DİKKAT DAĞINIKLIĞI
ANNEYE NOTLAR – 2
Defterinizi açın ve ilk sayfasına çocuğunuzun adı soyadı ile birlikte doğum tarihini yazın. Ardından, çocuğunuzun genel özelliklerini sıralayın—abartmadan, ama geçiştirmeden.
Küçük yaşlardan başlayarak yazın:
Uyumlulukları, uyumsuzlukları, gelişme bozuklukları ya da yaşına göre ileri düzeydeki becerileri... Her cümleyi düşünerek kurun.
Olumlu özellikleri bir sayfaya, olumsuzları ise başka bir sayfaya yazın. Bu çalışmayı sadece bir çocuğunuz için değil, tüm çocuklarınız için yapın.
Peki şimdi düşünün: Kaçınızın evinde doğum albümü, ayak izi, ilk hediyeleri gibi anılar var? Pek çoğumuzda var. Ama çocuğun psikolojik gelişimini kaydettiğimiz bir defter var mı? Yok. Çünkü biz çocuğu hâlâ bir “cihaz” gibi görüyoruz. Bozulunca psikologa, psikiyatra götürüyoruz.
Onlar da sınırlı sürede sizi iki dakika dinliyor, ardından ilacı yazıyor. Siz de içinizi rahatlatıyorsunuz: "Her şeyi yaptım zaten..."
Kolej mi? Gitti.
Özel hoca? Oldu.
Son model telefon, bilgisayar? Aldınız.
Kantinden ne isterse yesin; zaten okul kantinleri neredeyse zehirli yiyeceklerle dolu.
Tatil? Deniz, güneş...
Doktorsa doktor.
Peki, sonra? “Ver ilacı, rahatla.”
Yan etkileri mi? “Aman canım, hayatın yan etkisi daha çok zaten.”
Evet, işler böyle yürür oldu.
Amerikan Psikiyatri Derneği (APA), 1952’de yayımlamaya başladığı ve bugün dünya çapında bir başvuru kaynağı olan **“Ruhsal Bozuklukların Tanımsal ve İstatistiksel El Kitabı”**nı (DSM) hâlâ güncelleyerek yayımlamaya devam ediyor. Bu kitap psikolojinin kalbi kabul edilir ve içinde tanımlanmış yaklaşık 400’e yakın hastalık vardır.
Kendinizi “sağlıklı” sanıyor olabilirsiniz ama bu kitaba göre hepimizde en az 3-4 tanı çıkabilir. Hele ki Türkiye’de... Sağlıklı insanları bir sıraya dizsek, Konya Ovası gibi geniş alanlar bile yetmez!
Kişi başına düşen “sağlıklı birey” sayısı neredeyse parmakla sayılacak kadar az.
Bilgisayarlar bu kadar yaygınlaşmadan önce, hem kendimizi hem de çocuklarımızı daha sağlıklı sanıyorduk. O zamanlar sadece birkaç tanı duymuştuk: Şizofreni, manik-depresif, paranoya, obsesyon gibi.
Şimdi size insafınıza sığınarak soruyorum:
**"Othello Sendromu"**nu kaç kişi biliyordu mesela?
Eskiden "aşırı kıskançlık" dediğimiz şeyin aslında bir hastalık adı olduğunu öğrenmek kaçımızın aklına gelirdi?
Bir Laz köylü şehre inmiş, değişik bir yemek yemek istemiş. Pelteyi ve fasulyeyi beğenmiş.
Sonra tekrar fasulye geldiğinde silahını çekip tabağa ateş etmiş:
"Ula şehre celsin de adınumu değitin Allah’ın lobiyası!" demiş.
Pelte tabakta sallanırken de ona şefkatle bakmış:
"Sen korkma uşağum, san bişi dediğum yok ida…"
İşte hastalık tanımları da biraz böyle oldu. Adlar değişti, ama içerikler aynı kaldı.
İncelemeye kalksak, hepimizin içinde birden fazla psikolojik bozukluk çıkabilir.
1960’lı yıllarda Aaron Beck tarafından geliştirilen Bilişsel Terapi, halk arasında bilinen adıyla “telkin”, günümüzde yaygın bir psikolojik tedavi yöntemidir. Temel prensibi şudur:
Bizi bozan olaylar değil, olaylara bakış açımızdır.
Yani konuş, anlat, yumuşat, ikna et, yansıt, ayna tut... Hepsi güzel.
Ama ya kullanılan ilaçlar?
Hele konu dikkat dağınıklığına gelince işin rengi iyice değişiyor.