Man On Wire'ı izledim, sanırım ilk izleyen de ben oldum=)))
İlk 20-25 dksında biraz sıkıldım açıkçası, muhtemelen beklentilerimin farkı yönde olması etkendir. Zira konuyu bilmeme rağmen yaşam öyküsünün filmleştirildiğini düşünmüştüm. Fakat o heyecanı anlamak, tutkuyu hissetmek için anlatılarla desteklenmesi ve döneme ait materyallerin kullanımı daha doğruydu. Daha sonra o büyük maceranın gerçekleşeceği atmosfere kendimi kaptırdım.
Tutkunun insana imkansızı dahi yaptıracağına ve hayatın ancak tutkularda gizli olduğuna bir kez daha ikna oldum.
Tutku duyduğunuz şey anlamsız olabilir, diğerleri saçma ya da gereksiz bulabilir ama tutku bize dayatılan yaşam biçimine karşı en büyük rettir kanımca.
Tutku bireyseldir, varolan hayalleri paylaşmazsınız kitlelerle, içgüdüseldir de içgüdüleriniz ve yaratıcılığınız yön verir ve istediğiniz takdirde yarısını da başarmış sayılırsınız. geri kalan ise sadece cesaret.
Philippe Petit'in heyecanı, anlatırken o anı defalarca yaşaması enfesti. Tüm öyküyü izleyip aşama aşama şahit olduktan sonra sonundaki ikiz kuleler üzerindeki görüntüsü de herşeye değer duygusu bırakıyordu insanda.