Giderek artan bir takıntıyla aynı rüya... (not: okuma sevmeyenler için uzun bir konu)

Öğretin de öğrenelim.
Toplumların tarih içindeki gelişim aşamalarında taş aletlerle avlandıklarını, zamanla kargıları kullandıklarını ve bir süre sonra ise toprağı ekmeye başladıklarını, avcı-tarım yaşam tarzına geçtiklerini öğreniyoruz. İnsanlar alet kullanırlar, bu aletleri geliştirirler ve onları yaşamlarına sistematik olarak uyarlarlar. Bu insanın primatlardan ayrılan önemli bir özelliğidir. Ancak bazı hayvan türleri de alet kullanabilmektedir.



alet kullanımı insan olmayan birkaç tür arasında da görülmektedir. Örneğin, Güney Amerika’nın GALAPAGOS adalarında böcek ve tırılları ağaç kabuklarından çıkarmada küçük dal parçalarını kullanan ‘ağaç kakan ispinoz’ kuşları vardır. Deniz samurları, beslenmeleri için önemli olan, deniz kabuklarını kırarak açmak için taşlardan yararlanırlar. Kunduzlar baraj inşaatlarıyla ünlüdür.”(C.P. KOTTAK, antropoloji, ütopya yayın, sayfa: 156)



Zamanla at eğerlerinden üçlü pulluğa, su değirmenlerinden buharlı gemilere kadar gelişen icat etme insan için bir kültür üretimi neticesindendir. İnsan tüm bunları bir kültür icat ederek başarabilmiştir. Bu anlamda dünya evrensel bilim düşünceleri tüm insanlığa aittir.



Toplumların zihinsel gelişimleri, dil ve kültür bağlamlarında ortaya çıkar. Bireyleri bu bağlamlar içinde üretilir ve kimlik, bu üretimin resmiyetini karşılar. Her birey bir rol ile karşılandığı gibi her rol bilinci ise kültürleşmenin bir neticesidir. İnsanı doğadan ayıran ve doğayı insana yabancılaştıran kültürdür. Hemen her topluluk bir biçimde bir kültür olgusunun içinde bilinçlenir.



dünyanın özelliklerinden bazıları biz insanlardan, tutumlarımızdan ve faaliyetlerimizden bütünüyle bağımsız olarak mevcuttur. Diğerleri ise bize bağımlıdırlar. Örneğin bu özelliklerden her ikisine de sahip olan bir nesneyi, şuanda üzerinde oturmakta olduğum şeyi göz önüne alalım. Bu nesne belli bir kütleye, belli bir moleküler yapıya sahiptir ve bunlar bizden bağımsız olarak mevcuttur. Fakat bu nesne aynı zamanda bir sandalye olma özelliğini taşır. Onun bir sandalye olması, bir sandalye olarak tasarımlanmış, üretilmiş, satılmış ve kullanılmış olmasının bir neticesidir. Bir sandalye olmanın bu tür özellikleri gözlemciye bağlı ya da bağımlıdır.”(FİLOZOF J.SEARLE, zihin, dil, toplum, litera yayıncılık, sayfa: 132-133)



İnsanlar bu kültürleri içerisinde aynı zamanda bir “anlamlandırma” içindedirler ve her insanın bir kültür içine doğması aynı zamanda bir dil ve anlamlar sistemine doğmuş olmasını karşılar. Bu bağlamda toplumlar kültürleriyle bir birlerinden ayrılırken bu ayrımı, kendi kültür çevrelerinde meydana getirdikleri üretimleri sayesinde belirgin kılabilirler. Öyle ise her toplum ancak kültürünü geliştirerek ayakta kalabilir ve toplumlar bu sayede evrensel zorunluluklara dayatılmaktan sıyrılabilirler.



Modernlik evrenselleştirici bir etkiye sahiptir çünkü akılcılaştırma onun temel biçimlenme sürecidir.



modernlik, yapısal olarak küreselleştiricidir ve bu olgunun sarsıcı sonuçları modernliğin düşünümsel karakterinin döngüselliğiyle birleşerek risk ve tehlikenin yeni bir yapıya büründüğü bir olaylar evreni oluşturur. Modernliğin küreselleştirici eğilimleri eşzamanlı olarak hem yaygın hem de yoğun niteliktedir. Hem yerel hem de küresel kutuplarda karmaşık değişim diyalektiğinin parçası olarak bireyleri geniş ölçekli sistemlerle bağlantılı duruma getirirler… Modernlik, yapısal olarak geleceğe yöneliktir. Öyle ki, ‘gelecek’, karşı-olgusal model oluşturma statüsünde durur.”(GİDDENS, modernliğin sonuçları, ayrıntı yayın, sayfa: 160)



Modern toplumlar gerilim içindedir. Gerilimin kaynağı, modernitenin “geleneksel” ayrımında yatar. Bu aslında bizatihi bir “ötekileştirme” biçimi olarak geleneğin aklileştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Akla uygunluk evrensel bir imgelemden sıyrılmak değildir ama evrenselin tikel içinde eritilmesidir. Modern akıl tikeli özenle evrensele yönlendirir. Bunun için bir eyleminiz her zaman belli bir biçim içinde ya da bir tikel içinde karşılanmak zorunda kalır. Örneğin bir giyim, sanat ya da politik yorumunuz bir biçimde modernleştirici bir akıl zorbasına dayandırılır. MARX bu yeniçağda “somut” ile “soyut” olan arasında bir çatışma sezmiştir. Onun bilim olarak tarihi yorumlaması boşuna değildir. Benzer biçimde WEBER aynı çatışmaya ve ayrıma dikkat çeker ama yeniçağdan değil yeni insan tipinden dem vurur.



“MARX, kuşkusuz, çelişki kavramını HEGEL’DEN aldı… ‘çelişki’ terimi ile, bir toplumsal sistem içerisindeki her biri diğerine bağımlı olan ancak aynı zamanda birbirlerini yadsıyan iki yapısal ilkenin varlığını anlıyorum. Böyle bir çelişki anlayışının mantıktaki çelişki fikriyle ve diyalektikle yakın ilişkiyi sürdürdüğünü düşünüyorum.”(GİDDENS, tarihsel materyalizmin çağdaş eleştirisi, paradigma yayın, sayfa: 255)



Modern toplumun bu “çelişki” içinde karşıtlarının bir etkileşimi ile yeniden üretimlerine tanık olmaktayız. Tarihin tekdüze gelen uzun yüzyılları modernite içinde çelişkilerle, daha doğrusu “ötekileştirmelerle” üretimin yeni bir türünü getirmiş olmaktadır. Aydınlanma ile birlikte başlayan “bilimsel” paradigma, 20. Yüzyılda büyük bir kibre dönüşür. Pozitivizm bu kibrin felsefesidir ve sosyoloji ise kibrin aklileştirilmesini savunmuştur. Bu dönemin kendine özgü kültür tipleri ortaya çıkmıştır. Aslında bu dönemin nihayetinde ara kültür oluşumları meydana gelmiştir. Sınıfsal analizlerle baktığımızda aşağı kültür ile üst kültür arasında bir da ara kültür olan biçim ortaya çıkmaktadır. Biz buna popüler kültür olarak da yaklaşabiliriz.



(…)



Sanayileşme çağıyla ortaya çıkan modern insan ve yaşam tipleri, zamanla post-modern bir algı içinde gözlemlenmek istenmiştir. Fordist bir çalışma yerini esnek-fordist bir anlama terk etmiştir. Bilgi çağı olarak görülen bu yeni dönem sosyal ağların zaman ve mekân aşımında etkili birer figürü haline gelmiştir. Kültür, artık yeniden bir dönüşüm içine girmektedir. Küreselleşme toplumlar arası bağlamları daha karmaşık hale getirmiştir, artık mekân bir sorun olmaktan çıkmaya başlamış ve “küreselleşme” ile bir ortak dünya algısı ortada durmaktadır. İnsanlar arası ilişkiler doğal tepkileri barındırmaya yönelmiştir; yani bencillik ve bireycilik iletişimde egemen olmaya başlamıştır. Yabancılaşma artık iletişimde temel bir zemin olmuştur. Bir genel toplumsal kültürden bahsetmek çok zor olmaya başlamıştır. Kuşak çatışması oldukça geniş bir makası andırmaktadır.



“toplumsal anlamda modernlik, standartlar, ümit ve suçlulukla ilgilidir. Standartlar; cezbeden, ayartan ya da kışkırtan fakat sürekli uzayan, kovalayanlardan daima bir iki adım önde olan ve her halükarda peşindeki avcıdan biraz daha hızlı giden standartlar.
 
Toplumların tarih içindeki gelişim aşamalarında taş aletlerle avlandıklarını, zamanla kargıları kullandıklarını ve bir süre sonra ise toprağı ekmeye başladıklarını, avcı-tarım yaşam tarzına geçtiklerini öğreniyoruz. İnsanlar alet kullanırlar, bu aletleri geliştirirler ve onları yaşamlarına sistematik olarak uyarlarlar. Bu insanın primatlardan ayrılan önemli bir özelliğidir. Ancak bazı hayvan türleri de alet kullanabilmektedir.



alet kullanımı insan olmayan birkaç tür arasında da görülmektedir. Örneğin, Güney Amerika’nın GALAPAGOS adalarında böcek ve tırılları ağaç kabuklarından çıkarmada küçük dal parçalarını kullanan ‘ağaç kakan ispinoz’ kuşları vardır. Deniz samurları, beslenmeleri için önemli olan, deniz kabuklarını kırarak açmak için taşlardan yararlanırlar. Kunduzlar baraj inşaatlarıyla ünlüdür.”(C.P. KOTTAK, antropoloji, ütopya yayın, sayfa: 156)



Zamanla at eğerlerinden üçlü pulluğa, su değirmenlerinden buharlı gemilere kadar gelişen icat etme insan için bir kültür üretimi neticesindendir. İnsan tüm bunları bir kültür icat ederek başarabilmiştir. Bu anlamda dünya evrensel bilim düşünceleri tüm insanlığa aittir.



Toplumların zihinsel gelişimleri, dil ve kültür bağlamlarında ortaya çıkar. Bireyleri bu bağlamlar içinde üretilir ve kimlik, bu üretimin resmiyetini karşılar. Her birey bir rol ile karşılandığı gibi her rol bilinci ise kültürleşmenin bir neticesidir. İnsanı doğadan ayıran ve doğayı insana yabancılaştıran kültürdür. Hemen her topluluk bir biçimde bir kültür olgusunun içinde bilinçlenir.



dünyanın özelliklerinden bazıları biz insanlardan, tutumlarımızdan ve faaliyetlerimizden bütünüyle bağımsız olarak mevcuttur. Diğerleri ise bize bağımlıdırlar. Örneğin bu özelliklerden her ikisine de sahip olan bir nesneyi, şuanda üzerinde oturmakta olduğum şeyi göz önüne alalım. Bu nesne belli bir kütleye, belli bir moleküler yapıya sahiptir ve bunlar bizden bağımsız olarak mevcuttur. Fakat bu nesne aynı zamanda bir sandalye olma özelliğini taşır. Onun bir sandalye olması, bir sandalye olarak tasarımlanmış, üretilmiş, satılmış ve kullanılmış olmasının bir neticesidir. Bir sandalye olmanın bu tür özellikleri gözlemciye bağlı ya da bağımlıdır.”(FİLOZOF J.SEARLE, zihin, dil, toplum, litera yayıncılık, sayfa: 132-133)



İnsanlar bu kültürleri içerisinde aynı zamanda bir “anlamlandırma” içindedirler ve her insanın bir kültür içine doğması aynı zamanda bir dil ve anlamlar sistemine doğmuş olmasını karşılar. Bu bağlamda toplumlar kültürleriyle bir birlerinden ayrılırken bu ayrımı, kendi kültür çevrelerinde meydana getirdikleri üretimleri sayesinde belirgin kılabilirler. Öyle ise her toplum ancak kültürünü geliştirerek ayakta kalabilir ve toplumlar bu sayede evrensel zorunluluklara dayatılmaktan sıyrılabilirler.



Modernlik evrenselleştirici bir etkiye sahiptir çünkü akılcılaştırma onun temel biçimlenme sürecidir.



modernlik, yapısal olarak küreselleştiricidir ve bu olgunun sarsıcı sonuçları modernliğin düşünümsel karakterinin döngüselliğiyle birleşerek risk ve tehlikenin yeni bir yapıya büründüğü bir olaylar evreni oluşturur. Modernliğin küreselleştirici eğilimleri eşzamanlı olarak hem yaygın hem de yoğun niteliktedir. Hem yerel hem de küresel kutuplarda karmaşık değişim diyalektiğinin parçası olarak bireyleri geniş ölçekli sistemlerle bağlantılı duruma getirirler… Modernlik, yapısal olarak geleceğe yöneliktir. Öyle ki, ‘gelecek’, karşı-olgusal model oluşturma statüsünde durur.”(GİDDENS, modernliğin sonuçları, ayrıntı yayın, sayfa: 160)



Modern toplumlar gerilim içindedir. Gerilimin kaynağı, modernitenin “geleneksel” ayrımında yatar. Bu aslında bizatihi bir “ötekileştirme” biçimi olarak geleneğin aklileştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Akla uygunluk evrensel bir imgelemden sıyrılmak değildir ama evrenselin tikel içinde eritilmesidir. Modern akıl tikeli özenle evrensele yönlendirir. Bunun için bir eyleminiz her zaman belli bir biçim içinde ya da bir tikel içinde karşılanmak zorunda kalır. Örneğin bir giyim, sanat ya da politik yorumunuz bir biçimde modernleştirici bir akıl zorbasına dayandırılır. MARX bu yeniçağda “somut” ile “soyut” olan arasında bir çatışma sezmiştir. Onun bilim olarak tarihi yorumlaması boşuna değildir. Benzer biçimde WEBER aynı çatışmaya ve ayrıma dikkat çeker ama yeniçağdan değil yeni insan tipinden dem vurur.



“MARX, kuşkusuz, çelişki kavramını HEGEL’DEN aldı… ‘çelişki’ terimi ile, bir toplumsal sistem içerisindeki her biri diğerine bağımlı olan ancak aynı zamanda birbirlerini yadsıyan iki yapısal ilkenin varlığını anlıyorum. Böyle bir çelişki anlayışının mantıktaki çelişki fikriyle ve diyalektikle yakın ilişkiyi sürdürdüğünü düşünüyorum.”(GİDDENS, tarihsel materyalizmin çağdaş eleştirisi, paradigma yayın, sayfa: 255)



Modern toplumun bu “çelişki” içinde karşıtlarının bir etkileşimi ile yeniden üretimlerine tanık olmaktayız. Tarihin tekdüze gelen uzun yüzyılları modernite içinde çelişkilerle, daha doğrusu “ötekileştirmelerle” üretimin yeni bir türünü getirmiş olmaktadır. Aydınlanma ile birlikte başlayan “bilimsel” paradigma, 20. Yüzyılda büyük bir kibre dönüşür. Pozitivizm bu kibrin felsefesidir ve sosyoloji ise kibrin aklileştirilmesini savunmuştur. Bu dönemin kendine özgü kültür tipleri ortaya çıkmıştır. Aslında bu dönemin nihayetinde ara kültür oluşumları meydana gelmiştir. Sınıfsal analizlerle baktığımızda aşağı kültür ile üst kültür arasında bir da ara kültür olan biçim ortaya çıkmaktadır. Biz buna popüler kültür olarak da yaklaşabiliriz.



(…)



Sanayileşme çağıyla ortaya çıkan modern insan ve yaşam tipleri, zamanla post-modern bir algı içinde gözlemlenmek istenmiştir. Fordist bir çalışma yerini esnek-fordist bir anlama terk etmiştir. Bilgi çağı olarak görülen bu yeni dönem sosyal ağların zaman ve mekân aşımında etkili birer figürü haline gelmiştir. Kültür, artık yeniden bir dönüşüm içine girmektedir. Küreselleşme toplumlar arası bağlamları daha karmaşık hale getirmiştir, artık mekân bir sorun olmaktan çıkmaya başlamış ve “küreselleşme” ile bir ortak dünya algısı ortada durmaktadır. İnsanlar arası ilişkiler doğal tepkileri barındırmaya yönelmiştir; yani bencillik ve bireycilik iletişimde egemen olmaya başlamıştır. Yabancılaşma artık iletişimde temel bir zemin olmuştur. Bir genel toplumsal kültürden bahsetmek çok zor olmaya başlamıştır. Kuşak çatışması oldukça geniş bir makası andırmaktadır.



“toplumsal anlamda modernlik, standartlar, ümit ve suçlulukla ilgilidir. Standartlar; cezbeden, ayartan ya da kışkırtan fakat sürekli uzayan, kovalayanlardan daima bir iki adım önde olan ve her halükarda peşindeki avcıdan biraz daha hızlı giden standartlar.



Teşekkür ederim. Yalnız siz bunları türlü iğrençlikleri, hayvani zevklerini tatmin için her şeyi mübah görmeyi modernlik diye yutturmaya çalışanlara öğretin isterseniz önce.
 
Toplumların tarih içindeki gelişim aşamalarında taş aletlerle avlandıklarını, zamanla kargıları kullandıklarını ve bir süre sonra ise toprağı ekmeye başladıklarını, avcı-tarım yaşam tarzına geçtiklerini öğreniyoruz. İnsanlar alet kullanırlar, bu aletleri geliştirirler ve onları yaşamlarına sistematik olarak uyarlarlar. Bu insanın primatlardan ayrılan önemli bir özelliğidir. Ancak bazı hayvan türleri de alet kullanabilmektedir.



alet kullanımı insan olmayan birkaç tür arasında da görülmektedir. Örneğin, Güney Amerika’nın GALAPAGOS adalarında böcek ve tırılları ağaç kabuklarından çıkarmada küçük dal parçalarını kullanan ‘ağaç kakan ispinoz’ kuşları vardır. Deniz samurları, beslenmeleri için önemli olan, deniz kabuklarını kırarak açmak için taşlardan yararlanırlar. Kunduzlar baraj inşaatlarıyla ünlüdür.”(C.P. KOTTAK, antropoloji, ütopya yayın, sayfa: 156)



Zamanla at eğerlerinden üçlü pulluğa, su değirmenlerinden buharlı gemilere kadar gelişen icat etme insan için bir kültür üretimi neticesindendir. İnsan tüm bunları bir kültür icat ederek başarabilmiştir. Bu anlamda dünya evrensel bilim düşünceleri tüm insanlığa aittir.



Toplumların zihinsel gelişimleri, dil ve kültür bağlamlarında ortaya çıkar. Bireyleri bu bağlamlar içinde üretilir ve kimlik, bu üretimin resmiyetini karşılar. Her birey bir rol ile karşılandığı gibi her rol bilinci ise kültürleşmenin bir neticesidir. İnsanı doğadan ayıran ve doğayı insana yabancılaştıran kültürdür. Hemen her topluluk bir biçimde bir kültür olgusunun içinde bilinçlenir.



dünyanın özelliklerinden bazıları biz insanlardan, tutumlarımızdan ve faaliyetlerimizden bütünüyle bağımsız olarak mevcuttur. Diğerleri ise bize bağımlıdırlar. Örneğin bu özelliklerden her ikisine de sahip olan bir nesneyi, şuanda üzerinde oturmakta olduğum şeyi göz önüne alalım. Bu nesne belli bir kütleye, belli bir moleküler yapıya sahiptir ve bunlar bizden bağımsız olarak mevcuttur. Fakat bu nesne aynı zamanda bir sandalye olma özelliğini taşır. Onun bir sandalye olması, bir sandalye olarak tasarımlanmış, üretilmiş, satılmış ve kullanılmış olmasının bir neticesidir. Bir sandalye olmanın bu tür özellikleri gözlemciye bağlı ya da bağımlıdır.”(FİLOZOF J.SEARLE, zihin, dil, toplum, litera yayıncılık, sayfa: 132-133)



İnsanlar bu kültürleri içerisinde aynı zamanda bir “anlamlandırma” içindedirler ve her insanın bir kültür içine doğması aynı zamanda bir dil ve anlamlar sistemine doğmuş olmasını karşılar. Bu bağlamda toplumlar kültürleriyle bir birlerinden ayrılırken bu ayrımı, kendi kültür çevrelerinde meydana getirdikleri üretimleri sayesinde belirgin kılabilirler. Öyle ise her toplum ancak kültürünü geliştirerek ayakta kalabilir ve toplumlar bu sayede evrensel zorunluluklara dayatılmaktan sıyrılabilirler.



Modernlik evrenselleştirici bir etkiye sahiptir çünkü akılcılaştırma onun temel biçimlenme sürecidir.



modernlik, yapısal olarak küreselleştiricidir ve bu olgunun sarsıcı sonuçları modernliğin düşünümsel karakterinin döngüselliğiyle birleşerek risk ve tehlikenin yeni bir yapıya büründüğü bir olaylar evreni oluşturur. Modernliğin küreselleştirici eğilimleri eşzamanlı olarak hem yaygın hem de yoğun niteliktedir. Hem yerel hem de küresel kutuplarda karmaşık değişim diyalektiğinin parçası olarak bireyleri geniş ölçekli sistemlerle bağlantılı duruma getirirler… Modernlik, yapısal olarak geleceğe yöneliktir. Öyle ki, ‘gelecek’, karşı-olgusal model oluşturma statüsünde durur.”(GİDDENS, modernliğin sonuçları, ayrıntı yayın, sayfa: 160)



Modern toplumlar gerilim içindedir. Gerilimin kaynağı, modernitenin “geleneksel” ayrımında yatar. Bu aslında bizatihi bir “ötekileştirme” biçimi olarak geleneğin aklileştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Akla uygunluk evrensel bir imgelemden sıyrılmak değildir ama evrenselin tikel içinde eritilmesidir. Modern akıl tikeli özenle evrensele yönlendirir. Bunun için bir eyleminiz her zaman belli bir biçim içinde ya da bir tikel içinde karşılanmak zorunda kalır. Örneğin bir giyim, sanat ya da politik yorumunuz bir biçimde modernleştirici bir akıl zorbasına dayandırılır. MARX bu yeniçağda “somut” ile “soyut” olan arasında bir çatışma sezmiştir. Onun bilim olarak tarihi yorumlaması boşuna değildir. Benzer biçimde WEBER aynı çatışmaya ve ayrıma dikkat çeker ama yeniçağdan değil yeni insan tipinden dem vurur.



“MARX, kuşkusuz, çelişki kavramını HEGEL’DEN aldı… ‘çelişki’ terimi ile, bir toplumsal sistem içerisindeki her biri diğerine bağımlı olan ancak aynı zamanda birbirlerini yadsıyan iki yapısal ilkenin varlığını anlıyorum. Böyle bir çelişki anlayışının mantıktaki çelişki fikriyle ve diyalektikle yakın ilişkiyi sürdürdüğünü düşünüyorum.”(GİDDENS, tarihsel materyalizmin çağdaş eleştirisi, paradigma yayın, sayfa: 255)



Modern toplumun bu “çelişki” içinde karşıtlarının bir etkileşimi ile yeniden üretimlerine tanık olmaktayız. Tarihin tekdüze gelen uzun yüzyılları modernite içinde çelişkilerle, daha doğrusu “ötekileştirmelerle” üretimin yeni bir türünü getirmiş olmaktadır. Aydınlanma ile birlikte başlayan “bilimsel” paradigma, 20. Yüzyılda büyük bir kibre dönüşür. Pozitivizm bu kibrin felsefesidir ve sosyoloji ise kibrin aklileştirilmesini savunmuştur. Bu dönemin kendine özgü kültür tipleri ortaya çıkmıştır. Aslında bu dönemin nihayetinde ara kültür oluşumları meydana gelmiştir. Sınıfsal analizlerle baktığımızda aşağı kültür ile üst kültür arasında bir da ara kültür olan biçim ortaya çıkmaktadır. Biz buna popüler kültür olarak da yaklaşabiliriz.



(…)



Sanayileşme çağıyla ortaya çıkan modern insan ve yaşam tipleri, zamanla post-modern bir algı içinde gözlemlenmek istenmiştir. Fordist bir çalışma yerini esnek-fordist bir anlama terk etmiştir. Bilgi çağı olarak görülen bu yeni dönem sosyal ağların zaman ve mekân aşımında etkili birer figürü haline gelmiştir. Kültür, artık yeniden bir dönüşüm içine girmektedir. Küreselleşme toplumlar arası bağlamları daha karmaşık hale getirmiştir, artık mekân bir sorun olmaktan çıkmaya başlamış ve “küreselleşme” ile bir ortak dünya algısı ortada durmaktadır. İnsanlar arası ilişkiler doğal tepkileri barındırmaya yönelmiştir; yani bencillik ve bireycilik iletişimde egemen olmaya başlamıştır. Yabancılaşma artık iletişimde temel bir zemin olmuştur. Bir genel toplumsal kültürden bahsetmek çok zor olmaya başlamıştır. Kuşak çatışması oldukça geniş bir makası andırmaktadır.



“toplumsal anlamda modernlik, standartlar, ümit ve suçlulukla ilgilidir. Standartlar; cezbeden, ayartan ya da kışkırtan fakat sürekli uzayan, kovalayanlardan daima bir iki adım önde olan ve her halükarda peşindeki avcıdan biraz daha hızlı giden standartlar.


:KK70: şaka gibi gerçekten üşenmeden kopyalamışsınız panonuza saglik. Yalnız benim anlamadığım önüne gelenle sarhoş olup yatan insanlar modernliğin hangi mertebesinde? Zirâ arkadaş hayvanlarında üreyip çoğalma ve doğaya denge sağlaması konusunu benzetmiş, haklı olarak biz insanların neden hayvanları bu yönden örnek aldığını cahilliğim üzere sormak isterim?
 
Toplumların tarih içindeki gelişim aşamalarında taş aletlerle avlandıklarını, zamanla kargıları kullandıklarını ve bir süre sonra ise toprağı ekmeye başladıklarını, avcı-tarım yaşam tarzına geçtiklerini öğreniyoruz. İnsanlar alet kullanırlar, bu aletleri geliştirirler ve onları yaşamlarına sistematik olarak uyarlarlar. Bu insanın primatlardan ayrılan önemli bir özelliğidir. Ancak bazı hayvan türleri de alet kullanabilmektedir.



alet kullanımı insan olmayan birkaç tür arasında da görülmektedir. Örneğin, Güney Amerika’nın GALAPAGOS adalarında böcek ve tırılları ağaç kabuklarından çıkarmada küçük dal parçalarını kullanan ‘ağaç kakan ispinoz’ kuşları vardır. Deniz samurları, beslenmeleri için önemli olan, deniz kabuklarını kırarak açmak için taşlardan yararlanırlar. Kunduzlar baraj inşaatlarıyla ünlüdür.”(C.P. KOTTAK, antropoloji, ütopya yayın, sayfa: 156)



Zamanla at eğerlerinden üçlü pulluğa, su değirmenlerinden buharlı gemilere kadar gelişen icat etme insan için bir kültür üretimi neticesindendir. İnsan tüm bunları bir kültür icat ederek başarabilmiştir. Bu anlamda dünya evrensel bilim düşünceleri tüm insanlığa aittir.



Toplumların zihinsel gelişimleri, dil ve kültür bağlamlarında ortaya çıkar. Bireyleri bu bağlamlar içinde üretilir ve kimlik, bu üretimin resmiyetini karşılar. Her birey bir rol ile karşılandığı gibi her rol bilinci ise kültürleşmenin bir neticesidir. İnsanı doğadan ayıran ve doğayı insana yabancılaştıran kültürdür. Hemen her topluluk bir biçimde bir kültür olgusunun içinde bilinçlenir.



dünyanın özelliklerinden bazıları biz insanlardan, tutumlarımızdan ve faaliyetlerimizden bütünüyle bağımsız olarak mevcuttur. Diğerleri ise bize bağımlıdırlar. Örneğin bu özelliklerden her ikisine de sahip olan bir nesneyi, şuanda üzerinde oturmakta olduğum şeyi göz önüne alalım. Bu nesne belli bir kütleye, belli bir moleküler yapıya sahiptir ve bunlar bizden bağımsız olarak mevcuttur. Fakat bu nesne aynı zamanda bir sandalye olma özelliğini taşır. Onun bir sandalye olması, bir sandalye olarak tasarımlanmış, üretilmiş, satılmış ve kullanılmış olmasının bir neticesidir. Bir sandalye olmanın bu tür özellikleri gözlemciye bağlı ya da bağımlıdır.”(FİLOZOF J.SEARLE, zihin, dil, toplum, litera yayıncılık, sayfa: 132-133)



İnsanlar bu kültürleri içerisinde aynı zamanda bir “anlamlandırma” içindedirler ve her insanın bir kültür içine doğması aynı zamanda bir dil ve anlamlar sistemine doğmuş olmasını karşılar. Bu bağlamda toplumlar kültürleriyle bir birlerinden ayrılırken bu ayrımı, kendi kültür çevrelerinde meydana getirdikleri üretimleri sayesinde belirgin kılabilirler. Öyle ise her toplum ancak kültürünü geliştirerek ayakta kalabilir ve toplumlar bu sayede evrensel zorunluluklara dayatılmaktan sıyrılabilirler.



Modernlik evrenselleştirici bir etkiye sahiptir çünkü akılcılaştırma onun temel biçimlenme sürecidir.



modernlik, yapısal olarak küreselleştiricidir ve bu olgunun sarsıcı sonuçları modernliğin düşünümsel karakterinin döngüselliğiyle birleşerek risk ve tehlikenin yeni bir yapıya büründüğü bir olaylar evreni oluşturur. Modernliğin küreselleştirici eğilimleri eşzamanlı olarak hem yaygın hem de yoğun niteliktedir. Hem yerel hem de küresel kutuplarda karmaşık değişim diyalektiğinin parçası olarak bireyleri geniş ölçekli sistemlerle bağlantılı duruma getirirler… Modernlik, yapısal olarak geleceğe yöneliktir. Öyle ki, ‘gelecek’, karşı-olgusal model oluşturma statüsünde durur.”(GİDDENS, modernliğin sonuçları, ayrıntı yayın, sayfa: 160)



Modern toplumlar gerilim içindedir. Gerilimin kaynağı, modernitenin “geleneksel” ayrımında yatar. Bu aslında bizatihi bir “ötekileştirme” biçimi olarak geleneğin aklileştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Akla uygunluk evrensel bir imgelemden sıyrılmak değildir ama evrenselin tikel içinde eritilmesidir. Modern akıl tikeli özenle evrensele yönlendirir. Bunun için bir eyleminiz her zaman belli bir biçim içinde ya da bir tikel içinde karşılanmak zorunda kalır. Örneğin bir giyim, sanat ya da politik yorumunuz bir biçimde modernleştirici bir akıl zorbasına dayandırılır. MARX bu yeniçağda “somut” ile “soyut” olan arasında bir çatışma sezmiştir. Onun bilim olarak tarihi yorumlaması boşuna değildir. Benzer biçimde WEBER aynı çatışmaya ve ayrıma dikkat çeker ama yeniçağdan değil yeni insan tipinden dem vurur.



“MARX, kuşkusuz, çelişki kavramını HEGEL’DEN aldı… ‘çelişki’ terimi ile, bir toplumsal sistem içerisindeki her biri diğerine bağımlı olan ancak aynı zamanda birbirlerini yadsıyan iki yapısal ilkenin varlığını anlıyorum. Böyle bir çelişki anlayışının mantıktaki çelişki fikriyle ve diyalektikle yakın ilişkiyi sürdürdüğünü düşünüyorum.”(GİDDENS, tarihsel materyalizmin çağdaş eleştirisi, paradigma yayın, sayfa: 255)



Modern toplumun bu “çelişki” içinde karşıtlarının bir etkileşimi ile yeniden üretimlerine tanık olmaktayız. Tarihin tekdüze gelen uzun yüzyılları modernite içinde çelişkilerle, daha doğrusu “ötekileştirmelerle” üretimin yeni bir türünü getirmiş olmaktadır. Aydınlanma ile birlikte başlayan “bilimsel” paradigma, 20. Yüzyılda büyük bir kibre dönüşür. Pozitivizm bu kibrin felsefesidir ve sosyoloji ise kibrin aklileştirilmesini savunmuştur. Bu dönemin kendine özgü kültür tipleri ortaya çıkmıştır. Aslında bu dönemin nihayetinde ara kültür oluşumları meydana gelmiştir. Sınıfsal analizlerle baktığımızda aşağı kültür ile üst kültür arasında bir da ara kültür olan biçim ortaya çıkmaktadır. Biz buna popüler kültür olarak da yaklaşabiliriz.



(…)



Sanayileşme çağıyla ortaya çıkan modern insan ve yaşam tipleri, zamanla post-modern bir algı içinde gözlemlenmek istenmiştir. Fordist bir çalışma yerini esnek-fordist bir anlama terk etmiştir. Bilgi çağı olarak görülen bu yeni dönem sosyal ağların zaman ve mekân aşımında etkili birer figürü haline gelmiştir. Kültür, artık yeniden bir dönüşüm içine girmektedir. Küreselleşme toplumlar arası bağlamları daha karmaşık hale getirmiştir, artık mekân bir sorun olmaktan çıkmaya başlamış ve “küreselleşme” ile bir ortak dünya algısı ortada durmaktadır. İnsanlar arası ilişkiler doğal tepkileri barındırmaya yönelmiştir; yani bencillik ve bireycilik iletişimde egemen olmaya başlamıştır. Yabancılaşma artık iletişimde temel bir zemin olmuştur. Bir genel toplumsal kültürden bahsetmek çok zor olmaya başlamıştır. Kuşak çatışması oldukça geniş bir makası andırmaktadır.



“toplumsal anlamda modernlik, standartlar, ümit ve suçlulukla ilgilidir. Standartlar; cezbeden, ayartan ya da kışkırtan fakat sürekli uzayan, kovalayanlardan daima bir iki adım önde olan ve her halükarda peşindeki avcıdan biraz daha hızlı giden standartlar.
Bildiğin makale yazdın iki dakikada :KK48:
 
:KK70: şaka gibi gerçekten üşenmeden kopyalamışsınız panonuza saglik. Yalnız benim anlamadığım önüne gelenle sarhoş olup yatan insanlar modernliğin hangi mertebesinde? Zirâ arkadaş hayvanlarında üreyip çoğalma ve doğaya denge sağlaması konusunu benzetmiş, haklı olarak biz insanların neden hayvanları bu yönden örnek aldığını cahilliğim üzere sormak isterim?
yatarsa yatar bize ne
Bildiğin makale yazdın iki dakikada :KK48:
ne yazcam kopyaladım googlea yazınca çıkıyor
 
yatarsa yatar bize ne

ne yazcam kopyaladım googlea yazınca çıkıyor


Bende onu diyorum yatarsa yatar sizene neyini savunup normalleştirmeye çalışıyorsunuz :işsiz:
Ayrıca dalga geçer gibi kopyalayıp yapıştırıp, muhtemelen hiç okumadan yoruma yazmanız postmodern bi davranış olmuş :işsiz:
Bunuda bi google yapıp kopyalayın derim.
 
Bu forumda beni az çok tanıyor olsaydın gelmezdi.
Sizi geçmişinizle yargılamak haddim değil,kendiniz yargılayıp hükmü vermişsiniz ve affetmişsiniz;ne mutlu size...Oysa ki çok daha masum şeyler için bile affedemediğimiz insanlar ve kendi yanlışlarımız var,bu da ruhumuzu barışmaktan alıkoyuyor başta kendimizle....Evliliğimin başında bende eski sevgiliyle ilgili (cinsellik olmayan) karışık saçma sapan konuları olan rüyalar görürdüm ama zamanla geçti gitti....Sizin bence bilinç altınızda kendinizi o konuda affedemediğiniz gerçeği yatabilir...Yani onun düştüğü durumdan dolayı kendinizi affetmiş olduğunuza emin misiniz?Ben bu rüyaların eşinize olan sevginizle alakalı olduğunu düşünmüyorum.Aslında buna bazen vesvese de deriz,en huzura kavuştuğumuz ya da hayatımızın sorunsuz olduğu dönemlerde kendimizi huzursuz edecek bir şeyleri beynimiz tepside sunar!Bu da o tarz bir şey gibi geldi.....
 
Tebrik ederim sizi. Hayatta çok mutsuzsunuz? İnsanları yargılayarak kendinizi tatmin mi ediyorsunuz? Peki elinize ne geçiyor? İki tane like mı? İyi günüzdeyseniz belkide hak veren bir alıntı... peki hayatınız bunlarla mutlu olacak kadar monoton mu? Mutsuzşuklarınızı ve gizli kıskançlıklarınızı benim üzerimden tatmin ettiyseniz ne mutlu bana ama ne yazık size... kişisel bir zafer kazandınız sayın bana gömdüğünüz için... ben hiçim sizde kraliçe adeta bir dişilik abidesi... hoşçakalın ben çözüm arıyorum bu satırlar bile bu kadaar dar görüşlü bir insanı aydınlatmak için boşa çaba..

başlıkta kocamı çok seviyorum evliliğimiz iyi diyorsunuz ama boşanmaya kadar gelmiş küfürlü dayaklı kavgalarınız olmuş insanlar da bunu bilmeden yorum yapıyor onu söyledim sadece.

ayrıca içkili araba kullanan anne babayı da eleştirmek dar görüşlülük değildir. içkili araba kullanmak suçtur.:işsiz:

bana kötü laflar etmeniz beni enterese etmez üstüme alınıp devam ettirmem çünkü. size iyi günler.:KK76:
 
Bende onu diyorum yatarsa yatar sizene neyini savunup normalleştirmeye çalışıyorsunuz :işsiz:
Ayrıca dalga geçer gibi kopyalayıp yapıştırıp, muhtemelen hiç okumadan yoruma yazmanız postmodern bi davranış olmuş :işsiz:
Bunuda bi google yapıp kopyalayın derim.
okudum
normalleştirmeye çalışmıyorum
bana göre olmayan davranışlar
insan olduğumdan yargılayamıyorum insanüstü değilim
 
Uzun zamandır yazmaktan kaçındığım bir konuyu, sabahın köründe yine aynı rüyalarla hoplayınca, açmaya karar verdim.

Taa üniversite yıllarından tanıdığım bir çocuk vardı. İkimizde birbirimizden hoşlanıyorduk ama o zaman farklı triplerdeydik. Onunla sevgili olursak ve bir gün ayrılırsak okulda yüz yüze bakmak çok büyük acı olacaktı ve onu kaybetmiş olacaktım o yüzden onunla olmak istemiyordum. Bir defa onu reddettim ama sebep olarak sevgili ilişkisi, sorumluluğu istemiyorum vs dedim. Tabi bu daha birinci senemizde oldu. İkimizde başkalarıyla çıktık hep farklı ilişkilerimiz oldu. Olay şu ki ben ne zaman onun bir metre yakına gelsem inanılmaz bir çekim hissediyordum. Ama böyle bir çekimi bunca yıl eşim dahil hiçbir erkekte hissetmedim. Kimyasal bir uyumdu resmen...Ve her ne kadar ben de başkalarıyla birlikte olsamda onun birlikte olduğu her kızı kıskanıyordum ve ona karşı hırçınlaşıyordum. Karşılığında ona sataşıp aşağılıyordum. Sonraki yıllarda bir kaç sefer o bir metreden yakın olduğumuz ve ikimizinde sevgilisiz olduğu dönemlerde birlikte olduk. Evli bir kadın olarak utanç verici bir itiraf olsada hayatımda yaşadığım en iyi anlardan biriydi. Ama hiç sevgili olmadık. Aramızda bir anlaşma var gibiydi. Ertesi gün bir şey olmamış gibi hayata devam ediyorduk... hiçbir arkadaşımız hiçbir zaman bu durumu bilmedi. Bir gün benim doğum günümde o zamanki evimde arkadaşlarla toplandık. Tabi o yaşta bir sürü kadın ve erkeği içebileceklerinden fazla alkolle bir eve kapatırsan ne olacaksa o oldu. Ben ona olan bütün intikamımı aldım. Gecenin başında onunlaydık sonunda en yakın arkadaşıylaydım ve en yakın arkadaşı olan çocuk bana aşkını itiraf ediyordu. Ertesi sabah neler olduğunu anladığımda her şey için çok geçti. Bir daha o hayatımın erkeği olacağına inandığım adamla hiç olmadık. Ben ondan hayatımın intikamını aldım o da beni hiç affetmedi. Zavalı en yakın arkadaşı da ertesi gün sevgiliymişiz gibi devam etti bende oyunu bozmayıp bir süre sevgilisi kalıp ayrıldım.

Neyse bu en baştan beri bahsettiğim çocukla aramızdaki anlaşma hep şuydu biz bir gün evleneceğiz zamanı gelince sevgili olacağız ama birbirimiz için hazır olana kadar sevgili olup bu ilişkiyi harcamamalıyız. Hatta bunu bir kere sözlü olarak dile getirdi. Biz 4 yılımızı hep birbirimizi sevip bu sevgiye direnerek ama her fırsattada gençliğimizin hormonlarına teslim olarak geçirdik. Derken her şey bir gün harcanıp gitti. O olaydan sonra okula gelmedi, yaşadığı şehre döndü sınavlara girmedi, derslerden kaldı, geldiğinde artık ortalamadan dolayı üstten ders alamayacak durumdaydı dolayısıyla dönemlerimiz farklı oldu ve farklı insanlarla derse girip benden kaçarak bitirdi okulu.

Gelelim konuya. Son zamanlarda artan bir saplantıyla bu çocuğu rüyalarımda görüyorum. Kıyaslarsak eşimden daha yakışıklı değil. Ama onun tenindeki sıcaklığı ve çekimi kimsede bulamadım ömrümde. Eşim benim en iyi arkadaşım. Yatakta tutkuluyuz. Onu seviyorum. O benim hayat ortağım ve bu çocukla evli olsaydım belki daha iyi bir evliliğim olmazdı. Ama işte düşünmedende edemiyorum. Nasıl olurdu.... rüyalarımın içeriğini anlatmasamda tahmin edersiniz... bu iğrenç bir durum bitsin istiyorum ama bitsin istedikçe artan bir saplantıyla geri dönüyor her şey.

Merakım şu acaba şu anki evliliğimde yaşadığım genel hayat tatminsizliği sonucu açığa çıkan bir durum mu bu? Acaba beynim arayışlar içinde mi? Yoksa bu çocukla olan yaşanmamışlıklar mı beni bu noktaya getiriyor. Bir çeşit hırs mı?

Rüyalarıma engel olamadığım için eşimi aldattığımı düşünmüyorum. AmA yıllardır düşünmediğim bir adam bir anda su üstüne çıktı bende bu unuttuğum anılara döndüm son birkaç aydır. Şu an eşimi o dahil hiçbir erkeğe tercih etmem. Eşim benim için kaybetmeyi tercih etmeyeceğim kadar değerli. Hatta o çocuktan milyonlarca kat değerli. Hani dedimya onda yaşadığım duyguyu hiçbir erkekte bulamadım diye. Belkide sevgili olmadan yaşadığımızdan doğan heyecandandır. Belkide mekanların absürtlüğü ve heyecan vericiliğinden... ne bileyim yasak elmaya dokunma arzusudur belki o zamanki. Belki bu sebeplerden o kadar iyiydi. Belki evlilikte artık sürpriz kalmadığından eşimin neyi sevip neyi sevmediğini ezbere bildiğimden ilişkiler bir rutine döndüğünden bu kıyası yapıyorumdur. O çocukla bugün evli olsam belki daha bile kötü olacaktı o heyecen o zevk...

Zaten işin cinsel boyutunu tartışmak için açmadım konuyu sadece beni anlamanızı sağlayacağını düşündüğüm bir detay olduğu için bahsettim. Sorunumun özeti şu neden sevdiğim çoğu sorunu aştığım, güvendiğim, hayatı paylaştığım ve o çocuk dahil kimseye değişmeyeceğim bir adamla evliyken kafamda bu çocuk var hala? BilinçAltım bana ne anlatmak istiyor? Ben evlilik insanı mı değilim? Elimdekinin değerini mi bilemiyorum? Bu beynimin bir arayışa girmesinin ilk sinyalleri mi?( aldatmak olarak değil eşimden ayrılıp bekar bir hayata geçmekten bahsediyorum) hatta geçen gün eşimle karşılıklı otururken biraz şaraptan sonra şu cümleyi kurdum;" x biz seninle erken evlendik..." neden kurdum bu cümleyi? Halbuki ben çocuk sahibi olmak istiyorudum en iyi baba ve aile erkeği adayı eşimdi ve eşimle yaşlanmak istediğimi ondan hiç bıkmayacağımı düşünüp evlendim. Şimdi bana ne oluyor ki?
O geçmişteki çocuk intikam alınacak ne yapmış ki? Sevgili olmak istemeyen sen ama adamın arkadaşıyla yatan yine sen. O senin arkadaşınla yatsa o intikam alırmış asıl. Bunun acısını çekiyorsun.
 
Rüyalar insanı çok etkiliyor ama geçici olarak. Bilinçaltının bir oyunu sadece. Bu şekilde sorgulayıp üstüne düşersen daha böyle devam eder. Umursamıcaksın hatırladıkca zihnini başka şeye vericeksin. Kısa bi süre sonra bir daha aklına gelmez. Senlik bir durum değil yani. Çoğu insanın farklı konularla başına gelen birşey.
 
Konuyu okudum. Bazı şeyleri kendimce onaylamadım. Konu bu değil ztn. Şimdi bişe anlatim bende

Geçenlerde önemli bi karar aldım kendi yaşantıma dair. Bu kararı bundan 6 yıl öncede aldım. Şu an aldıgım kararla hayatıma devam ediyorum. Sosyal medyada bi kaç yıllık anılar resimler hikaye olarak yayınlanıyo. Bi bakim dedim ben neler yapmışım paylaşmışım. Bakarken bundan 6 yıl önce aldıgım kararın tarihlerinin geçenlerde aldıgım tarihle aynı oldugunu gördüm. Ve buna bende anlam veremedim. Acaba sizdede böyle bi durummu oluştu. Önemli kararlar ve yapılan köklü degişimler belli bi tarih sıralamasıyla tekrarmı oluyo. Çünki insan bünyesi bu köklü kararlarla şekil alıyo. Böyle bişe olmuş olabilir.
Eşinle uyumlusun anlattıgın kadarıyla saçmalama bence kötü şeyleri düşünme ve evliliginin keyfini çıkar
 
rüyalara engel olamayız.bu yüzden sizi suçlayamam.(zaten haddim de değil)

ama siz eşinizi sevmiyorsunuz bence.sevdiğiniz şey "evlilik",evliliğin size getirdikleri.eşinizi beğenebilirsiniz,ona hayran olabilirsiniz ama sevgi değil bu.kendinizi kandırmayın.

Ben de böyle düşünüyorum. Konu sahibesinin gerçek aşkı o çocukmuş, konu sahibesi zaten 1 kere de kocama aşığım yazmamış hep düzgün bir insan minvalinde şeyler yazmış.

Konu sahibesi verdiğiniz yanlış kararlarla aşkınızı kaybetmişsiniz konu bu kadar. Sevdiğiniz biriyle evlenmek varken çok da sevmediğiniz biriyle evlenmişsiniz, şimdi de kalbiniz aşkı istiyor , arıyor. Sizin için aşk diğer adammış o yüzden kafanız aşkı diğer adamla bağdaştırmış size o adamı gösteriyor.
 
Sevgiden daha ustun degil tutku. Ama kanina karisan zehir gibidir. Uyusturucu gibidir. Bir kez tutkuyu tatmis bir insanin da ayni tutkuyu devam ettirecegi birisiyle evlenmesi gerekir bence. Bunu yeniden bir baskasiyla yakalamak belki zor ya da imkansizdir sizin icin bilemem.
Bir de ustune bu tutkulu iliskinin sizin kontrolunuz disinda kotu bir sekilde bitmesiyle tamamlanamamislik eklenmis iliskiye. Belki baska turlu sonuclansaydi bu iliski, o tutkuyu gecmiste birakabilirdiniz. Ama simdi birakamiyorsunuz.

+10000000000
 
Merhaba. İnsanın zaman zaman hayatın rutinleri yüzünden eskiye dair özlemleri yoğunlaşabiliyor malesef. O dönemde heyecan duyduğumuz kişilere ''acaba şu an o olsaydı nasıl olurdu?'' sorularını hepimiz zaman zaman dışarı vuramasak da içimizden geçiriyoruzdur. Ya da ben de çok bunaldığım bir dönemde bu duyguyu yaşadım desem daha doğru olacak sanırım. Fakat şuna eminim ki ( kendimi de bu şekilde hata yapmaktan ve mutlu evliliğimi tehlikeye atmaktan korudum) o dönemde heyecan duyduğunuz kişi her kim ise , şu zamanda size kesinlikle aynı heyecanı vermeyecek. Hayallerimizde o kadar mükemmelleştiriyoruz ki, gerçeği o büyüde değil zaten. Ya da biz artık aynı kafada değiliz inanın. Evlilikte hatasız yaşamanın çok önemli bir büyü olduğuna ve bu büyüyü seneler önce yaşanmış ve gerektiği kadar yoğun olmadığı için bir şekilde sona ermiş hiç bir duygunun bozmaması gerektiğine inananlardanım. Kendinizi suçlamayın tabii ki, zira bu rüya olmaktan öteye geçmiyor, dedim ya ben de böyle bir dönem bu duyguyu hissettim. Gerçeğe dönmesi için bir adım atarsanız, ya da içten içe gerçek olsun diye çaba gösterdiğinizi farkederseniz o zaman suçluluk duymalı, kendinizi sorgulamalı, en kötü ceketinizi alıp, ruhunuzla aldatmaktansa yalnız kalmayı seçmelisiniz diye düşünüyorum. Sevgiler ...
 
Aklinizi kurcalayan baslayamamislik yarim kalmislik.
Baska sevgilileriniz de olmus onlari degil bu cocugu dusunuyirsunuz cunku tuketmesiniz bazi seyleri.
Ainda merak bekki icinizdeki onunla evlenseydim nasil olur du suan ne yapiyor gibi.
Evlisiniz bebisiniz var ruyalara aldanmayin bazen cok aptal saptal ruyalar gorebiliyoruz.
 
İşte sevgi belli bir tanımımılan bir şey değil. Kiloyla sayıyla ifade edilemiyorya ben anlayamıyorum. Yani size göre sevgi nedir? Ben onsuz bir hayatta onun varlığını ve bana hissettirdiklerini özlerim. Sabah kalkıp onun kokusunu içime çekmeyi akşam eve gelip ilk onu öpmeyi onu bulduğuma memnun olmayı severim. Bunlara ve bunun gibi şeylere dayanarak onu sevdiğimi söylüyorum. Ama belki dışardan bakınca bu yeterli değildir. Sizce yeterli mi?
Eşinizi seviyorsunuz evet ama konudada bahsettiğiniz gibi bir çekim,tutku,ihtiras yok bu sevginin içinde,bu sebeple geçmişi hatırlıyorsunuz bence,benim okuduğumdan anladığım bu.
Yada bir ihtimal pişmanlık duyuyorsunuz o gece intikam hırsıyla yaptığınızdan,bu sebeple hatırlıyorsunuz sürekli.
Bilemiyorum ne yapılabilir. Sonuçta şu an bambaşka hayatlar yaşıyorsunuz ikinizde,belki oda sizin gibi evli. Üzerinde durmamak,boşvermek en basit çözüm yolu gibi görünüyor,zamanla azalır belki tamamen biter.
 
X