluna, sürücü yanında oturan muavin konumundaki kişisine kadar benim dikkatim altındadır. Arkama rahatça uzanıp yolu teslim edemem; ben de izlerim.

Beni bu noktada "Oğlumun güvenliğini riske atmamla" değil, "Güvenlik konusunu kılı kırk yarar gibi zilyon parçaya bölmemle" eleştirebilirsiniz en fazla. Bizim oğlanla anca böyle. Siz kazayı hesaplıyorsunuz, ben olası kazalarla birlikte kusma-boğulma-bu anda dağılan dikkat hepsini tartıyorum.

Çok basit: Birinin ateşi yüksekse, zatürre olma pahasına buzlu suya basarlar bilirsiniz.
Bizde "Ateş yüksek" diyorum, siz "Üşür hasta olur" diyorsunuz sanki. :)
Çocuğum bu şekilde alışıyor, bu şekilde yola hizaya geliyor, böyle bir dinamiğimiz var ve ben çocuğumu oto koltuğuna full oturtabilmeyi zaten sizden çok ama çok daha isterim. De mümkün olmuyor işte. Olmuyor. :)
Aynı şeyleri çok yaşadım. Benim avantajım doğduğu gün hastane çıkışında oto koltuğu(ana kucağı versiyonu) kullanmak oldu. Dört aylıktan itibaren itirazlar başladı ama dediğim şartlar altında karsa gittim. O yolculukta çektiğim işkenceyi anlatmam mümkün değil. Emin olun amacım anneliginizi sorgulamak ya da sizin hatanız üzerinden kendi egomu tatmin etmek değil. Siz ne yaparsanız, nasıl tutarsanız tutun, isterseniz bir milyon senaryoya göre önlem alın yaptığınız güvenli değil. Ve o çocuk o koltuğa alışana kadar uzun yolculuk yapmamak da onu fanusa koymak değil. Çok acı örnekler gördüm çocuk ve bebek güvenliği konusunda. Evet bu konuda takıntı derecesinde hassasım. Not: ben çocuğumu hep belki bir düzen içinde uyuttum . Bu oto koltuğu meselesini de bu yolla çözdüm. Tam uyuması gereken saate denk getirdim yolculukları. Çok uğraştım ama alıştı. Belki denemissinizdir ama denemediyseniz öneri olsun.
 
Aynı şeyleri çok yaşadım. Benim avantajım doğduğu gün hastane çıkışında oto koltuğu(ana kucağı versiyonu) kullanmak oldu. Dört aylıktan itibaren itirazlar başladı ama dediğim şartlar altında karsa gittim. O yolculukta çektiğim işkenceyi anlatmam mümkün değil. Emin olun amacım anneliginizi sorgulamak ya da sizin hatanız üzerinden kendi egomu tatmin etmek değil. Siz ne yaparsanız, nasıl tutarsanız tutun, isterseniz bir milyon senaryoya göre önlem alın yaptığınız güvenli değil. Ve o çocuk o koltuğa alışana kadar uzun yolculuk yapmamak da onu fanusa koymak değil. Çok acı örnekler gördüm çocuk ve bebek güvenliği konusunda. Evet bu konuda takıntı derecesinde hassasım. Not: ben çocuğumu hep belki bir düzen içinde uyuttum . Bu oto koltuğu meselesini de bu yolla çözdüm. Tam uyuması gereken saate denk getirdim yolculukları. Çok uğraştım ama alıştı. Belki denemissinizdir ama denemediyseniz öneri olsun.

Hastane çıkışı, yaşına uygun mavi oto pusetiyle beraber çıktı zaten ve o günden bu güne araçtaki ilk şartımız hep bu oldu. Hala farazi gidiyorsunuz, ciddiyim; olmayınca olmuyor. Benim de "Kata-mümkün değil-asla-olamaz böyle şey"lerim vardı oğlumdan önce, artık hepsini sorguya, şartlara açtım çok güzel öğretiverdi yani çocuğum bana.
Yolculuğa 12.30-13.30 arası çıktık, oğlumun uyku saatinde; uyumadı, aksine açıldı, koltukta sallana sallana tam dalar derken bir bir buçuk saat sonra daha beter hale geldi. Ben de belli bir düzen oturtmak için kendimi az yırtmadım yani, düzenli uyur, kolikten nerelere... Düzenli mümkün olduğunca yer/yemeye direnir akışa göre saatleri kayar.

Biliyorum, en başta "Evet koltukla en güvenli ama şartlar her zaman uygun olmuyor maalesef" dedim. Durulamayacak yerde duramam, çocuğum kusma pahasına ağlarken zorlayarak koltukta tutamam, benim trafikteki en kötü ve bize daha yakın senaryolarımız bunlar. Karşı şeritten fırlayan maganda ihtimalinden daha ağır ihtimal çocuğumun kusmuk içinde boğulması bizim için. Bu mecburiyete teslim edilmiş bir hata olabilir en fazla. Çünkü olmuyor; ötesine geçilmiyor, işlemiyor.
Başka öneriniz varsa alayım.
 
Bu arada konunun son durumunu ilave edeyim kızlar;

Eşime vicdani yönden baya sarsıcı bi konuşma yaptım, hangi cümleler sarsar diye düşünüp direkt ölümden girdim:
Babam aniden ölüp giderse; geride sana, önüne itip durduğun o yiyeceklerin onaramayacağın vicdan azabı ve benim artmış öfkem, seni bir yönden hiç affedememem kalacak filan diye böyle baya konuştum. Buradaki ciddi yorumları okuttum, şeker hastalarının fotoğraflarını da gösterdim.

Şu an eşim nakavt.
Babama destek-gaz-sürekli yiyecek taşıma gözüne sokma hali bitti. Berbat oldu.
İyi oldu oh.
Bu kısım, konu içinde müdahil olunması gereken en önemli kısımdı ve bittiğine dair yemine varan tövbe aldım resmen :KK70:
Rahatladım.

Geriye babamı bir tutam dizginlemek ve annemi geri döndürmek kaldı.
Babam dizginini, yemek hazırlama işleri bende olduğu için oradan götürürüm; eve yiyecek giriş çıkışı bende; kaçamaklarını da eskisi gibi yapabilir sorun yok. Eşim faktörü bitti ya şükür.

Annem kısmı da kardeşimde; bu arada anneme haber ettim damadı ile babamın davranışlarını kadın "Huzur yok bana" diye başladı, dayanamayıp gelecek gibi. Hayırlısı :))

Sevindim ya. Bu kadar çabuk hallolması... Doğru noktadan yakalayabildim eşimi; demek adamın vicdan damarına, ağlamaklı halde oynamak lazımmış. Napim. Gerekiyordu.
 
Yokuspokus Yokuspokus ben böyle konularda fazlaca sert bir insanım. Kendi canını düşünmeyen insanı ben hiç düşünmem der çekilirim. Benim babam da şeker hastası, böyle konularda aynı babama benzediğim için kendisi istikrarla diyet uyguluyor. Asla kontrol etmedik, yıllardır kontrollü besin tüketiyor.

Annem beyin kanaması geçirdi. Tansiyon ile alakalı bir durum olduğu için kesinlikle tuzlu yememesi gerekiyor. Annem babamın tam tersi, sürekli ilgi alaka olsun vay efendim ilacını bile biri getirsin ister. Beni en çok geren huyu da budur. Oraya gittiğimde sürekli aynı laf ağzında "ben tansiyon ilacımı içtim mi?" Tansiyon kısmına diğer ilaçları ekle, sürekli bir ilaç mevzusu. Ya da falanca ilacımı getir der, dibinde olduğu halde.

Neyse çok uzattım. Annem beyin kanaması geçirdikten sonra, zaten oldukça itici olan çocuk gibi davranma hali daha da arttı. Bir gün masada yemek yerken zaten yeterince tuzlu olan yemeğe yine tuz katınca babam söylenmeye başladı. Ben de "baba koca kadına niye söyleniyorsun. Kendi bilmiyor mu sonunun ölüm olduğunu. Bırak istediği kadar tuz koysun. Ölüm olsa yine iyi, çarpılıp kalacak yataklarda" dedim. Beni merhametsizlikle suçladı. Ben de sen kendi canına acımıyorsan ben hiç acımam dedim.

Bu tutumumu da sürdürdüm. Baktı kimse ona yapma etme demiyor. Paşa paşa düşünmeye başladı canını. Sen de bırak, sal gitsin. Evet engel olamıyorsun kendine biliyorum ama olmalısın. Baban gibi insanlar ancak bir tehlike ile karşı karşıya kalınca dikkat ediyorlar. Umarım büyük bir şey olmadan fark eder ne yaptığını.
 
Şu sıra sadece iç dökmeye, şikayetlenmeye ihtiyacım var; şöyle biri otursa karşımda gık demeden, 2-3 gün boyunca anlatsam dursam öyle. Sonra "Hadi eyvallah" deyip gitsem, unutsak filan ne güzel olacak.
Konum uzun, "Amma uzatmışsın" diyeceklere -konularda cümle sınırı olmadığını ve canımın böyle anlatmak istediğini- baştan yazayım. Bir uyarı da hamilelere; konuda yemek-meyve isimleri bol geçebilir. Canınız filan çekerse mesul değilim he ona göre okuyun. :) :*

Çocuğum birken, üç oldu.
Bu erkekler hep böyle midir, yani çocuklaşmaya meyilli, bir araya geldiklerinde birbirlerinden güç alıp şımaran tipler filan mıdırlar çoğunluk?

Son açtığım konular birbiri ardına bağlı geliyor farkındayım, çünkü domino etkisi gibi bir şey aleni yaşanmakta burada; her bir olay diğerine sebep, diğerini ortaya çıkarıyor, bir sorun, başka bir sorun olarak doğuyor ve en başta tek bir taşı iterek her şeyi birbirine katan kişi olarak annem, kardeşimle beraber farklı bir şehirde kendi macerasında şu an. Ben ise hali hazırda takip ve müdahale etmekte olduklarım arasına bir de diyabetik babam ve kontrolsüzce yemesini ekledim. Tabi "Bahçem de bahçem" diye tutturmalarını saymıyorum şu an. Hatta şimdilik, babamla birlikte takım olup coşan, bu coşkunluk denizinde, bir anda zeka yaşı dörde inen eşimi de saymıyorum.

Annem ve kardeşimi yeni evlerine yerleştirdik ve babam-eşim-ben ve 2 yaşındaki oğlumla, yaklaşık 500 kmyi gerisin geri döndük.

Zaten yolda başladık, yolculukta gelmeye başladı annem ve kardeşimin yokluğunda nelerle uğraşmam gerekeceğinin sinyalleri. Babam, koca bedeninde, bir çocuk olmuş. Yaş almak böyle mi yapar insanı? Bu kadar dikkatli incelememiştim, bu kadar fark etmemiştim, bu kadar saat yanından ayrılmadan gözlemlememiştim."Adamı çok sıkıyorsun bi rahat bırak, tepesinde bik bik bik sürekli direktif veriyorsun" derdim anneme, dediklerimi yuttum.

Babam kalp ve şeker hastası; yolculuk boyunca damadıyla bir arada (Birbirlerinden yüz buluyorlar zaten), şartlar el verse bi öküzü devirip yiyeceklerdi. Abartmıyorum; birisi bir yerde dana çeviriyor olsa ve görselerdi, başına oturur ve tabak uzatırlardı.

Oğlum, "Annem terliyoruz, üzerimize sarmayalım" dediğim halde yolculuk nazından tutturmuş ve yaz-kış yanından ayırmadığı o kalın battaniyesini boynuma sarıp üzerime yatmış, çocuğu klima çarpacak diye belli bir ayarın üzerine oynatmadığım araba içi ısısı ve battaniye ile vücudumun çeşitli yerlerinde isilik filan çıkarmışım, sinirden Serpil Çakmaklı tokamı beynime kadar bastırıp takmışım, ağzım yüzüm kaymış çocuğu araba içinde oyalayıp yerinde güvenli oturtacağım diye; adamların derdi "Ne yesek?"...

Yayla taraflarındaki yol üzerine bir sürü kavun tezgahı kurulu, belki yolculuğunuz sırasında fark ettiniz, belki durup birkaç kavun aldınız, belki tezgah sahibinin tadımlık uzattığı bir dilimi orada yediniz; ama yarım kavunu oturup orada gömüp üzerine 3 kişi için (Ki ben pek kavun da yemem, bilirler) 4-5 kavun alıp çıkmadınız muhtemelen. Tezgahtaki abi ikram ettikçe, eşimle babam yer de yer... Bi de muhabbet ediyorlar "Güzelmiş ya kavunun baya, bal gibiymiş hea insanın yedikçe yiyesi geliyor". Adam da "Ye abimm yee yarasın, bol bol var nasılsa" diyor. Adam dedikçe, bizimkiler yiyor, bizimkiler yedikçe adam diyor. Böyle bi döngüye girmişiz o ara dalmışım hatta manzaraya "Bunlar nabıyolar ya?" diye izlerken.

"Yeter ya tezgahı yediniz!" diye müdahale ettim, dayanamadım. Eşim de gülüyor, espri yaptım sanmış, bi dilim gelirmiş burnuma burnuma dürtüyor "Ye ye bak bulamazsın böyle güzelini" diye. "Yemicem" dedikçe bu kez zor yatıştırıp oturttuğum oğlana dürtüyor "Ye çocumm ye bak kavunn" diyerek. Çocuk da istemez; artık pencereyi kapattım kolunu sıkıştırmak pahasına; resmen kavunla taciz edildik tövbest. Zorla yedirecek o kavunu bize.

Tezgahtar abi de oradan dahil oluyor tabi "Yeğenim, bi dilim ye" diye, bana sesleniyor. Ben malını bu kadar istekle yedirmeye çalışan bir abi daha görmedim yani öyle bir ısrar. "Abi ağzı bulaşan sonsuz döngüye giriyor, ben yemeyeyim sağ ol, babamları da nolur bi kov artık, yola devam etmemiz lazım" filan dedim. Babam adamla vedalaşırken, eşimi tek yakalayıp "Napıyorsun? İyilik yaptığını mı sanıyorsun! Adam şeker hastası" dedim kulağına doğru. "Bi şee olmaaz yeaa" dedi. Cevap vermedim, babam geldi.

Bu nasıl bir düşünce ya? Nasıl bir şey olmaz?!
Buna ne deniyordu, ne kafası deniyordu, hani çakmakla tüpü kontrol eden tipler gibi.

Sonra tabi tuvalet ihtiyaçları geldi. O kadar kavunu yerlerse...
Bir saate kadar bir benzincide durduk ve wc molasına girdik.
Sonra bakıyorum ki marketin bir kısmını arabaya taşımışlar. :olamaz:
"Napıyorsunuz ya, ya bu kadar şey alınır mı?" diyorum.
"Artanı eve gider, hepsini yiyecek değiliz ya, canımız çeker diye çeşit aldık" diyor eşim.
Hanımlar... Hepsini yediler.
Muhabbet ede ede, koca bir poşet abur cuburu bitirdiler.
Babam az yesin diye (Çünkü laf dinlemiyor, yoldayız, yolda yenir filan diyor) ittire kaktıra zorla ben yedim. Ağzıma ne tıktım bilmiyorum, denk gele yedim kalmasın adama diye.

Annem, yola çıkmadan yanımıza biraz meyve ve atıştırmalık-fındık fıstık koymuştu. İlk bir saatte onları bitirdiklerini de ekleyeyim bu arada.

"Yeme artık" dedikçe "Akşam yemeği yerine geçer" diye diye yedi.
Eve varmaya son bir saat kala durup akşam yemeği de yedik tabi. Akşam yemeği yerine geçen şeyler sayılmadı, o zaman da "Yemeğin yerini tutmaz onlar"a bağlandı.

Eşim zaten yer, ona bi lafım yok da babam diyabetik; onu ne coşturuyorsun? Adam dünden razı zaten; annemi bıraktık ama görmelisiniz, "Aşkım"lar havada uçuşuyor. Telefonla 2 saatte bir bilgi alıyor yolun neresindeyiz diye annem, babam sanki bi ayrı dünyalarda, aman ne sevgiler, ne güzellikler... Yediklerinden bahsetsene! O kısım yok, annem huyunu bildiğinden soruyor olacak ki babam "Hiç ya, öyle bir iki şey atıştırdık" tarzı cevaplarla geçiştiriyor; dünyayı yedik damatla, kıtlıktan çıkmış gibi yedik, semerimizden boşandık demiyor.
Telefona doğru bağıracaktım ama çocuk uyur, artık diğer güne yaparım şikayetimi dedim.
Adamın gözleri filan çipil çipil oldu yemekten, şekerinin yükseldiği suratından okunuyordu. Bir de inkar eder, "Böyle yiyemezsin, durumuna göre davranmalısın" dedikçe inkar da inkar...

Bugün de güne babamı zapt etmeye çalışarak başladım.
Kendini öldürecek... Damadı da katkı sağlıyor.
Ne yapacağım ben bunları? İki koca adam yani ne yapacağım?!
Eşimi çektim kenara "Kolu bacağı kesilir, kör olur, böbrekleri iflas eder!! Yapma!! Çok hafife alıyorsun yapma öldüreceksin babamı!" filan dedim, yüklendim baya. Mahcup halde tamam dedi ya, bilmiyorum. Güvenmiyorum.

Ben ne yapacağım bunları ya?
Kardeşim annemden için "Onun bir sene diye salladığına bakma, bir aya kalmaz ben yollarım onu, rahat ol" dedi ama... Gelsin ya. Kimi neresinden zapt edeceğim daha? Niye bizim ailede herkes bi çeşit, niye normalimiz yok ya?

Oyh... Şiştim.
Yazdıklarının hepsini bir nefeste zevkle okudum. Dertlendigin konu icin yorum yapmayacağım, Allah kolaylık versin.
Ancak hayatındaki insanlar sıradan olsaydı sen bu konuları açmazdın. Biz de bu şirin anlatımından mahrum kalırdık. Ne yapsam. Konularını derleyip yayınevine mı yollasam.
Gansta'nın günlüğü isimli kitabın mı olsa..
Bence senden güzel bir deneme yazarı olur..
 
Yokuspokus Yokuspokus ben böyle konularda fazlaca sert bir insanım. Kendi canını düşünmeyen insanı ben hiç düşünmem der çekilirim. Benim babam da şeker hastası, böyle konularda aynı babama benzediğim için kendisi istikrarla diyet uyguluyor. Asla kontrol etmedik, yıllardır kontrollü besin tüketiyor.

Annem beyin kanaması geçirdi. Tansiyon ile alakalı bir durum olduğu için kesinlikle tuzlu yememesi gerekiyor. Annem babamın tam tersi, sürekli ilgi alaka olsun vay efendim ilacını bile biri getirsin ister. Beni en çok geren huyu da budur. Oraya gittiğimde sürekli aynı laf ağzında "ben tansiyon ilacımı içtim mi?" Tansiyon kısmına diğer ilaçları ekle, sürekli bir ilaç mevzusu. Ya da falanca ilacımı getir der, dibinde olduğu halde.

Neyse çok uzattım. Annem beyin kanaması geçirdikten sonra, zaten oldukça itici olan çocuk gibi davranma hali daha da arttı. Bir gün masada yemek yerken zaten yeterince tuzlu olan yemeğe yine tuz katınca babam söylenmeye başladı. Ben de "baba koca kadına niye söyleniyorsun. Kendi bilmiyor mu sonunun ölüm olduğunu. Bırak istediği kadar tuz koysun. Ölüm olsa yine iyi, çarpılıp kalacak yataklarda" dedim. Beni merhametsizlikle suçladı. Ben de sen kendi canına acımıyorsan ben hiç acımam dedim.

Bu tutumumu da sürdürdüm. Baktı kimse ona yapma etme demiyor. Paşa paşa düşünmeye başladı canını. Sen de bırak, sal gitsin. Evet engel olamıyorsun kendine biliyorum ama olmalısın. Baban gibi insanlar ancak bir tehlike ile karşı karşıya kalınca dikkat ediyorlar. Umarım büyük bir şey olmadan fark eder ne yaptığını.

Kalp krizinin birini gizleyen adam babam. Diğer krizde apar topar anjiyo yapılıp bypass tarihi alınan. Hala daha "Bir şeyim yok" diyordu üstüne. Daha nasıl akıllanmalı bilmiyorum. Ameliyata girerken korkudan kuş gibi titremiş, sessizce kalıvermış annemle helaleşmişler filan, biz hemen ameliyat sonrasına yetiştik, düğünüm var diye kan sulandırıcılar ile idare etti "Baba senin sağlığın daha önemli" dediğimiz halde. İlgi arayan bir adam değil İdrak. Aksine tamamen bıraksak, o aynı tas aynı hamam devam etse, rahatlayacak. Kabul etmiyor halini. Oturup kalır bazen bahçe merdivenlerinde, o merdivenleri günde kaç kez iner de çıkar. Bir de şeker... Sürekli yeme ve inkar hali yine..
Tamamen bıraksak şimdiye ölmüş olurdu zaten bu kafayla. O ameliyat bile kendine getiremedi. Doğuştan anomalisi de varmış (Fazla bir damarı) ve bu anomali kurtarmış ikinci krizde. Ameliyata da yüksek risk ile girdi, şekeri de olduğu için.

Ne gerekiyor ki acaba daha?
Ona annem lazım, sevdiklerim konusunda duygusal insanım idrak, ben ne yapayım? Daha nereme değişeyim kabuk bağlayayım? Gelemem böyle şeylere belli bir yere kadar dayanırım, içim erir. Sert dursam, takmasam, on gün dururum, bir ay dururum, iki ay... Ama gözümün önünde nereye kadar dururum?
 
Yazdıklarının hepsini bir nefeste zevkle okudum. Dertlendigin konu icin yorum yapmayacağım, Allah kolaylık versin.
Ancak hayatındaki insanlar sıradan olsaydı sen bu konuları açmazdın. Biz de bu şirin anlatımından mahrum kalırdık. Ne yapsam. Konularını derleyip yayınevine mı yollasam.
Gansta'nın günlüğü isimli kitabın mı olsa..
Bence senden güzel bir deneme yazarı olur..

Teşekkür ederim i̇ltifatın için, o taraklarda bezim yok hiç, bilgim de yok. Şu konuda dahasını kaldıracak halim kalmadı, dert olacaksa artık sağlıktan olmasın bari...

Amin..
 
Her zamanki gibi harika anlatmışsın. Konu ciddi ama anlatım tarzına bayılıyorum. Özellikle kavuncuya verdiğin cevap :KK70:

Eşinin vicdanına oyna derim gangstacım.. Az da olsa frenlersin diye düşünüyorum. Bizim memleketin insanlarına has galiba bu bi şey olmaz yeaaa kafası.. Zor..
 
Şeker hastaları çok acayip...
‘Doktor’ bir yakınımız, şeker hastası idi,
Adam baklavaları götürür, insülini basardı kendine. Dozunu falan ayarlardı yediğine içtiğine göre.
Zaten bozuk olan insülin mekanizmasını iyiden iyiye bozmuştu kendi üzerinde yaptığı ‘deneysel’ girişimle.
Sonuç, hayatını kaybetti. 60 yaşını göremeden öldü adam. Karısı yıllarca laf anlatmaya çalışmış anlamamış. Benden iyi mi bileceksin demiş... iyi halt yemiş.
Şeker hastalarının diyetleri kendilerine bırakılmaz.
Kimisi gerçekten çok dirayetli olur, eyvallah ama çok çok azı böyledir.

Kendi babamdan biliyorum. Annemle sabah-akşam kavga halindeler.

Sözde zeytinyağlı pırasanın içindeki havucu yemiyor, bilmiyor musun şeker var bende diye, yemeğin arkasından çocuk gibi Nutella kaşıklıyor.

Sulu köftenin patatesini ayırıp, nerede bunun yanına tereyağlı pilavı diye soruyor...

Sabah kahvaltıda hiç abartmıyorum, bıraksak bir kase bal yer. Şifaymış. Annem gardiyan gibi başında... başlarda abarttığını düşünüyordum anneme kızıyordum ama yaş ilerledikçe içinden çıkılmaz bir hal aldı.
İş yerinde kimse görmesin diye Aldığı atıştırmalıkları odasında kasaya koymuş, diyeyim, sen anla...
Kardeşim bir şey ararken kasayı açmış görünce almış hepsini, babamdan da fırça yemiş üstüne...

garip işte... biraz yaşlılık biraz cinsiyet faktörü (bana kimse karışamaz efeliği) biraz da hastalığın zorlaması sanırım... çok geçmiş olsun.
 
Ya ben derdi falan geçtim ... evet eşinizin yaptığı çok yanlış .. keşke babanız şeker hastası olmasaydı .. ben aralarındaki ilişkiye bayıldım demeye geldim :)
 
Yaşlıların birde yiyip yiyip birşey dokundu bana demeleri yokmu...benimkilerde inanın gelince ne pişirecek şaşarım.. çünkü mutlaka birşey dokunur...
 
Her zamanki gibi harika anlatmışsın. Konu ciddi ama anlatım tarzına bayılıyorum. Özellikle kavuncuya verdiğin cevap :KK70:

Eşinin vicdanına oyna derim gangstacım.. Az da olsa frenlersin diye düşünüyorum. Bizim memleketin insanlarına has galiba bu bi şey olmaz yeaaa kafası.. Zor..

Teşekkür ederim; ayrıntı ayrıntı daha anlatılacak o kadar çok şey vardı ki ancak böyle toparlayabildim.
O kavuncu ben anlamadım zaten, nasıl ilginç bir adamdı ya :)) "Ye abiiğmm yarasın" diyerekten böyle :KK70:
Baya muhabbet ettiler dayanamadım ya; domates tarlası varmış adamın filan eskiden, onlara kadar hem yerler hem bağ-bahçe-tarla konuşurlar. Babamın arayıp da bulamadığı şey. :)

Oynadım; hemen yukarıda yazdım ve işe yaradı. Zaten en katlanamadığım ve korkunç olan şey buydu, eşimden yüz yok şimdi. Şükür.

Şeker hastaları çok acayip...
‘Doktor’ bir yakınımız, şeker hastası idi,
Adam baklavaları götürür, insülini basardı kendine. Dozunu falan ayarlardı yediğine içtiğine göre.
Zaten bozuk olan insülin mekanizmasını iyiden iyiye bozmuştu kendi üzerinde yaptığı ‘deneysel’ girişimle.
Sonuç, hayatını kaybetti. 60 yaşını göremeden öldü adam. Karısı yıllarca laf anlatmaya çalışmış anlamamış. Benden iyi mi bileceksin demiş... iyi halt yemiş.
Şeker hastalarının diyetleri kendilerine bırakılmaz.
Kimisi gerçekten çok dirayetli olur, eyvallah ama çok çok azı böyledir.

Kendi babamdan biliyorum. Annemle sabah-akşam kavga halindeler.

Sözde zeytinyağlı pırasanın içindeki havucu yemiyor, bilmiyor musun şeker var bende diye, yemeğin arkasından çocuk gibi Nutella kaşıklıyor.

Sulu köftenin patatesini ayırıp, nerede bunun yanına tereyağlı pilavı diye soruyor...

Sabah kahvaltıda hiç abartmıyorum, bıraksak bir kase bal yer. Şifaymış. Annem gardiyan gibi başında... başlarda abarttığını düşünüyordum anneme kızıyordum ama yaş ilerledikçe içinden çıkılmaz bir hal aldı.
İş yerinde kimse görmesin diye Aldığı atıştırmalıkları odasında kasaya koymuş, diyeyim, sen anla...
Kardeşim bir şey ararken kasayı açmış görünce almış hepsini, babamdan da fırça yemiş üstüne...

garip işte... biraz yaşlılık biraz cinsiyet faktörü (bana kimse karışamaz efeliği) biraz da hastalığın zorlaması sanırım... çok geçmiş olsun.

Teşekkür ederim, size de geçmiş olsun Turuncu. Ben bu kadar ileri boyuta geldiğini bilmiyordum, babanla çok aynı davranışları. Arabanın koltuğu altında, torpidoda vb çok zulasını patlattık babamın da. Bir de kabulsuz, açlık hapını alırken bile şöyledir: Doktorlar her şeyi abartıyor, şeker diye bi hastalık yok aslında. Yaşlılıktan değerlerim oynuyor diye şeker dediler. Bir şeyim yok, ben kendimi bilmez miyim? Bu tarz bir inkar.
Sonra "Hadi dediğiniz gibi olsun. Tamam bunu yemiyorum onun yerine bunu yerim" mantığı aynen senin verdiğin örnekler gibi. Yediği halde "Ne yedim ki? Ondan bir şey olmaz, tadımlık yedim (Löp löp götürdüğü revani, tadımlıkmış mesela)... Eh müdahale ediliyor bir noktada mecbur. Bıraksak kendini öldürecek.

Annem de şeker ve senin dirayetli olan kısım dediğin kısma giriyor. Yemez, tadımlıksa tadımlık kalır bir lokma ötesine geçmez. Şekerini çok güzel düzene koydu. Babamla bir aradalarken annem daha tesirli elbette babama. Benim baş etmem biraz daha zor. Ama eşimin bilinçsiz tavrı son buldu şükür. Konuyla beraber ilk fırsatta konuştum, hafife aldığı hastalığın fotoğraflarını gösterdim buradaki bazı yorumları okuttum, "Bir şey olmaz" savunması çöktü, şimdi durum eski düzene daha yakın hale girmekte. Şükür. Eşimden destekle gidişi gidiş değildi yani.
 
Ya ben derdi falan geçtim ... evet eşinizin yaptığı çok yanlış .. keşke babanız şeker hastası olmasaydı .. ben aralarındaki ilişkiye bayıldım demeye geldim :)

Keşke.. O da sevgisi ve durumu basit görmesi bir arada tehlikeli ama, iyilik yaptım sanıyor. Babam da seviniyor ya, o da coşuyor filan, karşılıklı coşup coşup bana bela çıkarıyorlar. :)
İyidir araları, annemle de iyidir. Benden daha iyilerdir.
Eşimden kaynaklı sanırım daha çok, anlaşamadığı insan nadir çıkar. Ben gibi mesela :KK70:

Yaşlıların birde yiyip yiyip birşey dokundu bana demeleri yokmu...benimkilerde inanın gelince ne pişirecek şaşarım.. çünkü mutlaka birşey dokunur...

Evet; anneannem böyle :/
Yer de yer, yer de yer; sonra uyuklar. Gece uyuyamaz hale gelir. Sonra da "Gece uykum hiç kalmadı evladım, ne olacak böyle bilmiyorum. Bi sıkıntının eline kalıyorum, uyuyamam hiç" filan. Gündüzü uyuklayarak geçirirsen gece uykun tabi azalır anneanne deyince de "Çok biliyonuz" diye başından kovalar. Vah anneannem, ah anneannem diye full teselli mode on olsak da pek bi sever. Herkes bi değişik... Yaş aldıkça huylar daha çıplak hale geliyor sanki..
 
  • Beğen
Reactions: csi
Benim de kayınvalide şeker hastası. Simitleri çift götürür, boyozla cila yapar. Şeker fırlar 350 400 lere.. Çok fenayım bugün her yanım titriyor der. Ama asla o yediklerinden değildir. Karbonhidratlı ve nişastalı şeyler sana yaramaz, yeme diyorum.. Cahil muamelesi yapıyo kadın bana yahu.. Şöyle titredim böyle titredim muhabbetinden fenalık geldiği bigün, 'simitleri, boyozları, kurabiyeleri götürürsen titrersin de hoplarsın da' dedim. Yediğinde gözüm mü kalıyo sanıyo nedir??

Bol yürüyüş ve düzenli hayatla insülini bıraktı, tabi doktoruna da şikayet ettim, haliyle yediklerine de dikkat eder oldu. Doktor 'intihar ediyosun ölsen kurtulursun, ama gözlerini kaybedebilirsin, ayakların ellerin kesilebilir.. Ölmekten beter olursun kısacası' deyince kuzu gibi dikkat eder oldu.

Babana akşamları uyumadan önce evde mayalanmış yoğurda limon sıkıp yemesini tavsiye ederim. Şekerine çok faydasını görücektir..
 
Keşke.. O da sevgisi ve durumu basit görmesi bir arada tehlikeli ama, iyilik yaptım sanıyor. Babam da seviniyor ya, o da coşuyor filan, karşılıklı coşup coşup bana bela çıkarıyorlar. :)
İyidir araları, annemle de iyidir. Benden daha iyilerdir.
Eşimden kaynaklı sanırım daha çok, anlaşamadığı insan nadir çıkar. Ben gibi mesela :KK70:



Evet; anneannem böyle :/
Yer de yer, yer de yer; sonra uyuklar. Gece uyuyamaz hale gelir. Sonra da "Gece uykum hiç kalmadı evladım, ne olacak böyle bilmiyorum. Bi sıkıntının eline kalıyorum, uyuyamam hiç" filan. Gündüzü uyuklayarak geçirirsen gece uykun tabi azalır anneanne deyince de "Çok biliyonuz" diye başından kovalar. Vah anneannem, ah anneannem diye full teselli mode on olsak da pek bi sever. Herkes bi değişik... Yaş aldıkça huylar daha çıplak hale geliyor sanki..


Allah mutluluğunuzu bozmasın .. böyle eşlerde hepimizin başına inşallah
 
Allah mutluluğunuzu bozmasın .. böyle eşlerde hepimizin başına inşallah

Mutluluğa amin diyeyim
Benim eş gibisinden herkesin başına kısmına ise yarım bir amin diyeyim :)))
Tabi kimse mükemmel değil; iyi huyları da var insanın sinirini bozan huyları da.
Herkesin gönlüne, aklına, hayatına göresi olsun inşallah; güzelliğe, ileriye taşıyan, bir arada mutlu oldukları kendilerine faydalı birileri olsun. ^_^
 
X