Beslenmede devrim yapın

sxuxrxuxxsx

Aktif Üye
Kayıtlı Üye
13 Mart 2007
22
0
61
devrimci öneriler!

1930’lu yıllarda çarpıcı bir kitap yazıldı. Edebiyat dünyasında Karamazov Kardeşler ne ise, beslenme alanında da bu kitap o değerde. Kitap çok sade, ama daha önce kimsenin yazmayı akıl etmediği “hayati” bir gerçeği anlatıyor. iyibilgi zoom

Beslenme ve Fiziksel Dejenerasyon (orijinali Nutrition and Physical Degeneration) isimli bu kitabın yazarı diş hekimi Dr. Weston Price bütün dünyayı dolaşıp insanların ne yediklerini incelemiş. Çıkan sonuç çok basit: ınsanlar ne kadar doğal, işlenmemiş, geleneksel yiyeceklerle beslenirlerse, o kadar sağlıklı olduklarını görmüş.
ıncelediği topluluklar arasında coğrafi koşullara, iklime, alışkanlıklara bağlı olarak, “geleneksel beslenme”nin çok farklı şekilleri olabildiğini görmüş. Mesela ısviçre’de, çevredeki diğer yerleşim yerlerinden izole edilmiş, ulaşımı zor bir vadide yaşayanların temel besini çavdar ekmeği, peynir ve tereyağıymış. Afrika’da hayvan besiciliğiyle uğraşan Masai kabilesininse, günde 2 litreye varan süt içtiklerini, bunun yanı sıra kan ve et tükettiklerini görmüş. Eskimolar ise, neredeyse sadece balık ve balık yumurtası ile besleniyorlarmış. Bütün bu farklı beslenme biçimlerine rağmen, hepsinin sağlığının yerinde olduğunu görmüş Dr. Price.
Genel sağlığın ve esenliğin bozulmaya başladığı durumları da farketmiş. Geleneksel diyetini işlenmiş, rafine, konserve edilmiş market yiyecekleriyle değiştirenlerin durumlarını... Geleneksel hayatından kopmuş, kasabalara veya şehirlere taşınmış veya başkabir nedenle “beyaz adamın yiyecekleriyle tanışmış” olan insanlar geleneksel beslenmesinden taviz vermeye başlamış.
Dr. Price geleneksel diyetten uzaklaşmış olup sağlığı bozulanlarda iki ortak “dejenerasyon” bulunduğunu tespit etmiş:
1. Diş yapısında bozulma: 32 dişin de kendine yeterli alanı bulabildiği düzgün dişli ağız yapılarında bozulma. Çarpık, çürük dişler oluşmaya başlamış. Dişler çene kemiğine sığmayarak üst üste binmeler oluşmuş.
2. Çene kemiğinde ve burun deliklerinde daralma
1930’lu yıllarda yapılan bu araştırmanın günümüzle ne ilgisi var diyorsanız... Hem kendimizi, hem de çevremizdeki çocukları gözümüzün önüne getirmeye çalışalım. Özellikle çocukları... Günümüzde kırmızı yanaklı, gözleri pırıl pırıl parlayan, sağlıklı bir çocuk bulmak zorlaştı. Çoğu soluk benizli, bakışları donuk, renkleri ruhsarları yok. Sık sık hasta oluyorlar. Diş doktorum, 7 yaşındaki çocuklara bile dolgu yaptığını söyledi; erkenden dişleri çürüyor. Ne kadar çok çocuğun dişlerine tel taktırdığını da görüyorsunuzdur. Sanki endüstrileşmenin asıl yükünü çocuklar çekiyor.
Bir de, köylerdeki çocukları düşünün... Benim çocukluğumda Ordu’nun bir köyünden gelmiş bir arkadaşım vardı, kanlı canlı bir çocuk. Bizim gibi şehir çocuklarından çok daha sağlıklı ve canlıydı. O kadar güzel koşardı ki, sonradan okul atletizm takımına girdi. Şimdi, bu arkadaşımın, 3 yaşında, hazır cappuccino içen bir oğlu var. O da bizim gibi, soluk benizli.
Şehirlerde kirlilik, radyasyon, apartman hayatı gibi birçok olumsuzluğun varlığını da inkar edemeyiz. Ama beslenme, bizi bu tür olumsuzluklardan koruma kapasitesine sahip...
Peki bizleri hem içten, hem dıştan bu kadar etkileyen şeyler ne? Neden sağlığımızı ve güzelliğimizi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız? Dr. Price’ın seneler önceki araştırmasında bulduğu sonuçlar bugün bizler için de geçerli mi, şöyle bir yediklerimizi gözden geçirelim:
ışlenmiş, rafine edilmiş market yiyecekleri, katkı maddeleri, boyalar, parfümler:
Hayatımıza birçok hazır yiyecek girmiş durumda. Etrafınızdaki hazır yiyecekleri bir düşünün... Hazır çorbalar, pudingler, mısır gevrekleri... Hemen herkesin kullandığı sakızlar, gofretler, çikolatalar, şekerler. Biliyorsunuz bunlar çocuklara hediye olarak veriliyor.
Belki rakıdan daha ciddi bir içki derdimiz var: Gazlı içecekler. Alkol, belli bir yaştan sonra içiliyor ama gazlı içecekler bebelerin, 7’den 70’e herkesin elinde. “Bir çeşit uyuşturucu” diyen doktorlar var, bağımlılık yapıyor.
Bir de, çocukları “büyüttüğü” iddia edilerek pazarlanan cicili bicili ambalajlar içindeki küçücük meyveli yoğurtları (peynir diyor bazı üreticiler) ele alalım. ıçinde belki çocuğun vücuduna faydası dokunabilecek bir bakteri var, ama o pespembe renk, buram buram çilek kokusu nereden geliyor? Gıda boyası ve sentetik parfüm katılıyor içine... Ürünün hedef kitlesi çocuklar, “test grubu” adıyla toparlanıp, üretici şirkete gidiyorlar. Bu test grubu, piyasaya çıkacak yoğurdun rengini, çeşitli aday renkler arasından seçerek belirliyor. Yani bizzat ürünleri yiyecek yaştaki çocuklara soruluyor “büyüten” yoğurtlara hangi renk boya katılacağı. Bir sürü harcamasından kısıntı yapıp bütçesini ayarlayarak zar zor bu yoğurtları almaya çalışan anne de, bilmeden çocuğunun midesine kimyasalları kendi eliyle koymuş oluyor. “Sağlık yiyeceği” olarak pazarlanan bir ürünün hikayesi bu. Varın, hiç sağlıklı olmak gibi bir iddiası olmayanları siz düşünün.
Zehir etkisi gösterdiği kanıtlanmış “şey”ler (besin diyemiyoruz, besin değiller)
MARGARıN: Margarinler, normal koşullarda sıvı halde bulunan çeşitli yağlardan (mesela, evlere hiç sokmadığımız pamuk yağından) üretilirler. Normalde sıvı haldeki bir yağı katılaştırmak için “hidrojenizasyon” işlemi yapılır. Ortaya, cinsiyet değiştirmiş “trans yağ asitleri” çıkar. Kalp dostu olduğu söylenen, tereyağını taklit eden margarinler de trans yağ içerdikleri için zararlıdırlar. En güvenilir trans yağ asidi miktarının “0” miktar olduğu Amerikalı uzmanlarca dile getirilmiştir.
Evlere alınan margarin dışında pastanelerde yapılan çoğu mamul ve marketlerdeki bisküvi, kek, vs. margarinle üretilmektedir. ıçinde trans yağ asidi veya hidrojenize yağ olan şeylerden kaçının. Evlerde kesinlikle margarin kullanmayın. Prof. Dr. Ahmet Aydın, beslenmebulteni.com sitesindeki yazılarında, tereyağı, kuyduk yağı, iç yağı, kaymak gibi yağların güvenle kullanılabileceğini belirtmiştir.
SOFRA TUZU (SODYUM KLORÜR – BAZEN ıYOT ıLAVELı): Tuzun doğal halinde, deniz tuzu veya kaya tuzunda, 80’e yakın mineral bulunur. Gıda endüstrisi bu mineralleri ayıklar (ilaç şirketlerine, vb. satar). Sofralık tuz olarak sadece sodyum ve klor minerallerinden oluşan beyaz toz paketlenir. Bazen, daha önce içinden çıkarılmış olan iyot da eklenmektedir. Sofralık tuz zehirdir. Yemeklerinize sadece doğal tuz katın. Doğal tuz aktarlardan bulunabiliyor. Tuzluktan akmaz, kimyasal madde kokmaz. Çok lezzetlidir.
BEYAZ ŞEKER: Beyaz şekerin diyabet ve diş çürüklerindeki rolünü hepimiz biliyoruz. Hatta bazı doktorlar depresyon ve şizofrenide de etkisinin olduğunu düşünüyorlar. Kanser hücresinin en sevdiği şey (bakınız “Kanser en çok neyi sever?&#8221:KK66:. Beyaz şeker ve şekerden yapılmış şeyleri hayatınızdan çıkarabilirsiniz. Çocuklara gofret, çikolata almak yerine pestil, pekmez, kuru meyve hediye edin.
Çiğ yiyecekleri daha fazla yemeliyiz
Diş doktorumun, küçük yaşta dolgu yaptığı çocuklarla ilgili bir tespiti vardı. 7 yaşındaki çocuklarda çürük görülmesinin sebebi, ona göre çocukların çiğ ve hakiki yiyecekler yerine patates, hamburger gibi yumuşak şeyler yiyip kola içmeleri...
Sebze meyvelerin şifasından en çok çiğ halde yediğimizde faydalanabiliyoruz çünkü ısının etkisiyle içlerindeki enzimleri, vitamin ve mineralleri kaybediyorlar. Badem gibi kuru yemişleri bile yerken kavrulmamış, çiğ olanları tercih etmek lazım.
Bir de doktorların dikkatimizi çektikleri başka bir konu var. Çiğ meyve yiyoruz ama çiğ sebzeleri yeteri kadar tüketmiyoruz. Şimdi kış mevsimindeyiz. Karnabahar, kereviz, turp, havuç, brokoli, lahana, yer elması çiğ olarak yenebilir. (Beyaz lahana incecik kıyılıp tuzla hafif ovulduktan sonra havuç rendesiyle salata yapılabilir. Kerevizi rendeleyip yoğurt, limon suyu, ceviz ve zeytinyağıyla güzel bir salata hazırlayabilirsiniz)
Meyve sebze alırken mevsime uygun ve yerli ürünler seçmek de çok önemli. Hormon, tarım ilacı ve kimyasallardan mümkün olduğunca kaçınmalıyız.
Genetik müdahale görmüş besinlerden uzak durun
Bilim insanlarının, bütün insanlığa, doğaya yaptıkları en büyük kötülüklerden biri olarak görüyorum canlıların genlerine müdahale etmeyi.
GDO- Genetiği Değiştirilmiş Organizma, Frankeştayn veya transgenik denen tohumlar çok acıklı bir konu... ınsan eliyle canlıların geni birbirine aktarılıyor. Tavuktan bir gen alınıp fasulyeye aktarılabiliyor. Veya domatesten bir gen mısıra girebiliyor. Bilim insanlarının, büyük bir marifet gibi gördükleri bu aktarımların uzun vadeli etkileri araştırılmadan uygulanmaya başlandı. ınsanlara, hayvanlara, çevreye ne etkileri olduğunu bilmediğimiz transgenik tohumlar bilim-kurgu filmlerini anımsatıyor.
ABD, Kanada ve Arjantin en büyük GDO üreticileri. GDO’lu tohumlardan en fazla üretilenleri mısır, soya fasulyesi ve pirinç. Bu ürünlerin üçü de “modern” gıda sanayiinde bol miktarda kullanılıyor. ıçinde soya yağı olmayan gofret, çikolatalı krema, hazır çorba, patates cipsi yok gibi. Mısır şekeri – Cargill fabrikasıyla gündeme gelen – nişasta bazlı sıvı şeker de neredeyse bütün şekerli gıdaların içinde. Gofretler, şekerlemeler, gazlı içecekler, mısır şekeri ile yapılıyor. Yani, bugün bir kola içtiyseniz, transgenik mısır şekeri yemiş olabilirsiniz. Çikolata yediyseniz transgenik soyanın yağını yemiş olabilirsiniz.
Transgenik ürünlerin, günümüzde çoğalan alerjilerin sorumlusu olarak gösteriliyor. Hatta, kısırlığa, kansere sebep olduğunu söyleyen doktorlar da var. Her türlü transgenik yaratıktan uzak durmakta fayda var. Ne olur, ne olmaz, bizin genlerimiz de değişime uğramasın!
 
Son düzenleyen: Moderatör:
X