Ankara Yöresel Örf Ve Adetleri

Nevreste

Hala umudum var
Yönetici
Editor
16 Ağustos 2010
290.142
596.074
42
Evlenme Gelenekleri

Evlilik çağına gelen genç, evlenme istemini değişik biçimlerde ailesine iletir. Bulgur pilavına kaşık saplamak, babanın ayakkabısını kapı eşiğine çalmak belli başlı örneklerdir. Genellikle, anne ve babalar gençlerin bu aşamaya gel- memesine özen gösterir, evlenme çağına gelmiş gence, durumu önceden açarlar. Genelde baba ile genç arasında aracı annedir.

Yörenin kırsal kesimlerinde görücü usulü ile evlenme yaygındır. Aile büyüklerinin uygun gördüğü gelin adayı, gencin ağzı aranmak gayesiyle gence duyurulur, fikri alınır. Ağız aramada genelde anne, yenge veya kız kardeş ön plandadır. Bunun yanı sıra akrabalardan biri de aracı olabilir.

Genç için evlenme çağı askerlik öncesi olabilir. Ancak bazı yörelerde gençlerin öncelikle askerliğini bitirmiş olmaları özelliği aranır. Gencin bir meslek sahibi olması önemlidir. Bundan dolayıdır ki;

"Hele askerden gelsin de..."
"Askerliğini yapsın gelsin de öyle..., bakalım kısmet ney ise..."

"Hele bir meslek sahibi olsun..., evini çekip çevirecek para kazansın da öyle...'

"Neyle evlenecek? Elde, avuçta bir şey yok..."

"Kuru kuru evlenme olmaz, hele bir ekmeğini eline alsın bakalım" gibi sözlere araştırma sırasında sıkça rastlanmıştır.
Kızın evlenme çağıyla ilgili kesin bir yaş yoktur. Ancak 15 yaşına giren, kapısı çalınan her kızın evlenmeye hazır olduğu düşünülür. Kız babası kızını vermek istemiyorsa, kızın yaşını ileri sürebilir. Eğer kızın gelin olması isteniyorsa yaşı unutulur, bir kaç sene nişanlı olarak bekletilebilir.Kız Beğenme ve İsteme

(Görücü-Dünür)

Türkiye'nin pek çok yerinde olduğu gibi Ankara ve yöresinde de evlenme kurumunun temelleri kız beğenme ve kız isteme girişimleriyle atılır.

Evlenme çağına gelen gencin ailesi düğünlerde, bayramlarda, törenlerde, hamamda ve çamaşırhane gibi herkese açık yerlerde oğulları için kız, beğenmeye ve beğendikleri kız hakkında çeşitli yollarla oğlanın fikrini öğrenmeye çalışırlar. Bununla birlikte oğlanın da evlenmek istediği kızı aynı yollarla ailesine duyurması mümkündür.

Oğlanın ve ailesinin bir kız üzerinde anlaşmaları hâlinde, oğlanın en yakın akrabalarından bir grup kadın, kız evine dünürlüğe giderek niyetlerini açıklarlar. Kız evi buna karşılık uygun davranır ve gelenleri ümitlendirirse dünürlük sırası erkeklere gelmiş olur (Bala Karaali köyünde ise dünürlüğe gidilmeden önce "dadımlık" denen şeker, lokum gibi hediyeler gönderilir). Dünür gelmek istedikleri bildirilir.

Kız evi için, belli bir günde, oğlan babası ve yakın akrabaları, mahallenin ve köyün hatırlı kişileri ile birlikte akşam yemeğinden sonra kız evine giderler. Bir süre sohbet edildikten sonra ziyaret amacı açıklanır.

Yörenin şivesiyle, dünür (görücü) olma esnasında geçen konuşma şöyledir:

Görücü: Allahın imri, peygamberin gavli, kulu kula sebep varmış, ben de arada delilim. Allah'ın yazısı ise (...) hanıma dünürüm. Az vir çok yalvar, çok vir az yalvar, biz övünmeyiz. Allah kızının başına virsin devleti, her şiy ıscak ıscağına olur. Onu bunu alanacak oraya kurt girer, börtü böcek doğar. Sen ona tak bir toka, o da sana taksın bir toka. Ad san olu virsin. Gelin donu yinen kadın olmuş yok ya? Allah virsin başına dövleti. Gürültü harıltı olmadan. İlin uşağı, yer şuraya kor gider, çok fantazanın (fantazi) lüzumu yok. Ben bir dönür başıyım, ilin attığı daş uzak gider, el ne dirse disin sen giçimine bak. Allah razı da, hayır analım işimize, hayır gelsin başımıza. Kaderin varsa, kötü ise iyi olur; iyi ise kötü olur. Çok indallaması (terrüt) iyi olmaz. Bu senin evladın.
Kız babası: Siz nirede iseniz ben de oradayım. Araya araya bulmuşsunuz. Yetmiş ekin. At beslenirken, kız istenirken virmeli, ne münasib gördü iseniz o olsun. Sizin bana bir intikamınız yok. Allah ta mürüt itti ise ben ne mani olayım.

Görücü de bunun üzerine teşekkür ederek "Allah ümrünüze berekat virsin" der.Kızın oğlana varmaya gönlü yoksa; bunun annesi aracılığı ile babasına bildirir. Dünürcüleri tekrar geldiğinde kız babası durumu onlara, tatlı bir dille, onları kırmayacak şekilde iletir.
Kutludüğün köyünde kız, onu istemeye gelenlerin ayakkabılarını düzeltirse, bu kızın istediği anlamına gelir. Ayakkabıları dışarı atarsa veya dağınık bırakırsa "Ben istemiyom bi daha gelmeyin" anlamına gelir. Kızın dışarı attığı ayakkabıları dünürcüler dışardan tek tek toplamak zorundadırlar. Bu kız tarafından onlara verilmiş bir cezadır. Yine aynı köyde kız dünürcülerin yanına gelip odada dinelirse (dikilirse) bu misafirlere "kalk ğit" anlamına gelir, dünürcüler de kızın istemediğini anlayıp giderler. Yine kız dünürcülere hiç gözükmezse, bu kızın istediğine dair bir işarettir. Hasanoğlan köyünde ise kız verilmeyecekse dünürcülere hiç bir ikram yapılmaz.

Söz Kesme

Genel olarak diğer yörelerde olduğu gibi Ankara'da da "kız evinin, naz evi" olduğuna inanılır. Kız evi, gönüllü olsa bile ilk dünürlükte söz vermez, ikinci, üçüncü dünürlükten sonra söz verir. Oğlan evi de kesin söz alana kadar kız evine gider. Kız verildiği anda söz kesilir. Söz kesme sırasında kıza takılacak "takı"da karara bağlanır. Nişanın ne zaman yapılacağı, hatta düğünün ne zaman yapılacağına da bu dönemde karar verilir. Söz kesme işleminden sonra kıza "sözlü" denir. Elmadağ'da söz kesme esnasında "höşmelim" yenilir. Kutludüğün köyünde ise söz kesimine "Yumurta yime" denir. Söz kesiminde sahanda yumurta yenildiği için bu ad verilmiştir. Bazı yerlerde ise "Ağız tatlılığı" adı altında lokum türü şekerlemeler yenir. Aynı zamanda söz kesimine "Söz kahvesi" veya "Son kahvesi" de denir. Genelde söz kesimi, son dünürlükten bir kaç gün sonra yapılır.Söz kesiminde her iki tarafında yakın akrabaları bulunur. Takı veya eşya konusunda karşılıklı istekler sıralanır, anlaşmaya çalışılır. Sözlülük dönemi genelde 3-4 ayı geçmez. Bu dönem boyunca sözlü gençlerin birbirlerini görmeleri bile iyi karşılanmaz. Çoğu köylerde damat adayının gelin kızın kapısının önünden geçmesi bile yasaklanmıştır. Yine bazı köylerde damat adayı kız evine gidebilirken, gelin adayı oğlan evine gidemez. Bunun nedeni, eğer kız nikah kıyılmadan oğlan evine gider ve orada hizmette bulunursa gelin geldiği zaman evin erkeğine ısınımaz inancıdır.

Nişan ve Düğüne Davet (Okuntu)
Eski Ankara nişan ve düğünlerinde davet (okuntu) işini herkesi iyi tanıyan okuyucu kadınlar yapardı. Okuyucu kadın, elindeki listeye göre evleri gezerek davet işlemini yapardı. Bu olay halk arasında okuntu olarak adlandırılır. Bu gelenek hâlen bir çok köyde sürdürülmektedir. Günümüzde davetiye kullananlar bile davetiye yetişmediği zaman bu işleme başvurmaktadırlar. Okuyucu kadın kapı gezerken davet edilenlere çam sakızı çoban armağanı bir takım küçük hediyeler sunar. Genelde lokum türünde şekerlemeler okuntu olarak kullanılır. Elmadağ ve civar köylerinde (Karacahasan, Edirge) nişan veya düğün sahibi bir top kumaş alır, okuyucu kadın bunu parça parça keserek okuduğu kimselere davetiye olarak dağıtır. Kutludüğün köyünde ise "Kahya" adı verilen kişiler okuntu işlemini yaparlar.Bala Karaali köyünde ise okuntuluk olarak havlu, peşkir, mendil verildiği gözlemlenmiştir.Kalecik'in Akkuzulu ve Arkbörk köylerinde ise gömlek, basma, ayakkabı gibi hediyeler verildiği görülmüştür. Bu hediyelere "yolluk" adı verilmektedir.

Nişan (Takı, Şerbet İçme)

Nişan, sözkesiminden sonraki 3-4 ay içerisinde yapılır. Nişan gününe çoğu zaman söz esnasında karar verilir. Nişan töreninden önce bütün hazırlıklar tamamlanır.. (Başlık bozma). Başlık bozmaya kız ve erkek tarafından birer gurup toplu bir şekilde gider. Oğlan evi nişan için, kız evinin bütün halkına, aynı zamanda kızın bütün yakın akrabalarına ayrı ayrı hediyeler alır. Nişanın bütün masraflarını oğlan evi karşılar. Hatta Kutlu Düğün köyünde nişanda kız evinin yemek pişirmek için kullanacağı yakacağa kadar bütün masrafları oğlan evinin karşıladığı araştırmalarımız sırasında gözlemlenmiştir. Oğlan evinden nişan için gelen malzemeleri getirene "yolluk" adı altında havlu, mendil gibi hediyeler verilir. Ayaş'ın Gökler köyünde ise başlık bozma işlemine nişan eksiği denir. Samanpazarı Ankara köyleri tarafından hâlen başlık bozmak için gidilen ve köylülerin gereksinimlerine en iyi şekilde karşılık veren bir ticaret merkezidir.Eski Ankara'da nişan, oğlan evinin misafirlerinin toplu olarak kız evine gitmesiyle başlardı. Kız anası misafirleri karşılar, okuyucu kadının getirdiği bürüncekli sini ortaya konulan bir masa üzerine bırakılır, kız tarafı da gereken hürmeti gösterirdi. Önce bir yorgunluk kahvesi içilir, şeker ikram edilir, nişanın uğurlu ve hayırlı olması için dua ve ilahiler okunarak dağılınırdı. Kız evi tarafından okuyucu kadına yemeniler içine sarılmış bahşiş verilirdi. Güveye gecelik, içlik, çorap, mendil, başına çelkilik yemeni, acem şalı, yağlık ve uçkuru; kaynanaya da gömlek, mendil mahrama; görümceye gömlek ve üzerine çerçeve konarak okuyucu ile gönderilirdi. Ağırlık alındıktan sonra komşulara dikiş dağıtılırdı. Hediye getirenlere keten don, gömlek dikilirdi. Tüm bunları kız anası düzenlerdi.Damadın giysileri usta bir terziye verilir, geceliği, içliği, gömleği para karşılığı diktirilirdi. Çorap, mendil, başına has iyisinden çelgilik, yemeni ve acem şalı damat için alınan hediyeler arasında olurdu. Damada ayrıca yağlık ile yıldız işlemeli uçkuru almak da adettendir.Daha sonra okuyucu, gelin evindeki hazırlıklara yardımcı olması amacıyla komşuları gelin evine çağırırdı. Burada yataklar hazırlanır, dikişler dikilirdi. Ev sahibi tarafından yemekler yapılır ve bulunanlara ikram edilirdi. Zaman zaman burada bulunan kadınlar ve kızlar kendi aralarında köşe oyunu, deli kız oyunu gibi oyunlar oynarlardı.

Düğün Öncesi Hazırlıklar


Düğün tarihi, dünürler (hısımlar) arasında belirlendikten sonra, düğün hazırlıkları başlar. Önce düğün yemekleri hazırlanır. Ankara ve civar köylerinde düğün yemekleri hazırlanır.
Ankara ve civar köylerinde düğün yemekleri büyük farklılıklar göstermez. Genelde yoğurt çorbası, etli kuru fasulye veya etli patates yemeği, zeytinyağlı, yoğurtlu yaprak dolması, haşlama et yemeği, tatlı olarak da pişmaniye baklava veya zerde pilavı düğün yemeklerini oluşturur. Düğün yemeklerinde et çokça kullanıldığı için, düğün sahibi (oğlan evi) ekonomik durumu ne olursa olsun bol miktarda hayvan keser. Ayrı olarak muhabbette (dernek) içki ile yenilmek üzere bol miktarda meze hazırlanır. Düğün sahibi özellikle yemek ve meze konusunda elinden gelen çabayı sarfeder.l
Kutludüğün köyünde davet edilenlerin hepsine birer havlu ya da mendil hediye edilir. Davetliler ise bir paket çay ve bir paket şekerle düğün evine gelirler. Eğer köy dışından okunut yapılan misafirler varsa köy halkı, gelecek misafirleri, ağırlamak (konuk etmek) için, kendi aralarında paylaşırlar. Düğün boyunca bu misafirlerin her türlü ihtiyacı ev sahibi tarafından karşılanır. Bundan amaçlanan düğün evinin yükünü biraz olsun hafifletmektir.Eski Ankara da ise düğün öncesi, okuııut yapan kişi şeker külahları ile mumları, bir tepsiye dizer, kolduğuna alıp okuntuya çıkardı."Darısı başınıza olsun, yahut darısı çocuklarınıza olsun, çocuğunuz yoğ ise bilinize olsun. Çarşamba günü kına gecesine, cuma günü de duvağına (mevluduna) buyuracağınız. Filan kadının selamı var, azını çoğa sayacağınız" derlerdi. Davet edilen (okunan) kadın ise, "pekala sen de selam söyle, o benim hatırımı almış azı çoğu olmaz" diye davete karşılık verirdi.Kadın da akşam kocasına "bize filancadan ağırlık geldi, ne alacaksan al da götürelim" derdi. Kimisi bir sini içinde entarilik koyar, üstüne de bürüncük örter, bir hammal çağırır, hammal yanına adam katar düğün olacak eve giderdi.Okuntuyu çağrılan; "azımızı çoğa sayın, gücenmem, Allah hayırlı etsin düğüne mi kakdınız? değeri bu değildi amma, elimizin darlığına rast geldi" gibi sözlerle düğün yapacak evi hem kutlarlar hem de gönüllerini alırlardı. Düğün yapacak ev sahibi ise "Allah berekat versin, pek memnun olduk; Ne olacaktı pek çok zamet etmişsiniz, darısı çocuklarınızın başına."Düğüne de geliverin; zere (sakın) gelmemek itmen, biz yine adam göndeririz" gibi sözlerle karşılık verirlerdi.

Çeyiz Asma


Çeyiz asma genillikle Pazartesi günü yapılır. Kızın kendi eliyle işledikleri (danteller, örgüler, entariler iç ve dış çamaşırları) bir odaya gerilmiş ipe iğnelerle iliştirilerek yakın akraba ve çevresine gösterilir. Çeyiz serilerecek ipi genillikle damadın annesi getirir. Gerilen ipe serilecek çeyiz işlemini iki kız üstlenir. Duvarın dört köşesindeki çeyiz halkaları ipe bağlanır. Ankara'nın bazı bölgelerinde üç sıra yemeni, peşgir (havlu) ve çevre takılırken duvarın sağına soluna esvab, altına da havlu takılır. Kapının arkasına da elbiseler asılır. Gelin ayakkabısı siniye dikilir. Kız tarafı zengin ise iki tane sini ayakkabısı olur. Çeyizin yanında gümüş eşyası da olur. Yatak, yorgan ve bakır eşyalar ya çeyiz yanında ya da salonda bekletilir. Çeyiz görmeye gelen kadınlar serili çeyiz altında kahve içerler. Haymana Güzelce Kale köyü ve Civarında Çeyizin Odaya degil Evden eve Gerilen ipe Serildiği görülmüştür.

Düğün

Geleneksel kültürün değerleriyle örülmüş olan yerleşme alanlarında toplumsal yaşamın en önemli olaylarından biri düğünlerdir. Kentlerde ve köylerde insanların günlük yaşamlarını derinden etkileyen düğün olayı çevresinde büyük bir gelenek, görenek ağı oluşturmuştur. En çok kurallaştırılmış töreler düğünlerle ilgilidir.Ankara düğünleri Oğuz Türklerinin gelenek ve göreneklerinin etkisi altında kalmış olup, günümüzde bu özellikler yavaş yavaş yitirilmektedir. Eski Ankara düğünleri perşembe günü başlar, tam bir hafta sürerdi. Bir hafta boyunca davul, zurna, saz çalınır, çeşitli oyunlar düzenlenir, misafirler ağırlanırdı. Düğün davul ile başlar, davulcu zeybeği andırır bir şekilde döne döne oynar, gelenler davulcunun etrafında halka oluşturur, seyre dalarlardı.Ayrıca düğün simgesi olarak uzun üç çatalayak çalı bulunur, üstüne ocak demiri yerleştirilir, onun üstüne de ekmek saçı koyulurdu.Düğünler önceleri bir hafta sürerken, günümüzde çeşitli sosyo-ekonomik nedenlerle üç-dört güne indirilmiştir. Ankara'da düğünler genelde perşembe veya cuma günü başlar. Birinci gün oğlan evine üzerine elma, portakal veya soğan türünde simgelerin takıldığı düğün bayrağı, damat evine asılır. Buna "Bayrak Kaldırma" denir.Bayrak kaldırmada bir de "Bayrak Ekmeği" denilen bir yemek verilir. Bala Karaali köyünde ise bayrağın üstüne yemeni takılır. Perşembe günü bayrak dikilmesiyle birlikte oğlan tarafı yakın akrabalarını yemeğe davet eder. Bu bayrak yemeğine ise "Danışıklı Yemek" adı verilir.Ayaş Gökler köyünde ise düğün bayrağı, sancak biçiminde parlak pullarla gelin tarafından hazırlanır. Bu bayrak düğün evine kız evi tarafından getirilip, takılır.Hasanoğlan, Kutludüğün gibi köylerde düğünün ilk gününün (cuma) akşamı kız kınası yapılır. Güdül Yeşilöz köyünde ise kız kınası bir hafta önceden yapılır.İkinci gün düğünün en hareketli günüdür. Gün boyunca davullar çalınır, halaylar çekilir, yemekler yenir. Oğlan ve kız kınası genelde ikinci günü akşamı olur.


Köçekçe Saçı (Hediye gönderme):
Eskiden özellikle zengin düğünlerinde köçek tutmak adetti. Gerek kına , gecesinde gerekse duakta tutulan köçek kadınlardan birisi tef çalıp diğeri oynardı. Ayrıca bu köçeklerin kendine özgü giyinişleri de vardı (altlarına uçlar, kıvrım kıvrım olan eteklik, üstüne kolları büzmeli çarlık içliği giyip, bellerine kuşak bağlarlar ve göbeğin üstüne uçları sarkan bir mendil sokarlardı). Köçek kadınların, oğlan evinin hediyesini (saçı) kız evine götürmesi düğün sahibine ayrıcalık sağlardı. Akşama oğlan evi kız, evine gelirken gurubun önünde maşalama davul bulunur; kız ve oğlan evinin davetlileri ayrı ayrı odalarda ağırlanırdı.

Kız Kınası: Davet evinden "Kınacılar" adı verilen kadınlardan oluşan grup, bir davulcu eşliğinde kız evine giderler. Oğlan evi kınada konuklara dağıtılmak üzere çerezle birlikte (kuruyemiş, kuru üzüm, iç üzüm, fıstık, şeker, lokum) kına da götürür. Eski Ankara kına gecelerine köçekler de çağrılır; böylece misafirleri coştururlardı. Kına gecelerinde müzisyen olarak "def" çalan kadınlar görülmektedir. Bu kadınlar hem def çalar hem türkü söylerler.Sıra kına yakmaya geldiğinde odanın ortasında üst üste konmuş yastıklardan bir taht kurulur, gelinin yüzü bürüncekle örtülür ve iki genç kız gelinin iki elinden tutarak onu yüzü kıbleye dönük olarak oturtur. Kına özellikle yaşlı bir kadın tarafından yakılır. Ancak bu olay kutsal sayıldığından kınayı yakan kişinin halk diliyle "uğursuz" yani dul veya çocuksuz olmaması gerekir. Kına yakan kadın "Bismillah diyin karın kınayı, çağırın gelsin anayı" diye seslenir. Bunun üzerine gelinin anası bir yandan sevinç bir yandan da kızından ayrılmanın üzüntüsü ile gözyaşlarını tutamayarak ağlar. Kızında annesiyle birlikte ağlaması adettendir. Ağlamaması durumunda kızın gözlerine soğan sürülür. Konuklar ise bu arada kına havları söylerler. Kına bir tas içinde karılmış olarak getirilir ve önce sağ el, sonra sol el ve en sonunda aynı sırayla ayaklara yakılır. Eskiden avuçlardan birine bolluk ve bereketi simgeleyen küçük bir altın konulurdu. Avuca konan bu altın, güveyi (damat) yemeğinde çorba içine atılır, damat altını alarak, kesesini bereketli olsun diye kesesinden dibine diktirirdi.Kına yakılmadan önce, ellere ve ayaklara düzenli şekiller oluşturacak biçimde ipler bağlanır. Özellikle ayaklara mihraplı olarak kına yakılmasına özen gösterilir. Kınayı yakmak büyük bir özen de beceri gerektirir. Çizgiler bozuk olursa, gelin kızın geçiminin de bozuk olacağına inanılır.Kına yakılmış eller ve ayaklar önce yünle, daha sonra bezlerle bileklerden sarılarak bağlanır. Gelin, iki genç kızın yardımıyla ayakları yere değdirilmeden sırt üstü yatılırı, böylece yattığı yerden oyunları seyrederek uyur.
Sabah olunca el ve ayaklarındaki bağlar çözülürKına gecesinde sesi güzel olan kız veya kadınlardan birisi tarafından kına yakılırken, hasret ve ayrılığı anlatan, aşağıda bir kaç örneği verilen, türküler, söylenir
Atladım çıktım eşiği
Sofrada kaldı kaşığı,
Yarenim gınan kutlu olsun
Bunda dirliğin datlı olsun
Ekinimi soktum astara
Elimi kesti testere
Yarenim gınan kutlu olsun
Bunda dirliğin datlı olsun
Dağdan keserler ardıcı
Yarenim gınan kutlu olsun
Bunda dirliğin datlı olsun
Dağdan keserler cevizi
Hani bu kızın çeyizi
Yarenim gınan kutlu olsun
Bunda dirliğin datlı olsun
Ankara'nın elvan elvan oyası
Bakamadım yüzüne karnım doyası
Aman allı gelin, nice oldu
Aman ayrılmamız güç oldu
Bir başka kına yakma türküsü
Altın tas içinde gınam ezilir
Gümüş tarağınan örgüm çizilir
Aş gel garip anam aş gel ben varamam
Eller anam didikçe ben duramam
Bir orak verin tarla biçeyim
Biçeyim anama babama yollar açayım
Anadan babadan vazgeç diyorlar nasıl geçeyim
Aş gel garip anam aş gel ben varamam
Eller anam didikçe ben duramam
Anamın bacası yüceden tüter
El kadar ekmeği bana yeter
İllerin gapısı gahir gapısı
Anamın gapısı altın gapısı


YÖRESEL YEMEKLER:
Eski Ankara mutfağı evin en büyük kısmını meydana getirirdi. Bir tarafta ocak ve tandır, bir tarafta kışlık erzakın muhafaza edildiği kiler bulunurdu. Kilerler genellikle iki katlı olur ve yukarı kısmına mü-sandere denirdi. Mutfağın bir kenarına odun istif edilirdi. Yemekler yere serilen sofralarda yenir, önce büyükler, sonra ev halkı otururdu.

Çorbalar:
Aş çorbası, dutmaç, keşkek çorbası, miyane çorbası, sütlü çorba, tarhana çorbası, toyga çorbası Et Yemekleri: Ankara tavası, alabörtme, calla, çoban kavurması, ilişkik, kapama, orman kebabı, patlıcanlı et, sızgıç, siyel, siyer.

Pilavlar:
Bici, bulgur pilavı, oğmaç aşı, pıtpıt pilavı. Köfteler: Kadınbudu köfte, mucirim köftesi, yumurtalı köfte, tohma, tiritli köfte.

Dolmalar:
Efelek dolması, mantı, şirden dolması (bumbar), yalancı dolma, yaprak dolması.

Börekler - Çörekler:
Altüst böreği, ay böreği, bohça böreği, entekke böreği, hamman, kana, kol böreği, papaç, pazar böreği, tandır böreği, yalkı.

Yemekler:
Carcıran, bici aşı, çılbır, çırpma, göçe, göter, kaile, keşkek yemeği, köremez, mıhlama, omaç, papara, saz, tamtak tiridi, topaç.

Hamur İşi Yemekler:
Bazlama, cızlama, gözleme, nevizme, öllüğün körü, su böreği.

Tatlılar - Kompostolar:
Ayva boranası, baklava, bırtlak, daşlak, ekir, fıslak, höşmerim, kabak tatlısı, karga beyni, kar helvası, kaygana, köyter, omaç, perçem, saraylı, tiltil helvası, tuhafiye, zerdali boranası, zerdali hoşafı.​ Ekmekler: Bazlamacın, bezdirme, gizleme, çerpit, ebem ekmeği, kartalaç, kömbe, kete, saçkıran, şerit, yarımca.

YÖRESEL GİYİM:
a) Kadın Giyimi Ankara'da ele geçen en eski örneklerden yakın zamana kadar yapılan araştırmalarda görülen başlıca kadın kıyafetlerinin en ilginç olanları takım halinde holta ve salta ile birlikte veya tek giyilen sırmalı entarilerle setentiliyon gibi düz ve kalın münakkaş ipekli kumaşlardan yapılan etek ceket şeklindeki elbiseler teşkil etmektedir. Kadın kıyafetleri evde, sokakta, misafirliğe giderken, düğün ve gelin elbiseleri gibi ağır ve kıymetli, herbiri çeşitli renk ve şekillerde, mevsim ve yaşa göre değişen birtakım elbise çeşitleriyle karışımıza çıkar. Düğün kıyafetleri: gelin elbiseleri ile düğün elbiseleri aynıdır. Yalnız gelinleri farklı kılan şey, başlarındaki tel ve duvaklardır. Ağır elbise olarak addedilen bu elbiseler sadece düğün ve düğünle ilgili törenlerde (nişanlar, kına geceleri, paça günleri vb.) giyilir, bunun dışında kesinlikle giyilmezdi. Düğün elbiselerinin en eski örneklerini üç etek entariler oluşturur. Bunların aşağı yukarı üç asırlık bir geçmişi vardır. Üç eteklerden sonra iki etek denilen harbalı ve holtalı elbiseler giyilmeye başlanmıştır. İki eteklerden sonra da yavaş yavaş holtalar terkedilerek holtasız düz elbiselere rağbet başlamıştır ki bunların da ilk örneklerini, belinin iki yanı büzgü ve pastalı bolca tek etekten oluşan, çantalı entari olarak tabir edilen sırmalı elbiseler teşkil etmektedir. II. Abdülhamit devrinden itibaren ise setentiliyon gibi kalın ipekli ve münakkaş kumaşlardan yapılan ve daha çok Avrupa modası olduğu tahmin edilen korsajlı, balinalı, bugünkü deux pieces'leri hatırlatan uzun etek ve ceketten oluşan elbiseler giyilmeye başlanmıştır. Genç Kız Kıyafetleri: Genç kızların kıyafeti genellikle sade ve basittir. Süslü elbiseler giymeleri toplumca ayıp sayılırdı. Esasen kızların kına gecesi ve şerbet (nişan) ten başka merasimlerde (düğün veya mevlüt) bulunmaları da geleneklere aykırı idi. Çok özel durumlarda düğüne gitmesi gerektiği zaman bile basma, pazen veya yünlüden alelade elbiseler giyerlerdi. Gezme Elbiseleri: II. Abdülhamit devrinden otuz sene öncesine kadar resmi misafirliklere gidişlerde, bayram ziyaretlerinde zengin hanımlar ipek kadife veya fasone denilen yünlü kumaşlardan veya çitari denilen ipeklilerden uzun entariler giyerlerdi. Daha eskiler ise kutni denilen kumaşlardan yapılan elbiseler giyerlerdi. Bu elbiseler üzerine ipek şaldan mongül veya plüş denilen ipek kadifeden hırkalar giyilir, üstüne elmas gerdanlık, elmas muska, gıdık - altın, elmas saat takılır, başa oyalı yemeni örtülür, üstüne bağdat çarı (çarşaf) carlanarak ziyaretlere gidilirdi. İç Çamaşırları: Çamaşır olarak tene üç en dokum bezden kalçaya kadar uzunlukta bolca bir gömlek giyilirdi. Bu gömlek üzerine sutyen yerine canfes veya diğer herhangi bir kumaştan kolsuz astarlı, havuz yakalı, önden üç düğme ile iliklenen bir yelek üzerine de gezi veya diğer kumaşlardan bir içlik giyilirdi. Bundan başka dize kadar uzanan paçaları geniş dantelli veya fistolu beyaz patiskadan bir iç donu, bunun üzerine de basmadan iç astarlı, uçkurlu, paçalı, ayak bileklerinde hafifçe bol bir dış donu giyilirdi.

Gündelik Kıyafetler:
Mevsime, yaşa ekonomik duruma göre bazı değişiklikler gösterir. Fakir ve orta halli kadınlar, doğrudan doğruya çinti donu denilen dış donu üzerine basmadan bir içlik, içlik üzerine de basmadan içi pamuklu ve üstü parmak dikişli ceket şeklinde düz hırka giyerler, başlarına yaşlılar kalıpsız iki parmak yüksekliğinde fes giyip, üzerine oyasız yemeni örterlerdi. Gençler ise biraz daha yüksekçe kalıplı fes giyip yemeniyi üçgen şeklinde üç köşe katlayarak fesin üzerine örterlerdi. Sokağa çıkacakları zaman, yakın komşuya giderlerken damarlı çar dedikleri bir örtü ile başlarını örterler daha uzak bir yere giderken de damarlı veya kareli uzun çarlara bürünürlerdi. Zengin olan kadınlar ise çinti don üzerine basma, yünlü vb.den oluşan uzun, düz baştan geçme peşli entariler giyerlerdi. Bu entari üzerine de ekonomik duruma göre basmadan, yünlü veya kadifeden, parmak dikişli, içi pamuklu hırkalar giyerlerdi. Yaşlılar başlarına takke gibi kalıpsız fes, gençler ise daha uzun ve kalıplı fes giyerlerdi. Fes üzerine gençler yemeni, yaşlılar oyasız yemeni örterlerdi.

Sokak Kıyafetleri:
Ele geçen en eski kaynaklara göre XVII. yüzyılda Ankara'da ferace giyildiği görülür. Feracelerden sonra çarlar giyilmeye başlanmıştır. I. Abdülhamit devrinde feraceler yasaklanıp çarşaf giyilmesi emredilince, gençler çarşafı tercih etmiş, yaşlılar ise beyaz çarlarını giymeye devam etmişlerdir.

Hamam Kıyafetleri:
Yeni gelin veya zengin genç hanımların hamam kıyafetleri de dikkate değerdir. Yeni gelin veya zengin genç bir hanım hamama giderken helâi don ve gömleğini, sevai telli yelek ve içliğini, üstüne elbisesini giyer, başına oyalı yemenisini takar, hamam bohçasını hazırlayarak Bağdat çarını giyip hamama giderdi.
b) Erkek Giyimi: Anadolu erkek giyimi, Ankara da dahil olmak üzere üç grup altında toplamak mümkündür:
- Üç etek entariler,
- Şalvar ve işlik, fermani veya gazekiden oluşan takımlar,
-Efe, zeybek veya dadaşlara özgü dizlikli zıpka veya zıvgalı camadan veya cepkenli kıyafetler.
Ankara'da erkek kıyafetleri üzerindeki araştırmalar, yaklaşık bir - birbuçuk yüzyıl evvelinden Cumhuriyet devrine kadar olan kıyafet çeşitleri üzerinde yapılmıştır.
Bu süre içinde Ankara'da çeşitli halk tabakasının giydiği kıyafetleri başlıca beş ana başlık altında toplamak mümkündür. İlmiye Sınıfının Kıyafeti: İlmiye sınıfına ait başlıca takımların en dikkate değer olanlarını üç etek entariler teşkil eder. Abdülhamit devrinin sonuna dek ilmiye sınıfının olduğu kadar esnaf sınıfının da giyiminin esas unsurunu oluşturmuştur. Genellikle şetari, altıparmak veya osmaniye topu gibi yollu kumaşlardan yapılan bu entariler önü baştan başa açık, yanlarının birer karış yeri yırtmaçlı, uzun kollu, haydari yakalı, önünün bele kadar kısmı ile kol yerleri kaytan süslü olur ve belinin yanında küçük bir bağla bağlamak suretiyle iki önü birbiri üstüne kavuşurdu. Yaklaşık olarak II. Abdülhamit devrinin ilk yarısına kadar hocalar tarafından gayet uzun ve bol şalvarlar pamuklu iç işlikleri ile giyilen bu üç etek entariler üzerine bele ince tarzda (esnaf ve efelerinkinden ince olmak üzere) ipek Trablus kuşağı, beyaz tiftik veya Gürün şalından bir kuşak sarılır, sırta da mevsim ve duruma göre ya pamuklu hırka veya Mekke hırkası, sokakta lata, camide ise cüppe giyilirdi. Üç etek entariler terkedildikten sonra, ilmiye sınıfı tarafından pantolona çok benzeyen, yalnız üstü ondan biraz daha bolca elifiye şalvarlar giyilmiştir. Elif iyeler üzerine, biraz zengince olanlar Şam toplandan, zengin olmayanlar yollu pazen veya ketenden parmak yakalı, önden düğmeli, uzun bilezikli kollu bir işlik giyer, bele beyaz tiftik veya Gürün şalından bir kuşak sarar, üzerine çuha veya kumaştan bir yelek giyerlerdi. Okuma Çağındaki Çocukların kıyafeti: Okuma çağındaki çocuklar, okuyan ve okumayan olmak üzere iki kısma ayrılır ve bunlardan okumayanlar esnaf olurdu. Okuyan çocukların kıyafeti; II. Abdülhamit devrinin birinci yarısına kadar üç etek entari üzerine çuhadan mintan giyer, bellerine şal kuşak sararlardı. Ankara'da ilk Maarif Teşkilatı kurulduktan sonra bu üç etek entariler kalkmış, yerine pazen veya kumaştan içi astarlı uzun şalvarlar ile işlik ve pamuklu hırkadan ibaret takımlar giyilmeye, daha sonraları ise elifiyeler ve nihayet ekonomik durumu iyi olanlar tarafından setre pantollar giyilmeye başlanmıştır. Yeni yetişen ve okumayan 13-14 yaşındaki esnaf çocuklarından efeliğe hevesli olanlar yaşlıların giydiği bu kısa şalvarların biraz daha darca ve itinalı olanları ile tıpkı efelerinki gibi işlik, yelek, fermani giyer, bele genişçe bir kuşak ile isteyenler silâhlık kuşanırdı. Efe olmak istemeyen gençler ise yaşlıların giydiği takımların daha dar ve gösterişlisini giyerlerdi. Esnaf Kıyafetleri: II. Abdülhamit Devri'nin sonlarına kadar Ankaralı esnaf da tıpkı ilmiye sınıfı gibi üç etek entarilerden oluşan takımlar giyerdi. Bu entarilerin altına, yakasından güzel görünmesi için bir içişliği giyilir, bele uzun veya değirmi şal kumaş kuşanılır, sırta da hocalardan farklı olarak kuşağın üzerini örtecek uzunlukta işlemesiz bir gazeki veya fermani giyilirdi. Mekke hırkası bulunanlar bunların üzerine ayrıca bir Mekke hırkası veya pamuklu hırka, kışın ise hocalardan farklı olarak isteyenler miriz, aba, daha zengince olanlar ise kürk giyerlerdi. Efe ve Zeybek Kıyafeti: Zeybeklerin giydikleri elbiseler hemen hemen birbirine benzer. Bunlar dizlik, işlik, camadan veya cepken ve bellerinde genişçe sarılı kuşak, kuşak üzerinde çeşitli silâhlarla dolu bir silâhlıktan ibarettir. Zeybekler kendi aralarında cesaret ve yiğitlikle sivrilenleri efe diye anarlardı. Efeler, çarlık dizlik denilen beyaz patiskadan diz kapağının hemen altında bir tür kısa şalvar giyerlerdi. Bu dizliklerin paçalık tabir edilen kısımları san ipekli işli olur ve sim karışık, yünden uzun, beyaz Sivrihisar diz çorapları ile giyilirdi. Sonraları bu dizlik ve çoraplar terkedilerek II. Abdülhamit devrinin ilk yarısına kadar bunların işlemesiz, düz patiskadan olanları ile düz beyaz yünden diz çorapları giyilmiştir. Sekiz metre patiskadan çok bol ve geniş bir surette yapılan bu dizliklerin bütün kıvrıntı ve döküntüleri arkada toplamak suretiyle önü adeta düz ve kırışıksız olur, diz kapağının hemen altında ve dize sıkıca oturmuş durumda olan parçasıyla ayağa giyilen diz çorabı arasında iki parmak yer açık kalarak ten görünürdü. Beyaz dizlikler ile sırta çarlık işlik denilen beyaz patiskadan parmak yakalı, önden iri sedef düğmeli, uzun bilezikli kollan olan bir işlik ve onun üzerine kırmızı beyaz yollu osmaniye işlik giyilir, bele genişçe şal kuşak ile silâhlık takılırdı. Bu takımlar ile ayağa kesinlikle kırmızı diz bağlı, uzun, beyaz ajurlu diz çorabı ve kırmızı cimcime veya yemeni, sırta da osmaniye işlik üzerine sırmalı camadan veya sırmalı cepken, bunlar yoksa sırmalı yelek giyilirdi. Uzun konçla diz çorabı ve hatta çizme giymekle beraber dizlik giyenlerinin diz kapaklan ile baldırlarının büyük bir kısmı mutlaka açık bulunurdu. Başlarına fes giyer, üzerine ipekli çevre ve pusu sararlardı. Cepkenlerini giymeyip omuzlarından aşağı sarkıtmak âdetleri idi.

Memur Kıyafetleri:
Ankara'daki memur kıyafetleri; yüksek, orta ve küçük dereceli memur kıyafeti olmak üzere üç gruba ayrılır. Yüksek dereceli memurlar; setre pantollar ile beş cm yüksekliğinde dik veya uçları kelebek yakalı gömlekler giyer, yakalara boynun arkasından iliklenen hazır uzun kravat veya papyon kravat bağlayıp, bunları mücevherli iğneler ile tuttururlar, gömlek ve pantolon üstüne de göğsü kapalı bir yelek giyerlerdi. Başlarında kalıplı fes (daha sonra hasırlı fes) ve ellerinde şık bir baston bulunurdu.

Orta dereceli memurlar; setre pantol veya ceket pantollar ile kolalı gömlek yerine basma işlik giyer ve üzerine işliği örterek şık görünmesi için düz ya da pastalı, kolalı patiskadan bir jile takarlardı. Bu jileler üzerine dik veya ucu kıvrık kolalı bir yakalık ve beşparmak genişliğinde uçları kıvrık kolalı kolluk ile boynun arkasından iliklenen hazır kravat takılır ve üstüne yelek giyilirdi. Başlarına da şıllık fesleri denilen feslerden takarlardı. Küçük dereceli memurların kıyafetleri ise karışıktır. Genellikle elifiye giymekle beraber üzerine ceket giyenler de bulunurdu. Başlarında, sarıksız dal fes bulunması şarttı.

HALK OYUNLARI VE FOLKLOR:
Bugün Türkiye'nin her beldesinin ayrı bir özellik taşıyan halk oyunlarına göz atılırsa görülür ki, Ankara bu konuda olgunluk, mertlik ve vakar ifadeleri taşıyan unsurlarıyla, söz sahibidir.
Ankara halk oyunları iki kısımda incelenir:
a) Zeybekler: Ankara Zeybeği: Oyunların en gösterişlisidir. Yiğitlik ve mertlik ifade eder. Bu zeybek sazla oynanmakta olup, ağır bir melodisi vardır. En az iki kişi tarafından oynanır, üçlü sacayağı denileni daha da gösterişlidir. Zeybek oyunlarında dikkat edilecek ve en başta gelen husus, oyunun vermiş olduğu karakteristik hava ve melodiye göre jest ve figürleri ayarlamaktır. Yani duruş, kasılış ve poz zeybek oyununun bütün ihtişamım ortaya koyar. Mendil Zeybeği: Bu zeybek oyunu da ağır ve akıcı figürleri ile Ankara Zeybeğine yakındır. Keza iki kişi tarafından ya da daha fazla kişiyle oynanır. Bu zeybeğin en güzel görünüşü, çöküşte her iki dizin de yere vurularak doğrulmasıdır.

Karaşar Zeybeği: Ankara'nın ilçelerinden Beypazarı'nın Karaşar nahiyesinin eski Ankara ile ilgisi olduğu bilinmektedir. Gerek melodisindeki akıcılık, gerek oyundaki tek ayak figürleri ile dikkati çeker. Zeybek söylenen türküyü takiben ve iki kişi tarafından oynanır.

Seymen Zeybeği: Diğer zeybeklerden tamamen ayrı bir özelliği olan seymen zeybeği diğer zeybek oyunları gibi sazla değil, davul zurna ile, iki veya üç kişi tarafından oynanır. Seymen zeybeği, isminden de anlaşılacağı üzere tertip edilen seymen alaylarında, düğünlerde, alayın önünde bulunan davul ve zur
nanın hemen önünde kılıç veya tekke palalarıyla giden zeybekler tarafından oynanır.

Seymen Alayı: Ankaralıların dilinde efe, yiğit ruhlu ve atlı anlamlarında kullanılan seymenin uzun bir geçmişi vardır. Seymen düzme, Ankara halkının Oğuz Türklerinden armağan olarak yaşattığı bir gelenektir. Seymen düzmeyi, yalnız Ankara'nın saklamış olması bir raslantı değildir. Çünkü Ankara dolayları Oğuz Boylarıyla doluydu.
Çubuk'da Kargın, Aşağı Çavundur, Büydüz; Elmadağ eteklerinde Bayındır; Yenimahalle'de Kayı, Kınık, Dodurga; Hüseyin Gazi eteğinde Peçenek, Yazır; Balâ'da Avşar köylerinin adları 24 Oğuz boyunun adlarından gelmektedir. Seymen alayı "Milli Ruh"un coştuğu zamanlarda kurulurdu. Selçuklu ve Osmanlı Devletleri'nin kuruluşlarında böyle alaylar kurulmuştur. Mustafa Kemal'in Ankara'ya geldiği gün de sabah erkenden sancak dikilmiş, seymen alayı düzülmüştü.
Yağcıoğlu Zeybeği: Bu zeybek oyunu Efe Yağcıoğlu Ahmet Ağa'ya ithaf edilmiştir. Zeybeğin ritm, ayak oyunları, poz ve hareketleri mertlik ifade eder. Diz vuruşları, dönüşleri, melodisi, insanların eski Ankara'ya götürür. Saz, ayakta ve göğüste tutularak çalınır.
b) Düz Oyunlar: Ankara düz oyunlarının ahengi farklı, ritmi yumuşaktır. Sazın sesi bazen hareketli, bazen duygulu, bazen de coşkuludur. Düz oyunların figürleri ayak oyunlarıyla süslenmiştir ve birbirine çok benzer. Hepsi saz ile grup halinde oynanır, sazdan başka müzik aleti yoktur. Misket: Yıllar önce yaşanmış gerçek bir aşkı dile getirir. Oyuna ayak figürleri hakimdir. Üç veya dört kişi tarafından oynanır. Bu oyunda üç hareket esastır. Duruş, yürüyüş ve sekiş.
Hüdayda: Ankara'nın eski bir oyunudur. İsmini, padişaha rakkaselik yapmış olan Fatma adında güzel bir kadından almıştır. İki kişiden fazlasıyla oynanmaz. Sekerek yürürken yapılan hareketler ilgi çekicidir. Karşılıklı kasılmadan ve ağır ağır gezinmeden sonra oyuna girilir. Efe, silâhını çekerek önce sağa, sonra sola, tekrar sağa sallanarak silâhını ateşler. Oyunun devamında karşılıklı gidiş geliş ve yan yana sekiş hareketleri estetik yönden doyurucudur. Mor Koyun: İki ile dört kişi tarafından oynanır. Kol ve ayak hareketleri hakim olup, karşılıklı eş tutularak açılıp kapanma hareketleriyle kendine özgü bir estetiği vardır. Dört efenin bir noktada toplanıp hafif sağa eğilerek açılmaları bir gül goncasına benzetilir. Bu oyun da efsanevi bir aşktan doğmuştur.

Yandım Şeker: Düz oyunların en hareketlisi olup, yürüme, sekiş ve kolların ahenkli hareketi, seyrine zevk katan unsurlardır. Sazla, üç ile dört kişi tarafından oynanır. Name

Gelin: Ankara efelerinin en çok sevdikleri, daha çok yaşlı efelerin oynadıkları bir oyundur. Sağ ayak hep beraber yere vurularak oynanır.

Sabahi: Saz düzeniyle oynanan bu oyun, en ağır olanıdır. Türkü okunurken, iki ile üç efe ağır ağır gezinirler, arada bir dururlar; bu duruşta sağ el silahlıkta, sol el arkada belde olur. Türkünün bitiminde oyuna başlanır.

Yıldız: İki kişilik bir oyundur. Güzel bir melodisi olup, sazla oynanır. Bu oyun seher yıldızına ithaf edilmiştir. Eski sohbetlerde tanyeri ağarırken, pırıl pırıl parlayan yıldız artık sohbetin bittiğini, sabahın yaklaştığını hatırlattığı için bu oyun en son oyundur.
Çarşamba: Karşılıklı iki kişi tarafından oynanır. Çok hareketli bir oyundur. Kol hareketleri, karşılıklı gidiş gelişler ve kolların yukarıda olmayıp normal şekilde sarkıtılarak sallanışı göz doldurur.

Arap Oyunu: Bir kadın yüzünü siyaha boyar gözlerinin önüne un sürer, sırtına bir minder sokarak kambur yapar. Üzerine bir palto giyer, eline defi alır, kollarını sallayarak mani okur. Ankara halkoyunlarında kadınlar ve kızlar yer almamıştır. Kadınlar düğünlerde, şerbetlerde, kına gecelerinde ve kendi aralarında düzenledikleri eğlencelerde kendilerine özgü güldürücü, eğlendirici oyunlar tertip ederlerdi. Çalgı aletleri def ve kaşıktı.

NELERİ İLE ÜNLÜ:
Ankara Kalesi, Anıtkabir, Tiftik Keçisi ( Ankara Keçisi ), Hacı Bayram Veli Türbesi, August Tapınağı, Roma Hamamı, Gordion ( Frigyanın Başkenti ), Atakule, Karum İş Merkezi, Kızılcahamam-Ayaş Kaplıcaları, Beypazarı Evleri.

İL İSMİ NEREDEN GELİYOR?
İslam kaynaklarında Ankara'nın adı Enguru olarak geçer. Kimilerine göre Ankara sözü Farsça "Üzüm" anlamına gelen Engür'den, ya da Yunanca'da Koruk anlamına gelen "Aguirada'dan türemiştir. Bazılarına Hint-Avrupa dillerindeki "Eğmek" anlamına gelen Ank ya da Sankskritçe de; "Kıvruntı", anlamına gelen ankaba'dan veya Latince'den çengel anlamına gelen uncus'dan türediği ileri sürülmektedir. Frig dilinde Ank "engebeli, karışık arazi anlamına gelir." Şehrin diğer isimleri; Ankyra, Ankura, Ankuria, Angur, Engürlü, Engürüye, Angare, Angera, Ancora ve son olarak Ankara şeklini almıştır.

ALINTIDIR..
 
Son düzenleme:
X