Davranış Bozuklukları Anneye notlar/dikkat dağınıklığı 1

Çocuğumuzda karşılaştığımız huysuzluk, saldırı, şiddet, içe dönüklük, korkaklık, hiperaktiflik, pasiflik, dikkatsizlik, çevreye uyum, utangaçlık, hırçınlık vs birçok sorununuzun paylaşıldığı konular.

nedretc

Geçici Olarak Hesap Pasiftir !
tek ayak cezası
Kayıtlı Üye
8 Mayıs 2011
10
0
288
İzmir
DİKKAT DAĞINIKLIĞI
ANNEYE NOTLAR – 1


Neden anneye notlar?

Çünkü anne de baba da çalışıyor ama gün içinde çocuğun gelişimiyle en çok ilgilenen genellikle anne oluyor. Baba çoğu zaman "Uğraşma, zamanla düzelir" derken; anne, çocuğunun yaşıtlarından geri kalmasını istemez. Çünkü o çocuk yalnızca bir evlat değildir: O çocuk annesi için umuttur, emektir, sevgidir, özlemdir, hasrettir, aşktır; yaşanmışlıkların ve yaşayamadıklarının bir özetidir. Ruhunun bir parçası, bedeninin devamıdır.


Anne; bütün gün, hem aile bireylerinin ne yaptıkları hem de neyi yapamadıklarıyla ilgilenendir. Baba daha mı az sever? Elbette hayır. Ama bu durum bazen toplumdaki rollerin, aile içi alışkanlıkların veya babanın iş yoğunluğunun bir yansımasıdır. Bazı ailelerde baba da çok etkin bir figürdür; hatta çocukların babaya daha düşkün olduğu da olur. Ancak bu, genel eğilimin oldukça altındadır.


Anne ve baba çoğu zaman aynı söylemleri tekrarlamaz, aynı hareketi yapmaz. Biri bir şey söyler, diğeri onaylamaz. Adeta Amerikan filmlerindeki "iyi polis – kötü polis" oyununa döner evdeki düzen.
Zamane çocukları ise bizden daha akıllı: Anneyi ayrı, babayı ayrı, öğretmeni ayrı idare ederler.
Öğretmen deseniz... Yorgun, yılgın ve sistemin çelişkileri arasında kalmış. Çocukları koruyacağız derken eğitmenin otoritesi neredeyse tamamen silinmiş. Evleri artık çocuklar yönetiyor.


Hal böyle olunca, tüketim çılgınlığına kapılmış, batıya dönük ama içi boş bir modernlik havası saran, dikkat dağınıklığıyla boğuşan bir çocuk profili çıkıyor karşımıza.
Her yerden "hiperaktivite", "hipoaktivite", "dikkat eksikliği" gibi etiketler yükseliyor. Bu sadece bir semt ya da bir okulun değil, neredeyse her mahallenin ortak gündemi.
Ama sabır yok. Kimse uzun vadeli bir çabanın içine girmek istemiyor. Her şeyin hemen düzelmesini bekliyoruz. Takip yok, istikrar yok.


16 Mayıs 2015’te, Zübeyde Hanım Anaokulu’ndan mimar bir veli beni aradı. Öncesinde bir dikkat taraması yapıp bir eğitim programı önermiştim. "Bir ay sonra tekrar arayın" demiştim. Tam bir ay sonra aradı.
"Çocuğu oya gibi işledik," dedi. “%80 gelişme var. Şimdi sırada ne var?”
İşte bu! Takip, ilgi, sabır. Günübirlik değil, sürekli ve bilinçli emek.


Oysa çoğu ailede yöntemler sürekli değişiyor: "Bu olmadı, şu yöntem, o da olmadı, bu ilaç, yok yok şu ilaç daha iyi..."
Bir durun.
Zaman bizi de sabırsız tüketicilere mi dönüştürdü acaba?


Peki ne yapmalı?
Zor mu çözümler? Hayır.
Zor olan: Devamlılık göstermek.


Elinize kalın bir defter ve bir kalem alın.
Tüm bildiklerinizi bir kenara bırakın.
Ve yeniden başlayın:
Çocuğunuzu gerçekten tanımaya.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
DİKKAT DAĞINIKLIĞI
ANNEYE NOTLAR – 2



Defterinizi açın ve ilk sayfasına çocuğunuzun adı soyadı ile birlikte doğum tarihini yazın. Ardından, çocuğunuzun genel özelliklerini sıralayın—abartmadan, ama geçiştirmeden.


Küçük yaşlardan başlayarak yazın:
Uyumlulukları, uyumsuzlukları, gelişme bozuklukları ya da yaşına göre ileri düzeydeki becerileri... Her cümleyi düşünerek kurun.


Olumlu özellikleri bir sayfaya, olumsuzları ise başka bir sayfaya yazın. Bu çalışmayı sadece bir çocuğunuz için değil, tüm çocuklarınız için yapın.


Peki şimdi düşünün: Kaçınızın evinde doğum albümü, ayak izi, ilk hediyeleri gibi anılar var? Pek çoğumuzda var. Ama çocuğun psikolojik gelişimini kaydettiğimiz bir defter var mı? Yok. Çünkü biz çocuğu hâlâ bir “cihaz” gibi görüyoruz. Bozulunca psikologa, psikiyatra götürüyoruz.


Onlar da sınırlı sürede sizi iki dakika dinliyor, ardından ilacı yazıyor. Siz de içinizi rahatlatıyorsunuz: "Her şeyi yaptım zaten..."


Kolej mi? Gitti.
Özel hoca? Oldu.
Son model telefon, bilgisayar? Aldınız.
Kantinden ne isterse yesin; zaten okul kantinleri neredeyse zehirli yiyeceklerle dolu.
Tatil? Deniz, güneş...
Doktorsa doktor.


Peki, sonra? “Ver ilacı, rahatla.”
Yan etkileri mi? “Aman canım, hayatın yan etkisi daha çok zaten.”
Evet, işler böyle yürür oldu.


Amerikan Psikiyatri Derneği (APA), 1952’de yayımlamaya başladığı ve bugün dünya çapında bir başvuru kaynağı olan **“Ruhsal Bozuklukların Tanımsal ve İstatistiksel El Kitabı”**nı (DSM) hâlâ güncelleyerek yayımlamaya devam ediyor. Bu kitap psikolojinin kalbi kabul edilir ve içinde tanımlanmış yaklaşık 400’e yakın hastalık vardır.


Kendinizi “sağlıklı” sanıyor olabilirsiniz ama bu kitaba göre hepimizde en az 3-4 tanı çıkabilir. Hele ki Türkiye’de... Sağlıklı insanları bir sıraya dizsek, Konya Ovası gibi geniş alanlar bile yetmez!
Kişi başına düşen “sağlıklı birey” sayısı neredeyse parmakla sayılacak kadar az.


Bilgisayarlar bu kadar yaygınlaşmadan önce, hem kendimizi hem de çocuklarımızı daha sağlıklı sanıyorduk. O zamanlar sadece birkaç tanı duymuştuk: Şizofreni, manik-depresif, paranoya, obsesyon gibi.


Şimdi size insafınıza sığınarak soruyorum:
**"Othello Sendromu"**nu kaç kişi biliyordu mesela?
Eskiden "aşırı kıskançlık" dediğimiz şeyin aslında bir hastalık adı olduğunu öğrenmek kaçımızın aklına gelirdi?


Bir Laz köylü şehre inmiş, değişik bir yemek yemek istemiş. Pelteyi ve fasulyeyi beğenmiş.
Sonra tekrar fasulye geldiğinde silahını çekip tabağa ateş etmiş:
"Ula şehre celsin de adınumu değitin Allah’ın lobiyası!" demiş.
Pelte tabakta sallanırken de ona şefkatle bakmış:
"Sen korkma uşağum, san bişi dediğum yok ida…"


İşte hastalık tanımları da biraz böyle oldu. Adlar değişti, ama içerikler aynı kaldı.
İncelemeye kalksak, hepimizin içinde birden fazla psikolojik bozukluk çıkabilir.


1960’lı yıllarda Aaron Beck tarafından geliştirilen Bilişsel Terapi, halk arasında bilinen adıyla “telkin”, günümüzde yaygın bir psikolojik tedavi yöntemidir. Temel prensibi şudur:
Bizi bozan olaylar değil, olaylara bakış açımızdır.
Yani konuş, anlat, yumuşat, ikna et, yansıt, ayna tut... Hepsi güzel.


Ama ya kullanılan ilaçlar?
Hele konu dikkat dağınıklığına gelince işin rengi iyice değişiyor.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
Çocuklarda Görülen Psikolojik Sorunlar


Çocuklarda karşılaşılan psikolojik rahatsızlıkları listelemeye kalktığımızda, karşımıza oldukça uzun ve karmaşık bir tablo çıkar.


En sık karşılaşılan problemler arasında şunlar yer alır:


  • Öğrenme güçlüğü
  • Kekemelik
  • Fonolojik bozukluk (sesleri doğru kullanamama)
  • Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB)
  • Tik bozuklukları
  • Obsesif Kompülsif Bozukluk (takıntı-zorlantı)
  • Altını ıslatma ve altını kirletme (enürezis – enkoprezis)
  • Depresyonlar
  • Sosyal fobi
  • Uyku bozuklukları
  • Psikotik bozukluklar
  • Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB)
  • Dürtü kontrol bozuklukları
  • Uyum sorunları
  • Psikososyal stres faktörleri
  • Okul sorunları
  • Davranım bozuklukları

Bu hastalıkların isimlerine baktığınızda, sanki bir tıp kongresi sunumunda duyulan kavramlar gibi görünür. Aspirinin bile “asetilsalisilik asit” adını duyunca kafa karışıklığı yaşanır, değil mi?


Aynı şekilde, bu isimleri duyan bir ebeveyn, çocuğunun çok ciddi, hatta tedavi edilemez bir rahatsızlığa yakalandığını düşünebilir. Oysa bu sorunların çoğu, doğru destekle ve zamanında müdahaleyle büyük ölçüde iyileştirilebilir ya da yönetilebilir.


Biraz derinlemesine düşündüğümüzde, anneannelerimizin, dedelerimizin zamanında da benzer durumların olduğunu görürüz. Ama o dönemlerde bu sorunlara verilen isimler bugünkü kadar “ağır” ya da teknik değildi.


Eskiden “içine kapanık”, “dalgın”, “kıpır kıpır yerinde duramıyor”, “geç konuştu”, “bir garip huyları var” diye tanımlanan çocuklar şimdi çeşitli tanı etiketleriyle anılıyor. İsimler değişti ama çocuklar hep vardı. Ve en önemlisi: Onlara yaklaşımımız, anlayışımız, sabrımız vardı.


Bugünün farkı, bilgimizin artmış olması, ama sabrımızın azalmış olması olabilir.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
Çok güzel yazmışsınız. Dikkat eksikliğini araştırırken yazınızı gördüm. Orada eleştirerek anlattığınız ebeveyn biziz :( kızıma dikkat eksikliği teşhisi konmak üzere. İlaçla tedavi hiç içime sinmiyor. Önerebileceğiniz yöntemler var mı? İlaçsız ne kadar başarı gösterebilinir bu hastalıkta? Teşekkür ederim şimdiden
 
Back
X